A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə74/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   90

şakıldak, 1. (değirmen) çakıldağı; 2. kara şakıldak: Aqila melanaetus denilen kartal.

şakıldat-, et. şakılda-‘ dan; tiş şakıldat-: dişleri gıcırdatmak; şakıldatıp saba_: dövmek, pataklamak.

şakıldatuu, işs. şakıldat-‘dan.

şakıy, baş ağrısı, yarım baş ağrısı (migraine) ; şakıyı karmap oturat: baş ağrısı tutmuş.

şakirt, f. es. çırak (başlıca zanaat sasahasında) , şakirt.

şakmar, koyunun kuyruğu altında pislikten uyuşan yün.

şakmarla-, çamur parçalariyle örtülmek (başlıca, hayvanlar hakkında).

şakşak, 1. cebire (kırık kemikleri yahut alıcı kuşun kırılmış yeleklerini tutturmaya mahsus sargı tahtası); 2, (kösteği gagalanmasına mani olmak için alıcı kuşun boynuna giydirilen) çubuk saçak; 3.koldun şakşağı: parmakların boğumları.

şakşakta-, çamur parçalariyle örtülmek; idiş şakşaktap kir boluptur: kap kaçak üzerinde çamur parçaları kurumuş.

şaktı =şahta.

şaktor =şahtyor.

şal I, f. 1. felç,mefluç; 2. aciz; gevşek; 3. erkeklik gücü olmayan, impotent.

şal II: şal tögün: saf yalan, tam bir masal; köl şal tüşüp (yahut bolup) terdedi: kan-ter içinde kaldı.

şala I, bitkin; aylınğ ala bolso, eki atınğ şala ats.: köyünde kavga, niza olursa iki atın kuvvetten düşer; şala kulak: kulakları sallanan (at).

şala- II, bir işi çabuk, özenle ve verimli bir tarzda yapmak.

şalaakı = şalakı

şalak =şalakı.

şalakı, sünepe, pasaklı, avare.

şalakılık avarelik, pasaklılık.

şalakta -, 1. hızlıca ve canlıca koşmak; 2. boşta gezmek.

şalaktık = şalakılık.

şalanğ, 1. (öküz eğerinde) kuskun; 2.paldım; 3.mec. mıymıntı.

şalanğda-, (öküze) kuskun geçirmek.

şalanğtay, burunun iki deliği arasındaki ince kemik (vomer).

şalay-, takattan düşerek sallanmak (mes. kırılmış aza hakkında); eki köz ketti alayıp, eki but ketti şalayıp folk. gözler karardı, bacaklar takattan düşüp sallanıyor.

şalbaa, bataklı çayır; otun yüksek ve sık bittiği rutubetli mahal.

şalbırt: ala şalbırt: yer yer karın erimesinden hasıl olan açıklık; ala şalbırt : yer yer karın erimesinden hasıl olan açıkların peydah olduğu mevsim, ilkbaharın başlangıcı.

şalça, halıdan teğelti, çul (keçeden astarı olmayan); halı.

şaldaakı, f. (kadınlar hakkında): beceriksiz,iş bilmez, hiçbir şeye yaramaz.

şaldap, f.: kök şaldap: mestlerin ökçesine konulan yeşil deri parçası.

şalday-, bitkin bir halde bulunmak, gevşemek, kuvvetten düşmek.

şaldayt-, kuvvetten düşürmek, felce uğratmak.

şaldaytuu işs. şalday-‘dan.

şaldır: şaldır- küldür: çıngırdayan, gürültü yapan; patırtı.

şaldırak, çocuk kamçısı; şaldırak çöp: ıtır çiçeği (pelargonium).

şaldırçak, çıngırdayan, çıngırakları bulunan.

şalı I, f. kabuklu pirinç çeltik.

şalı II: kök şalı: çizme başlarındaki nakışlar.

şalı III, f. şalı cooluk: kadınların omuzlarına attıkları örtü: şal.

şalıla_: kök şalıla tüşüp terdedi: adamakıllı terledi: kan-ter içinde kaldı.

şalka: akla- şalıla-: çizme başına nakışlar yapmak.

şalkay-, gevşemek; gayreti sönmek.

şalkı, boş (gevşek), gevşek doldurulmuş; şalkı buuma bk. buuma; kök şalkı: küçük bir kuş adı; aklı _ şalkı: büsbütün, gevşemiş olan ; aklı- şalkı mas közü: bulanmış mest gözleri.

şakılda, gevşemek.

şakıldat-, et. şakılda_’dan.

şalp: ıslak yere, suya basmaktan hasıl olan sesi taklittir; şalp et-: suya basmaktan <şalp> sesi çıkarmak.

şalpanğ, sarkık, sallanan, şalpanğ kulak:1) sarkık kulaklı; 2) (Destanda) bir nevi tüfek; 3) = kulakçın.

şalpar, (rusça adı olan bir kırmızı pamuklu kumaş: M.).

şalpay-, sallanmak, sarkmak; kulağı şalpayıp turat: kulağı sarkıyor.

şalpayt-, et. şalpay-‘dan; kulak şal payt_: kulakları sarkıtmak.

şalpaytış-, müş. şalpaty-‘tan.

şalpı I: şalpısı boş yahut şalpısı boşop kalıptır: sölpük, gevşek, gayretsiz.

şalpı-, II sövüş sözleri kullanarak, patavatsız konuşmak; oozuna kelkendi şalpıy beret: 1) ağzına ne gelirse, onu söylüyor; saçma sapan söylemekten çekinmiyor; 2) edebe aykırı sözler söylüyor.

şapılda-, 1. sallanmak, çırpınmak; 2. çamura veya suya basıldığında <şap> diye ses çıkmak.

şapıldama (basıldığ zıaman <şap> diye bir ses çıkarmaya müsait olan).

şapıldat-, et. şapılda-‘dan.

şalpın_: şalpınıp turat: at kulağını sarkıtarak, başını ara-sıra sallıyor.

şalpıy-,sölpümek.

şalpıyt-, gevşemek; bitap bir hale komak; eegin şalpıytıp ürgülöp turdu: (at) alt dudağını sarkıtıp, uyuklayıp durdu.

şalpıytuu, işs. şalpıyt-‘tan.

şaltak, kir,pislik.

şaltakta-, pisletmek, kirletmek.

şaltaktat-, et. şaltakta-‘dan.

şaltaktoo, pisletme,kirletme.

şaltay, baltay I sözünün tekidir.

şalturuk, avanak, mıymıntı.

şam I, a. lamba, mum; şam kulak: sivri kulaklı (at hakkında).

şam II: şam-şum et-: hafif tertip yemek yemek.

şam III: emine şamı kaldı: büsbütün rezil oldu.

şam IV, a.: şam namazı yahut namazı şam: akşam namazı (dır, ki sayıca günlük namazların dördüncüsüdür).

şamal, a. ruzgâr, yel.

şamala = şamana; kulağı şamaladay =şam kulak (bk. şam I).

şamalda_, havalanmak, hava almak , ruzgârda kalmak. (bu manayla «şam» kelimesi, müellifin dediği gibi, arağça değil’ farsçadır (mütercim)

şamaldat-, havalandırmak, ruzgâra tutmak; şamaldatıp kel- mec. olmadık şeyler, masal anlatmak.

şamana, a-f. kandil, mum, meş’ale,

şamdagay, çevik, haraketlerinde sür’atli olan, atik.

şamdagaylık, sür’at’ atiklik, çeviklik.

şamdak: şamdaktay bol-: tam hazır bir durumda bulunmak.

şamıyan, f. çırpı, şiş (boyonduruğun bir parçası).

şamşar, f. pala kılıç, şimşir; altı kulaç ak şamşar folk. altı kulaçlık beyaz kılıç.

şamşarduu, pala ile silâhlanmış olan.

şamsay-, yıkık ve yamık manzara arzetmek.

şamsum = şam-şum (bk. şam II).

şanğ, çin. 1. azamet, ihtişam,methü sena; şanğ berdi: övdü; şanğga ayt:olmayan şeyle övünmek; şanğ sal bağırmak (karakuş hakkında); ; 2. kılık, karaltı; eles- bulas şanğ körüp folk: müphem bir karaltı görerek; 3. serap.

şanğdan-, şanlı olmak, önemli, muhteşem bir şekle girmek.

şanğduu, muhteşem, şanlı, önemli, azametli, meşhur; tuuğan ceribizdinğ şanğduu şumkarları: yurdumuzun şanlı doğanları.

şanğıya, çin. nahiye müdürü: aksakal (şarkî Türkistan’ın müslüman ahali ile meskûn olan mahallerinde)

şanğk: şanğk etip kül-: etrafı çınlayarak gülmek; şanğk-şanğk: karakuşun bağırması; şanğk- şanğk: gürültü, patırtı, yaygara.

şağnkılda_ = şanğsı-; şanğkıldağan ün: acı ses.

şanğkıra-, çınlamak, şıngırdamak.

şanğkırat-, et. şanğkıra-‘dan.

şanğsı_, 1. ötmek (ilkbaharda karakuş hakkında; karş. kilekte-); 2. mec şanğşıp süylö-: güzel ve mevzun konuşmak.

şankr, r. frengi yarası, şankr,:cumşak şankr: yumuşak frengi yarası.

şansı r. şans.

şsp I, f. piyade kasaturası.

şap II, kağıt oynarken nakdî ceza şlkillerinden biridir; şap ketti: 1) oyuna başlama işareti; 2) < ben pas> ( oyun adıdır); şap al - : parmaklarla ele vurmak (ceza işareti); elge şap şap bolup ketpesin: halka yayılmasın!

şap III: şap etip: ansızın, şıp diye, dakkasında; şap ete tüştü: ansızın düştü; şap diye düştü.

şapa, f.: şapa- şup yahut şapa-şupa: çabucak; çeviklikle; şapa şup işke kirdi: çabucak işe girişti, gelir gelmez hemen işe başladı.

şapalak 1. el çırpma, alkışlama:, 2. şapalak kamçı bk. kamçı; 3. çifte (iki namlılı tüfek).

şapalakta-, ıslak yere yahut irkilip duran suya <şap> ederek basmak.

şapar: şapar teep cat: haz duymak, zevk almak

şapat = şapkat; şaytan şapatına ketti: cehennem oldu- gitti; onu habis ruhlar bilmem nereye götürdü; şaytan şapatı bolso: çapanoğlu çıkmazsa.

şapılda-, çene çalmak ( çok ve boşuna konuşmak).

şapıldak’ geveze, çenesi düşük.

şapıldat-, et. şapılda-‘dan.

şapkat, a. şafkat, merhamry, iyilik.

şapke, r. kalpak, kasket.

şapşap = şap-şap (bk. şap II).

şapşı -, alt- üst etmek, karıştırmak.

şar I, r. küre, top: cer şarı: yer küresi; carım şar: yarım küre.

şar II, 1. hızlı, çağlayan akıntı; suu şar ağıp atat: su ( bir engelle karşılaşmadan) hızlıca akıyor; suununşarı menen talaşıp: suyun şiddetli akıntısiyle mücadele ederek; eldin şarı menen men de kirip kettim. kalabalığa uyarak ben de giriverdim; şar kuyup ciber: birden; birdenbire,: 2. gürleme (nehrin çağlaması); 3. engelsiz duraklamadan, maniasız; attangan colum şar folk. yolum muvaffakiyetli olursa;şar cürdük: duraklamadan yürüdük; şar kişi mec. açık sözlü, doğru adam; 4.iş yerinden müsaaade almaksızın sıvışma.

şara: şara tilik: koyunun kulağında uzunca bir yarık şeklindeki damga: im, mim.

şaraat a. dn. şariat.

şarat, çatırdı ve patlamayı taklittir; şarak şarak yahut şarak şurak: patlama, gürleme, patırtı, takırtı.

şarakta_, çatırdatmak, patlatmak, gürletmek; şakardatıp kılıç asınğan:şakırtatarak kılıç kuşandılar.

şaraktatuu, çatırdatma, gürletme.

şaraktoo, çatırdama, gürleme.

şarap, a. şarap, alkollü içki,: arak-şarap: 1) hernevi alkollü içkiler; 2) mec. ayyaşlık.

şarapat, a. esalet, şerafet.

şaraptatuu, 1. asîl; 2. mukaddes.

şardaan = şar II.

şardan I = şar II; eldin kur şardanında gana cürüp kalğan: halkın birden akın etmesi yüzünden ancak hareket etti; yalnız başlarına uyarak harekete geçti.

şardan – II, azim ve cesaretle hareket etmek.

şardana, f.: bu kılganın elge şardana bolup keliptir: senin bu yaptığın halk arasında faş olmuş.

şardanuu, işs. şardan – II’den.

şarıda _, 1. çağlamak, kaynayarak akmak; şarıldap suu turat: su şarıl şarıl akıyor; 2. mec. tanılmak, şöhreti her tarafta işitilmek.

şarıldat -, et. şarılda-‘dan.

şarlıdatuu, işs. şarıldat_’dan.

şarıldoo, şarıldama; hızlı akıntı.

şarıp, a. mukaddes, şerif; kelem şarıp bk. kalem.

şarıyat = şaraat.

şark, burk sözünün tekidir.

şarkan, burkan sözünün tekidir.

şarkılda - = şarılda-.

şakırama, 1. çağlayan; 2. kad. su.

şakırarak, çağlama (diyelim, bir şelâlenin yahut dalgalı nehrin çağlaması).

şarkıratma, şelâle.

şarp I, aphte denilen hayvan hastalığı.

şarp II, şiddetli ve keskin vuruşu taklittir,: şarp-şarp etip kelip, köl tolkunu carğa soğulat: gölün dalgaları siddetle sarp kıyıya çarpıyordu.

şarpılda _, şiddetle vıcık-vıcık etmek su hakkında); şiddetle hışırdamak sık bitmiş ot hakkında).

şarpıldak, 1. deriden cebe; 2.eyer tepindirikleri; 3. ağaçtan kocakarı pabucu; 4. dalgaların şiddetle çarptığı yer; şapıldak köl: dalgalı göl ( dür, ki orada dalgalar kıyılara şiddetle çarpıyor).

şarpıldat -, et. şarpıda_’dan.

şarpıldatuu, işs. şarpıldat-‘tan.

şarpıldoo, 1. suyun şiddetle ses çıkarması; 2.sık bitmiş otun şiddetle hışıltı yapması.

şart I, a. şart; şart belgiler: bir manayı ifade eden alâmetler,: şart bağınınğkı gram.: tabi şartı cümle.

şart II, keskin hareketli taklittir; şart-:tüy-: sıkı bağlamak, düğümlemek; şart ur:- şiddetle vurmak, çalmak,: şart tura kaldı:sur’atla ayağa kalktı; şart-şart çert_: kuvvetle fiske vurmak; tlllere kuvvetle vurmak.

şarta, f.: şarta-şurt çabucak, acelelikle.

şartılda-_, 1. çatırdamak; 2. bir kişi çabuk ve çevikliklikle yapmak; atka şartıldap min-: ata çabucak ve hızla binmek.

şartıldat -, et. şartılda_’dan.

şarttandır-: şart koşmak.

şarttandrruu: şart koşma.

şarttuu: şartlı, maşrut; şartuu süylöm gram.: cümleyi şartiye.

şaş-, 1. ivmek, acele etmek; 2.şaşmak afallamak,: akıldan şaş-: şaşalamak afallamak; şaşırmak; şaşıp_ buşup yahut şaşıp- şuşup: 1) acelikle; 2) şaşırarak.

şaşılış, 1. acelelik; şaşılış buyruk: müstacel emir,: 2. apışma, şaşalayış.

şaşılıştık. acelelik’

şaşır, bir odun adıdır.

şaşike = şaşke.

şaşkalakta- , 1. telaş etmek; 2. afallamak.

şaşkalaktat_ , et. şaşkalakta-‘dan.

şaşkalaktoo, 1. acele; 2.şaşkınlık, telâş.

şaşkalan- = şaşkalakta_.

şaşkalanğ, 1. acele telâş; 2. şaşkınlık, velvele.

şaşkalanğduu 1. eceleli, teleşlı; 2. dalgalı; şaşkalanğduu kün bolso folk.: dalgalı, rahatsız zamanlar hulûl ederse.

şaşandık, 1. acelelik; 2.şaşkınlık;şaşkandıktan: şaşkınlık yüzünden.

şaşke, f. sabahın geç zamanı; uluu şaşke yahut çonğ şaşke: öğleden biraz evvelki vakit.

şaşkelik, güneş doğduğu dakikadan şeşke (bk.) ye kadar kadar olan zamanda yürütülecek mesafe.

şaşma, sabırsız, aceleci.

şaşmala-, acele etmek,: teleş etmek.

şaştı: şaştısı ketti: telaş etmek. şaştınğ kelet: insan sıkılıyor, şaşkınlık geliyor.

şaştır _- 1. acele ettirmek; 2. şaşırtmak.

şaştıruu, işs. şaş-‘tan.

şaşuu, 1. acele etme; 2. şaşalama.

şat, f. sevinmiş, şen, halinden memnun; kapası cok, şat cüröt: tasası yok, memnun geziyor.

şatala = şatrak.

şatı, 1. el merdiveni; 2.havutta, ( deve semerinde enine olan ağaç) ; 3. çiyne (bk.)’nin okları.

şatıbar, balçık, beyaz çamur (!).

şatır, şatır _ şutur: çatırtı, patırtı.

şatıra I: şatıra- şatman kül-: şen bir gülüşle gülmek

şatıra – II: çatırdamak.

şatıraş _ , müş. şatıra, II’den; şatıraşıp külüp ciberişti: kahkaha veşenlikle gülüştüler.

şatırat - , et. şatıra- II’dln; kün şatıratıp caap turat: yağmur oldukça şiddetli yağıyor.

şatman, f. sevinmiş, şadman, şen,: şatıra- şatman, bk. şatıra I.

şatmandık, sevinç, şenlik.

şatrak, sıvık pislik (gait), ishal.

şatrakta -, ishali olmak.

şattan-, sevinmek.

şattandır-, sevindirmek.

şattandıruu, işs. şattandır-‘dan.

şattık, sevinç.

şattuu, sevinçli.

şay 1. pekiyi, muhteşem,: 2.kuvvet; kudret,: şayı boşodu: pek kuvvetten düştü; ölüm halinde; kaçuuğa şayım kelbedi: kaçamadım, kaçmaay kuvvetim yetişmedi; şay mandar şayı: tesisat hazırdır, muntazındır; şayı çok cigit: gevşek, kuvvetsiz, hiçbir işe yaramaayan delikalı; şayma-şay: 1) kuvvetçe denk, kuvvete karşı kuvvet, 2) tam intizam içinde, herşey yerinde; şayı ketip, karğan çal folk.: kuvvetten düşmüş olan ihtiyar; şayımdı caman ketirdi folk..: o, bana büyük bir rahatsızlık getirdi.

şaybır: şaybır corğo = col corğo (bk. corğo).

şaydoot 1. (göç esnasında) sırtına hafif yükletilmiş olan ve başkalarının önünde giden yük hayvanı; şaydoot küç: tam bir intizam içinde yürüyen göç (kafile); 2. faal, aktif; şaydoot top es.faal zümre, hücum kolu.

şaydootton_: kendine çeki- düzen vermek, gayrete gemek.

şaydoottuk, faaliyt, aktiflik, gayret; şaydoottuk menen: büyük gayretle.

şayı, f. (rusça sözile anlatılan ve yapıln bir nevi kumaş; M.)

şayık, a. şeyh, ruhanî şahsiyet.

şayır, şen ve şatır, neşeli, canlı; şayir bolboy, er bolboyt ats.: şen olmayan yiğit olmaz.

şayırlan -,şen-şatır ve canlı olmak.

şayırlanuu, işs. şayıran-’dan.

şayırlık, şen ve şatırlık, canlılık.

şayke (r. <şayka>) güruh, şebek, çete.

şaykelenğ, muzip, muzur, rahat durmaz.

şaykelenğden -, muziplik etmek, çapkınlık etmek.

şaykeş, f. mütenasip, mütenazır, yoluna konmuş, iyi tsanzim ldilmiş, uygun.

şayla-, seçmek, intihap etmek.

şaylaluu, tam hazır ve muntazam durumda bulunan.

şaylan _ seçilmek, intihap edilmek; konferentsiyağa saylanğan delegattar: konferansa seçilmiş olan murahhassar; tört şaylanğan azamat: dört seçme yiğit.

şaylanma, seçme, slçilmiş.

şaylanmalık, seçmelik.

şaylanuu, işs. şayan-‘dan.

şaylaş _, hep beraber seçmek.

şaylat-, et. şayla-‘dan.

şayloo, seçimler.: şayloo komissiyası: seçim komisyonu; kayra şayloo: yeniden seçim; calpı, tenğ cana tike şayloo: genel, denk ve vasıtasız seçim.

şayluu, her şeyle temin edilmiş ve her şeyi muntazam olan kimse.

şayman, tesisat teçhidat, lavazım, malzeme,: öndürüş şaymandarı: istihsal üretim tesisatı; bodu yahut şaymanı ketti: kuvvetten düştü; kaçuuğa şaymanı kelgen cok: kaçmak elinden gelmedi (kaçamadı.

şaymanda-,1. tesis etmek; 2. süslemek (bezemek, donatmak).

şaymandan-, teçhiz edilmek; silâhlandırılmak.

şaymandat -, et. şaymanda-‘dan.

şaymandoo, tesisat kurma, teçhisat tedarik etmek; süs ve ziynet gereçlerile teçhiz etmeç

şaytan, a. şeytan, cin; şaytan bassın!: cin vursun!; men kagamın şaytanın! folk. ben onun cininikovarım.

şaytanda-, taşkınlık etmek.

şaytandık, şeytanet, kurnazlık, sokulganlık.

şaytanduu, huzuru yahut hareketi başkalarına felâket getiren adam.

şeer (rad., V). askerî müfreze.

şeetay, çin. şarkî Türkistanda Çin memurlarından biri.

şef, r. önder şef.

şlftik, şeflik.

şek, a. yahut şek-şıba 1.şüphe, şüphelenme; şek cok: şüphe yok, şüphesiz; meninğ şegim senden: senden senden şüphe ediyorum; şek ur-: şüphe etmek; al senden şek şurat: o senden şüphe ediyor; şek urbay cep aldım: şüphelenmeden yedim; şek keltir- yahut şek al-: şüphelenmek; sözünön şek albadı: sözlerinden süphe etmedi; şek al_dır- yahut şek bilgiz-: şüphe uyandırmak; şek aldırbasan süylöyt: şüphe uyandırmaksızın söylüyor,: oşondon şek kılgan cerim bir: bundan şüpheleniyorum; şekşıbasın bilgen kişi barbı!: şüphesi olan kimse varmıdır!; 2. mec. karındaki çocuk (yalnız bu manayla şek denir).

şeker, a. şeker; kum şeker: toz şeker.

şekildi = şekildüü.

şekildüü, (kendi başına kullanılmaz) gibi, müşabih,: ay şekildüü: 1) ay gibi; 2)mec. dilber.

şekirt = şakirt.

şeksi -, şüphe etmek,şüphe ile muamele etmek, tereddüt etmek.

şeksiz, şüphesiz.

şekşi_ = şeksi-.

şekten – şyphelenmek; şüphe etmek.

şektendir-, şüphe uyandırma.

şektenüü, şüphe, şüphelenme.

şektüü, şüpheli (kendisinden şüphe edilwen kimse), meşkûk; şektüü kişi: şüpheli adam.

şen _ =işen-.

şep = şeftik.

şer f. 1. tatlı bir içeçek, şerbet; şeker-şerbet: tatlılar; 2. alkollü içkiler.

şerden -, köpürmek (aşırı hiddetlenmek), korkunç, kudurmuş bir şekil almak.

şerdent-, et. şerden-den.

şerenğke = şirinğke.

şerik, a. ortak, şerik.

şerikteş I, bir şirkette hissedar.

şerikteş- II, şirket kurarak bireşmek, bir işi ortaklık temeli üzerine yapmak; şerikteşip işte-: şirket halinde iş görmek.

şeriktik, şirket; karız şeriktiği: kredi şirketi; öndürüş şeriktiği: üretim veya istihsal şirketi.

şerine = şerne.

şermende, f. mahcup edilmiş, rezil olunmuş, hayasız, utanmaz; şermende kıl-: terzil etmek.

şermendeçilik, rezalet kepazelik.

şerne, bir birliktir, ki üveylerindenher biri sıra ile ötekilerine ziyafet çeker (ziyafetin kendisi de şerne tesmiye olunur); üy şerne: bu da aynı şekilde olan bir birliktir, fakat buna iştirak edenlerden her biri eti evine götürür; şerne ce-:şernede yemek.

şert, a.1. = şart I; 2. ant.

şertte_, şart koşmak bir şeyi mecburî kılmak.

şertteş-, sözleşmek, bir şart üzerine mutabık kalmak.

şertteşüü, işs. şertteş-‘ten.

şerttöö, şart koşma.

şerttüü, şarıltı, şarta bağlı oan.

şeyit, a. dn. şehit.

şeyşembi. f. salı; kara şeyşmbi: betbaht meş’um gün. kara gün

şeyşep, f. yatak çarşafı; şeyşep can ğırt_: 1) yatak çarşafını yenilemek; 2) mec. tekrar evlenmek; şeyşebi bekidi: idrarı tutuldu.

şıba I, a. = şıpa II.

şıba II, a. şek sözünün tekidir.

ştıba- III, sürmek, sıvamak.

şıbağa hisse, pay (herhangi bir şeyde).

şıbağaluu, hisseli, hisseye malik olan.

şıbak I, kır pelini (ot).

şıbak II, sıva; şıbak şıba_: sıva yapmak.

şıbakçı,sıvacı.

şıban-, sıvanılmak.

şıbat-, et. şıba-, III’ten.

şıbır, fısıltı, fısıldama, hışıltı; şıbır şıbırcel soğulat: ruzgâr hışıltı yapıyor; kulağınğa şıbır aytayın: senin kulağına fısıldayım; kübür-şıbır yahut şıbır-kübür: fısıldaşma, fiskos.

şıbıra-, 1. fısıldamak, kulaktan kulağa konuşmak; 2. hışıldamak.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin