_JO ¦ ^uluk. ıcıuıyciiııuc L/uyıu uıııııcıı i dllllMdr
yemezler. Öyle ki çocuk, kısa bir tramvay yolculuğu esnasında, hiç kimseye fark ettirmeden, onlarca kişinin cüzdanını çalabilmektedir. Hatta çaldığı cüzdanların içindeki paralan aldıktan sonra cüzdanları yine kimseye hissettirmeden, aynı ceplere koyabilmektedir.
Babası, oğlunun bu başarısı ile gurur duymaktadır. Çünkü kendisi, geçmişte, kapkaççılık konusunda ciddi bir eğitim almadığı için birçok defa polislere yakalanmıştır. Can sıkıcı karakol olaylarını çocuğunun da yaşamaması için onu, en iyi şekilde eğitmiştir.
Şimdi soracak olursak: Bu çocuk, iyi eğitilmiş bir çocuk mudur?
Cevap, "Evet, bu çocuk, çok iyi eğitilmiş bir çocuktur" olacaktır. Yani eğitimde başarı yakalanmıştır!
Peki, bu çocuk, "İyi terbiye edilmiş bir çocuk mudur?"
Cevap, "Hayır, bu çocuk, iyi terbiye edilmiş bir çocuk değildir."
"Çocuk eğitimi" ile "çocuk terbiyesi" arasındaki fark nedir?
Kelime anlamı olarak baktığımızda, belli bir konuda bilgi, beceri ve tecrübe kazandırmaya, "eğitim" diyoruz.
İyi eğitilmiş çocuk da belli bir konuda, bilgi, beceri ve tecrübe kazandırılmış çocuk demektir. Yani kapkaççılık konusunda çok iyi bilgi ve beceri kazanmış usta bir çocuk, iyi kapkaççılık eğitimi almış çocuktur.
Kötü eğitilmiş çocuk ise eğitilmesi düşünülen konuda, eğitici tarafından, yetersiz bırakılmış çocuktur. Bu noktada altını özellikle çizmek istiyorum ki iyi eğitim, "eğitimin iyi" olduğuna vurgu yapmaktadır, eğitimin içeriği ve konusunun iyi olduğuna değil. Bu açıdan baktığımızda, kötü eğitim
^1/v.ur ı cı uıyeaı uue uuyru Diıınen Yanlışlar ¦ b/
ise "eğitimdeki başarısızlığa" vurgu yapar, eğitilen kişinin kötü olduğuna değil.
0 halde "çocuk terbiyesi" nedir?
Terbiyenin kelime anlamı, çocuğun "ruhen" ve "cismen" yükselmesi, olgunlaşması, kemale ermesidir.
Örnekteki iyi bir kapkaç eğitimi almış çocuğu, iyi terbiye almış olarak kabul edemeyeceğimiz çok açıktır. Çocuk, yankesicilikle "cismen" olgunlaşmış olsa da "ruhen" cüce kalmıştır.
Bununla birlikte çocuk eğitimi ve çocuk terbiyesindeki önemli farklardan biri de "hedeftir. Çocuk "eğitimi"nde varılacak en son hedef önemlidir. Çünkü başlangıçta tayin edilmiş olan hedefe çocuğun ulaştırılmış olmasına, "eğitimde başarı" diyoruz.
Örneğimizde, baba, çocuğunu "usta bir kapkaççı" olarak yetiştirmeyi hedef olarak seçmiştir. İyi ve disiplinli bir eğitim süreci ile çocuğunu da o hedefe ulaştırmıştır. Bu itibarla, bu eğitimde başarı yakalanmıştır diyebiliriz.
Çocuk "terbiyesi"nde ise hedeften önce, başlangıç noktası önemlidir. Bunu "referans nokta"sı olarak isimlendiriyoruz.
Çocuk terbiyesindeki referans noktaları olarak normlar (evrensel kabul görmüş değerler, örf-adet, kültür, din) alınıyorsa artık buna çocuk eğitimi değil, "çocuk terbiyesi" diyoruz.
Örneğe yeniden dönecek olursak yankesici baba, "Ben çocuğumu iyi bir kapkaççı olarak terbiye etmek istiyorum" dediğinde, karşısına, "normlar" çıkacak ve babanın kendi çocuğunu kapkaççı olarak eğitmesine izin vermeyecektir. Eğer baba, çocuğunu ısrarla kapkaççı yapmak isterse o takdirde bu çocuğu -norm dışı hareket eden anlamına gelen- "anormal davranışlı" diye adlandıracağız.
JO ¦ LULU1\ ICIUiyCOlMUC l^uylU UIIIIICII I dil I I Ş I Ü l
Yani bir çocuğun, eğitimde başarı sağlayamamış olması, asla o çocuğun anormal olduğu anlamına gelmez. Yahut eğitimde başarı sağladığı halde din, kültür, ahlak ve norm dışı davranışlar sergileyen kişiye de normal biri diyemeyiz.
O halde biz çocuklarımızı iyi bir terbiye ile eğitmeliyiz!
Çocuk Tanınmadan, "Çocuk Terbiyesi" Olmaz
Hiçbir çocuk bir diğeri ile aynı değildir. Nasıl ki gökyüzünden dökülen milyarlarca kar tanesi birbirine benzediği halde, hiçbiri birbirinin aynı değilse her bir çocuk da bir diğerinden farklıdır. Hepsi ayrı karaktere sahiptir. Bu, kardeş bile olsa...
Eğer çocukların bu farklılıkları göz önüne alınmadan, karakterleri tanınmadan çocuk terbiyesine soyunulur ise şahin karakterli bir çocuk, bir süre sonra korkak bir kargaya dönüşme riski taşır. Nasıl mı?
Şahin'in korkak bir kargaya dönüşme hikâyesi
Yaralı şahin kuşu, bir yaşlı kadının bahçesine kondu. Yaşlı kadın perişan görünümlü şahine acıdı, merhamet etti ve yanına aldı.
w v - yuvui's. ihiuı/vjiKuı, \j \j y ı u uıııııcıı I alilindi
Aç şahinin Önüne çocukları için hazırladığı hamur bulamacını koydu. Şahinin birden önüne konan tasa gagasını daldırmasıyla başını sallayarak geri çekmesi bir oldu. Çünkü şahin et yerdi; bu yüzden de hamur bulamacını yiyemedi.
Yaşlı kadın, şahinin bu halini görünce üzüldü; "Vah!" dedi. "Gagan uzamış, kıvrım kıvrım olmuş. Yumuşacık bir hamur bulamacını bile yiyemez olmuşsun. Senin önceki sahibin hiç mi Allah'tan korkmazdı ki şu gaganı düzeltmemiş" dedi ve eline aldığı kör makas ile şahinin gagasını kesmeye çalıştı.
Şahin, yaşlı kadının elinden kurtulmak için çırpınsa da nafile, kaçamadı. Sonunda yaşlı kadın şahinin gagasını kesti.
Şahin çırpmırken yaşlı kadın, şahinin kanatlarım gördü. "Vah" dedi. "Senin eski sahibin sana hiç bakmamış, şu kanatların ne hale gelmiş? Kimi uzun kimi kısa kalmış..."
Bu düşünceyle eline makası alarak şahinin güzelim kanatlarını düzeltmeye başladı. Şahin acı ile kıvrandı, çırpındı... Çaresizce pençelerini kadının koluna attı ve tırnaklarını kadının koluna geçirdi. Yaşlı kadın şahinin kanatlarını -güya- düzeltirken koluna batan tırnakları gördü. "Vah, vah! Önceki sahibin ne kadar merhametsizmiş. Bir kere bile tırnaklarını kesmemiş. Tırnakların ne de çirkin olmuş" dedi ve elindeki makas ile şahinin avlanırken kullandığı pençelerini söktü attı.
Cahil, yaşlı kadının elinde rezil olan şahinin gözleri doldu.
Yaşlı kadın, şahinin bu halini görünce hiddetlendi:
"Kimseye iyilik yaramıyor ki... Ben iyilik yapıyorum, kuş ağlıyor" dedi ve elindeki kuşu, "Git hadi bildiğin yere" diyerek kaldırdı, havaya attı.
Şahin çırpındı uçmak için; ama kanatları kesilmişti bir kere, uçamadı. Acı ile yere inmek istedi, tırnakları sökülmüştü
y w v. u r\ iLlliljCJIIIUC U U y [ U L> I I I I I C I I T Ü IH I Ş I d T ¦ Ol
yere de konamadı. Kendini yan üzeri bir kulübeciğin arkasına attı.
Koca koca avları, gökyüzünde süzüle süzüle avlayan cesur şahin kuşu, cahil kadının elinde korkak bir kargaya dönüşmüştü...
İşte birçok anne baba da -bu bilgisiz kadın gibi- çocuklarını yeterince tanıyamadıkları için ellerindeki "şahin" bakışlı çocukları, kargaya çeviriyorlar ve bunu fark etmiyorlar. Hâlbuki çocuk terbiyesinin birinci ve en önemli maddesi çocuğu tanımaktır.
Çocuğunuzu yeniden keşfedin
Albert Einstein'ı bilirsiniz. Hani dünyanın en zeki adamı olarak kabul edilen ünlü Alman fizikçi...
Albert Einstein, çocukluk yıllarında ne öğretmenleri ne de ailesi tarafından yeterince keşfedilememişti. Öğretmeni Einstein'ı her defasında babasına şikâyet ediyor, "Çocuğunuz öğrenim zorluğu çekiyor, bu da diğer çocuklara öğreteceğim konuların hızını kesiyor" diyordu. Einstein'ın babası artık okulun bu baskılarından bunaldığı için oğlunu okuldan aldı ve "hiç olmazsa bir mesleği olsun" diyerek meslek okuluna kayıt ettirdi.
12 yaşına kadar oğlunun eğitim problemleriyle boğuşan baba, çocuğunun dünyanın en zeki insanı olduğunu fark edemedi.
Anlasaydı şayet, her sinirlendiğinde, "Senin kadar aptal bir çocuk daha dünyaya gelmemiştir" diye bağırıp çağır-mazdı herhalde.
Einstein okulda başarısızdı; çünkü öğretmenin öğretmeye çalıştığı konular onun ilgisini çekmiyordu... O dönemde ta-
2
Mevlana Hazretleri'nin Mesnevi eserinde yer alan doğan kuşu hikâyesinden esinlenilmiştir.
0£ ¦ ^ULUK I eruıytilMUC uuyru uımıcıı i d ı ıı ı i ı d. r
rım toplumu olan Almanya'da, "İnek nasıl sağılır? Toprak nasıl gübrelenir? Ağaç nasıl budanır?" konulan çocuklara öğretiliyordu. Einstein için bunlar anlamsız şeylerdi. O yüzden dikkatini veremiyordu bir türlü anlatılan derslere... O, kâinattaki ince dengenin nasıl kurulduğunu, maddenin ötesindeki mananın nasıl şekillendiğini merak ediyordu.
Yıllar sonra Einstein'in farklılığı anlaşılınca bilim dünyası, onun her konuşmasını nefesini kesip dinlemeye başlamıştı. Ne yazık ki her çocuk, Einstein kadar şanslı değil...
Derslerinde başarısız olan binlerce çocuğun, bir ömür boyu karga muamelesi yapılarak tırnakları, gagası, kanatları yolunarak şahini şahin yapan tüm özellikleri kopartılıyor da kimsecikler çok defa fark etmiyor bile.
Sadece Einstein değildir; aynı kaderi yaşayan. Daha kimler var... Mesela Van Gogh. Dünyaca ünlü ressam Van Gogh'un tabloları bugün paha biçilemeyecek kadar değerli olduğu halde, yaşadığı dönemde kimsecikler dönüp onun yaptığı resimlere bakmıyordu bile. Hatta eşi ona bir gün, "Bırak şu gereksiz işleri de git adam gibi bir işte çalış, evinin ihtiyacını karşıla, evde yemek yapacak bir şeyimiz kalmadı" dediğinde, öyle sinirlenmişti ki atölyesinde bulunan onlarca tabloyu o gün sokak ortasında bir parça ekmek karşılığında satmıştı. Dün bir ekmek karşılığında satılan o tablolar, bugün kimin elinde ise o kişi dev bir hazinenin sahibi durumunda...
Çocuğu tanımada, "başarı" mı "başarısızlık" mı ölçü olmalı?
Çocuğunun eğitimi konusunda tavsiyeler isteyen bir anne:
- Kızım Tarih ve İngilizcede çok zayıf. İstemeye istemeye özel derse gönderiyorum. Bu da onu çok yoruyor. Onu mo-
i^ocuk leroıyesınae uogru bilinen Yanlışlar ¦ 63
tive edebilmem için ne tavsiyelerde bulunursunuz, diye sormuştu...
Bense bu kız çocuğunun hangi derslerde iyi olduğunu merak etmiş ve sormuştum. Anne:
- Matematikte çok başarılıdır kızım, demişti.
- Peki, neden kızınızı matematikte özel derse yazdırmıyorsunuz, diye sorduğumda ise anne, omuz silkerek:
- Gerek görmüyoruz, çünkü kızım çocukluğundan beri matematik dersinden hep on üzerinden on alır, demişti...
Şaşırmıştım annenin "Gerek görmüyoruz" deyişine... Çünkü bu anne, kızının başarısız olduğu derslere verdiği önemi, başarılı olduğu derse göstermiyordu. Hâlbuki bu çocuğun kabiliyeti, matematik sahasında ayan beyan ortaya çıkmıştı. Anne kızının bu başarısını "Gerek yok" diye geçiştiriyordu...
Hem kendinize hem de etrafınızdaki ebeveynlere bakın, aynı örnekteki bu anne gibi davrandığınızı fark edersiniz. Genelde çocukların başarısız oldukları alanlarda daha fazla yardıma ihtiyaç duydukları düşünülür ve bu sahalar takviye edilir. Oysa asıl önemli olan çocuğun başarılı olduğu alanlarda destek görmesidir.
Ne yazık ki günümüz eğitim sistemi, her şeyden bir şey öğretmeye yönelik olduğu için bir şeyden her şeyi bilmeye yönelik kabiliyet taşıyan çocuklar arada kaybolup gitmekte-ler. Hâlbuki anne babalar, çocuklarının başarısızlığına dikkat çektiği ve özen gösterdiği kadar (ve hatta daha da fazla) çocuklarının başarılı oldukları sahalara da eğilmeli, onların meyillerini takip etmeli, o konularda yollarını açmalı, destek vermeliler...
Çocuğu en iyi tanıyan, annedir
Hiçbir kişi, bir çocuğun kabiliyetini keşfetme konusunda anne-baba kadar bilgiye sahip olamaz. Özellikle anneler, ço-
cuklarının doğduğu ilk günden son güne kadar hangi kabiliyetlerinin olduğunu anlayabilecek özel donanıma sahiptirler. Yeter ki bu donanımı "empati" kanallarını tıkamadan kullanabilsinler. Tabii ki her anne-baba iyi niyetlidir ve çocuklarının geleceğini en iyi biçimde şekillenmesini ister. Ancak iyi niyet, her zaman iyi netice vermez.
Yaşlı kadın da iyi niyetliydi, bahçesine konan şahinin kanatlarını, pençesini iyi niyetle kesmişti; lakin o güzelim şahin, iyi niyetli; fakat bilgisiz yaşlı kadının elinde rezil olmaktan kendini kurtaramadı.
O halde bir ebeveyn olarak yapılacak ilk şey, daha anne karnındayken çocuğun psikolojisini yakından takip etmek ve doğduğu andan itibaren onu tanımaya gayret sarf etmektir.
/
Akıllı Uslu Çocuk, Terbiyeli Çocuk mudur?
38 yaşında, üç çocuk annesi olan Nisa Hanım, çok önemli bir soru sormuştu:
"Çocuklarımızı yetiştirme konusunda eşim ve ben çok hassas davranmaya çalıştık; ama 16 yaşındaki büyük kızımın bana söylediği bir söz vicdanımı sızlaüyor. Kızım bana, 'Sizin yüzünüzden, ben hiç çocukluğumu yaşamadım' deyince şok oldum. Hâlbuki kızım çok sakin bir çocukluk geçirmişti. Ne beni ne de babasını üzecek bir şey yapmadı bu yaşa kadar. Kızımın, yıllar sonra mutlu geçen çocukluğu için böyle söylemesine anlam veremiyorum. Ben nerede hata yaptım?"
Bu soru, aslında, bizim çocuk terbiyesinde ne kadar yanlış yollarda gezdiğimizin de bir işaretidir. Çünkü ne yazık ki bizim çocuk terbiyesinden anladığımız şey, akıllı uslu çocuk yetiştirmek. Hâlbuki "akıllı, uslu" diye tarif ettiğimiz çocuk-
ların normal çocuk olmama ihtimali oldukça yüksektir. Lakin biz, anne babalar çoğu zaman bunu fark etmeyiz; tıpkı Nisa Hanım ve eşinde olduğu gibi.
Size bir sır vermek istiyorum ve lütfen bu sırrımı herkesle paylaşın! Çünkü anne babalar bu sırrı bilmedikleri için çocuk terbiyesinde ciddi yanlışlara düşüyorlar ve yıllar sonra çocukları tarafından yüzlerine vuruluncaya kadar da bu yanlışı fark etmiyorlar.
Lütfen oturup kalktığınız ve tanıdığınız tüm anne-babalara söyleyin ki akıllı uslu zannettiğimiz çocukların; aslında yanlış terbiye edilmiş olma ihtimalleri çok yüksektir.
Neden?
Çünkü akıllı uslu çocuk yoktur.
Çocuk, delidir...
Ne kural bilir ne de kaide...
Henüz dünyaya gelmiş bir çocuktan hangi kural ve kaideye uymasını bekleyeceksiniz ki!.. Çocuk bu. Koşacak, coşacak, düşecek; bazen cam kıracak bazen de kalp... Eğer bir çocuk bunları yapmıyor; sanki büyük bir adam gibi, evin bir köşesinde akıllı uslu oturuyorsa muhtemelen o çocuk ya velidir ya da üzerinde yoğun duygusal veya psikolojik baskı vardır. Tıpkı Nisa Hanım'ın sorduğu sorunun satır arasında gizli olan gerçek gibi. Nisa Hanım ne demişti?
"Kızım, bugüne kadar, ne beni ne de babasını üzecek bir şey yapmadı!"
Nisa Hanım'a şöyle bir soru yöneltmiştim:
"Kızınız, neden sizi üzecek bir şey yapmadı yahut yapamadı?
Sakın kızınız, sizin sevginizi kaybetmekten korktuğu için, sizi üzmemek için, çocukluğunun deli dolu yanlarını yaşamaktan vazgeçmiş olmasın?
Siz farkına varmadan kızınıza 'Eğer yanlış yaparsan üzülürüm' duygusal baskısını hissettirmiş olmayasmız ve kızınız da sizin sevginizi kaybetmemek için 'akıllı uslu olmalıyım' sahte kimliğine bürünmüş olmasın?"
Ne yazık ki birçok anne baba, akıllı uslu çocuk hayali kurarken kızlarının/oğullarının üzerinde yoğun bir duygusal baskı oluşturduklarını farkına bile varmazlar. Hâlbuki anne babanın aslî görevi, çocuklarına baskı yaparak karakter değişikliğine zorlamak değil, aksine daha bebeklikten itibaren çocuklarını iyice tanıyarak onların kabiliyetlerini ve zayıf yanlarını keşfetmektir. Keşfettikleri kabiliyet ve zaafları hesaba katarak onların hem ahlakî hem de zihinsel gelişimlerinin önünü açmaktır.
Eğer bu söylediklerim size birazcık tanıdık geliyorsa işte hata yaptığınız yer de orasıdır.
Peki, Nisa Hanım ve onunla aynı kaderi paylaşan aileler böyle bir durumda neler yapabilir?
Nisa Hanım'a ve onun nezdindeki bütün ailelere sesleniyorum:
Aslında yapacağınız çok da bir şey yok. Zaman geriye dönmüyor. Size tavsiyem, çocuğunuzla oturup çok açık yüreklilikle konuşun.
"Kızım/oğlum seni öyle seviyorduk, öyle seviyorduk ki bir şeyler yanlış gidecek, diye, senin çocukluğunu yaşamana bile fırsat vermedik. Belki de çocuk yetiştirmekte çok bilinçli değildik. Keşke bize hakkını helal etsen" deyin.
Çekinmeyin, deyin.
Göreceksiniz bu sözünüz, kızınızın/oğlunuzun boğazm-daki düğümlenmiş kördüğümü çözen sihirli söz olacakür ve sizin bu samimi itirafınız, onun gözünde büyük değer kazanmanızı sağlayacaktır.
Bu cevaptan da anlaşılacağı üzere, anne babanın çocuk terbiyesinde aslî görevi, çocuğunun fıtratını değiştirmek ve onu akıllı uslu, sessiz sakin bir çocuk yapmak için mücadele etmek değil, aksine çocuğunun özelliklerini keşfedip o özelliklerine göre onu yetiştirmek ve onun kendisi gibi olma yolunu açmaktır.
Hani derler ya, "Karga, serçenin yürüyüşünü taklit edeyim derken kendi yürüyüşünü şaşırmış" diye. İşte anne babalar, çocuklarının yaradılıştan sahip oldukları fıtratı çok iyi tespit etmeli ve o fıtrata uygun, yol açıcı yardımcı olucu bir eğitim/terbiye metodu geliştirmelidirler.
Terbiyedeki asıl maksat, koltuğun bir köşesine oturmuş, büyük adamlar gibi sessiz sedasız bekleyen çocuk yetiştirmek değil, aksine çocuğun kendi ruhu ile özgürce; ama belirli kurallar dâhilinde kendini sergilemesine yardımcı olmaktır.
Çocuk Terbiyesi İçin Mükemmel Fırsat: Ramazan
Hangi yetişkine sorarsak soralım, çocukluğun en güzel anılarının gizli sandukasından bayram kıyafetleri ve Ramazan telaşı çıkar.
Dün bizim için "Ah, o eski Ramazanlar!" olan hatıralar, yarın kendi çocuklarımızın da ağzından duyacağımız ifadelere dönüşecektir. Ramazan hatıralarını özel kılan şey, eski Ramazanların güzelliğinden daha çok, çocukların "saf" ve "temiz" duygularla o günleri yaşamasıdır. Bir anne baba olarak bize düşen şey, bugün yanı başımızda bizden habersiz kendi dünyası içinde Ramazan yaşayan çocuklara öyle Ramazan hatıraları yaşatmak olmalıdır ki, çocuk, yıllar sonra kendi Ramazan hatıralarını anlatırken anne ve babasını muhabbet ve dua ile yâd etsin. O saf ve tertemiz kalbi ile sizin yanınızda gördüğü her şeyi, hiçbir süzgeçten geçirmeden zihninin en silinmez noktalarına nakşetsin. Çünkü Ra-
mazan, çocuk terbiyesi açısından bulunmaz bir fırsattır. Hem anne baba hem de çocuk için...
Çocuktan terbiye olmak
Eğer anne baba, çocuklarının Ramazanını dolu dolu geçirmek için gayret sarf etmek üzere bir Ramazan hazırlığına girerse, aslında farkında olmadan kendi Ramazan günlerini de dolu dolu geçirecektir. İşte biz buna "çocuktan terbiye olmak" diyoruz.
Hani kendisinden sigara içmemesini isteyen ancak kendisi sigara içen anne babaya çocuğun "O halde sen neden sigara içiyorsun?" yanıtından sonra kendine çekidüzen veren ve dürüst bir anne baba olmak için "çocuğumdan istemediğim şeyi kendim yapmamalıyım" diyerek sigarayı bırakan birçok anne babaları bilirsiniz. İşte çocuktan terbiye olmak! Ramazanı çocuğuna dolu dolu yaşatma sevdasına kapılan anne babaların farkında olmadan kendilerinin de dolu dolu Ramazan yaşaması...
Ramazana bu itibarla bakıldığında, Ramazanda çocuk terbiyesi konusunda nelere dikkat edeceğimizle ilgili birkaç ipucu vermeye çalışacağız:
İftar davetleri ve çocuk terbiyesi
Birçok bilinçli ailenin pedagog ve psikologlara en özel sorusu "Çocuğumun sosyalleşmesi için ne yapmahyım?"dır. Şahsen bu konuda yüzlerce soru ile karşılaştım ve bu soruların onlarcasma tavsiyem, (Ramazan ayma denk geldiği için) "Evinizde bol bol iftar daveti verin"dir.
Evet, iftarın kendine has bir sevabı ve dinî anlamı olsa da pedagojik açıdan baktığımızda karşımıza mükemmel bir sahne çıkar. Ezik, içe kapanık, utangaç birçok çocuk iftar davetlerinin kendine has sosyal atmosferi içinde kendine gelebilir ve Ramazan öncesi hallerinden eser kalmayabilir.
Nasıl mı?
Bilinçli bir ailenin iftar hazırlık saatleri bir yardımlaşma ve telaş içinde geçmelidir. İftar sofrası hazırlamak sadece annenin vazifesi olmamalıdır. Mutfak sadece annenin sırtına bir kambur gibi yüklenmemeli, aksine bir yandan salataların hazırlanışı, bir yandan Ramazan hoşaflarının kâselere konusuyla aile içinde herkesin bir şeyler paylaştığı dakikalar olmalıdır. İşte bu gibi ortamlarda evdeki çocuklara da mutlaka vazife verilmelidir.
Örneğin evin genç kızının iftar sofrasının nasıl hazırlandığını, geminin ikinci kaptanı gibi, devamlı gemi kaptanı olan annesini izlemesine fırsat verilmelidir.
Evin genç delikanlısına kendi yaşı itibarı ile bazen bir ekmek sepetini masaya koyması için yardımcı olması ricasında bulunulduğu gibi, yaşı ileri ise, ona enfes bir "cacık" yapma imkânı sunulmalıdır.
Ailece yaşanan bu telaş, yıllar sonra sizin bir anne baba olarak çocuklarınız tarafından dua ile anıldığınız hatıralar olarak anlatılacaktır.
Teravih namazları ve çocuk terbiyesi
Sadece iftar davetleri değil, teravih namazları da bir çocuğun terbiyesi açısından bulunmaz fırsattır. Çocukluk yıllarımı hatırlıyorum. Ramazan yaz aylarına denk gelmişti. İftar yemekleri yenildiğinde, hafif hafif evin içinde bir kıpırdanma başlardı. Abdestler alınır; sanki ailece akşam yürüyüşüne çıkılır gibi, güle oynaya teravih namazının yolu tutulurdu.
Sokağa çıktığımızda sokaklar dolu olurdu. Onca insan birbiriyle sohbet eder ve yavaşça dere yatağına akan bir su gibi, herkesin yolu mahallemizin camisine doğru yönelirdi. Yolda giderken karşımıza çıkan falanca ile selamlaşılır, cami avlusunda soluklanan filanca ile hasbıhal edilir ve tüm bunların şahidi de çocuklar olurdu.
Teravih namazlarına ait unutamayacağım en önemli şey -vefat etti ise Allah rahmet etsin- mahallemizdeki caminin gür sesli imamının heyecan dolu sohbetleriydi. Biz çocuklar olarak ezan okunmasına birkaç dakika kala içeri girerdik; ama cami imamının o gür sesi öteki mahalleden duyulacak kadar güçlü idi. İtiraf etmeliyim ki imama saygının ne demek olduğunu işte bu teravih namazlarında öğrendim. Gecenin o saatinde, yüzlerce kişiye bıkmadan, usanmadan Allah ve din anlatan bir insan, nasıl olur da çocuğun gözünde saygın olmazdı ki? "Çocuğuma cami ve hoca sevdiremiyo-rum" diyen anne babaların kulakları çınlasın.
Bunun da ötesinde, o yıllara ait unutamayacağım başka bir hatıram ise teravihte cami gezmeleri idi. Bugün bu camide teravih kılar, ertesi gün başka bir camide teravih kılmak için yola koyulurduk. Her gittiğimiz caminin avlusunda, şadırvanında ya yeni birileri ile tanışır ya da -kim bilir- okul arkadaşlarımızla karşılaşırdık...
Hayat olabildiğince sosyal ve doğaldı.
Şimdilerde teravih namazlarına gitmeyen -veya gidemeyen- anne babalar gözüme çarptıkça -dinî boyut bir yana-çocuk terbiyesinde neleri kaybettikleri hayalime geliyor ve içimde tuhaf bir sızı hissediyorum.
Onlarca insan dışarıda oluk oluk sosyal hayaün unsurlarını doyasıya yaşarken mahallenin hemen kenar evinde bulunan başka bir çocuğun, bilmem kaç metre kare evin içine hapsedilmiş ve dışarıdaki sosyal hayat ile irtibatı kesilmiş olduğunu düşündükçe bunu kabullenmekte zorlanıyorum. Anne babalar böylesi bir fırsatı neden heba ediyor ve sonra da yanımıza gelip "Çocuğunun içe kapanık ve asosyal" olduğundan şikâyette bulunuyor?
Teravih namazları ve teravihte cami ziyaretleri çocukların sosyal hayata güçlü girmesi adına bir fırsattır. Belki Rama-
^ u ı, u ı\ ı cı uıycjımjc L/uyı u uı ı ıııcıı ı anıl jiai ¦ l J
zanm kendine has bir yorgunluğu olsa da çocuk terbiyesine soyunmuş bir anne baba bu zahmete katlanmak zorundadır. Bu zorunluluğu yerine getirirken aslında kendisi de kârlı çıkacaktır ve "çocuktan terbiye olma" kazancı ile de Ramazan teravihlerini camilerde kılmanın sevabı da alınmış olacaktır.
Sahur ve çocuk terbiyesi
Bana bir yetişkin gösterir misiniz acaba, anne babası sahura kalkmış olsun da kendisi sahura kalkma heyecanı duymamış olsun?
Yaşamın o masum yıllarında, gecenin yarısında sahura kalkan anne ve babasının yanında olmak istemeyen çocuk yoktur. İşte anne ve babalar sahura kalkma konusuna bir de bu açıdan bakmalıdır. Sahuru bir yük, bir zahmet olarak değil, aile içindeki bağların daha da güçlendiği dakikalar olarak kullanmak gerek.
"Sahur, aile bağlarını neden güçlü kılar?" diye soracak olursanız hemen söyleyelim:
Sabah namazları ve gece sahura kalkmalar "gizli" ibadet kapsamındadır. Gecenin o örtücü ve gizleyici maviliği arasında birçok kişi uykusunda iken sessizce kalkmak... O sırada uyku uyuyan herkese inat uyanmak... Gecenin o saatini anne ve baba ile değerlendirmek... Daha sonra da kıvrılıp yatağa yeniden girmek... Bütün bunlar bir çocuk açısından müthiş bir gizemdir.
Çocuklar ise gizemi severler. Gizemli dakikalar kiminle yaşandı ise o kişiler de özeldir. Gecenin bir vaktinde anne babası ile uyanmış, sahur için bir şeyler yapılmış ve ardından namazlar kılınmış ve kimsecikler görmeden yeniden herkes tekrar yerine geçmiş... Böylesi bir duygu, çocuk ile aile arasında "sır" paylaşımını doğurduğundan dolayı aile ile çocuk arasındaki bağlar güçlendirir.
Dostları ilə paylaş: |