bökö- II, birşeyden nefret etmek; doymak, bıkmak; mayga bököp kaldım: yağdan bıktım, ondan tiksiniyorum.
bökön I, sayga (iri bir nevi karaca): saiga tatarica; bököndün tanğınday: beyaz çizgili, beyaz benekli.
bökön II, (atın) kuyruğunda kalın kıl yahut(insanın) başında kalın saç (saç hastalığı).
böksö, 1. dağ eteği; 2. ilk yaz otlağı; 3.göğdenin aşağı kısmı; 4. tam değil; kenarlara kadar değil; çöyçöktü böksö kuydunğ: kovayı kenarlarına kadar doldurmadın.
böksölö-, 1. dağ yamacı boyunca gitmek, dağ yamacı boyunca inmek; 2.(koyunu, keçiyi) kesmek ve etini havalandırmak (fakat parçalamamak)
böksör-, eksilmek, tükenmek, alçalmak (bir mayiin seviyesi hakkında) ; candıktan kan böksördü: hayvanlar zayıfladılar, kurudular; men kaytarçu muzoolor kündögüdön böksörböptür : benim güttüğüm buzağılar mutat durumda idiler (zayıflamadılar da,eksilmediler de).
böksört-, bk. böksör.
böktör I, tepe, hüyük.
böktör- II, eyer kayışına bağlamak, takmak.
böktörgö I, eğer kayışına bağlanan öteberi.
böktörgö II, sazlık veya bataklıkta yaşayan dişi puhu; puhu yavruları.
böktörgölüü, 1. eğer kayışına bağlanmış öteberisi bulunan; 2. arkası sağlam olan (at); kuvvetli.
böktörün-, kendisi için eğer kayışına bir şeyler bağlamak; kap böktörünüp : eğer kayışına torba bağlayıp.
böl-, bölmek, tevzi etmek; söz böl- : sözü kesmek, can böl- bk. can II; könğül böl- : dikkate almak; kün könğülümdü, tün uykumdu böldüm: gece gündüz rahat gezmedim.
bölçök, 1. parçacık; 2. mat. kesir; kadimki bölçök : bayağı kesir; üzdüksüz bölçök : devamlı kesir; çeksiz üzdüksüz bölçök : sonsuz devamlı kesir; çektüü üzdüksüz bölçök : sonu olan devamlı kesir; buruş bölçök : kaideye uymıyan kesir; bölçök menen körsötüü: kesirle ifade.
bölçöktüü, parçalara bölünen; ayrı ayrı parçalardan düzülmüş olan.
böldür-, bölmeye müsade veya icbar etmek.
böldürüü, işs. böldür-den.
bölgüç, 1. bölen, tevzi eden; 2. mat. kasım (bölücü).
bölkö, r.1. <>: francala; 2. Rus suliyle pişirilmiş ekmek (mayasız yufkadan farklı olmak üzere).
bölköbnük, bölköndük, kon. = polkovnik.
bölmö, oda.
bölö I, iki kız kardeşin çocukları; (anatarafından) kardeş çocukları; erkekler ve kızlar.
bölö-II, çocuğu kundaklamak, sarmak; kundaklanmış çocuğu beşiğe yatırmak.
bölök, 1. parça, kısım; 2. başka, diğer; hususi, ayrı, bölök kişi : başka , yabancı adam; bölök- bötön emessinğ folk. : yabancı, yat değilsin.
bölökçö, ayrıca, hususi; mükemmel, ekmel.
bölöktö-, 1. yadırgamak, yabancı saymak, yabancı gibi muamele etmek; 2. ayırmak; kamap koydu bölöktöp folk. onu ayrıca hapse attı.
bölöktük, 1. ayrı bulunma (cümlede Rus diline <>, diye tercüme olunur); 2. yat olmaklık; akraba olmamaklık.
bölön-, 1. mut. bölö- II den; 2. mec. bir nesneyi bol bol elde etmek.
bölöş-, hep beraber çocuğu kundaklamak.
bölöt-, et. bölö- II den.
böltögöy, herhangi gereği gibi karışmamış olan bir nesnenin yuvarlakları (diyelim, bulamaç hakkında)
bucugur, 1. sarmaşan; dalgalı, kıvırcık; bucugur sakal: kıvırcık sakal; 2. çopur; bucugur kara kişi: çopur esmer adam.
bucuray-, sarmaşmak; kıvırcıklanmak.
buçkak, hayvan ayak derilerinden kürk; buçkagıma çeyin terdedim: tepeden tırnağa kadar terledim; buçkagına tenğebeyt: on paralık kıymet vermiyor, sıfır yerine koyuyor.
budur, yahut budur-budur yahut adır-budur: tepeleri çok olan yer.
budurakay, çopur; bodur; pürüzlü, düz olmıyan.
buduray-, bodurlaşmak; pürüzlü olmak.
budurayt-, et. buduray-dan.
bufet, r. büfe.
bufetçi, r. büfe işleten.
buga, bk. bul I.
bugaltır = buxgalter: muhasebeci.
bugu, 1. geyiğin yahut maralın erkeği; 2. bugu (bir Kırgız kabilesinin adıdır). 3. Kırgız halk takviminde bir ayın ismidir.
buguçar, genç geyik yahut genç maral.
bugul-, saklanmak; kabak cerden buguldu: o, derede saklandı.
buk I, tasa, can sıkıntısı; bugun cazıp alsın yahut bugun çıgarsın: tasasım dağıtsın! : aytıp bugumdu çıgardım: (uzun zaman sustuktan sonra)içimde toplananın hepsini söyledim, içimi boşalttım; buk kılat: (beni) sıkıyor; içi buk: içini kedi tırmalıyor.
buk- II, gizlenmek; bir kenara çekilerek susmak; bugup cat- : saklanarak yatmak; boz turumtay umtulsa, boz çımçıktar bukpaybı? folk. : boz muymul (latince Falco vespertinus denilen bir nevi doğan, M.) saldırırsa, kuşcağızlar gizlenmez mi hiç?
buka, 1. damızlık öküz, boğa; kök buka: bir nevi oyun: köl buka: balaban kuşu (latince adı botaurus olan ve balıkçıl soyundan bir kuştur, M.) ; 2. düğümleri çözmek için kullanılan (sert ağaçtan yahut boynuzdan yapılan) sert bir küçük değnektir.
bukaçar, genç öküz, tosun.
bukara, 1. a. tebaa; 2. tar. avamdan olan kimse, avam; kara bukara tar: ayaktakımı.
bukturma, pusu; bukturma koy- ; pusuya yatmak; egerde coo köp bolso, bukturma koyup uruşkan: eğer düşman çok olursa, pusuya yatarak vuruşuyorlardı.
bukturuu, işs. buktur-dan.
bukulda-, kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak.
bukuldaş-, müş. bukulda-dan.
bukuy-, ciddi tavır takınmak; yüzünü buruşturmak; bukuyup, başın cerge koyup: yüzünü buruşturarak ve başını eğerek; bukuyup uk-: fikrini temerküz ettirerek dinlemek; taarıngan emedey bukuyup it catat: köpek sanki birisine gücenmiş gibi, surat asarak yatıyor.
bul I, (genitif: munun, datif: buga yahut boo, akküzatif: munu) : bu; erkek; munun emine keregi bar? : bu, neme lazım? ; munu kördünğbü? : bunu gördün mü? ; gör şunu bakalım! : mununğ kim? : bu yanındaki kimdir? , bu nasıl adam? : mununğ emine? : nedir bu senin? ; daha ne uydurdun? ; munusu emine? ; ondaki nedir bu? ; daha ne uydurdu? ; mununğ üçün yahut munu üçün yahut mun üçün: bunun için, bundan dolayı.
bul II, 1. para; 2. mal, meta; manifatura; 3. mülk, kıymet, servet; bul coy-: zevk ve safa için para israf etmek; bul coyguç: müsrif.
bul III, yırtıp, kesip parça parça etmek, kırmak; etegimdi it bulup ketti: köpek eteğimi yırttı; eşiğinin enğsesin kılıç menen bulgamın folk. : kapısının sürgüsünü kılıçla parçaladım.
bula, f. 1. lif; canğı bula ösümdüktörü: yeni sınai bitkiler; 2. ipek; 3. yumuşak, tüylü, lifli; buladay kebez: yumuşak, ipeğimsi, lifli pamuk; buladay cün: yumuşak yün; 4. kıymetli bir dokuma adıdır; bula menen cibekti folk.: bula ve ipek.
bula II, çala sözünün tekidir.
bula- III, şerit gibi yükselmek (duman, tozhakkında) ; betegesi belden bulagan folk.: orada betege (bir nevi ot) insanın beline kadardır; samoordun tütünü bulap, kömür cıltıldayt: semaverin dumanı yukarıya yükseliyor ve kömürler parlıyor.
bulaan, 1. kargaşalık; 2. yağma; bulaanga tüşkön mal folk.: elden ele geçen hayvan (birisi yakalamış, ondan başkasına geçmiş ve s.)
bulak II, bulak- bulak et = bulakta; bulak-bulak etip, koyon kaçıp cönödü: zıplayarak (tüylü) tavşan kaçmıya başladı.
bulakta- I, deprenmek, bir yandan öbür yana sallanmak (yumuşak, tüylü nesne hakkında, diyelim, tilkikuyruğu hakkında) ; bulaktap bas- (genç kadın hakkında) : süzülerek, tavus gibi yürümek.
bulakta- II, fışkırmak (mayi hakkında).
bulaktat-, et. bulakta II den; caş bulaktat- : bol bol gözyaşı dökmek.
bulaluu, lifli; uzun bulaluu pakta: uzun lifli pamuk.
bulamık, bulamaç.
bulan, 1. bir nevi ceylan; 2. kula; 3. parlak.
bulanğ, bulanğ et yahut bulanğ kak: ansızın gözükmek (göze hoş gelen herhangibir nesne hakkında) ; tülkü bulanğ etip (yahut bulanğ kagıp) köründü: ansızın tilki gözüktü (güzel birşekilde ansızın göz önünde peydaoluverdi) ; elenğ- bulanğ bk. elenğ.
bulas, eles- bulas körünöt: hayalmeyal görünüyor (uzakta bulunan bir nesnehakkında).
bulasta-, parlamak, yıldıramak; parlak ve mükellef görünüşte bulunmak; << dişitavus >> şeklinde olmak; bulastap bas- : tavusvari yürümek (nefis veparlak elbiseler giyerek) ; bulastagan köynök: iyi kumaştan dikilmiş olan bol ve uzun giyim.
bulastat-, et. bulasta- dan; bulumdan kılgan çong içik bulastata camındı folk. kıymetli kumaştan mükemmel bir kürkle örtündü; bulastatıp köynök kiydi: o kadın (iyi kumaştan) bol elbise giydi.
bulat, et. bula- III ten.
bulay-, 1. rengi ak olmak, ağarmak, ak gözükmek; 2. gözükmek; içeriden başını dışarı uzatmak.
bulayt I, ihtiyatsızca; kirlice.
bulayt II, et. bulay- dan.
bulca, balca sözünün tekidir.
bulcur, balcır sözünün tekidir.
bulcut-,(yalnız menfi şekilde) : bulcutpay: değiştirmeksizin, önceki şekilde bırakarak.
bulkak, sepilenmemiş deriden yapılan, yüksek, üst kısmı dar olan kova.
bulku-, keskin bir hareket yapmak, fırlamak; bolor kulun celede bulkuyt, bolor bala beşikte bulkuyt ats. : iyi olacak tay bağlandığı yerde rahat durmaz, adam olacak çocuk beşikten fırlar; bulkup aldı çılbırdı, culkup aldı tizgindi folk. : kemendi kopardı, dizgini yakaladı.
bulkulda-, 1. «bulk» sesi çıkararak suya düşmek; 2. ani surette titremek.
bulkuy-, kocaman ve şişman olmak (insan hakkında) ; bastırıp ketti bulkuyup folk. : koskoca nesne gitti; orta caşka kelgen bulguykan kişi : orta yaşlı şişman kimse.
bulkuyt-, et. bulkuy-dan.
buloo, 1. buğu, buhar; 2. sahte tabibin tedavi usullerinden biri ( buğu ile emlemek).
buloolon-, buğu çıkarmak; cabuudan kök buu çııgıp, buloolonup cattı : çuldan koyu mavi buğu çıkıyordu.
buloolont-, et. buloolon-dan; aldıbızga buloolontup et koydu : önümüze dumanı üstünde olan eti koydu.
bult, bult ber- : fırlamak; ürkerek, bir yana atılmak, sıvışmak.
bultakta-, yan çizmek, bir bu yana bir o yana atılmak.