da, de da (dahi); keza; sa dahi; gerçi; meni da, seni da: beni de seni de; sen da barasınğ: sen de varacaksın; eç kim suragan da cok: kimse sormdı bile; söz da bolboğon: lakırtısı bile geçmedi; bir da birin bilbeysinğ: sen onlardan hiçbirini bilmiyorsun; bu hususta senin haberin yoktur; ar bir adım attağan sayın uşul körünüş elestedi da turdu: her adımda şu levha göz önüne geldi de durdu; kim da bolso: kim olursa olsun; kaçan da bolso: ne zaman olursa – olsun; her vakit; beker berse da albaym: bedava verse dahi almıyacağım; bir da bk. bir,: bilgeninğ uşul eken da! : bütün bildiğim şu imiş, ha!; ceyeri ele et da: yersen et yemeli; ança da caman emes: o kadar da fena değil.
daa ı= dağı.
daa- ıı, cür’et etmek; cesaret etmek; atılmak; seninğ cürögünğ kantip daayt? : nasıl cesaret ediyorsun?; nasıl korkmuyorsun?; baruuğa cürögü daabayt: varmaya cesaret vermiyor; men ağa daap tiye albadım: ben ona dokunmaya cesaret edemedim.
daağı= dağı.
daakan= dubakan.
daakı (karşı. dakı) 1. ilkbaharda tülememiş olan hayvanın üzerindeki yapağı: daakısı tüşölök tay: henüz tülememiş olan tay; daakı cünün taştadı: yapasığını attı: tüledi (hayvan hakkında); 2. tay derisinden kürk; 3. paçavra (eski yırtık ve buruşuk giyim); daakası çubalğan eski caman cuurkan : paçavraya dönmüş eski yorgan.
daakıluu, dökülmeye yüz tutmuş olan lkbahar tüyü ile kaplanmış; daakıluu tay : (ilkbaharda) tüyü dökülmeye başlayan tay.
daam, a. 1. taam; yiyecek; daamooz tiyip ket! : yemeğin tadına bak da öyle git! bir parça yede öyle git! ; meni daam aydap keldi: beni (buraya) taamdan nasibim getirdi (bana burada yemek mukadder imiş de onun için geldim);ardaamdın başımı : türlü – türlü yemekler; ar taamın başın cedik : çeşit – çeşit yemekler yedik; 2. tad; daamı cok : tadı yok ;tatsız ;daamı caman : tadı fena.
daamdan -, bir yabancı tad sezmek; oozu ermen daamlanıp: ağzıda pelin tadı duyarak.
daamduu,lezzetli; hoş; daamduu söz : hoş söz.
daamoldo, tar. müderris (dini mekteplerde: medreslerde).
daana ı, f. tane ; nüsha.
daana ıı, f. 1. maruf tanınmış; barızğadaana kişi : hepimize belli adam; 2. bilen; hakim (akıllı); arbir işke daana ciğit: her hususta kavrayışlı delikanlı; 3. okunaklı; açık (vazıh); daana körün -: vazıh: okunaklı olmak; daana caz -: okunaklı yazmak.
daanaklık, danaklık, akıllılık.
daanışman, f. danişmend: ilim ve irfan sahibi.
daar (yalnız üçüncü şahsın bitişik zamiri ile): kısım parça: bazarğa alıp barğan maldun bir daarı satıldı, bir daarı satılbay kaldı: pazara götürülen hayvanların bir kısmı satıldı, öteki kısmı ise, satılmadan kaldı; kay bir daarı: onlardan bazıları; onlardan bazılar; onlardan kimisi.
daara: calğız daara: tek başına,yalnız olarak; kendisi; müfret halinde; kendi başına (müstakillen).
daarat, a. aptes: taharet; but daaratı: ayak yıkama; kol daaratı: elleri yıkama; daarat al- : aptes almak; bey daara= daaratsız: daarat sındır- : aptes bozmak; daaratka olturdu: aptes bozmaya oturdu.
daaratsız, 1. aptessiz; 2. mec. : müslüman olmayan.
daarattan-, aptes almakç
daarda-, pataklamak (toplu halde bir tek kişiyi).
daarı-, değmek; hafifiçe dokunmak; değmeden geçmek; ok daarıdı: kurşun hafifçe dokundu; çımın daarıp ketiptir: sinek (uçarken) hafifçe dokundu; munu cin daarıp ketken: bunu cin çarpmış; kıdır daarığın: hızır ilişmiş: talihli; muvaffak olan; emine mınçalık daarıdnğ?: neden böyle coştun?
daarip, a. 1. tasvir; tarif (tavsif); 2. lakırdılar; dedikodular.
daba, a. deva: ilaç tedavi; ağa daba cok: «ona ilaç yoktur», onun başından çıkamazsın; onunla uyuşamazsın.
dabaa= daba.
dabala-, tedavi etmek; emlemek.
daban, dağ geçidi.
dabdıranğda-, korku-korka, mütereddid basmak (bütün dört ayağ ile aksayan hayvan hakkında): turup kaldı koy kürönğ dapdıranğdap, dalaktap: folk. topal ayaklar ile biçimsizce basarak, koyu al at durdu kaldı.
dağdayt-, öne doğru çıkarmak; köküröğön dağdaytıp: göğsünü öne doğru çıkararak.
dağdır= tağdır.
dağı, ve; daha; keza;dahi; dağı emine kerek! daha ne lazım! : emine bolsa dağı: ne olursa- olsun; kelse dağı: gelirse dahi; bir saar dağı boşko ketpesin: bir saat dahi boşuna gitmesin; dağısın: yahut; dağınkısın: bir daha; dağıkısın dağı aytam: daha ve daha söylüyorum.
dağınkısın, bk. dağı.
dağıra= ağara.
dağısın, bk. dağı.
dakı (karş. daakı) buzağı derisinden dikileni, kısa kollu ceket.
dakıl, a. giren, dahil; iştirak eden, işin içinde olan.
daki ı, f. beyaz muslin.
daki ıı. hilekar; mekkar; kurnaz; işin içinden çıkmasını bilen; dalaydı körüp, daki bolğun kuu: başından birçok şey geçirmiş olup, faka basmaz olan kurnaz adam.
dakilat= daklot.
dakilik, kurnazlık (başlıca, atlar hakkında).
dakümönt= dokument.
dal ı,a. 1. arap alfebesinde «d» harfinin adıdır; 2. mec. kambur; kamburu çıkmış olan.
dal ıı, tas – tamam; noktası – noktasına; dal ortosunda: tam ortasında; dal özü: tam kendisi; naoktası – noktasına onun gibi; dal bular aytkanday: tam onların dediği gibi; dal kel-,: tevafuk etmek.
dal ııı, dal – dal: yırtılıp parça – parça olmuş; dal – dalı çıktı: yırtılıp parça parça oldu.
dal ıv, 1. saşalamış; afallamış; başım (yahut kökürögüm) dal boldu: şaşaladım, kafam yerinde değil: ne yapacağımı bilmiyorum; 2. gevşemiş; kuvvetten düşmüş; bütkön boyum dalboldu: bütün vücudum gevşedi; büsbütün bitap oldum.
dalaa= talaa.
dalaan, f. = dalaan üy: sofa.
dalaat: dalaatınğa kelgir yahut dalaatı caman: kadınlara yahut kızlara tevcih edilen kadın sövme sözü; önğ – dalaatı cok: o kadını çehresi değişti.
dalbak, kocaman ve biçimsiz; ak kaçırday dalbak: akbaba gibi biçimsiz, hantal.
dalbakt-, biçimsizce ve ağır – ağır yürümek; dalbaktap çügürü keldi: biçimsizce ve çok ağır bir tarzda koşup geldi: eteği kulaalının kanatınday dalbaktayt: eteği çaylak kanadı gibi (biçimsiz ve hantal) dalganıyor.
daldalan-, saklanmak; gizlenmek; bir perde arkasında saklanmak.
daldanış-, müş. daldalan-’dan.
daldalat-, et. daldala-’dan.
daldalçı= daldal ı.
daldanğda- dim – dik, yana çıkık duran (mes. büyük kulaklar hakkında).
daldanğda- dim – dik, yana çıkık durmak (mes. büyük kulaklar hakkında).
dalday-, 1. yatıp uzanmak, serilmek (kocaman ve biçimsiz birisi veya bir şey hakkında); catkan eken daldayıp folk. : (uzun boylu ve hantal adam) serilip yatmış 2. biçimsiz, hantal ve şaşkın bir görünüşte olmak; tüşünö albay daldayıp turdu da kaldı: hiçbir şey anlamayıp, afallayıp durdu.
daladayt-, et. dalday-’dan; kuş kanatın daldaytıp catır: kuş kanadını yayarak yatıyor.
daldıra-, 1. gevşemeş; 2. tembelleşmek.
daldırat-, et. daldıra-’dan.
daldıy-= dalday-; daldıyğan kağaz: büyük kağıt yaprağı.
dale= degele.
dalı, 1. kürek kemiği (anat.); dalı küygüz yahut dalı cak- es. kayun kürek kemiğine bakarak çnceden haber vermek (fal açmak) (bu iş harb seferine çıkarken yapılıyordu); kara dalı kız (17 – 18 yşında olan) olgun kız; kuu dalı bk. kuu ıv 2, : dalısı küzgüdöy:«kürek kemiği ayna gibi» sıhhat fışkırıyor; 2. omuzlar (onların genişliği - eni): dalısı bir kez kelgen cigit: omuzları bir arşın genişliğinde olan delikanlı.
dalıçı, koyunkürek kemiğine bakarak fal açan (önceden haber veren), bk. dalı 1.
dalp:dalp et- (ağır ve hantal bir nesne hakk.) düşmek; uyğa dalp etip sekirip minip aldı: sıçradı ve bütün ağırlığı ile ineğe bindi.
dalpağay büyük ve biçimsiz.
dalpay-, büyük ve biçimsiz olmak; dalpayıp kelip, bir coru kondu: bir akbaba uçup geldi ve kondu.
dalpılda-, 1. dalgalanmak; 2. manasız sözler söylemek; çene çalmak; dalpıldap ele basıp cüröt: aylak aylak dolaşmak (evde – eve gezmek); kaçan bolso ele dayını cok dalpılday beresinğ: sen her zaman saçma şeyler söylüyorsun.
dalsız, taayyun etmemiş; noktası – noktasına belli değil; dalsız çonğduk: namuayyen hacim.
dam: dam ur yahut dam koy- = dem ur- (bk. dem 1); aldınğdağınğdı içe albay, kazanğa dam koyosunğ: önüne konulan yemeği henüz yememiş olduğun halde kazana bakıyorsun.
dama, a. umut; güvenç; iştah; meyletme; hırs; dama kıl- : umut etmek; göz komak; cokton dama kıldı: yok şey için tamahkarlık etti; büyük şey peşinden koştu; daması çonğ: aç gözlü.
damaa= dana.
damlan-, umut etmek; hırslanmak; aç gözlülük etmek.
damalanuu, meyletme; tamahkarlık etme.
damaluu, arzulu; umudu olan; hırsı olan.
dambal yahut dambal – ıştan: don; dambalçan: yalnız don giymiş halde (pantolonsuz).
dambaş bk. eer.
dambılda: daamoldo.
dambur: dambur taş es. ot ve süt bolluğuna ermek maksadile, baharda ilk gök gürlemesi sırasındaki kadın yakarışı (kadınlar ellerinde gerdel olduğu halde keçe evin etrafnda dolaşıyorlar ve: cer ayrılıp, kök çık! celin ayrılıp, süt çık! diye bağırıyorlardı, ki : yer ayrıl ot çık; meme ayrıl süt çık! demektir).
dampanğda-, hareket etmek (biçimsiz yahut gayet bol elbise giymiş adam hakkında); atka mindi dampanğdap folk. : bütün ağırlığı ile ata bindi.
dan, f. 1. habbe; hububat; dan al: dolgun bir hale gelmek (hububat hakkında); dan aldır - : hububatı dolgunlaştırmaya bırakmak; dan kuuray bk. kuuray: dan cebes: şakak; sanı menen birge danı bolsun ats. : yalnız kemmiyet değil keyfiyet de olsun; 2. ekin; ekemek.
dandaysı-, övünür gibi olmak; caka satar gibi olmak.
dandır, f. tandır: pideler, börekler pişirmeye mahsus fırın; dandırday kızar: pek fazla kızarmak.
danduu, 1. tane ihtiva eden; hububat veren bitkilerle, hububatla mücehhaz olan; danduu eginder: hububat ekinleri, tarlaları; 2. iri dolgun (tane hakkında); danduu buuday: tanesi dolgun olan buğday.
danek, f. çekirdek; örüktünğ danegi: eriğin çekirdeği.
daneker, f. 1. bir çeşit tutkal; 2. mec. barıştırıcı; eki kişi künökör bolso bir kişi danekler ats. : iki kişi kabahatlı olursa (kavga ederlerse) bir kişi barıştırıcı olur.
danğaza, çin. tanatana; ihtişam; 2. insanı gelecek nesillerin gözünde meşhur yapmak maksadıyla yapılan herhangi bir iş; 3. hayret ve heyecanı mucip olan iş (sensation); danğaza kötör- yahut danğaza kıl- : bir şey hakkında, imiş gibi konuşmak, söylemek.
danğazala-= danğaza kötör- (bk. danğaza).
danğduu, maruf, tanınmış; mümtaz.
danğğıl-,1. dayanıklı; saşlam; danğğıl col: sağlam işlek yol; işke danğğıl cigit: işe tahammülü olan ve becerikli delikanlı; 2. iş bilen; bilgiç.
danğğıra-= danğkılda-,danğğırağan col: iyi çiğnenmiş işlek yol.
danğk, şöhret: ün; marufluk: tanınmış olmaklık; danğkı taş carğan: ünü taş yarmış: şöhreti afakı tutmuş; danğk et: uğuldamak gümbürdemek; mıltık atkan emedey too canğırıp danğk etken: dağlar, tüfekten ateş edilmiş gibi gürlediler.
danğkan, çin. 1. üç ayaklı küçük kazan; 2. mec. atın tırnak altında biriken toz topu (topak).
danğkay-, öne çıkmak; çıkık durmak; mağrur bir tavırla göklere yükselmek; kabarık durmak; danğkayğan ak üylör: muhteşem (büyük) evler.
danğkayyt-, ett. danğkay-dan.
danğkı (rad.) = danğk.
danğkılda-, yüksek notlar üzerine uzun sesler çıkarmak;çınlamak; ırçının baarı danğkıldap, surnayları anğıldap folk. : muganniler (hanendeler) in hepsini şakıyor, zurnaları ötüyor.: dankıldağan col: sağlam,işlek yol.
dara, ayrı: ayrı, kendi başına duran, başkalrına karışmayan: dara col: bariz çizgi, hat.
daraca, a. derece; şerefli derece, hürmet; daraca tap-: dereceeyi bulmak; yükselmek, birinci daracadağı: birinci derecede olan.
daracaluu, dereceli; şerefli; çoğorku mektep es. : yüksek mektep.
darak, f. ağaç.
darala-, bir yana bariz olarak ayırmak; bariz vazıh yapmak.
darat= daarat.
daray, f. birçeşit ipek; daraydan kılğan köynögü cik – ciginen sögüldü folk. : ipek elbisesi bütün dikiş yerlerinden yırtıldı (söküldü).
darayı= daray.
darbaan, fena şöhret; birisini lekeleyen yahut kafi derecede tahkikat eleğinden geçmiyen haberler yayma; elge darbaan kılıp ciberdi: bütün dünyaya yaydı, dağıttı.
darbay-= darday ıı.
darbayt-= dardayt-: çonğ murutun darbaytıp folk.: kocaman bıyığını öne doğru dikerek.
darbez, f. = darçı.
darbaza, f. sokak kapısı.
darbazaluu, sokak kapısına malik olan; darbazaluu üy: sokak kapısı bulunan ev.
darbı-, kızışmak; şiddetli heyecana kapılmak; gemi azıya alarak koşmak (at hakkında): at darbısa, eşek koşo darbıyt ats.: atın koştuğunu görünce eşek de koşmaya başlar.