turaktuuluk, sarsılmazlık, sebat, sağlamlık, muhkemlik.
turala-, (arş. turaı): mık turalap keti: çivi kemiğe battı (atı nallarken).
turatur, bir parça bekle! biraz sabret!
turbat, a. türbe.
turbin, r. türbin.
turdur-, et. tur-‘dan.
turğun, daimi olarak oturan, ikamet eden. mukim; turğun kapital: sabit sermaye.
turğuz-, 1. dikmek (rekzeylemek); 2. kaldırmak, uyandırmak.
turğuzdur-, et. turğuz-‘dan; töşöktörünön turğuzdurup: yataklarından kaldırarak.
turğuzul-, 1. konulmak; dikilmek (nasbedilmek); tapsız sotsialistik koomdun sonun üyü bizdin köz aldıbızda tuğuzulup catat: mükemmel sınıfsız sosyalist cemiyeti binası bizim gözümüzün önünde dikilmektedir; 2. aldırılmak, uyandırılmak.
turğuzuluu, işs. turguzul-‘dan.
turğuzuu, işs. turğuz-‘dan.
turist, r. turist, seyyah.
turk, kesilmiş ve derisi yüzülmüş hayvan gövdesi; buttun turku yahut buttun turkusu: ayağın, tabanın uzunluğu.
turku = turk.
turman, 1. (bu manayla daha ziyade eer turman), bütün takımlariyle birlikte eyer, bütün, tam süvari takımı; 2. gereçler, ev eşyası, tesisat; boz üynün turmanı: keçe evin ahşap kısmı, obanın kafesi.
turmuş, yaşayış, hayat (tarzı).
turna = turuna.
turnabay, kon. folk. dürbün, mikroskop; turnabay sal-: dürbünle bakmak.
turneps, r. şalgım turpu denilen yer turpu.
turnir, r. turnua.
turpak= topurak.
turpat, görünüş, şekil, biçim, çehre.
turpattaş 1. (birisiyle, bir şeyle) aynı biçimde olan; 2. db homonyme.
tursuğuy = bursuğuy.
tursuy- = bursuy-.
turu, bk. tur 1.
turuksuz, devamsız, sebatsız, kararsız. sallanan mütereddit.
turuktuu, 1. daimi surette yaşayan (ikamet eden); 2. sabit, muhkem, direngen, sağlam, musir, devamlı, inatlı.
turuktuuluk, sebat, devam,sağlamlık, israr, mukavemet, dayanma, dayanıklık; tap turuktuuluğu: sınfi mukavemet; bolşeviklik turuktuuluk: bolşevik sebatı, mukavemeti.
turum, ayak, kaide, destek.
turumduu, daimi, sabit, sağlam, metin.
turumduuluk, devam, sebat, sağlamlık, muhkemlik.
turumtay, falco vespertinus denilen doğan; turumtay tiygen taraançıday: doğanın hücumuna çarpan serçeler gibi (dağıldılar).
turuna, turna (kuş).
turupke, r. pipo.
turuş ı, işs. tur-‘dan; cürüş-turuş = cürüm turum (bk. cürüm).
turuş- ıı, müş. tur-‘dan.
turuştuk, mukavemet, sebat, dayanma; turuştuk ber -: sebat göstermek, karşı komak, dayanmak.
turuuçu, ikamet eden, yaşayan (oturan), sakin.
tuş, 1. karşı yanda bulunan mahal; tuşumdağı: karşımdaki; tuş bol-: karşılaşmak, tesadüf etmek; tuş kelgen. karşısına çıkan, herhangi bir rast gelen; tüşünğ tuş kelsin!: ruyan uygun gelsin!; tuş kıl-: karşılaşmaya zorlamak; bugün mağa caman cerden tuş keldi: bugün benim işlerim yürümüyor, bugün beni hep muvaffakiyetsizlikler takip ediyor; tuş kiyiz, bk. kiyiz; 2. yön istikamet; kaysı tuşta?: hangi yönde; tuş-tuşunan duşman menen kurçalıp kalğan: her yandan düşmanla kuşatılmış; tuş tarapka: her yana tuş keldi cakka kete berişet: atlara binerek, herkes bir yana gitti; 3. zaman,an,fırsat; bizdin tuşubuzda: bizim zamanımızda; tak oşo tuşta: tam bu zamanda, tam o dakkada; ar nerse öz tuşunda kımbat: her işin zamanı var, her şey zamanında kıymetli; tulpar-tuşunda, külük-künündö ats.: savaş atı bir hadise zamanında işe yaradığı halde; yürük at her zaman (lazımdır); tenğ-tuş: denk (aynı seviyede insanlar hak.), yaşıt.
tuşa-, kösteklemek (ön aykalara) bukağı vurmak; kuura tuşa- yahut cüyür tuşa-: (ayaklar birbirine dokunacak surette) sım sıkı kösteklemek; kenğ tuşa: serbest, geniş kösteklemek.
tuşakçı, tüfeğin bir kısmının adıdır.
tuşamış, 1. (ön ayaklardaki) kayış köstekler; 2. bukağı.
tuşar, atın ön ayağının aşağı kısmı (köstek vurulacak olan yeri); ayağın tırnakla diz arasındaki kısmı; kişini tuşarına tenğebeyt: insana kıymet vermiyor onun gözünde başkaları on para etmiyor.
tuşaştır-, (hayvanın ön ayaklarını) kösteklettirmek.
tuşat-, et. tuşa-‘dan.
tuşattır-, et. tuşat-‘tan.
tuşman = düşman.
tuşoo, 1. köstekleme; 2. köstek; tuşoo kırktır-: (yeni yürümeye başlayan çocuğun) kösteğini kesmek (merasimi).
tuşooluu, iki ön ayağına köstek vurulmuş olan.
tuşoor = tuşar.
tuşta-: tuştap 1. doğruca, doğru istikamet alarak; 2. tam bu dakkada, ne erken ne de geç.
tuştaş-, 1. karşı karşıya bulunanlar; atçandarğa tuştaş barıp: atlılarla aynı hizaya gelerek; 2. çağdaş, yaşıt.
tuştaştır-, dürüst uydurmak, birini diğerine uydurmak.
tuşuk-, karşılaşmak, tesadüf etmek.
tuşuktur-, karşılaşmaya zorlamak veya bırakmak, karşılaşma sebebi olmak.
tut ı, dut, dut ağacı.
tut-, ıı, tutmak; yakalamak; uuru tut.: hırsız saymak; koroonğo sak bol, konğşunğdu uuru tutpa ats.: ağılını koru, komşunu hırsız sayma!; kesek tut- mec.: yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.
tutalan-, hırslanmak, kin beslemek.
tutam, 1. kulp, sap; 2. bir avuç (nesne); 3. dört parmak genişliğinde olan uzunluk ölçüsü.
tutamda-, 1. yumruk içinde, yumulmuş elde tutmak; 2. tutam ile ölçmek (bk. tutam 3).
tutamdat-, et. tutamda-‘dan.
tutamdoo, işs. tutamda’dan.
tutan-, tutuşmak, yanmaya başlamak alevlenmek.
tutandır-, yakmak, tutuşturmak.
tutandıruu, yakma, tutuşturma.
tutandıruuçu, yakıcı, kundakçı; soguşu tutandıruuçu yahut soguş otun tutandruuçu: harp kundakçısı; soğuştu tutandıruuçulardın sokkusuna sokku menen coop berüügö dayarbız: harp kundakçılarının darbesine karşı darbe ile cevap vermeye hazırız.
tutanğıç, tutuşan, alevlenen; tutanğıç buyum: patlayıcı madde.
tutant- et. tutan-‘dan.
tutantuu, yakma, kundaklama.
tutantuuçu = tutandıruuçu.
tutanuu, işs. tutan-‘dan.
tutaş ı. baştan-başa. aralıksız, arasız, hep, tamamıyle; tutaş kollektivdeşken rayondor-: baştan başa kollektifleşmiş bölgeler.
tutaş- ıı. bitişik olmak; yan yana bulunmak, aralıksız (yekpare) bir hale gelmek.
tutaştır-, et. tutaş- ıı’den.
tutatkıç, kundakçı.
tutka = tutkuç.
tutkap, tutkak, çabuk kızma hassası.
sinirlilik; tutkabı karmap aldı: taşkınlık etti, aşırı derecede hiddetlendi.
tutkaptuu, tutkaktuu, hoppa, çabuk kızan,sinirli; kolu tutkaptuu: eli temiz değil.
tutkuç. 1. kulp,sap; 2. ocaktan kazanı indirirken kullanılan keçe ellik çay tutkuç: çaydanlığın kulpuna sarılan bez.
tutkun, 1. esaret, hapis; 2. esir, tutsak, mahpus.
tutkundal- esir olmak, esir düşmek, hapsedilmek.
tuttuk-, 1. idrar tutulmak; tuttuğup öl-: idrar tutulmaktan, üremiden ölmek; 2. (söylerken) kekelemek; tuttuğup ele süylöy albay koydum: kekeledim ve söyleyemedim; tuttukapay süylö!: kekelemeden, şaşırmadan, sakin bir tavırla söyle!
tutul-, tutulmak, yakalanmak, ele geçirilmek; kün tutuldu: güneş tutuldu; ay tutuldu: ay tutuldu.
tutuluu, işs. tutl-‘dan.
tutum, 1. devam: tutumu bar: devamı var; 2. aralıksız, arasız; acırağis tutum maani: parçalanmayan, bütün kavram; 3. es. zincir halkası.
tutun-, kendi çocuğu gibi tutmak; tuubasanğ da enek, tutunup meni bağıp al! folk.: gerçi, anneciğim, sen doğurmadın, fakat sen beni artık kabul ve terbiye et!; tuubasam da, tutunğan, emçek sütün berbesem, elik sütün berdim bi? folk: seni doğurmadımsa da, kabul ettim, seni kendi sütümle beslemeyip, dağ keçisi sütiyle mi besledim?
tutuş-, hep beraber tutmak, birbirini tutmak, tutuşmak (kapışmak).
tutuşuu, işs. tutuş-‘dan.
tutuu. 1. tutma, alıkoma; 2. obanın iskeleti; 3. obayı örten keçiler.
tuu ı. 1. sancak, bayrak; ötmöö tuu: geçici sancak; 2. tar. tuğ.
tuu ıı, kısır, henüz doğurmamış olan; tuu bee: kısır, doğurmamış olan kısrak.
tuu ııı, doğuş, doğum.
tuu- ıv, 1. doğurmak, doğmak, türemek; tuuyt (bazan tubat): doğuruyor; artık tuuğan: yüksek soylu, asil; cumurtka tuu-: yumurtlamak; ara tuu, bk. ara 3; tuuğan ene: öz anne; tuuğan cerim: doğduğum yer, vatanım; 2. tulu etmek (doğmak) (güneş, ay hakkında); başına kün tuudu: “başına güneş doğdu” (o daima muvaffak oluyor); başına kara gün tuudu: başına felaket geldi.
tuubas, kısır, doğurmayan (kadın, dişi hakkında).
tuuçu alemdar, bayrakdar.
tuudur-, 1. doğurtmak; tuudurğan ata: öz baba; üç ese tuudurup alasınğ: üç misli alırsın (mükafata nail olursun); 2. doğum sırasında yardım etmek.
tuuduruş-, müş. tuudur-‘dan.
tuuğan. hısım, soydaş kabiledaş; bir tuuğan: öz kardeş; bir tuuğan kızıl armiyabız: bizim öz kızıl ordumuz.
tuuğançıl, hısım akrabasını seven, akrabasına temayül gösteren.
tuuğançılık, akrabalık, kardeşlik hisleri, akrabalık münasebetleri.
tuuğandaş = tuuğan.
tuuğandık, akrabalık; bir tuuğandık salam: kardeşçe selam.
tuuğanduu, hısım akrabası bulunan; tuura biyde tuuğan cok, tuuğanduu biyde ıyman cok ats.: adil hakimde akraba yok, akrabalı hakimde ise iman yok.
tuuğuz- = tuudur-; tıynına som tuuğuzup: bir kapiğine bir ruble kazanarak.
tuul-, doğmak, doğmuş olmak; kayradan tuul-: yeniden doğmak, hayat bulmak; kayradan tuulğan: yeniden doğmuş, yeni hayat bulmuş olan.
tuulğa, tar. miğfer, tulga.
tuuluu, işs, tuul-‘dan.
tuuma: eneden tuuma bolup aldı: anasından doğduğu şekilde kaldı; üydö tuuma: evde oturan erkek veya kadın (erkekler hakkında daha ziyade alay edasiyle söylenir); calğız tuuma; biricik doğmuş.
tuur. alıcı kuşun oturduğu tünek.
tuura ı, 1. doğru dürüst, sahi, düz, adil, namuslu; tuuradan tuura yahut tupadan tuura: doğruca, doğrudan doğruya; tuura kel-: rast gelmek, münasip gelmek, tam zamanında olmak, hizaya gelmek; tuura emes: doğru değil; 2. en, genişlik; uzunduğu da, tuurası da: boyu da eni de: tuurası çıkkan: enine daha geniştir; tuurası coon, boyu bas folk.: geniş ve kısa boylu (insan hakkında); tuurası biyik çonğ korğon folk.: yan duvarları yüksek olan büyük kale; tuura çağımdan bir ün çıktı: yandan bir ses işitildi.
tuura ıı, (menfi cümlede) hiçbir zaman, dünyada!
tuura- ııı, doğramak, kıymak, et tuura-: et doğramak.
tuura- ıv, taklit etmek, yansılamak.
tuurala-, tevcih etmek, yoluna komak intizama komak, uydurmak; mutabık kılmak; ustavğa turalap: talimatnameye uygun bir tarzda.
tuuralan- ı. yoluna konmak, tanzim edilmek, uydurulmak.
tuuralan- ıı, hırslanmak, hiddetlenmek.
tuuralant-, et. tuurlan- ı, ıı-‘den.
tuuralcın, 1. genişçe, biçimsizce, geniş; 2. tıknaz, geniş yapılı ( insan hakkında).
tuuralık, doğruluk, açık yüreklilik namusluluk; tuuralık menen: doğlukla.
tuuralu, tuuraluu, hakkında, üzerine, dolayisiyle.
tuuramçı et doğrama uzmanı, ziyafetlerde kendisine et doğrama vazifesi yükletilen kimse; tuuramçıdan tuuganınğ bolsun ats.: et doğrayıcılarından akraban olsun! (aç kalmazsın!).
tuurandı, taklitlik; tuurandı söz gram.: taklitlik söz (onomatopee).
tuuraş ı. taklit, yansılama, taklit suretiyle alay etme.
tuuraş- ıı, müş. tuura ııı, ıv-‘ten.
tuurat-, et. tuura- ııı, ıv-‘ten.
tuurda-, (bir şeyin) yakınında dolaşmak; ayıl tuurda-: köy etrafında dolaşmak (mes. kurt hakkında, bir şey kapmak umudile köy civarında bekliyen hırsız hakkında; köyün himayesi altında kalmak isteyen çoban hakkında).
tuurduk, 1. (obanın bir kısmı) kerege (bk.) ‘yi örten keçeler (ki dört parçadan ibaret olurlar); bosoğo tuurduk: iki taneden ibaret ön tuurduk; törkö tuurduk: iki tane arka tuurduk: tuurduk kala-: obayı kurtarırken tuurduk’u pekitmek; tuurduk boo: tuurduk’u pekitmek. bağlamak için kullanılan ip: 2. (rad.) komşu.
tuurduu: tuurduu mal: bütün sürünün ziyneti olan hayvan; tuurduu kişi: cemiyetin süsü olan adam.
tuuruk ı, (mes. toprak, el hakkında) çatlamış kabuk boğlamış; 2. çatlak.
tuuruk- ıı, çatlamak kabuklanmak.
tuuruktal- = tuuruk ıı.
tuurul-, çatlamak; tuurulğan nan: çatlamış ekmek; tuurulğan kamır: uzamayıp dağılan, parçalanan hamur.
tuurult-, et. tuurul-‘dan.
tuuş ı, doğuş.
tuuş ıı, gayret, enerji, kuvvet; tuuşka cet-: büyümek, sağlamlaşmak, kuvvetlenmek: tuuşunğa cetersinğ, balam. tuuganınğı izdep ketersinğ folk.: büyüyesin, çocuğum. ve hısım akrabanı aramaya gidersin.
tuuş- ııı, müş. tuu- ıv-‘ten.
tuuşal-, bir yandan bir yana dönmek (uyanan insan hakkında).
tuuşalt, et. tuuşal-‘dan.
tuuşar, f duşar; alaamatka tuuşar kıl- kon.: felakete duçar kılmak.
tuuşkan, akraba.
tuuşkandık = tuuğandık; caşasın sssr elininğ tuuşkandık soyuzu!: yaşasın. sovyetler birliği milletlerinin kardeşlik birliği.
tuuştuu gayretli, enerjik, sağlam, dayanıklı.
tuut, 1. doğum (hayvan hakk.); tuut önöktüğü: genel doğurma münasebetiyle görülen faaliyet; 2. (dişi hakkında) doğurma devresinde yahut doğurma önünde bulunan; tuut bee: doğurmak üzere bulunan kısrak; tuut koy: kuzulamak üzere olan koyun.
tuy-, duymak, sezmek (farkına varmak).
tuyak, 1. hayvan tırnağı (tuynak); ay tuyak: tek tırnaklı (daha ör. bk. ay ı, 2); aça tuyak mal: namussuzca (mes. çalmak suretiyle) kazanılan hayvanlar; tuyak pul es. başkasının mer’asında hayvan otlatma ücreti; 2. tar. hayvan otlatma mukabilinde devletin aldığı resim; tuyak kat: hayvan otlatmak için alınan bilet; 3. at tuynağı şeklinde olan gümüş külçesi; tay tuyak: 1) aynı külçenin tay tırnağı biçiminde olanı; 2) at tuynağından çoban ayakkabı; tayağım menen tay tuyağımdın karın kanğk ettirip aldım: asamla (şanğırdayan) bir darbe ile ayakkabımdan karı vurup düşürdüm; 4. baş (hayvan sayısı); cüz tuyak mal: yüz baş hayvan; cılkı tuyağının azayışı toktolup, cılkı bağuu öydölöy baştadı: at sayısının azalışı durdu ve at yetiştirme işi artmaya başladı; 5. nesil, zürriyet; tuyağı çok cok folk.: zürriyeti yok; arkamda kalgan tuyak cok folk.: nesil, zürriyet bırakmadım; kalbadı perzent – tuyağım folk.: çocuğum-zürriyetim kalmadı; tuyak kör-: çocuk sahibi olmak.
tuyaksız, 1. tuynaksız (tırnaksız); 2. mec. çocuksuz, zürriyetsiz; tuyaksız ötüp ketembi? zürriyetsiz mi ölüp gideceğim? (iyi midir bu-).
tuyarman, kahin istikbali gören.
tuyarmandık, kehanet basiretlilik kablelvuku his.
tuyğak = tuyak.
tuyğu ı. basiret, uyanıklık.
tuyğu ıı. uygu sözünün tekidir.
tuygun, 1. beyaz atmaca (astur palumbarisus); kasa tuyğun: en iyi, hakiki atmaca; 2. ruhun sık sık tesadüf edilen sıfatıdır.
tuyla-, sıçramak, kıç atmak, cesurluk taslamak. horozlanmak; kan tuylayt: kan kaynıyor.
tuylak tay ıı-‘nin tekidir.
tuylan-, mut. tuyla-‘dan; cürök tuylandı: kalp çarpıntı yaptı.
tuylaş-, müş. tuyla-‘dan.
tuylat-, et. tuyla-‘dan.
tuytanğ, taytanğ sözünün tekidir.
tuytun-, servet edinmek.
tuytunda- = tuytun-.
tuytunğ, söz dinlemez, nazlanan.
tuytunğda-, kıvranmak. memnun olmayıp çırpınmak söz dinlememek.
tuytunuş, servet edinme, kazanç, kar.
tuytunuu = tuytunuş.
tuyuk, 1. kapalı. çıkmaz; tuyuk soy-: (deriyi) tulum şeklinde yüzmek; tuyuk col: çımaz yol; közü tuyuk: kara cahil; cuurkandı tuyuk uç kılıp cattım: yorğanın bir yarısıyla örtünerek, öteki yarısını da altıma sererek yattım; tuyuk karagay: bütün küknar kütüğü; tuyuk kat: imzasız mektup; 2. sertleşmiş bikir zarı; 3. koz tayin etmeden “aptal bırakma” maksadile kağıt oyunu.
tuyukta-, yolu kapatmak, geçilmez bir hale koymak.
tuyuktal-, bir şeyin içine alınmak, bir çıkmaza girmek. içinden çıkılmaz bir çalılığa girmek.
tuyuktan-, mut. tuyukta-‘dan.
tuyuktat-, mut. tuyukta-‘dan.
tuyun- 1. farkına varmak, anlamak, hissetmek; alardın arızın ukkanda, zalimkan cakşı tuyundu folk.: onların şikayetlerini dinleyince zalimhan iyi anladı; 2. sezilmek; görülmek; bir adamğa bilinbey, bir de canğa tuyunbay folk.: kimse tarafından tanıtılmadan, kimsenin ruhu duymadan.
tuyundur-, hissettirmek, çaktırmak, farkına vardırmak, haberdar etmek.
tuyundurma, bahis etme, izah etme.
tuyunduruu, izah.
tuyunul-, hissedilmek,… hissini vermek.
tuyunuş-, müş. tuyun-‘dan.
tuz, tuz; calama tuz: kaya tuzu; tuz aramı: nankör; tuz tat-: ekmeği tuzu tatmak, ikramdan ve misafirperverlikten istifade etmek; tuz tatış: hep birlikte ikram edilmek kudaydın tuzun uurdadımbı!: allahın tuzunu çalmadım ya!: benim nem eksik!: tuz ursun! (başlıca. nankör hakkında ilenç sözüdür); özüm menen bir tatkan tuzum ursun başınğan folk.: benimle beraber tattığın tuz vursun!: kızmatımdan tartınıp kırk ciğit. seni tuz urdu folk.: siz, kırk yiğit. benim hizmetimden ayrıldınız. bu nankörlüktür; tuz atta-: es. (antiçme şekillerinden biridir), tuz üzerinden atlamak; tuz kötörülüp turat: kısmet böyle beliriyor; tuz buyursa yahut tuz kötörülsö yahut tuz bolso: kısmet olursa; tuzum bolso, kelermin folk.: kısmet olursa gelirim; tuzğa siy- es.: haklılığı, suçsuzluğu hakkında yemin etmek (harfiyen.: tuza işemek; bu ant en kuvvetli, en korkunç sayılırdı); tuzunğa siysem, onğombu? folk.: sana verdiğim sözü, andımı, bozarsam, iyi olur mu hiç?; tuzğa siydir-: haklılığı, auçsuzluğu hakkında yemin ettirmek (harfiyen.: tuza işetmek); tuz kömgöndöy köm-: serseriyi gömer gibi, saygı göstermeksizin, lazım gelen merasime riayet etmeksizin gömmek.
tuzak herhangi bir tuzak; cele (bk,), kıltak (bk.) ve s.; taman tuzak: atı ayağından tutmak için ilmik; tuzak tart-: tuzak kurmak.
tuzakçı, tuzaklar kurmak suretiyle avlayan.
tuzda-, tuzlamak.
tuzdal-, pas. tuzda-‘dan.
tuzdaş, sofradaş, bölük veya mektep arkadaşı; kırk cigitim, tuzdaşım; kıynoodo turat bir başım folk.: kırk yiğitim, kırk sofradaşım, benim başıma felaket geldi.
tuzdat-, et. tuzda’dan.
tuzdoo, tuzlama.
tuzduu, tuzlu.
tü = tüü.
tübölük, daima, ebediyen, her zaman için; tübölük coldoş: ebedi yoldaş; künümdügün karaba, tübölügün kara: günlük işe bakma: daimi kalacak işe bak!; tübölügü tüz olsun: istikbali iyi olsun!
tübürt, ayak patırtısı.
tügöl, bütün tam olarak, tamamıyle; tügölü menen keldi: tam olarak hepsi geldiler.
tügöldö-, sayısını, niktarını tahkik etmek, hesaplamak. yekün çıkarma. bilançosunu yapmak.
tügöldöö. sayısını, miktarını yoklamak, hesaplama; yekün çıkarma.
tügöldöt-, sayısını, miktarını tahkik ettirmek, hesabını yaptırmak, yekününü çıkarttırmak.
tügöldötüü işs. tügöldöt-‘ten.
tügön ı. = tükön.
tügön-, ıı. tükenmek, kurumak; betinğ tügöngön!: vay seni, mendebur!
tügöngür kahrolası.
tügöngüs, tükenmez, bitmez.
tügönüş, son, nihayet; tokson coldun tügönüşü folk.: doksan yolun nihayeti (doksan yolun kavşağı).
tügöt ı. 1. = tügöngür; 2. tutumsuz, müsrif.
tügöt- ıı. 1. tüketme, bitirmek, sona erdirmek; 2. tasfiye etmek; 3. kurutmak.
tügötküç, ihtilas eden.
tügötküs, tükenmez.
tügötüü, 1. tüketme, sonuna erdirme; 2. es. tasfiye, tügötüü komissiyası: tasfiye komisyonu; 3. ihtilas.
tügöy. çiftin teki; çift olan: on eki tügöy kabırga. biröö kalbay, bölündü folk.: on iki çift kaburganın hepsi (zayıflıktan) belirdi.
tügül, değil: a tügül. seni de alıp ketemin: yalnız onu değil, seni de götüreceğim; ördök tügül. karğa körünböyt: ördek değil, karga bile görünmüyor.
tügülön = tükön; palan-tügülön = balan-tükön (bk. tükön)
tük, 1. tüy (tendeki). ince tüy; donğuzdan tügü: domuzun kılı: bet tügün çağırıp (insan hakkında): tüyleri örpererek, hırslanara; tük bütkön (yahut kütkön) sayın kaltırayt ats.: tüy büyüdükçe titriyor (zenginliği arttıkça, hasisliği de artıyor); 2. (menfi cümlede) asla… hiçbir veçhile, hiçbir zaman; tük cok; asla yok, katiyen yok; tükkö turbayt: hiçbir kıymeti yok; tükkö da tüşünböyt: hiçbir şey anlamıyor; tük neme; hiçbir şey: katiyen hiçbir şey; tüktö: hiçbir vakit; açta cegen kuykanı tüktö unutpa ats.: açken yediğin deriyi (bk. kuyka) tokken unutma, tokken yediğin deriyi ise, hiçbir zaman unutma!
tükön, balan sözünün tekidir; balantükön yahut palan-tükön: filanfestekiz: filanfıstık (bk. tükün, tükünçö, tükündöy).
tüksöy- = tüksüy-,
tüksüy-, 1. tüylü gözükmek, tüylü yüzlü olmak; tüksüyüp- tüktöyüp, çaçın cıyalbay cüröt: saçlarını toplap taramadan perişan bir halde geziyor; 2. mec. kin beslemek.
tüksüyt-, et. tüksü-‘den.
tükşümöl, müphem tahmin; akla gelen tasavvur, şüphe.
tükşümöldöt-: tükşümöldötüp sura-: bir şeyi artık biliyormuşsun gibi sormak ve bu suretle muhatabını cevap vermeye mecbur eylemek.
tüktö-, kabuğunu ayırmak (mes. arpayı dövmek suretiyle).
tüktönğdö- = tüksüy-.
tüktöy- = tüksüy-.
tüktöyt- = tüksüyt-.
tüktüü, tüylü, kıllı.
tüktüy- = tüksüy-.
Dostları ilə paylaş: |