A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə16/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   90

büldürgüç, 1. yıkıcı, zarar verici; 2. talaşman, yıkıcı faaliyette bulunan.

büldürgüçtük, yıkıcı faaliyet.

büldürkön, çilek, ufak çilek.

büldürt-, et. büldür-den.

büldürüü, işs. büldür-den.

büldürüüçü = büldürgüç.

büldürüüçülük = büldürgüçtük.

bülgün, (mâna itibariyle) = büldürgüçtük.

bülgündük, 1. yıkma, tahribat, haraplık; 2. kargaşalık, fitne; bülgündükkö tüşür ― 1) tahribetmek; 2) kargaşalık salmak, çıkarmak.

bülk, bülk et- 1) silmek, çırpmak (yumuşak bir nesneyi); 2) yavaşça dürtmek ve fısıldamak.

bülküldö-, silkinmek, çırpınmak (yumuşak bir nesne hakkında); tamır bülküldöp sogot : nabız ölçülü dabelerle atıyor; balanın emgegi bülküldöyt : çocuğun baştepeciği soluyor; kötönü bülküydöty mec. : cesaretini kaybetti, korktu.

bülküldök, 1. karnın ahşa kısmının iç tarafını kuşatan zar, 2. gurgur etme gurlama, guruldama (midede).

bülküldöş-, müş. bülküldö-den; eköö bülküldöşüp süylöşöt : ikisi yavaşça konuşuyorlar, sohbet ediyorlar.

bülküldöt-, et. bülküldö-den; eerin bülküldöt- : dudakları birbirine dokundurarak ses çıkarmak; bülküldötö cürgülö! : atı hızlı koşturarak gidin!

bülküldötüş-, müş. bülküldöt-ten.

bülleten = byulleten.

bülö, aile uzvu; aile; üy bülö : aile ferdi, uzvu; bülö kıl- : evlâtlığa almak; eçe üy bülösü bar? : onun aile efradı kaç?; bölü sook keçesi: aile gecesi (müsameresi).

bülöö, (karş. kayrakI) bileği taşı; (bıçak, ustura ve s. bilemek için) ince bileği taşı.

bülösüz, ailesiz.

bültügüy, küçücük pürüz (diyelim, küçücük çıban) .

bültüy- , bir parça pürüzlü, azcık şişkin olmak; hafifçe şişmek, kabarmak; uktap, közü bültüyüp kaldı: uykudan gözleri şişti; carası bültüyüp turat: yarası hafifçe şişmiş.

bültüyt- , et. bültüy- den.

bülük, kargaşalık, niza; iç savaş; bülük tüş- : kargaşalık, karışıklık husule gelmek; tabışın uga koyup, töşekten ırgıp turup, bülük tüşüp kalar ele: onun sesini duyarak, yataktan sıçradı ve şaşkınlıkla kıvrandı.

bülün I, talaan- bülün bk. talaan.

bülün- II, 1. kargaşalık husule gelmek; 2. perişan olmak, iflas etmek.

bülünçülük, kargaşalık, karışıklık; isyan; nizalar.

bülündür- , et. bülün- II den ; işti bülündürdü: işi batırdı.

bülünüü, kargaşalık, karışıklık; niza, kavga.

bünküt: = punkt.

büp, bü hecesiyle başlıyan sözlere takviye için katılır;büp-bütün. : büsbütün, tam.

bür I, tomurcuk (bot. ) ; taze yapraklar; bür bayla- : tomurcuk çıkarmak, bağlamak; yeşil yapraklarla kaplamak.

bür- II, dikmek; büklümler yaparak dikmek, kıvırmak;köynöktü cuup,bürüp aluu kerek: gömleği yıkamalı, kıvırarak dikmeli.

bürçök, köşe; köşecik; kızıl bürçök: başköşe.

bürdö- , tomurcuk bağlamak ; yapraklar açmak ; gereği gibi yeşillenmek (bitkiler hakkında) .

bürdön- , mut. bürdön- den.

bürdönüş- , müş. bürdön- den.

bürdöt- , et. bürdö- den; bak bürdöt- : bahçeyi çiçek açma çağına erdirmek.

bürdüü, tomurcuklarla , taze yapraklarla kaplanmış olan.

bürgöbör, r. kon. prigovar, karar(cemiyetin birisi hakkında çıkardığı hüküm) .

bürgön, kara börgön: tuzlu yerlerde biten çöğen otu, salsola.

bürgönöktö- , hızlı koşmak, alabildiğine koşmak.

bürgönöktöt- , hızlı koşturmak, dört nala koşturmak.

bürk- , bir mayii ağza alarak serpmek; boyuna tükürmek.

bürkö- , örtmek, kapatmak; kabagın bürködü: kaşlarını çattı, surat astı.

bürkök, 1. örtük, 2. kapalı, kapalılık (hava hakkında) ; kün bürkök: hava kapalı; bürkök tart- : kapanmak(hava hakkında) .

bürköl- , mut. bürkö- den; kün bürkölüp turat. hava kapanıyor; kabagı bürköldü: kaşlarını çattı,

bürkön- , bürünmek,örtünmek; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde degil; kün bürköö: hava kapanıyor.

bürköö, kapama, örtme; kabagı bürköö: surat astı, kaşlarını çattı: keyfi yerinde değil; kün bürköö: hava kapanıyor.

bürktür- , et. bürk- ten.

bürküm, ağza alıp serpilenilecek kadar su; bir birküm suuça daarıgan cok: hiçbir tesir yapmadı.

bürküt, karakuş; ala bürküt: karakuş nevilerinden biri; suu bürküt: deniz kartalı( haliaetus) ; bala bürküt: bir yaşına kadra olan karakuş yavrusu; bürküt karısa, çıçkançıl bolot ats: karakuş kocarsa fare avlar; şodokondun bürkütündöy bolbo: fazla haris olma!

bürküü, fışkırma.

bürmö, kırma( giyimde) .

bürmölö- , kırmak (dikişte) .

bürmölöt- , et. bürmölö- den.

büro= byuro.

bürokrat= bayurakrat.

büröö= biröö .

bürsügünü, öbürgün, yarından sonra.

bürt, bürt ket- yahut bürt öl- : ansızın ölmek (karş. mürt) .

bürtük, küçük top(yuvarlak) ; bir bürtük buuday: bir tane buğday; bir neçe bürtük caş: birkaç damla gözyaşı.

bürük, 1. hitan ameliyatı yapılmamış olan zeker(penis) ; 2. henüz hitan ameliyatı görmemiş çocuk.

bürül, yahut ürül bürül : sabah veya akşamın alaca karanlığı; akşam karanlığı; bürüldö cakşı taanıy albadım: alaca karanlıkta iyice tanıyamadım; atçan kişi ürül-bürüldün içine kirip cogoldu: atlı adam karanlıkta kayboldu.

bürüş-, büzülmek, buruşmak.

bürüştö-, buruşmak, kanburlaşmak

bürüştür-,et. bürüş- ten.

bürüşünğkü, hafifçe buruşmuş; bürüşünğkü tart- : hafifçe buruşmak, büzülmek.

bürüşüü, işs. bürüş- ten.

büşürkö-, müphem bir surette göz önüne getirmek, karışık bir tarzda hatırlamak; seni büşürköp, taanıy albay turam: seni hatırlar gibi oluyorum, ancak tanıyamıyorum; biraz büşürköp, taanıy kettim: bir parça düşündüm ve onu tanıdım.

büt I, bütün, tamamen , tam olarak,tamamile! akçanğdı büt berdim: paranın hepsini verdim; büt boydon: tamamen, tam olarak, büsbütün; büt cana toluk boydon: tamamen ve kamilen.

büt- II, 1. bitirmek; bitirmek üzere bulunmak; işinğdi erterek büt! : işini erkence bitir!; 2. bitmek; bitmek üzere bulunmak; işim büttü: işim bitti: okuu kaçan bütöt?: dersler ne zaman bitecek?; özü bütöt: kendiliğinden uçmak(sıvışmak): 3. bütkön beçi: hep, büsbütün; can bütköndün baarı: bütün diri varlıklar, bütün canlılar; 4. bitmek(nabit olmak) , neşvünema bulmak ; atka cal büttü: atın yelesi çıktı, büyüdü; 5. gebe kalmak; 6. belirmek; cer bütköndön: alemin yaratılışından beri; 7. onulmak; carası bütö elek: henüz yarası onulmadı.

bütkön= bütkül (örnek bk. büt II, 3).

bütkör-, bitirmek, bitirmek üzere bulunmak, ikmal etmek, tamamlanmak.

bütkörül-, bitirilmek, tamamlanmak.

bütkörülüü, işs. bütkörül-den.

bütkörüü, bitirme, tamamlama.

bütkül, hep, bütün, tamamile.

bütkür= bütö.

bütküs= bütürgüsüz.

bütö-, düzeltmek, tamir etmek.

bütöl-, bütünlenmek; düzülmek; üstü bütölüp, karındarı toydu: onlar giyindi ve karınları doydu (artık giyim ve yiyecek ihtiyacı hissetmez oldular) ; etegi bütölüp, cenği uzadı: iyi yaşıyorlar, kötü elbise ile gezmiyorlar (harfiyen: etekleri bütünlenerek, yenleri uzadı )

bütölümüş, şöyle böyle inşa edilmiş.

bütölümüş, tamamile, büsbütün.

bütöö I, işs. bütö-den.

bütöö II, her yandan kapalı.

bütügüy, dar gözlü, gözleri küçük yarık gibi olan.

bütük, fasılasız, bütün; deliksiz; bütük köz = bütügüy.

bütülü, bütün, tamamile; bütülü iş: artık(müsait bir surette) tamamlanmıya hazır olan iş.

bütüm, uzlaşma, barışma; hüküm (mahkeme kararı) ; bütüm al- : es. hava parası almak ; barışma mukabilinde mükafat almak.

bütün, tam bütün, tamamiyle; bütün dünüyö proletarları, birikkile! : bütün ülkelerin (harfiyen : bütün dünyanın) emekçileri birleşiniz!(bk: barlık) .

bütündö-, bütünlemek; bütündöp camap ber : bütünleyip, yamayıp ver.

bütündöt- , et. bütündö- den.

bütündöy, büsbütün, tamamiyle.

bütünğdö- , dar gözlü olmak.

bütür- , bitirmek, bitirmek üzere bulunmak.

bütürgüs = bütürgüsüz.

bütürgüsüz, bitirilemiyen, bitirilmez.

bütürt- , et. bütür- den.

bütürül- , bitirilmek.

bütürüü, 1. bitirme; 2. imha etme, yok etme.

bütüş- , müş. büt- II den.

bütüştür-, barıştırmak, uzlaştırmak.

bütüü, son, bitme.

bütüy- , daracık olmak, küçük yarık şeklinde olmak; bütüygön köz: daracık gözler.

büylö, yahut tiştin büylösü: diş etleri.

büyrö I dayanıklı, muhkem (zarf olarak) ; sıkı (zarf olarak); tıknaz çevik; ookatka büyrö cigit : çevik, anlayışlı, kavrayışlı,tedarikli delikanlı.

büyrö II = byuro.

büyür- , ufak büklümler yapmak (diyelim, giyimde) ; toplamak(eteği avucuna) ; buruşturmak(burnu) .

büyürmö- , ufak bükümler şeklinde toplanmak (diyelim, bir kese şeritle toplandığında) .

büyüz, bu cihet; bu yüz, bu kıyı.

byudjet, r. büdjet, bütçe.

byudjettik, bütçeye mensup, bütçeye ait; byudjettik tekşerüü: bütçe tetkiki.

byulleten, r. bülten, belleten.

byuro, r. büro.

byurokrat, r. bürokrat.

byrukrattık, bürokratizm.

byust, r. (bütün manalarıyle) büst (buste).

C

caa I, yay (silah) ; caa tart- : yayın kirişini çekmek ; caasın tarttı: yayını gerdi; caasın tarttı: yayını gerdi; caa tartkıç: yaycı(yayla müsellah olan muharip) ; menden caa boyu kaçat: o, benden günlükten kaçan şeytan gibi kaçıyor( harfiyen: ok atımı mesafede… ) .

caa II, caa berbey yahut ee caa berbey bk. ee II.

caa- , III, yağmak(kar, yağmur hakkında) ; camgır caayt : yağmur yağıyor.

caaçı I, yaycı (yayla müsellah olan muharip) ; 2. (latince adı: Mantis religiosa olan bir böcektir, M. )

caadır- , et. caa- III den; caadır- : ok yağdırmak, her yandan üstüste ok atmak.

caadır-, et. caadır- dan.

caadıruu- , işş. caadır- dan; ok caadıruu : ok yağdırma, her yandan ok atma.

caak, 1. çene ; üstünğkü cakk: üst çene ; astınğkı cakk: alt çene ; çapcaak: arık yanaklı (elmacık kemikleri çıkık olmayan insan hakkında; caak canı bk. canı; cakktayan- ; çeneyi ve yanağı avucuna dayamak(düşünceye dalarken) ; caagınğ bas! : çeneni kes! , sus! , caak basar 1) ilk açlığı gidermeye yetecek miktar yiyecek; 2) herhangi bir şeyin asgeri ihtiyacatı tatmin edecek miktarı; caak ayır- : bir şeyi aşırı miktarda yemek yahut içmek, çene oynatmak; kımızdın caagın ayırdık: kımızı adam akıllı içyik; 2. bazı nesnelerin yan yüzü yahut yan kısmı ; altın caak, kümüş til komuz folk. : çerçevesi altından , dili gümüşten olan ( bir nevi musiki aleti) , kopuz; altın caak aybalta folk. : altın delikli savaş baltası; altın caak sır cebe folk. yanları altından olan, perdalahmış ok temreni, 3. oyanın gemden keçigeye ( bk. keçige 2) doğru uzanan yan kayışları.

caaktaş- , birbirine sövmek; münakaşa etmek.

caaktaşuu, sövüşme.

caaktık, bk. talaa.

caaktuu, elmacık kemikleri çıkık olan.

caal, a. 1. kötülük , fenalık; 2. şerir, muzır.

caala- , 1. üzerine atılmak; toptan saldırmak; 2. (söz , bağırma vasıtasile) begenmemeyi bildirme(halk kütlesi hakkında) ; taanıgandarda, taanıbagardar da tuş- tutan caalap unçuguştu : tanıdıklar da, tanımadıklarda her yandan beğenmediklerini bildirerek bağrıştılar.

caaldık, fenalık, kötülük; şerirlik, şirret.

caan I, yağmur; ak caan: ufak sicim gibi sürekli yağanyağmur; sepeleyen yağmur; caan- cuun: cevvi (atmosferik) teressüpler.

caan II, f.cihan (alem)

caançıl, yağışlı , yağmurlu.

caanger, caangir f. 1. dünyayı zapteden, cihangir; 2. es. emperyalist.

caap, cap III ten gerondif.

caarapıya = geograiya.

caat, 1. düşman taraf; caat bol- : birbirine karşı husumet besleyen zümrelere ayrılmak; cek- caat bk. cek I; 2. zümre, grup ; ulutçul caat: milliyetçi zümre.

caatçıl, husumete yatgın; nifaka mütemayyil; bölünmeyi, parçalanmayı seven.

caatçılık, nifak; niza; zümrelerin mücadelesi.

caattaş- I, taraftar.

caattaş- II, birbirine karşı düşmanlık besleyen zümrelere bölünmek.

caaz, a. = celdik.

caba- , bk. cap- IV.

cabagı I, beş alı aylık tay (doğduğ-

unun ilk güzünde).

cabagı II, yapagı (ilkyaz koyun yünü).

cabalakta- , 1. bir işi toptan, kütle halinde işlemek; 2. kütle halinde saldırmak, hücum etmek.

cabalaktaş- , müş. cabalakta- dan.

cabalaktat- , et. cabalakta- dan; kana, iştin cay maanisin cabalaktatçı! : haydi, işle ilgili olan herşeyi ortaya koy, bakalım!

cabayı, 1. sade; sun’i olmıyan; 2. vahşi vahşileşmiş.

cabdı- , 1. lazım olan şeyleri yetiştirmek, kurmak.

cabdık, 1. silah; 2. tedarik ve teçhizat maddeleri, aletler, aygıtlar.

cabdıksız, 1. silahsız; 2. teçhizatsız, tedariksiz.

cabdıksızdık, 1. silahsızlık; 2. teçhizatsızlık, tedariksizlik.

cabdıktal- , silahlanmış olmak; 2. teçhizatlı, tedarikli ve kurulmuş olmak.

cabırkat- , cebretmek, zulmetmek, müteessir eylemek, tazip etmek.

cabırkay, cardı (sözünün tekidir).

cabırkoo, ıstırap.

cabırla- = cabırda- .

cabırlan- = cabırdan.

cabış- , yapışmak.

cabışma, yapışkan.

cabıştır- , yapıştırmak, zamk ile yapıştırmak.

cabıştırıl- , yapıştırılmaz, dutkallanmak.

cabıştırun, dutkallama, yapıştırma.

cabışuu,yapışma.

cabuu I, örtü; çul; at cabuu: çul; tündük cabuu: obanın duman deliğini örtmek için kullanılan keçe; cabuu astında cal kalat, cal kalbasa, can kalat ats. : çul altında yele (bk.cal I) kalır, yele kalmazsa can (herhalde bir şey ) kalır.

cabuu II, bk. cabı.

cabuula- I, örtü, çul sermek.

cabuula- II, cabuu-cabuu diye söylemek (bk. cabı).

cabuulat- , örtü, çül serdirmek.

cacılda- , 1. mırıldanmak; çene çalmak; 2. alevlenmek, kuvvetlice yanmak; yalınlamak; cacıldap catkan kızıl calın :büyük kırmızı alev.

caçeyke, kon. = yaçeyka.

cada- , 1. nefret etmek; iğrenmek; men senden cadadım: ben senden bıktım; kütö kütö cadadı: bekleye bekleye bıktı; it cadasa – üröt, kişi cadasa külöt ats. : köpeğin canı sıkılırsa havlıyor,insanın canı sıkılırsa gülüyor; 2. istidatsız, aciz olduğu anlaşılmak; dermansız düşmek; cada kalsa yahut cadap kalsa yahut cadaganda 1) bu daha bir şey değil; yalnız bu ise, ehmmiyetiz bir şey oludu; 2) eğer iş o yola dökülürse.

cadagay, bir ev kuşunun adıdır.

cadat- , et. cada- dan; sen meni cadattınğ: sen beni bıktırdın!

cadı I, kurn ot biçme aleti, saman kesme aygıtı.

cadı II, cadı kuuray: bir ot adıdır.

cadı III, f. sihir,büğü;sihirbazlık.

cadıra- , lezzetlenmek, zevk duymak; saadetin yüksek derecesine çıkmak.

cadırat- , lezzet, zevk ve saadet vermek.

cadoo, 1 işs. cada- dan; 2. bitap düşmüş; tazibedilmiş.

cagaldan- , kurulmak, caka satmak; cagaldanıp süylö- : kurularak, yüksek perdeden. kendini beğenerek konuşmak: cagaldanıp bas- (genç kadın hakında) : süzülerek, etrafa işveli nazarlar atarak yürümek.

cagalmay, 1. latince Falco subbuteo denilen doğan; 2. latince Falco vespertinus denilen doğan.

cagana, f. yapayalnız, biricik, yegane; kozolordu cagana kıluu 1) pamuğu kesmek; 2) pamuğu budamak.

cagcay- = cakcay- .

cagdan, r. camadan.

cagday, şart; durum. ahval; iştin cagdayına kara! : işin ahvaline bak!

cagdayluu, cagday’a ilişkin olan; üy cagdayluu cumuştar: ev işleri evdeki işler.

cagımtalan- = cagın- I.

cagın- I, yaltaklanmak, hoşa gitmaye çalışmak, yaranmak; aga emine cagınasınğ? : neden ona hep yaltaklanıyorsun?

cagın- II, sürmek; upaga endikti koşup cagındı: üstübece allığı karıştırarak sürdü.

cagınuu, işs. cagın- I, II.

cagınuuluk, müdahane, riya, yaranma; önğ karamalık, cagınuuluk: riya ve yaranma.

cagış, hoşluk, gökçeklik.

cagıştık = cagış.

cagıştuu, hoş, gökçek.

cagni, a. yani; başka tülü söylersek.

cagoo, 1. ağaçtan iğneleri bulunan ve alıcı kuşun boynuna takılan bir iptir , ki bu, onun, gagasıyla üzengi kayışına ilişmesine mani olur; 2. yaka; 3. boyunbağı, kıravat.

caguu I, işs. cak- II den.

caguu II, tutuşturma, yakma.

caguu III, yağ sürme , yağlama.

cak I, 1. cihet; tün cak: şimal, kuzey; kün cak: cenup, güney: kıbla cak es. : garp, batı; sol cak: sol taraf; onğ cak: sağ taraf; bazardın beri cagında: pazarın bu tarafında; anın arı cagında: onun öte tarafında ; üy cakka: ev tarafına, ev istikametinde, eve doğru; sayası caktan zıyanduu: siyasi cihetten zararlı; sen cak bolboymun: senin tarafını tutmayacağım; sana taraftar olamyacağım; cagınan: cihetten, göre; forması cagınan uluttuk, mazmun cagınan sotsialistik: şekilce milli , özce sosyalist; men cagınan kaygı cebe. : benim hususumda düşünme! ; calpı cak mat. : müşterek yan; burç çağı mat. : açının kenarı, zaviyenin dılı; 2. gram. şahıs; üçüncü cak: üçüncü şahıs.

cak- , II, 1. hoşa gitmek; mayday cagat: çok hoş, pek hoşa gidiyor; konülümo cakpasa: eğer hoşuma gitmezse; tuura söz tuuganga cakpayt ats. : doğru söyliyeni dokuz köyden kovmuşlar (harfiyen: doğru söz kardeşin hoşuna gitmez) ; 2. faydası dokunmak (yiyecek , ilaç, hava hakkında) ; maa et cakpadı: bana et yaramadı; caga berbey kal- : arzuya göre olamk; münasip zamanında düşünmek; elverişli fırsat çıkmak; anın uruşkanı maga caga bergey kaldı: onun sövüp sayması, benim işime geldi; zaten bende bunu bekliyor, arzu ediyordum.

cak- III, yakmak, tutuşturmak; otcak- : ateş yakmak; otko cak- : ateşte yakmak, ateşe vermek.

cak- IV, sürmek; yağlamak; kara köö cak- : kurum sürmek.

caka, 1. yaka; kayırma caka: yatık yahut bükülebilen yaka; tik caka: dik yaka; caka karma 1) yaka silkmek; 2) mec. hayret etmek; eki kolu cakasında: o hayret içinde, mebhut, dermansız bir haldedir (harfiyen: iki eli yakasında) ; can uyada, caka kolda bolso: sağ esen olursak ( harfiyen: can yuvada , yaka elde olursa) ; ak caka 1) beyaz (kolalı) yaka; 2) al.münevver; alka- caka: yakanın ön kısmı; mec. göğüscükler: alka- cakadan al- : göğüscükleri ellemek; 2. kenar, kıyı; suu cakasında: su kenarında; çet cakadan cetkirilgen: başka yerden ; öteden getirilmiş (yerli değil) ; 3. dağ eteği ; el cayloodan cakaga tüştü: el yayladan dağın eteğine indi.

cakala- , 1. yaka geçirmek; çapan cakala- : paltoya yaka dikmek; 2. yakaya yapışmak; kişiyi cakala- : insanın yakasına sarılmak; 3. kenar boyunca yürümek , sahilden gitmek; suu cakala: kıyı boyunca yürümek; ot cakalay: ateş etrafında.

cakalaş- , (karş. çaçtaş- ) : dövüşmek, gırtlak gırtlağa gelmek ( yaya erkeler hakkında ; harfiyen: birbirinin yakasına sarılmak) .

cakalaştır- , et. cakalaş- tan.

cakalaşuu, dövüş (yaya erkekler arasında) .

cakalat- , et. cakalaş- tan.

cakaloo, işs. cakala- dan.

cakaluu, yakalı ( ör. bk. calduu) .

cakcay- , (göğüs , omuzlar hakkında) 1. geniş olmak; 2. açık olmak.

cakcayt- , et. cakcay- dan; kökörügün cakcayptıp tura kaldı: (çıplak) göğsünü gererek durdu, durakladı.

cakçı, taraftar, tarafgir.

cakı, destanda tesadüf edilen ve kırgızlaraca teesür ve keder ifadesi için kullanılan moğalca bir kelime.dir; turamın dep, turalbay , cakı dep catıp kaldı Konğurbay folk. : Konğurbay kalkmak istedi, fakat kalkamadı, ve cakı dedi yattı; cakı cakı ! deptir deyt, Karaçakan kaçtı deyt folk.: cakı cakı! diyerek kaçtı, gitti.

cakın, 1. yakın (zarf olarak) ; yakın; üygö cakın kaldı: eve artık yakın kaldı; cakın cerde: yakında; cakın kalıptır, bügün- ertenğden kelet: az kaldı, bugün yarın gelir; cakın kaldık: bize artık yakındır; biz artık yaklaştık; cakında kelet: yakında (yakın bir zamanda, şu günlerde) gelecek; 2. hısım, akraba, dost, ahbap; cakınğ talaşsa, catka cem ats. : akraba olanlar kavga ederlerse yabancılara yem olurlar.

cakınçıl, (yürük at hakkında) tez koşan, fakat dayanamıyan.

cakında- , yaklaşmak, yakın gelmek; orok ubagı cakındap kaldı: ekin biçme zamanı yaklaşıyor; kalaga cakındaganda: şehre yaklaşırken.

cakındaş- , birbirine yaklaşmak; birbirine yakın gelmek; birbirine cakındaştı: birbirine yaklaştı.

cakındat- , yaklaştırmak, yakın getirmek.

cakındatıl- , mut. cakındat- tan.

cakındatuu, işs. cakındat- tan.

cakındık, yakınlık.

cakındoo, işs. cakında- dan.

cakır, züğürt, fakir; coor cayın cakır bilet ats. : (atın sırtındaki) yağırın manasını fakir bilir (onun, bu gibi atın yerine koymaya başka bir atı yoktur) ; cardı- cakır bk. cardı.

cakırçılık, züğürtlük, fakirlki.

cakırdan- , fakir düşmek, züğürtlemek.

cakırdandır- , züğürtlemeye sebebolmak.

cakırdandıruu, işs. cakırdandır- dan.

cakırdanuu, züğürtleme.

cakırdık, cakırlık, fakirlik, züğürtlük.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin