KARŞI TARAFIN DELİLLERİ
Şöyle denilebilir: "Bu kitapta alimlerden nakledilen delillerde, bu meselenin ihtilâflı bir mesele olduğu anlaşılmaktadır. Öyleyse ölülerin işittiğini savunanların da dayandıkları deliller olacaktır."
Ben de şöyle derim: Ben hiç kimsenin, ölülerin hayatta yaşadıkları gibi işittiklerini açıkça söylediğini duymadım ve bir alimin böyle bir şeyi söyleyeceğini de zannetmiyorum. Sadece onlardan bazılarının işitmeyi isbat eden delilleri topladıklarını gördüm. En kuvvetli delil olarak aldıkları iki hadis var:
Birincisi: Bedir kuyularına atılan müşriklerin ölülerinden bahseden hadis. Daha önce geçen açıklamadan sizin de anladığınız gibi, o işitme sadece onlara has olan bir işitmeydi. Yine bu, diğer taraftan ölüler hakkında esas olan şeyin onların işitmediğine delildir. Yine onların işitmesi bir mucizeydi ve bunun tekrar olabileceğini de kimse söyleyemez.
İkincisi: "Ölü, defnedenler ayrıldıklarında, onların ayak seslerini işitir." hadisidir. Başka rivayette şöyledir: "Kul kabrine konulup insanlar ondan uzaklaştıklarında, onların ayak seslerini duyar. Sonra iki melek gelir…"1
Görüldüğü gibi hadis, ölünün kabre konulmasından ve soru sormak için iki meleğin gelmesinden bahsetmektedir. Yoksa genelleştirilemez. Bu yüzden Hanefîler’den İbn Hümâm gibi alimler bu görüştedirler. Kitabın 77, 78 ve 79. sayfalarında gelecek.
Yine onların buna benzer başka delilleri de var, fakat senedleri sahih değil. Onlardan bir tanesinde, ölünün kendisini ziyaret edenin selâmını işittiği var. Diğerinde ölünün işitmesinden bahsedilmiyor. Bazıları Uhud şehidleriyle ilgili ve hepsi de zayıf. Bazısı bazısından daha zayıf, siz bunları 91. sayfada dipnotta göreceksiniz.
Bu deliller içinde en garip olanı ise, İbn Kayyım (rh)’ın yazdığı Kitâbu’r-Rûh’da 8. sayfadaki birinci meselede, "Ölüler ziyaret edenleri ve onların selâmlarını bilirler mi, yoksa bilmezler mi?" başlıklı yazısı. Bakın orada bu soruya şöyle cevap veriyor: "Bu konuda onlara selâm verenin, "ziyaretçi" diye isimlendirilmesi bile yeter. Eğer ölüler onu hissetmeseydiler, o zaman "ziyaretçi" diye isimlendirilmesi zaten doğru olmazdı. Çünkü ölü, kendisini ziyaret edenin kim olduğunu bilmeseydi o zaman ziyaret eden için "Onu ziyaret etti." denmesi doğru olmazdı! İşte bütün insanların katında ziyaret etmekten kasıt da budur. Aynı şekilde ölülere selâm vermek de böyledir. Yani kendisini tanımayan veya hissetmeyen birinin selâm vermesi anlamsız olur! Rasûlüllah (sav) de kabirleri ziyaret ettiklerinde ümmetine şöyle demelerini öğretmiştir: "Ey kabirde yatanlar, size selâm olsun…" Bu selâm, konuşma ve seslenme, her ne kadar selâmı verenin cevabını duymasa da, karşıda bulunan ve bu selâmı duyan, dinleyen, anlayan ve karşılığını veren içindir."
Allâh’ın yardımıyla ben şöyle derim:
Allâh İbn Kayyım’a rahmet etsin, bu şekilde gaybî bir meseleye aklı delil kullanarak girmesi, O’na hiçbir şey kazandırmaz. Vallahi, eğer birisi bu sözü İbn Kayyım’dan aktarsaydı, özellikle O ve hocası İbn Teymiye’den öğrendiğimiz usûl ilmi ve Selefî kâidelerin ışığında ben kendim bu sözün üzerinde enteresanlığından dolayı hiç durmazdım. Bu söz, akıl ve kıyasla konuşan insanların sözüne benzemektedir. Onlar, gaybı görünen şeylere; Yaratıcı’yı da yaratılana ölçü tutarak kıyas ederler. Bu da bâtıl ve boş bir kıyastır ki, yine o aynı İbn Kayyım, kelâmcılardan ve bid’at ehlinden bunun benzerini kullananlara reddiyeler vererek elinin tersiyle çarpmıştır. Bu yüzden ben, Kitâbu’r-Rûh’un İbn Kayyım tarafından yazıldığında şüphe ediyorum. Allâh bilir belki de O, bu kitabı ilminin ilk zamanlarında yazmıştır.
Dahası O’nun bu sözü hem ziyaret, hem de selâm olarak iki kısımda kabul edilemez. Şöyle ki:
Dostları ilə paylaş: |