A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə17/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   90

caki, f. yahut, veya.

cakşı, 1. iyi (zarf olarak) ; cakşının özü ölsö da, sözü ölböyt ats. : iyi adamın kendisi ölürse de, sözü ölmez; enğ cakşı : en iyi, çok iyi ; attın cakşısı : atın en iyisi; cakşısınğbı? : iyi misin? , nasıl yaşıyorsun? ; cakşı kör- : sevmek; cakşı körgön atım: benim sevdiğim at; 2. es. muteber.

cakşıla- , 1. övmek; tasvibetmek, onamak; 2. iyileştirmek, ıslah etmek; 3. cakşılap: iyicene; layikiyle; cakşılap tüşün- : iyice kavramak, iyice anlamak.

cakşılık, 1. iyilik; hayır işi; cakşılık kıl- : iyilik etmek; hayır işlemek; 2. iyi evsaf.

cakşılıktuu, iyiliği ihtiva eden; hayırlı; iyi.

cakşıloo, 1. övme; onama; 2. iyileştirme.

cakşınakay, iyi bir parça.

cakşır- , iyileşmek; daha

iyi olmak.



cakşırt- , iyileştirmek.

cakşırtuu, iyileştirme; mal tukumun cakşırtuu: hayvan neslinin ıslahı.

cakta, birisinin tarafını tutmak, taraflı olmak; kim caktap kol kötördü? ; daha ör. bk. kalıs.

caktal- , gram. tasrif olunmak, çekilmek.

caktalış , gram. tasrif olunuş , çekiliş.

caktama, gram. zamir (pronom) .

caktaş- , hep birlikte birisinin taraflısı olmak; birisinin tarafını tutmak, birbirini tutmak.

caktır- I, tasvibetmek, onamak; caktırmadı: tasvibetmedi; hoşuna gitmedi.

caktır- II, yakmıya icbar veya müsaade etmek; otun albaganga ot caktırba ats. ; odun devşirmeyene ateş yaktırma (çalışmayan kimse emeği neticelerini taktir etmez).

caktır- III, sürdürmek(bir ilacı) .

caktırıl- , tasvibedilmek.

caktırış- , hep beraber tasvibetmek.

caktıruu I, tasvibetme.

caktıruu II, işs. caktır- II den.

caktıruu III, işs. caktır- III ten.

caktoo, işs. cakta- dan.

caktooçu, 1. taraftar; 2. müdafacı.

caktuu, bir tarafı tutan , taraflı, tarafgir; birisinin tarafını iltizam eden; ar caktuu: etraflı; alar bir caktuu bolup, biz bir caktuu karmaştık:(iki karagaha ayrılarak) tutuştuk, onlar bir tarafta , biz öteki tarafta idik; işti bir caktuu kıl: işi sonuna erdirmeli, nasılsa da olsa halletmeli, bitirmeli.

cakut, yakut (taş).

cal I, yele; at calın tartıp min- : gençlik çağına ermek(oğlan kendi başına ata binebilecek çağa ermek) ; kök cal 1) boz yeleli ( kurt) ; 2) bahadır, cesur; 2. atı yele altındaki yağı (at gövdesinin lezzetli parçası sayılır) ; kazı kertip, caldı cep folk. : karın yağını keserek, yele altındaki yağı yiyerek; caya orduna cal bergen , may orduna bal bergen folk. : but eti yerine yele altı yağı, yağ yerine de bal veriyorlardı; calı barda calıngan- caman attın belgisi ats. : henüz yele altı yağı varken yalvarmak (merhamet dilenmek) kötü atın nişanesidir.

cal II. mükafat, iş ücreti, ayak teri; cal küçü: ücret mukabilinde tutulan işçi gücü.

cal III, cal- cal 1. bir melodinin adıdır; 2. olgun kız; dilber; 3. maa cal- cal karayt: o kadın bana aşık gözile bakıyor.

cala I. iftira. zem (yerme) : cala cap bk. cap- IV.

cala II. cala ayak = calayak; oozun cala ayaktay kılp : ağzını geniş açarak.

cala III. yalamak: it bok calagıça avm. : dakikasında, çarçabuk; may karmagan barmagın calayt ats. : yağ tutan parmağını yalar( bal tutan parmağını yalar) .

calaagan= calaak.

calaak, yalağan, yalamayı adet edinen.

calaçıl, iftiracı, iftiraya, zemme yatgın olan.

calak, 1. tuzlak yerde koyunların yalamasından hasıl olan küçük oyuk; taş calak (uyum tuudu ve s. oyununda) kaybediş, yutulma (oynayanın hesablarında yanılarak boş oyuklar alması yüzünden) ; kaybedilerek boş el kalmak; 2. dudaktaki carha.

calakay, tahammülsüz, sabırsız; uysal; gevşek, kuvvetsiz; işke calakay 1) işe istidatsız; 2) tembel.

calakaylık, 1. tahammülsüzlük; tembellik.

calakor, k- f. iftiraci, iftiraya, müzevirliğe yatkın olan.

calakorduk, iftiraya, müzevirliğe yatgın olmaklık.

calakta- = calanğda I; calaktagan cigit; kanlı canlı yiğit; uuru ittey calaktap: hırsız köpek gibi telaş ederek; koygo tiyçü börüdey erdi murdu calaktayt: koyun üzerine atılmaya hazır bulınan kurt gibi dudakları ve burnu kımıldıyor.

calaktaş- , müş. calakta- dan.

calaktat- , et. calakta- dan; kancar calaktat- : hençeri kınından çıkarmak, hançerle oynamak.

calaluu, iftiraya yatgın, müfteri yalancı.

calam, yalnız yalamaya yetişecek kadar olan miktar; calam talkan: azcık kavut.

calama, düz pürüzsüz; calama zoo: yüksek ve düz kaya ; calama boor: düz dağ eteği.

calan- , yalanmak: koygo tiygen börüdöy, oozu murdun calanıp folk. : koyuna saldıran kurt gibi ağzını burnunu yalayıp.

calanğ, yalnız , yalın; münhasıran;calanğ kabat: bir katlı; calanğ kabat tereze: tek pencere; calanğ çay tamak bolboyt: yalnız çay yiyecek sayılmaz; calanğ ele kımız içtik(başka hiçbirşey ) ; calanğ çapan: yalnız çapan (hiçbir başka giyim) ; kalkı calanğ ele kıtay: ahalisi yalnız Çinlilerden ibarettir; cöö- calanğ: yaya ; calanğ kuduya işingen cöö kalat ats. : yalnız tanrıya güvenen yaya kalır.

calanğda- I, 1. kanlı canlı, çevik, hareketlerinde çabuk olmak; enerjik hareket etmek; calanğdagan at: oynak et; calanğdagan cigit: çevik delikanlı; 2. çabuk ve aç gözlülükle yalanmak.

calanğda- II, cöö- calanğdap bk. cöö I, 1.

calanğdat- et. calanğda- I, II,den; bıçak calanğdat- ; bıçağı çevirmek; kılıç calanğdat- : kılıç sallamak.

calanğgıç, yahut canalgıç 1. mit. : ölüm meleği, Azrail; 2. korkunç nesne ; anı men calanğgıçımday körüm: ben ondan candan nefret ediyorum; catkan eken çonğ Ürgönç, calanğgıçtay körünüp folk. : büyük Örgen (şehri) yayılıp yatıyor ve korkunç manzara görünüyordu.

calanğtık, 1. tek tabakalılık, sadelik; 2. yalnızlık ; calanğ carma calanğtık kılat: yalnız carama (bk. carma; 2. tatmin etmiyor, kafi bir yiyecek olmuyor.

calanğtöş, bk. töş.

calap, a. avm. orospu.

calaptık, avm. orospuluk, fuhuş.

calaş- , müş. cala- III ten ; kılıç (yahut bolot) mizin calaş-: hep beraber kılıçın yüzünü yalamk(bu eski andiçme şekillerinden biridir) .

calat- , et. cala- III ten ; erdirine kızıl calatkan : dudağına allık sürmüş.

calayak, (bk. cala II) çocuğu elde tutarken muşamba yerine kullanılan kundak bezi; calayak ooz 1) dudakları ince olan ağız; 2) mec. konuşkan , söz ebesi.

calba, calba- culba: parça parça olup yırtılmış.

calbar- , yalvarmak; küçülerek( tezellül ederek) rica etmek; calınıp calbarıp: yalvarıp yakarak.

calbarın- , (manaca) = calbar- .

calbır- , dalgalanmak, sallanmak, titremek.

calbırak, (bitki) yaprağı ; baka calbırak: latince plantago denilen bitki.

calbıraktuu, yapraklı; koyu yapraklarla örtülen.

calbırat- , et. calbıra- dan; calbıratıp çaç koygon : dalgalandırarak saç bırakmış.

calbırla- = calbırtta- .

calbırt, tutuşma; alev.

calbırtta- , tutuşmak, alevlenmek, alev alev yanmak.

calbız, nane.

calcagay = alcagay.

calcakta- , sırıtmak; gevezelik etmek.

calcanğda- = alcanğda…

calcay- = alcay- II.

calcılda- , korku, rica ifade eylemek (gözler hakkında) .

calcıldat- , et. calcılda- dan; köz calcıldat- : korku ile rica edermiş gibi bakmak.

calçı I, ücretle çalışan işçi, ırgat.

calçı II, murada ermek ; gerek olanı ele geçirmek; bözçü bözgö calçıbayt ats. : kunduracıda çizme yok (harfiyen : bez dokuyanın bezi yok) .

calçıt- , tatmin etmek; baydın bergen azıgı çalçıtpadı: bayın ( patronunun ) verdiği erzak kafi gelmedi.

calda- , ücretle tutmak, kiralamak; it caldagan suu keçpeyt ats. : yarım yamalk tedbirler maksada erdirmez (harfiyen : köpek kiralayan kimse suyu geçemez. )

caldama, ücretle tutulan, kiralanan.

caldan- , ücterle işe girmek.

caldanma- , ücretle tutlan, ecir.

caldanuu, işs. caldan- dan.

caldap, f. celep; simsar.

caldapçılık, celepçilik; simsarlık; celep, simsar mesleği.

caldat- = celdet- .

caldık, kök caldık: cesaret ; yararlık.

caldıra, 1. rica, arzu ve intizar ile bakmak; şaşkınlıkla rica etmek; yalvarmak; hazin gözükmek; küy gönümden men seni köp karaymın caldırap folk. : seni özleyerek , sana umutla bakıyorum:2. kıvılcım saçmak, parlamamk (rica eden gözler hakkında) .

caldırama, marazi dalgınlıktır, ki insanın manasız ve kavrayıssız nazarlarla bakması bunun ifadesidir; caldırma tiygenbi saga? : sersemledinmi , çıldırdınmı yoksa? ; (neden öyle alık alık bakıyorsun? ) .

caldırat- , et. caldıra- dan ; meni caldıratıp taştap ketti: beni ihtiyaç içinde bıraktı; caldıratpay ar kimge, baktınğ ele caşıman folk. : ta çocukluğumdan beri , beni şuna buna tabi olmama müsaade etmiyerek terbiyeledin.

caldıroo, işs. caldıra- dan.

caldoo, ücretle tutma , kiralama.

calduu, yeleli; tokmok calduu aygır: kolu yeleli aygır; calduu bolso- at, cakaluu bolso- ton ats. : yelei olursa – attır, yakalı olursa – kürktür.

calga- , 1. ekelemek; 2. birleştirmek; 3. özök calag 4. yardım etemek(iyilik yapmak) ; andan calgasın albayasınğ: ondan teşekkür işitmezsin; ak calgasın! : giyime tesadüfen süt döküldüğü zaman söylenilen tabirdir ( ki alamet sayılır; harfiyen : aksüt takdis edilsin! ) ; eteğinen calgadı: çocuğu doğurdu.

calgama, düzme, sahte; calgama çırbon: kalp çervonets ( Rus lirası) .

calagalam- , taklidi yapma, sahtekarlık etme.

calgamaloo, taklidini yapma, sahtekarlık etme.

calgan I, 1. yalan , gerçek ve doğru olmıyan(sıfat olarak) calgan süylö- : yalan söylememk; calgandan: yalandan; sözdü calgan kılbaylı! : sözümüz yalan çıkmasın; vadimizi tutalım; 2. sahte , kalp; calgan rapiske: sahte senet, makbuz; 3. calgan yahut calgan düynö: yalancı es. mec. : fani , dönek, karasız, yalancı dünya.

calgan. II, 1. eklemek:eklenilmek; 2. bitişmek.

calgançı, yalancı, daima yalan söyleyen; calgançı bol- : yalancı çıkmak; sözünü tutmammak; calgançı düynö= calgan düynö ( bk. calgan I,3. )

calgançılık= calgandık.

calgandık, yalancılık ; yalan.

calganma 1. ekleme; 2. db. iltisaki (agglutinant) ; calganma tilder: iltisaki diller.

calgasın, es. kurbanlık; calgasın bee: kurbanlık kısrak ( karş. calga 4) .

calgaş, müş. calga- dan; kol calgaş elden ele vermek.

calgız, tek, biricik, yalnız, münferit; calgızdan- calgız: yapayalnız ; calgız- carm: yalnız; bir bir; calgızcarım colooçu: yalnız yahut nadir bir yolcu; calgız ayak bk. ayak I.

calgızda- , yalnız olmak yahut yalnız hareket etmek; canına coldoş albaştan calgızdap atka mindi emi folk. : yanına arkadaş almadan yapayalnız ata bindi.

calgızdık, yalnızlık; calgızdıgın caşırgan köböyböyt ats. : yalnızlığını saklayan adam çoğalmaz (hayır hahlık görmez, dostlar taraflar kazanmaz)

calgızdoo, işs. calgızda- dan; calgızdoo tart- : yalnızlık duymak.

calgızsın- , içtimai ve akrabalık müzaheretinden mahrum olan yalnız kimseye muamele eder gibi muamelede bulunmak.

calgoo, 1. ekleme; 2. gram. affiks (ek, edat) ; söz tuudurguç calgoo: söz türetme eki ; calgoo maanisi : (sözün) sarih manası.

calık- , tembellik etmek, tembelleşmek.

calın I, yalın, alev.

calın- II, yalvarmak, yakarmak, ısrarla ricada bulunmak;cakşıga calınsa- can kalat; camanga calınsa- bir kaşık kan kalat ats. : iyi adama yalvarsan- can( hayat) kalır; fena adama yalvarsan yalnız bir kaşık kan kalır (o seni öldürür) .

calında- , yalınlamak, alevlenmek, alev alşev yanmak.

calındat- , alevlendirerek yakmak, alevlendirmek; közünön ot calındatat: gözü ateş püskürüyor.

calındır- , yalvarmaya mecbur eylemek.

calınduu, alevli; kızgın; calınduu salam: hararetli selam; calınduu makabbat: ateşin muhabbet.

calınıç, rica, yalvarış.

calınıçtuu, ricaya müteallik; hazin.

calınt- , et. calın- II den.

calk- , korkak, ürkek olmak; (korkudan) arzu ve hevesini kaybetmek; anda bargadan calkıp kaldım: bende oraya gitmek arzusu kalamadı, oraya gitmeye korkuyorum.

calkı, tek yalnız, bir (ikiz, üçüz ve s. değil) .

calkın, buttun calkını: tabanın üst kısmının eni; baltanın calkını: balta yüzünün eni; calkını karış ay balta folk. : yüzü bir karış olan savaş baltası.

calkıt- , ürkütmek; hevesini gidermek; itti urup calkıtıp koy, üygö kirbesin: köpeği korkutup koy ki eve girmesin.

calkoo, tembel, aşırı tembel, işsiz gezmeyi seven.

calkoolon- , tembellik etmek.

calkoolonuu, işs. calkoolon- dan.

calkooluk, tembellik; boşta gezerlik; işsiz dolaşmayı sevme.

calkootay, ürkütülmüş, ürkek; attı başka çaap calkootay kıldı: atın apışına vurarak ürkekleştirdi.

calma I, culma sözünün tekidir.

calma- II, ağızla kapmak; çiğnemek(dudaklarla) ; hırsla yemek; ubadasın calmagan mec. vadini bozmuş.

calmal- , mut. calma- II den.

calmala- , ağızla ve dille kapmak(diyelim, anasının memesini ağzına alan kuzu ve asılı duran paçavrayı kapmaya çalışan buzağı hakkında) .

calmalat- et. calmala- dan.

calmanğda- , yiyecek görünce sabırsızlık göstermek, aç gözlülük etmek; hırsla bakmak.

calmanğdaş- , müş. calmanğda- dan.

calmanğdat- , 1. et. calmanğda- dan; 2. = calanğdat- ; calmanğdatıp kılıçtı, cabılışıp çıgıştı folk. : kılıçları sallayıp kütle halinde çıktılar.

calmanış- , yutmaya hazırlanarak vahşiyane bir tarzda gözlerini oynatmak ve dudaklarını kımıldatmak; suratına , ete acıkmış olan yırtıcı hayvan kılığı vermek.

calmoo, işs. calma- II den.

calmooz= celmoguz.

caloon, caloodoy cigit: cesur, hareketlerinde süratli, becerikli, yiğit, delikanlı.

calooru- , rica ve intizar ile bakmak: acıklı ve aciz durumda bulunmak.

calp, onomatopee (taklit söz) dir ; calp etip: ansızın, birdenbire.

calpaktık, yassılık.

calpalakta- , 1. temayül ve teveccüh göstermek; calpalaktap süylöş- : nezaketle konuşmak, karşılıklıca nezaketli sözler söylemek; 2. yaranmak; emine üçün maa mınçalık calpalaktap kaldıng? : neden bana bu kadar koltuk veriyosun?
calpanağ- , müdahane, yaltaklanma; calpanğ ur- : koltuk vermek, müdahene etmek.

calpanğda, 1. yassılanmak2. geniş ve maharetsizce hareketler yapmak; calpanğdap uç- : büyük kanatları maharetsizce çırparak uçmak; 3. = calpalakta- .

calpay- , ezilmiş gözükmek; geniş ve yassı olmak.

calpayt- , yassılatmak; kalp ayttım, kalpagımdı calpayttım coç. : yalan söyledim, kalpağımı yassılattım(arkadaşlarını aldattıktan sonra çocuk böyle der) ; calpayta çap- 1) yassılanacak tarzda çalmak; kesmek; 2) mec. imha eylemek.

calpı, umumi; calpı soyuzduk: bütün ittihada ait; calpı cıynalış: umumi toplantı; calpı- cayık : hepsi, toptan, kütle halinde; calpı iş taştoo: umumi iş bırakma, grev; ealpıga paydaluu: umuma faydalı.

calpıla- , umuma yaymak, tamim etmek.

calpılda- , 1. temayül, teveccüh göstermek; 2. uşakça hareket etmek; yaltaklanmak.

calpıdaş- - müş. calpılda- dan.

calpıldat- ,et. calpılda- dan.

calpıloo, tamim etme, umumileştirme.

calpıy- , yassılamak, ezilmek.

calpıyt- , ezmek, yassılatmak.

calt, çabuk hareketi, ani faaliyeti ifade eden taklidi sözdür; calt ber yahut calt et- : silkinmek;bir yana atılmak; bir yana sapmak; birden koparılmak; atım calt berip, cıgılıp kala cazdadım: atım ürkerek bir yana sıçradı, bende düşeyazdım(az kaldı düşecektim) ; ot calt etti: ateş tututştu, parladı; calt karardı: ani bir göz attı; gözleri parladı; calt- calt et yahut calt cult et- : yıldıramak, yalabımak.

caltan- , ürkek bir yana atılmak bir yanan sapmak; korkudan titremek; aytuudan caltanbayt: söylemekten çekinmiyor.

caltançaak, ürkek, korkak, korkutulmuş.

caltançak= caltançaak.

caltanğ, (bu sözün muhtelif manaları bazen hakkile yakalanamıyor) ; temiz; parlak kök caltanğ muz: yüzeyi düz olan tertemiz buz; kök caltanğ taş folk. : düz, kaygak taş; kök zoonun başı kök caltanğ folk. : mavi kayanın tepesi açık mavidir; ak caltanğ 1) açık beyaz; bembeyaz , apak; 2) buzla örtülmüş kaya; ak zoonun başı ak caltanğ, anğdabay basıp tay gıldım folk. ak kayanın tepesi buzla örtüldüğünden ihtiyatsız basarak ayağım kaydı; caltanğ kişi: korkak, çekingen adam.

caltanğda- , korkarak bakınmak, mütereddit bakmak.

caltar- , 1. esaretini kaybetmek, korkmak; 2. kaçınmak, sakınmak (diyelim, darbeden) .

caltılda- , göz kamaştırırcasına parlamak, yıldırmak.

caltıldat- , et. catılda- dan.

caltıldoo, yıldırma, yalabıma.

caltır, parlak; caltır muz: parlıyan (yüzeyi dümdüz olan) buz.

caltıra- , yıldırama, yalabıma.

caltırat- , et. caltıra- dan.

caltıroo, parlaklık.

caluu, 1. böbürlenme, burun şişirme, kibir; 2. arzu istek; can caluum aytayın folk. : kudsi arzumu söylemek istiyorum.

caluun, r. kon. maaş, aylık iş ücreti.

cam I, cemi; tekün, top.

cam II, müdafi; taraftar.

cam III, (bk. küm) bala üçün kişi otko, camga tüşöt : evlat için insan ateşe ve suya düşmeye hazırdır (harfiyen: ota ve suya düşer ) .

cam IV , f. cam kese : kadeh; bokal, kupa.

cama I, yahut kara cama : ıskarbot (hastalık) ; oozunğdu kara cama cesin! (yahut alsın! : ağzını ıskarbot çürütsün! ) .

cama- II, yamamak, yama koymak.

camaa = camaat.

camaaçı, yama.

camaaçıla- , yamamak, yama koymak.

camaaçılat- , et. camaaçıla- dan.

camaaçıluu, yamalı, yamalarla dolu.

camaat, a. camaat; cemiyet.

camaattaş- , hep beraber, elbirliğiyle hareket etmek.

camacay, ağzın köşeleri.

camaçı = camaaçı.

camak, 1. yama; 2. irtical (şi’ri yaratış nevilerinden biri olmak üzere) .

camakçı, 1. tamirci soğuk kunduracı; 2. irticalci; hanende şair (bu gibi şairin proğramına bahadır destanı girmez) .

camakçılık, camakçı (bk.) mesleği, zanaatı.

camal, a. güzellik, cemal.

caman, 1. fena, kötü, berbat, bozuk; cakşını söz öltüröt, camandı tayak öltüröt ats. :iyi adamı söz öldürüyor, kötüyü ise, yalnız dayak öldürüyor; meni caman kıldı: bana fenalık yaptı; caman aytpay cakşı cık atş. : iyiliksiz kötülük yoktur (harfiyen: kötüyü söylemeden iyi olmaz) ; caman at yahut camanat: fena şöhter, kepaze olma; caman at kıl- yahut camanatta- : terzil etmek, kepaze etmek; camanattuu : rüsva olmuş; caman kör- : sevmemek; teveccüh göstermemek; caman cay. avret (ut) yerleri; 2. tar. avamdan olan ; fakir ; 3. pek, gayet; caman çonğ : gayet büyük; caman cakşı: pek iyi; açuusu caman: gayet hiddetli; 4. çocuk, evlat; bir camanım bar: bir çocuğum var; ayuu amanın tileyt, cakşı camanın tileyt ats. : ayı halasını ister; iyi ( adam) çocuk ister.

camanat, bk. caman 1.

camanatta, bk. caman 1.

camanattu, bk. caman 1.

camançılık, fena, kötü muamele; camançılık kör- : felaket ve fenalık görmek.

camanda, - , yermek, çekiştirmek; kınamak( tayibetmek) ; camandap süylö- : menfi yönden tasvir etmek; ters söylemek(diyelim, ileri sürülen namzetlere karşı) .

camandal- , mut. camanda- dan.

camandaş- , hep beraber zemmetmek, karşılıklıca çekiştirmek.

camandat, kınamaya müsaade veya icbar eylemek.

camandık, fenalık; camandık kıl- : fenalık etmek.

camandıktuu, kötü, fena; muzur.

camandoo, yerme, kınama.

camansıt- , tasvibetmemek; fena saymak.

cambaş, harkafa, kalça kemiği, but; navsala (anat) .

cambaşta, - , uzanmak, yatmak.

cambaştaş- , hep beraber uzanmak.

cambı, muhtelif şekillerde ve muhtelif ağırlıklarda olan ve Çin’ de para yerine kullanılan gümüş sebikeleri(dökme parçaları) ; böyrök cambı: böbrek şekillerindeki gümüş sebikesi.

camda- , toplayıp bir yekün çıkarmak; tamim etmek.

camdaş- , yekün teşkil etmek; tamim etmek.

camdaştır- = camda- .

camdoo, toplayıp yekün çıkarma; tamim etme.

camgır, yağmur; kara camgır: sağanak.

camgırla- , sağanak şekilde yağmak.

camı, a. hep ; onların hepsi.

camın - , saklamak; örtülmek; kapatılmak; örtünmek (elbise giymek) ; kiş içigin camınıp folk.: samur kürk giyinirek; say camınıp kaç- , : derede saklanarak kaçmak; tün camınıp : gece karanlığında.

camınçı, 1 .örtü; örtünmeye yarayan nesne; 2. mec. hami, müdafi.

camınt- , et. camın- dan; bürügö koy terisin camıntpa: kurda koyun kürkü giymeye müsaade etme.

camıra- , çabucak yığın halinde toplanmak ; birbirine üşüşmek (diyelim anasının yanına bırakılan kuzular hakkında) ; kök camıray baştadı: taze ot gür bir surette filizlenmeye , intişaş etmiye başladı; tuş- tuştan camırap: kütle halinde her yandan üşüşerek; kozu camıradı 1) kuzular yığın halinde üşüştüler; 2) mec. : kıvılcımlar sıçradı (diyelim, kurum yanarken) ; top kişinin ökürüğü çıktı; orbuzdan tura kalkıp, biz da camıradık: kala balık insanları ağlama sesleri duyuldu, bizde yerimizden fırladık ve ( ağlamada) onlara katıldık.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin