A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3


cayıldan-, hırslanmak, gazaba gelmek. cayıldanuu



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə20/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   90

cayıldan-, hırslanmak, gazaba gelmek.

cayıldanuu, hırslanma, gazaba gelme.

cayılım, malga cayılımı cok cer: hayvanların yayılıp otlamasına imkân yer.

cayılma, serilmiş, yayılmış; cayılma süylöm gram.: uzun cümle (süje ile predikattan başka üyeler de bulunan katmerli cümle).

cayılt-, et. cayıl ıı den; etek cayılt-: eteği uzatmak; sovet soodasın kenğ cayıltılı: sovyet ticaretini genişletelim.

cayıltuu, yayma; geliştirme; partiyanın içki demokratiyasın cayıltuu: partinin iç demokrasisini inkişaf ettirme.

cayıluu ı, işs. cayıl_ ıı den.

cayıluu ıı, serilmiş; tastorkon cayıluu: masa örtüsü serilmiş.

cayın ı, bk. cay ı.

cayın ıı, yayın balığı; folk.: balık şeklindeki deniz canavarı, cayın balık= cayın; cayın ooz: büyük ağızlı.

cayış, işs. 1. gütme, otlama; mal cayıtın bilbeysinğ: hayvanlar nerede ve nasıl gütmesini bilmiyorsun; 2. mer’a, otlak; maldın cayıtı bolboy bara atat: hayvanlar için mera yetişmiyor; otlak işleri yolunda değil; çar cayıt= çarcayıt; 3. genişlik; engin; een- cayıt turmuş: müreffeh hayat.

cayka_, 1. silkmek, çırpmak; harekete getirmek; ak sakalın caykagan: (koyu ve uzun) ak sakalını sallıyor; 2. = caygar; aldap- soo-lap caykayın folk.: hile ile ve ustalıkla ben yoluna koyarım, işi düzeltirim.

caykakta-, atla öteye beriye koşturmak; ata bir veya yarım çark yaptırmak.

caykal-, 1. bir yandan o bir yana sallamak; caykala bastı: süzülerek, kurularak salınarak geziyor; sakalınğ caykalgan: sakalın küremsiğidir, kaba sakalsın; sakalın özenle taranmış; sakalın sana mühim bir tavır veriyor; çöbü caykalgan cer; koyu ve taze otla örtülmüş olan yer; 2. tam gelmek, yakışmak; köynögü caykalgan: elbisesi yakışıyor ve tam geliyor.

caykalt-, et. caykal-dan.

caykana, f. 1. büyük erkeklerin ordoya (bk. ordo 3) benziyen oyunu: 2. dn. ebedî istirahat yeri.

caykı, yazlık, yaza ait; caykı cumuştar: yazlık işler.

cayla- ı, yazı geçirmek; yazlık meralarda bulunmak, yazı dağlarda geçirmek; cayında çöldü cayladınğ: yazı cölde gaçirdin: aksunun başın cayladık folk.: yazı aksunun membaında geçirdik.

cayla- ııı, yahut cav cayla- (şaman tabiri): cay taş (bk. taş 1) yardımiyle havayı değiştirmek; ayla menen cay caylap folk.: hile ile havayı değiştirerek.

caylan-, nizama konmak; sükûnet kesbetmek; könğülü caylandı: kalbi sükûnet kesbetti.

cayla- ıı, 1. düzmek; yerli yerine yerleştirmek; maldı cayla!: hayvanları yerleştir (bağla, yerli yerine koy, yem ver ve s.); anı-munu cayla!: şunu bunu tanzim et, könğül cayla-: kalbi teskin etmek; 2. mec. öldürmek; catkan yerinde cayladı: yattığı yerde hakladı, öldürdü.

caylanış, sığmak; yerleşmek; teessüs etmek; karakolgo caylanışıp aldım: karakol şehrinde) daima kalmak üzer yerleştim.

cayalnuu, işs. caylan-dan.

caylaş-, müş. cayla ı, ıı den.

caylaştır-, yerleştirmek, yerli yerine koymak, gereği gibi her şeyi yerine koymak.

caylaştıruu, her şeyi yerli yerine koyma, yerleştirme.

caylaşuu, işs. caylaş-tan.

caylat-, et. cayla- ı, ıı den; caylata: bütün cay (yaz); bütün yaz boyunca; caylata kılgan meenetinin cemişi: bütün yaz sarfettiği emeğin yemişi.

caylı, işi bir caylı bolgonço: işi yoluna konuluncaya kadar; henüz işi aydınlanmamışken.

cayloo ı, nizama koyma; yerli yerine yerleştirme.

cayloo ıı, yazlık otlak, yaylak (bunun yaylada olması mutattır).

caylooloş, yaylaktaş, yayla ortağı.

caylooluu, uygunlaştırılmış; yere intibak etmiş.

cayluu ı, rahat; iyi, hoş; cayluu, eptüü mal eken; manikerdi maga ber folk.: maniker atı) bana ver; çevik, hoş bir hayvanmış.

cayluu ıı, üylüü sözün tekidir.

cayma, 1. yayılmış, dağıtılmış, dağınık; cayma kökül: dağınık kahkül; dağınık örgü; cayma kuyruk 1) dağınık kuyruk; 2) gevşek; cayma bazar: öyle pazar yeridir ki orada mallar işportalara ve yere serilir; 2. ağzına kadar doldurulmuş çuval (hububat ölçüsü); eki kapka cay kılıp aldım: tam, ağzına kadar doldurulmuş çuval aldım; 3. teke ile yarışın bir safhasıdır ki o zaman bu yarışa (sadece onun ilk müteşebbisleri değil; herkes iştirâk eder) .

caymalan-, kenarlarla bir hizaya gelmek; dümdüz, yassı olmak.

cayna-, 1. geniş ve çok dökülmek; caynagan el kele atat: kaynaşan halk kütlesi geliyor; caynagan kol: gayet çok asker; buuday cerne carnap kaldı: buğday pek fazla döküldü; cıldızdar caynap çıgıp kalıptır: yıldızlar göğü kapladılar; 2. güzel ve büyük olmak (gözler hakkında) ; botodoy közü caynayt: o kadının (güzel) gözleri geniş açıldı; 3. gönül kaapcasına güzel gözükmek; aldına kilkildegen caş kozunun eti, kımız, boorsok debey, caynap keldi: genç kuzunun eti, kımız, ve boorsok onun önüne gönül kaparcasına dikildiler.

caynamaz, f. namaz halısı, seccade; namaz kılarken ayak altına serilen kumaş parçası yahut temiz giyim.

caynat-, et. cayna-dan; botodoy közün caynatkan folk.: o kadın gözlerini geniş açtı.

caypa-, yassılanmak; baştan başa örtmek, kapamak; geniş sahaya taşmak; cerdi suu caycap ketti: yeri su bastı, kapladı; cer caypagan kozular: yeri baştan başa kaplayan gayet çok kuzular.

caypak-, yassı, düz.

caypat-, et. caypa-dan.

caypoo, sorusu caypoo bolot dep üstünö colborston keçim captırgan (rad. , v): sağrısı caypoo olmasın diye kaplan derisinden çul örttürmüş.

cayra-, ölmek; caşınğda cayrap kal!: genç yaşında öl inşallah!; caştayında cayrap kaldı: genç yaşta öldü.

caysanğ, çin. (destanda) kalmuk serdarı, zaysan.

caysanğda-, caysanğdap caylap ketet: tertemiz biçiyor (ekini)

caysız, rahat olmıyan; konogu caysız boldu: misafirlerin ikramı şöyle böyle idi.

caytaş= cay taş (bk. taş 1)

cayuu, işs. cay ıv. den.

caz ı, ilkbahar, ilkyaz; cazı menen: ilkbaharda, ilkbahar boyunca; cazında: ilkyazda; cazday: bütün ilkbahar, ilkjyaz içinde; ala cazdan bk. ala 4.

caz- ıı, 1. yazmak; kat caz-: mektup yazmak; 2. tasarlamak; tahmin etmek; kudaydın cazganı dn.: takdirî ilahî, kader, kısmet; 3. yaymak, açmak; genişletmek; muştumun cazdı: yumruğunu açtı; kapa caz-: can sıkıntısını dağıtmak; çıngırığın cazbadı: acı acı sesi kesilmedi; çer caz-: kedri, tasayı gidermek.

caz- ııı, yanılmak; hedfe değdirememek; yolu şaşırmak; caza çap: kılıçla, balta ile vururken hedefe isabet etmemek; cazatiy-: dosdoğru hedefe değdirememek; cazbayat-: isabetli atmak; caza süylö-: yanlış bir söz kaçırmak; sözde yanılmak; cazbay taanhıyt: yanlışsız tanıyor; karanğğgda cazbay tabamın: karanlıkta yanılmadan buluyorum; atardın dübürü cazbay uguldu: atların ayak sesleri yanlışsız duyuldu; dele oşonunğdan cazba!: işte bundan yanılma, nasıl yaptınsa, şaşırmadan öyle yap!; tük cazuçuu emes ele: o, hiçbir zaman yanılmadı; cazdım yahut cazıp- tayıp: tesadüfen, rastgele, yanlışlıkla; cazdım (yahut cazatayım) bolup ok canğıldı: serseri kurşun isabet etti; cazatayım kelip kaldım: yakalaya yazdım (yakalıyordu, fakat o yakayı kurtardı); caza- buza basıp cıgılıp kettim: ayağımı iyi basmayıp, düşüverdim; men saa emine cazdım: ben sana karşı ne kusur yaptım?

caza ı, a. ceza; kıyın; ceza tart-: karşılığını almak: ceza çekmek; cazaga tart: cezalandırmak; cazaga tartıl-: cezaya uğramak; cazanınğ enğ cogorku çarası: en ağır ceza; ölgöndün cazası- kömgön ats.: ölenin cezası gömmektir.

caza- ıı = casa-.

cazaker, a-f. suçlu, cezaya mahkum; cala kılgan söz menen cazaker kılsam beker dep folk.: eğer ben onu yalan ihbara göre cezalandırırsam, bu doğru bir hareket olmaz.

cazala-, cezalandırmak, tedip ve tenkil etmek.

cazalat-, ceza verdirmek, tedip ve tenkil ettirmek.

cazaloo, ceza verme; cazaloo ekspeditsiyası: tenkil seferi; cezaloo otryadı: tenkil müfrezesi.

cazana, a. para cezası; cazana tart-: para cezası ödemek.

cazanakor, a-f. para cezası ödemeye mecbur olan; suçlu; men saa cazanakor emesmin (neden bana takılıyorsun?) ben sana karşı suçlu değilim ki.

cazasız, cezasız, cezalanmamış.

cazasızdık, cezasızlık, cezalanmazlık.

cazat= casat ı.

cazatayım, ansızın; tesadüfen (ör. bk. caz ııı).

cazay= sazay; cazayın bedrim: cezasını verdim haşladım .

cazayıl, a. çakaloz topu.

cazayılçı, çakaloz topundan atan topçu.

cazda- ı, (hal zaman gerondifi şeklinde olan fiilden sonra) az kaldı; cürögü çıga cazdadı: yüreği çıka yazdı: az kaldı çıkacaktı; az kaldı düşecektim.

cazda- ıı, (birisinin başaltına) yastık koymak; (birisi için) bir şeyi yastık yerine kullanmak; anın başına cazdık cazda!: başaltına yastık koy!

cazdal-, mut. cazda- ıı den; başı karga cazdalıp cattı: başını kara yasladı.

cazdan-, başaltına yastık koymak; yastığa yaslanmak; herhangi bir şeyi yastık yerine kullanmak; kar cazdanıp mal taptım folk.: kar üstünder yatarak (emeklere ve mahrumiyetlere katlanarak) mal kazandım.

cazdanış-, müş. cazdan-dan.

cazdant-, et. cazdan-dan.

cazdık ı, yastık; kuş cazdık: kuş tüyüm yastık; cazdık kap: yastık yüzü, kılıfı.

cazdık ıı, (mutat olduğu üzere köz söziyle bir arada): mal köz cazdıgında kalbasın: sakın hayvanları gözden kaybetmeyelim; kitep köz cazdığında kalbasın, cakşılap karagın: kitap köşe bucakta kalmasın, iyice bak; köz cazdıkta kalbasa, barbagan cerim kalbadı folk.: belki tesadüfen gözden kaçırmış olabilirim, yoksa, gitmediğim yer kalmadı.

cazdık ııı, ilkbahara ait, yazlık ekin.

cazdıktaştıruu, ekini yazlığa çevirme.

cazdım= cazım (ör. bk. caz ııı) .

cazdır- ı, yazmayı rica yahut emretmek.

cazdır- ıı, doğru yoldan çıkarmak, şaşırtmak dalâlete düşürmek.

cazdoo, yazlık mera, yayla, yazlık konak, durak, yaylak.

cazga- = caska.

cazgala- = caskala-; iterdi çıbık menen cazgalap, tuş- tuşka kubuladı: çubuğu sallayıp, köpekleri koğup dağıttı.

cazgan- = caskan.

cazgançaak = caskançaak.

cazgı, ilkbahara ait; cazgı egin: yazlık ekin; cazgı turu yahut cazgıturu: ilkbahar, ilkbaharda, ilkbahara doğru, ilkbahara göre; cazgısın: ilkbaharda, ilkbahara göre.

cazgıç, yazgıç, yazıcı.

cazgır-, baştan çıkarmak; dalâlete düşürmek, aldatmak; köz cazgırıp ket-: sıvışmak, sezdirmeden gitmek.

cazgıruu, işs. cazgır-dan.

cazgısın, bk. cazgı.

cazgısın, bk. cazgı.

cazı, 1. geniş; yassı; cazı manğday: geniş alın; boru cazı: bağrı geniş; geniş göğüslü; cazı kur bk. kur ıv 1; 2. = cazık ıı 2.

cazık ı, günah, suç, kabahat; saa emine cazık kıldım?: senin karşında benim ne kabahatim var?; mende ne cazık?: benim kabahatim var; ukkan kulakta cazık cok ats.: duyan kulak suçlu değildir.

cazık ıı, 1. düz; 2. ova

caıktuu, kabahatli, kabahat yapan, kusur işliyen.

cazıktuuluk, suçluluk.

cazıl-, 1. yazılmak; 2. abone olmak; gazetaga cazıl-: gazeteye abone olmak; 3. yayılmak; cazılgan talaa: geniş step; 4. ayrılmak, çözülmek; çınğırgan ünü basılbayt, çınğırığı cazılbayt folk.: acı sesi dinmiyor, ciyak ciyak bağrışı kesilmiyor.

cazılın-, yazılmak; zarıldık kıskandığından cazılınıp oturat: zaruret zorlanmasından dolayı yazılıyor (diyelim, mektup hakkında).

cazılınğkı, hafifçe yayılmış, hafifçe açılmış; kabağı cazılınğkı: bir parça şenlendi.

cazıluu, 1. yazılı, yazılmış; 2. abone; gazetaga cazıluu: gazeteye abone yazılma.

cazıluuçu, abone.

cazım, 1. isabetsizlik; yanlış (zarf olarak); tesadüfen; 2. kaza; felâket; ölüm.

cazımış, 1. kader, takdiri ilahî; ezeldegi başka bütkön cazımış: ezelden mukadder olan; 2. yazar gibi görünen; cazımış bolup oturat: yazar gibi gözükerek oturuyor.

cazında, bk. caz ı.

cazınğkı, hafifçe açılmış, hafifçe yayılmış; cazınğkı bet: yayık yüz, yassı yüzlü.

cazınğkısın, ilkbahara doğru, ilkbahara doğru olan zaman; bıltır cazınğkısın kış kıyın boldu: geçen sene (bıldır) ilkbahara doğru kış şiddetli oldu.

cazkı= cazgı.

cazma, yazma; tahrirî; elyazması; cazma arız: tahrirî dilekçe.

cazmış= cazımış.

cazuu, yazı, yazış; cazuu-sızuu: kitabet, tahrirat, edebiyat.

cazuuçu, yazan, muharrir.

cazuuçuluk, muharrirlik mesleği yahut vaziyeti.

ce ı, yeter! elverir!; cebi?: yeter mi, emi?; ce-ce!: yeter yeter!

ce- ıı= cee.

ce- ııı, yemek; tadını almak; tamakce-: yemek yemek, akça ce-: para yemek, ihtilâs; akımdı cep ketti; hakkımı yedi, bana ait olan hakkı vermedi; tayak ce-: dayak yemek; sopa ile dövülmek; suuk ce-üşümek (diri varlık hakkında); kam-ce-: yumruk yemek, yumruk darbesi almak; suu cep ketti: su eşerek götürdü (diyelim, sahili); bok ce bk. bok; kulak meemdi cebey, tınç koyosunğbu?: kulağımın dibinde dırlanmadan vaz geçerek, beni rahat bırakacak mısın yoksa? :

cebe, 1. ok; cebe tart-: ok çekmek, ok atmak, 2. temren; ketmendin cebesi: çapanın yüzü, tepesi müstesna olmak üzere, bütün yassı kısmı; 3. yay (silâh); cebenin ogu: ok.

cebek, sıra, saf; cebek tart-: sıraya dizilmek, bir sırea olmak.

cebele-, ok gibi uçmak, atılmak.

ceber, cer-ceberge cet-: sövüp saymak.

cebilge, (göç sırasında yahut gelini köyüne yollarken) binek hayvanlarını süslediklewri saçaklar ve süslü çullar.

cebire-, dırlanmak, çene çalmak; cebire ele maydalatıp süylöy beret: durmadan çene çalıyor; cer-ceberin cebireyt: saçmalıyor.

cebireş-, müş. cebire-den.

cede-, cedep: gayet, pek, son derece; cedep maş bolgon: adamakıllı pişmiş (insan hakkında);çok pratik olmuş; cedep til uga berip, kulagı coy bolgon: o kadar tekdir sözleri işitmiş ki artık bunlar ona tesirsiz kalıyor; cedep kişi katarınan cıgıptır: itibarını büsbütün kaybetmiş (hâkimiyetini ve s. kaybetmiş) tir.

cedir-, yedirmek (yemeye zorlamak yahut müsaade etmek); beslemek; akısın cedirdi: hakkını yedirdi, hakkını vermediler, onu aldattılar; başkasına hakkını yedirmiyor.

cedirmek, aşık oyunun adıdır.

cedirt-, et. cedir-den.

cee, f. 1. yahut, veya; cee sen maga kelesin, cee men saga baramın: ya sen bana geleceksin yahut da ben sana varacağım; 2. ne (menfi mânada) cee eşiği cok, cee terezesi cok tam: öyle bir ev ki ne kapısı, ne penceresi var.

ceek ı, bostanlarda uzunca tümsekler; arkın kenarı; kenar; pervaz: tanğ ceek saldı: şafak söktü;: ceegi cok: çenesi durmaz; sıkılmaz, söylemekten çekinmez.

ceek ıı, ağzına geçen her şeyi çiğneyen (diyelim, hem paçavrayı, hem ipi, hem at kuyruğunu çiğneyen buzağı gibi); doymaz, obur.

ceekte-, kenar, kıyıboyunca yürümek; su ceektep; nehir kıyısı boyunca yürümek.

ceektet-, et. ceekte-den.

ceel, erge-ceel: cüce.

ceen, yeğen yahut kadın tarafından torun; ceen kız: kız yeğen yahut kadın tarafından torun; ceen ayak es.: kabile ziyaretlerinde ceen’lere hususî ikram; şölenlerde ceen’in amcasından yahut dedesinden canı istediği gibi ikram edilme yahut sürüden istediği atı seçme hakkı; ceen kelgençe, ceti börü kelsin ats: yeğen gelmekten ise, yedi kurt gelsin.

ceendik es. (yeğenin amcasından yahut dedesinden hediye seçme yahut onları sürüsünden istediği hayvanı alıp götürme hakkında dayanan) ceene verilmesi mecburî olan hediye.

cerde, kızıl, al; cerde at: al donlu at: cerde sakalduu: kızıl sakallı.

cegde, erkek gömleği.

cegiç, 1. obur; 2. atılgan.

cegiçtik, 1. oburluk, 2. atılganlık.

cegiliktüü, yenir, yenilebilir şey.

cegiz- = cedir-:tayak cegiz-: dayak yedirmek (dövmeye zorlamak yahut müsaade etmek.)

cek ı = ceke ı; cekme-cek: bire-bir; cekme-cek çık- yahut cekke çık-: mübarezeye çıkmak; cekcaat yahut cek-caat: tayeke-ceen (krş. tay 1 ve ceen); sıhrî yönden akrabalar, ahbaplar.

cek ıı, husumet; nefret, nefretle bakış; cek-kör-: nefret etmek nefretle bakmak; cek körün-: nefreti mucibolmak; cek körünçü bolbo!: kendinden nefret ettirme!..

cekcaat, bk. cek ı.

cekçil, nefret eden, husumet besliyen; cetpegen cekçil ats.: bakmıyan iyi amma, hakikatta çiğdir (harfiyen: toy olan- nefret edicidir).

ceke ı, f. ayrı, mümtaz, hususî; münferiden, tek başına, yalnız; ceke irette: şahsî yola; ceke nalog: şahsa mahsu vergi; ceke çarba: husuî iğelik (ekonomi); attı cekebayla: atı (başkalarından) ayrı bağla!; suraganga beker ber, suusaganga ceke ber! ats.: istiyene bedava ver, susayana- ayrıca (daha fazla) ver!; ceke gana bul emes: yalnız bu değil; ceke biylik: mutlakiyet idaresi; ceke kapital: hususî sermaye.

ceke ıı, kök ceke yahut ceke ötük (destanda) bir çeşit kıymetli ayakkabı.

cekeçil, şahsiyetçi, individualiste.

cekeçilik, şahsîcilik, individualisme.

cekele-, 1. tek başına hareket etmek; cekelep cooga kir: düşmana tek başına saldırmak, tek başına savaşa atılmak; 2. tek bir kişi üzerine iki kişi (üç kişi ve s.) birden saldırmak; eköö cekelep ketti: tek bir kişi üzerine ikisi bvirden yürüdüler.

cekelen-, bölünmek; ayrı ayrı vahitlere (teklere) ayrılmak.

cekelik, teklik, yalnızlık.

ceken, kuga dahi denilen saz (bataklık bitkisi).

cekendi, cekendi ton (destanda): bir üst giyimin adidir.

cekendos, f. oturmak için küçük, dar, sirilmis sergi.

cekeri, tar. kendisine silâh takilan kuşak, kemer.

cekey, başa giyilecek bir şeyin adidir.

cekir-, sövmek, kötü muamelede bulunmak.

ceköös = cököös

ceksen, f. 1. ayni; düzeltilmiş; yeksan; cer menen ceksen kildi: yerlere yeksan eyledi, ezdi; 2. mahvolmuş, bitmiş.

ceksende-, yerle yeksan, bir emek; imha etmek; ceksendep köm- 1)gömmek; 2) sathini düzeltmek.

ceksöörün, menfür.

ceksööt - ceksöörün.

cekşembi, f. yekşenbe: pazar günü (hafta günlerinden birinin adidir).

cekte-, nefret etmek; husumet beslemek.

cel i, kemik çürümesi, rim (hastalik)

cel ii, rüzgâr, yel; konğur cel: hoş esin, serin, hafif yel, esin; caydin konğur celi: hoş yaz esini, yeli; cel öpkö bk. öpkö; cel söz: yel söz, boş söz; cel tiygizbey maktayt: yel dokundurmadan övüyor.

cel- iii, yenmiş olmak.

cel- iv, yelmek (hizli koşmak).

celbegey, yakasi açik olarak; sirta atilmiş olarak (palto hakkinda).

celbegeylen-, celbegeylenip oturat: paltosunu sirtina atarak oturuyor.

celbi = celpi i.

celbir, celbir-culbur: sallanip duran.

celbire-, esmek (rüzgar hakkinda); dalgalanmak.

celbiret-, et. celbire-den.

celbirööç = celbürööç.

celbirtte-, dalgalanmak; cooluk uçtari celde celbirttegen: mendil uçlari rüzgarda dalgalandi.

celbirttes-, müs. celbirtte-den.

celbürööç; 1. ziynet yerine kullanilan türlü köstekler, madalyonlar, cici biciler; 2. köttük’ün bir parça yukarisinda (bk. köttük) kuskuna takilan süsler.

celde-, 1. kopmak, çikmak (yel hakkinda); kün celdey tüsüp, möndür caadi: rüzgar çikti ve dolu yagdi; 2. genis yayilmak: atagim curtka celdegen folk.: ünüm (söhretim) halk arasina yayilmis.

celden-, rüzgarin tesirine maruz kalmak; rüzgarda serinlemek, havalanmak.

celdet, a. 1. cellat; iskence yapan; 2. tar. muhafiz, bekçi; nöbetçi.

celdik, eger yastigi.

celdir-, yeldirmek (hizli kosturmak).

celdirt-, et. celdir-den.

celdirüü, iss. celdir-den.

celdüü, 1. rüzgarli yelli (hava ve yer hakkinda); kün celdüü bolup turat: hava rüzgarli duruyor; celdüü cer: rüzgarli mahal veya bölge; 2. mec. hoppa, hafif mizaçli, hafifmesrep; celdüü cigit: hoppa delikanli.

cele 1. uçlari iki kaziga baglanarak gerilen, taylari ve buzagilari baglamak için hizmet eden ip; karkira-turuna, cele tart!: turnalar siraya diziliniz! (uçup gitmekte olan turnalari, çocuklar iste bu sözle tesyi ederler); 2. sira ile dizilmis olan tuzaklar; 3, örümcek agi; cörgömüs cele tartiptir: örümcek agini kurmustur.

celek, 1. bayrak; 2. hafif, erkek üst giyimi (çokluk, elisi kumastan ve astarli olarak dikikilir) 3. yensiz çocuk giyimi; 4. (destanda) bayrak günderinin ucu; celegi altin tuu folk.: günder ucu altindan olan bayrak.

celektüü, bayrakli, bayrakla teçhiz edilmis olan.

celelen-, katar halinde dizilmek.

celep; elep sözünün tekidir.

celetke, r. «jiletke»: yelek; kiz celetke: küçük kiz mintani.

celgüür, kimiz tulumunda, fazla gazlari çikarmaya yarayan menfez.

celigis i. cosma, cosma haleti.

celigiç- ii, coşmak, heyecana gelmek.

celigüü, işs. celik- ii den.

celik i, yelme (at yürüyüşü) celiği cakşi at: yelmesi, yelişi iyi (yumuşak) olan at.

celik- ii, taşkinlik etmek; kendini zaptedemez hâle gelmek.

celiktir-,. aşiri gazaba getirmek; kişkirtmak.

celiktirüü, işs. celiktir-den.

celim, zamk; sari celimdey: «hamam yapraği gibi» (yapişkan).

celimçi, zamk yapan.

celimde-, zamk sürmek, zamkla yapiştirmak.

celimdel-, zamk sürülmek, zamkla yapiştirilmak.

celimdet-, zamk sürdürmek, zamkla yapiştirtmak.

celimdöö, zamk sürme, zamkla yapiştirma.

celimdüü, zamk sürülmüş, zamkli. yapişkan.

celimek, ufak sinek, thrips (böcek).

celin, hayvan memesi.

celinde-, 1. meme toplamak (diyelim, buzağılamadan biraz önce inek hakkında); 2. haya torbasının şişmesinden mustarip olmak (aygır hakkında).

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin