cakşı, 1. iyi (zarf olarak) ; cakşının özü ölsö da, sözü ölböyt ats.: iyi adamın kendisi ölürse de, sözü ölmez; enğ cakşı : en iyi, çok iyi ; attın cakşısı : atın en iyisi; cakşısınğbı? : iyi misin? , nasıl yaşıyorsun? ; cakşı kör- : sevmek; cakşı körgön atım: benim sevdiğim at; 2. es. muteber.
cakşırtuu, iyileştirme; mal tukumun cakşırtuu: hayvan neslinin ıslahı.
cakta, birisinin tarafını tutmak, taraflı olmak; kim caktap kol kötördü? ; daha ör. bk. kalıs.
caktal- , gram. tasrif olunmak, çekilmek.
caktalış , gram. tasrif olunuş , çekiliş.
caktama, gram. zamir (pronom) .
caktaş- , hep birlikte birisinin taraflısı olmak; birisinin tarafını tutmak, birbirini tutmak.
caktır- I, tasvibetmek, onamak; caktırmadı: tasvibetmedi; hoşuna gitmedi.
caktır- II, yakmıya icbar veya müsaade etmek; otun albaganga ot caktırba ats. ; odun devşirmeyene ateş yaktırma (çalışmayan kimse emeği neticelerini taktir etmez).
caktır- III, sürdürmek(bir ilacı) .
caktırıl- , tasvibedilmek.
caktırış- , hep beraber tasvibetmek.
caktıruu I, tasvibetme.
caktıruu II, işs. caktır- II den.
caktıruu III, işs. caktır- III ten.
caktoo, işs. cakta- dan.
caktooçu, 1. taraftar; 2. müdafacı.
caktuu, bir tarafı tutan , taraflı, tarafgir; birisinin tarafını iltizam eden; ar caktuu: etraflı; alar bir caktuu bolup, biz bir caktuu karmaştık:(iki karagaha ayrılarak) tutuştuk, onlar bir tarafta , biz öteki tarafta idik; işti bir caktuu kıl: işi sonuna erdirmeli, nasılsa da olsa halletmeli, bitirmeli.
cakut, yakut (taş).
cal I, yele; at calın tartıp min- : gençlik çağına ermek(oğlan kendi başına ata binebilecek çağa ermek) ; kök cal 1) boz yeleli ( kurt) ; 2) bahadır, cesur; 2. atı yele altındaki yağı (at gövdesinin lezzetli parçası sayılır) ; kazı kertip, caldı cep folk. : karın yağını keserek, yele altındaki yağı yiyerek; caya orduna cal bergen , may orduna bal bergen folk. : but eti yerine yele altı yağı, yağ yerine de bal veriyorlardı; calı barda calıngan- caman attın belgisi ats. : henüz yele altı yağı varken yalvarmak (merhamet dilenmek) kötü atın nişanesidir.
cal II. mükafat, iş ücreti, ayak teri; cal küçü: ücret mukabilinde tutulan işçi gücü.
cal III, cal- cal 1. bir melodinin adıdır; 2. olgun kız; dilber; 3. maa cal- cal karayt: o kadın bana aşık gözile bakıyor.
cala I. iftira. zem (yerme) : cala cap bk. cap- IV.
cala II. cala ayak = calayak; oozun cala ayaktay kılp : ağzını geniş açarak.
cala III. yalamak: it bok calagıça avm. : dakikasında, çarçabuk; may karmagan barmagın calayt ats. : yağ tutan parmağını yalar( bal tutan parmağını yalar) .
calaagan= calaak.
calaak, yalağan, yalamayı adet edinen.
calaçıl, iftiracı, iftiraya, zemme yatgın olan.
calak, 1. tuzlak yerde koyunların yalamasından hasıl olan küçük oyuk; taş calak (uyum tuudu ve s. oyununda) kaybediş, yutulma (oynayanın hesablarında yanılarak boş oyuklar alması yüzünden) ; kaybedilerek boş el kalmak; 2. dudaktaki carha.
calakta- = calanğda I; calaktagan cigit; kanlı canlı yiğit; uuru ittey calaktap: hırsız köpek gibi telaş ederek; koygo tiyçü börüdey erdi murdu calaktayt: koyun üzerine atılmaya hazır bulınan kurt gibi dudakları ve burnu kımıldıyor.
calam, yalnız yalamaya yetişecek kadar olan miktar; calam talkan: azcık kavut.
calama, düz pürüzsüz; calama zoo: yüksek ve düz kaya ; calama boor: düz dağ eteği.
calan- , yalanmak: koygo tiygen börüdöy, oozu murdun calanıp folk. : koyuna saldıran kurt gibi ağzını burnunu yalayıp.
calanğ, yalnız , yalın; münhasıran;calanğ kabat: bir katlı; calanğ kabat tereze: tek pencere; calanğ çay tamak bolboyt: yalnız çay yiyecek sayılmaz; calanğ ele kımız içtik(başka hiçbirşey ) ; calanğ çapan: yalnız çapan (hiçbir başka giyim) ; kalkı calanğ ele kıtay: ahalisi yalnız Çinlilerden ibarettir; cöö- calanğ: yaya ; calanğ kuduya işingen cöö kalat ats. : yalnız tanrıya güvenen yaya kalır.
calanğda- I, 1. kanlı canlı, çevik, hareketlerinde çabuk olmak; enerjik hareket etmek; calanğdagan at: oynak et; calanğdagan cigit: çevik delikanlı; 2. çabuk ve aç gözlülükle yalanmak.
calanğgıç, yahut canalgıç 1. mit. : ölüm meleği, Azrail; 2. korkunç nesne ; anı men calanğgıçımday körüm: ben ondan candan nefret ediyorum; catkan eken çonğ Ürgönç, calanğgıçtay körünüp folk. : büyük Örgen (şehri) yayılıp yatıyor ve korkunç manzara görünüyordu.
calanğtık, 1. tek tabakalılık, sadelik; 2. yalnızlık ; calanğ carma calanğtık kılat: yalnız carama (bk. carma; 2. tatmin etmiyor, kafi bir yiyecek olmuyor.
calanğtöş, bk.töş.
calap, a. avm. orospu.
calaptık, avm. orospuluk, fuhuş.
calaş- , müş. cala- III ten ; kılıç (yahut bolot) mizin calaş-: hep beraber kılıçın yüzünü yalamk(bu eski andiçme şekillerinden biridir) .
calat- , et. cala- III ten ; erdirine kızıl calatkan : dudağına allık sürmüş.
calayak, (bk. cala II) çocuğu elde tutarken muşamba yerine kullanılan kundak bezi; calayak ooz 1) dudakları ince olan ağız; 2) mec. konuşkan , söz ebesi.
calda- , ücretle tutmak, kiralamak; it caldagan suu keçpeyt ats. : yarım yamalk tedbirler maksada erdirmez (harfiyen : köpek kiralayan kimse suyu geçemez. )
caldıra, 1. rica, arzu ve intizar ile bakmak; şaşkınlıkla rica etmek; yalvarmak; hazin gözükmek; küy gönümden men seni köp karaymın caldırap folk. : seni özleyerek , sana umutla bakıyorum:2. kıvılcım saçmak, parlamamk (rica eden gözler hakkında) .
caldırama, marazi dalgınlıktır, ki insanın manasız ve kavrayıssız nazarlarla bakması bunun ifadesidir; caldırma tiygenbi saga? : sersemledinmi , çıldırdınmı yoksa? ; (neden öyle alık alık bakıyorsun? ) .
caldırat- , et. caldıra- dan ; meni caldıratıp taştap ketti: beni ihtiyaç içinde bıraktı; caldıratpay ar kimge, baktınğ ele caşıman folk. : ta çocukluğumdan beri , beni şuna buna tabi olmama müsaade etmiyerek terbiyeledin.
caldıroo, işs. caldıra- dan.
caldoo, ücretle tutma , kiralama.
calduu, yeleli; tokmok calduu aygır: kolu yeleli aygır; calduu bolso- at, cakaluu bolso- ton ats. : yelei olursa – attır, yakalı olursa – kürktür.
calga- , 1. ekelemek; 2. birleştirmek; 3. özök calag 4. yardım etemek(iyilik yapmak) ; andan calgasın albayasınğ: ondan teşekkür işitmezsin; ak calgasın! : giyime tesadüfen süt döküldüğü zaman söylenilen tabirdir ( ki alamet sayılır; harfiyen : aksüt takdis edilsin! ) ; eteğinen calgadı: çocuğu doğurdu.
calgama, düzme, sahte; calgama çırbon: kalp çervonets ( Rus lirası) .
calagalam- , taklidi yapma, sahtekarlık etme.
calgamaloo, taklidini yapma, sahtekarlık etme.
calgan I, 1. yalan , gerçek ve doğru olmıyan(sıfat olarak) calgan süylö- : yalan söylememk; calgandan: yalandan; sözdü calgan kılbaylı! : sözümüz yalan çıkmasın; vadimizi tutalım; 2. sahte , kalp; calgan rapiske: sahte senet, makbuz; 3. calgan yahut calgan düynö: yalancı es. mec. : fani , dönek, karasız, yalancı dünya.
calgaş, müş. calga- dan; kol calgaş elden ele vermek.
calgız, tek, biricik, yalnız, münferit; calgızdan- calgız: yapayalnız ; calgız- carm: yalnız; bir bir; calgızcarım colooçu: yalnız yahut nadir bir yolcu; calgız ayak bk. ayak I.
calgızda- , yalnız olmak yahut yalnız hareket etmek; canına coldoş albaştan calgızdap atka mindi emi folk. : yanına arkadaş almadan yapayalnız ata bindi.
calın- II, yalvarmak, yakarmak, ısrarla ricada bulunmak;cakşıga calınsa- can kalat; camanga calınsa- bir kaşık kan kalat ats. : iyi adama yalvarsan- can( hayat) kalır; fena adama yalvarsan yalnız bir kaşık kan kalır (o seni öldürür) .
calında- , yalınlamak, alevlenmek, alev alşev yanmak.
calındat- , alevlendirerek yakmak, alevlendirmek; közünön ot calındatat: gözü ateş püskürüyor.
calk- , korkak, ürkek olmak; (korkudan) arzu ve hevesini kaybetmek; anda bargadan calkıp kaldım: bende oraya gitmek arzusu kalamadı, oraya gitmeye korkuyorum.
calkı, tek yalnız, bir (ikiz, üçüz ve s. değil) .
calkın, buttun calkını: tabanın üst kısmının eni; baltanın calkını: balta yüzünün eni; calkını karış ay balta folk. : yüzü bir karış olan savaş baltası.
calkıt- , ürkütmek; hevesini gidermek; itti urup calkıtıp koy, üygö kirbesin: köpeği korkutup koy ki eve girmesin.
calkoo, tembel, aşırı tembel, işsiz gezmeyi seven.
calmanış- , yutmaya hazırlanarak vahşiyane bir tarzda gözlerini oynatmak ve dudaklarını kımıldatmak; suratına , ete acıkmış olan yırtıcı hayvan kılığı vermek.
calooru- , rica ve intizar ile bakmak: acıklı ve aciz durumda bulunmak.
calp, onomatopee (taklit söz) dir ; calp etip: ansızın, birdenbire.
calpaktık, yassılık.
calpalakta- , 1. temayül ve teveccüh göstermek; calpalaktap süylöş- : nezaketle konuşmak, karşılıklıca nezaketli sözler söylemek; 2. yaranmak; emine üçün maa mınçalık calpalaktap kaldıng? : neden bana bu kadar koltuk veriyosun?
calpanağ- , müdahane, yaltaklanma; calpanğ ur- : koltuk vermek, müdahene etmek.
calpanğda, 1. yassılanmak2. geniş ve maharetsizce hareketler yapmak; calpanğdap uç- : büyük kanatları maharetsizce çırparak uçmak; 3. = calpalakta- .
calpay- , ezilmiş gözükmek; geniş ve yassı olmak.
calpayt- , yassılatmak; kalp ayttım, kalpagımdı calpayttım coç. : yalan söyledim, kalpağımı yassılattım(arkadaşlarını aldattıktan sonra çocuk böyle der) ; calpayta çap- 1) yassılanacak tarzda çalmak; kesmek; 2) mec. imha eylemek.
calpı, umumi; calpı soyuzduk: bütün ittihada ait; calpı cıynalış: umumi toplantı; calpı- cayık : hepsi, toptan, kütle halinde; calpı iş taştoo: umumi iş bırakma, grev; ealpıga paydaluu: umuma faydalı.
calt, çabuk hareketi, ani faaliyeti ifade eden taklidi sözdür; calt ber yahut calt et- : silkinmek;bir yana atılmak; bir yana sapmak; birden koparılmak; atım calt berip, cıgılıp kala cazdadım: atım ürkerek bir yana sıçradı, bende düşeyazdım(az kaldı düşecektim) ; ot calt etti: ateş tututştu, parladı; calt karardı: ani bir göz attı; gözleri parladı; calt- calt et yahut calt cult et- : yıldıramak, yalabımak.
caltan- , ürkek bir yana atılmak bir yanan sapmak; korkudan titremek; aytuudan caltanbayt: söylemekten çekinmiyor.
caltançaak, ürkek, korkak, korkutulmuş.
caltançak= caltançaak.
caltanğ, (bu sözün muhtelif manaları bazen hakkile yakalanamıyor) ; temiz; parlak kök caltanğ muz: yüzeyi düz olan tertemiz buz; kök caltanğ taş folk. : düz, kaygak taş; kök zoonun başı kök caltanğ folk. : mavi kayanın tepesi açık mavidir; ak caltanğ 1) açık beyaz; bembeyaz , apak; 2) buzla örtülmüş kaya; ak zoonun başı ak caltanğ, anğdabay basıp tay gıldım folk. ak kayanın tepesi buzla örtüldüğünden ihtiyatsız basarak ayağım kaydı; caltanğ kişi: korkak, çekingen adam.
cambı, muhtelif şekillerde ve muhtelif ağırlıklarda olan ve Çin’ de para yerine kullanılan gümüş sebikeleri(dökme parçaları) ; böyrök cambı: böbrek şekillerindeki gümüş sebikesi.
camda- , toplayıp bir yekün çıkarmak; tamim etmek.
camıra- , çabucak yığın halinde toplanmak ; birbirine üşüşmek (diyelim anasının yanına bırakılan kuzular hakkında) ; kök camıray baştadı: taze ot gür bir surette filizlenmeye , intişaş etmiye başladı; tuş- tuştan camırap: kütle halinde her yandan üşüşerek; kozu camıradı 1) kuzular yığın halinde üşüştüler; 2) mec. : kıvılcımlar sıçradı (diyelim, kurum yanarken) ; top kişinin ökürüğü çıktı; orbuzdan tura kalkıp, biz da camıradık: kala balık insanları ağlama sesleri duyuldu, bizde yerimizden fırladık ve ( ağlamada) onlara katıldık.