Adem Güneş Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar



Yüklə 430,99 Kb.
səhifə3/9
tarix03.08.2018
ölçüsü430,99 Kb.
#67257
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Ofis ile kreş arasında sıkışan anneler

Bu durumda hemen akıllara gelecek soru, çalışan annelerin durumlarıdır. Acaba çalışan annelerin çocukları anneye ihtiyaç duyduğunda ne olacak?

Bu soruya hemen cevap vermek gerekirse; özellikle çocukları dört yaşını doldurmamış bir annenin çocuğundan ayrı kalmasını tavsiye etmiyoruz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocukların ilk dört yılda anneye olan muhtaçlıkları kesintiye uğrarsa ileriki yıllarda "güven" sorunu oluşmaktadır. Annesinden kopuk olarak büyümüş çocuklar hayata güven duymakta zorlanmakta, etrafına yeterince güven du-yamamaktadır. Bu öylesine bir güvensizliktir ki evlendiğinde eşine karşı güveni zayıf, iş yerinde arkadaşına karşı güvensizdir. Ayrıca böylesi çocuklar yetişkinlik döneminde bir yandan annelerinden tamamlayamadıkları sevgiyi etraflarından devamlı aramakta, öte yandan kendilerinden sevgi bekleyen kişilere karşı da yeterince sevgi verememektedirler. Sanki sevgi kanalları kapanmış gibi hem sevgiye aç hem de sevgi cimrisi olmaktalar.

Zaten çalışan anneler çocuklarını kreşe bırakıp işe giderken çocuklarının kendilerine olan bu muhtaçlıklarını en derin hislerle hissetmektedirler. Zannetmiyorum ki hiçbir anne, çocuğunu kreşe bırakıp işe giderken huzur içinde olsun. Olamaz; çünkü böylesi bir ayrılık anne olma fıtratına da aykırıdır. Fıtrata aykırı olan bu ayrılık ileriki yıllarda annenin başını ağrıtmaya adaydır.

O halde anneler çalışmasın mı?

Bir yandan "maddî yetersizlikler" bahanesi, bir yandan modern hayatın pembe düşleri, maalesef anneleri çalışma hayatına itmektedir. Hâlbuki bir annenin en mutlu olduğu an, bebeğine annelik yaptığı andır. Hiçbir anne, bebeğini kucağında sallarken aldığı huzuru başka bir yerde bulamaz. Hem anne hem de çocuk açısından bakıldığında (ilk dört yaşta) annenin çocuğunu bırakıp çalışmasını tavsiye etmiyoruz.

Çocuklar kaç yaşında anneden kopar?

Çocukların ilk dört yaşını atlattıktan sonra anneleriyle olan "bağımlılığı" zayıflar. Artık çocuk annesinden alacaklarını hem maddî hem de manevî olarak almış olur. Sevgiyi kesintisiz olarak almış ise bu sevginin kendisine yüklediği pozitif enerjiyle artık dış dünyaya adım atmaya başlayacaktır. Zaten çocukların bu dönemi hemen fark edilir. Çocuklar bu dönemde hafif bir kriz yaşarlar. Agresif olurlar, inatçı olurlar, hırçın olurlar, ne söyleseniz tersini yaparlar... İşte bu dönem, çocuğun anneden yavaş yavaş koptuğu dönemdir. Dört yaşından sonra çocuklar annelerine artık "bağımlı" değil, "bağlı" olmaya başlarlar... İşte bu dönemde anneler çocuklarından bir süreliğine ayrılabilir ve çalışma hayatına başlayabilirler.

Kreş mi, büyük anne mi?

Birçok anne çalışma hayatına atıldığında çocuklarını e-manet edecekleri yer konusunda tereddüt yaşamakta. Çok

defa yakınları ile kreş arasında sıkışıp kalmakta. O halde, sormak gerekirse anneler, işe giderken çocuklarinı kreşe mi yoksa büyük anneye mi (veya yakın akrabaya mı) bırakmalı?

Bu tereddüdün asıl kaynağı, çocukların kreşe gitmesi durumunda okul hayatına alışıp alışamayacağı, kreşte yeni tanışacağı arkadaşları ile sosyalleşip sosyalleşemeyeceği, bunun yanında ise büyük annelerin, daha güvenilir olmasıdır... Çok defa anne-babalar kreş mi, büyükanne mi sorusunun içinden rahatlıkla çıkamayabilir.

Aslında "çocuk, büyükanneye veya akrabalardan birinin yanma mı, kreşe mi emanet edilmeli?" sorusuna cevap vermek hemen hemen imkânsızdır. Çünkü her kreş farklı özellikte olduğu gibi, her büyük anne de farklı özelliktedir. Kimi kreşler öylesine güzel imkânlarla çocukların hem sosyal hem motorik hem de zihinsel gelişimine imkân sunarken kimi kreşler de çocuklarda var olan gelişimlerin hepsine engel olabilecek kadar pedagojik yaklaşımdan uzak olabilir.

Bu açıdan "Kreş mi, büyük anne mi?" sorusuna cevap vermek yerine, her birinin avantaj ve dezavantajlarından bahsetmekte fayda var.

Genel itibarıyla çocukların sosyal gelişimi için tabii ki kreşlerin oynadığı rol büyüktür; ama unutulmamalıdır, her ne kadar çocuklar kreşte arkadaşları ile oynuyor olsa da evlerinde oynayacak kardeşleri yoksa yine "asosyal" olma riski taşımaktadırlar. Bu itibarla bakıldığında, her çocuğun mutlaka en az bir kardeşi olmalıdır. Sosyalleşme kreşteki çocuklarla değil, ilk etapta kardeşle, daha sonra akraba, konu komşu ile olmalıdır. Bununla birlikte, kreşlerin düzenli bir program takip etmelerinin çocuğun gelişimine katkısı vardır. Düzenli yaşama alıştırma açısından kreşlerin oynadığı rol büyüktür.

Kreşlerdeki oyun ortamları ve profesyonel öğretmenlerin çocukların gelişimine büyük destek olacağı da kesindir. Tüm bunların yanı sıra, kreşler her imkânı sunsa da eğer samimi sevgi ortamını sunamıyorlarsa sundukları avantajların hiçbir kıymeti yoktur.

ݧte bu noktada, büyük annelerin özelliği ön plana çıkmaktadır. Her ne kadar kendilerinde profesyonel imkânlar olmasa da torunlarına verebilecekleri samimi sevgi her şeye bedel olabilmektedir.

Tatmin edilmemiş duygular, ruhta iz bırakır

Çalışma hayatı tabii ki içinde bulunduğumuz sosyal ve ekonomik hayatın annelere sunduğu bir imkândır. Özellikle çalışma hayatına alışmış bir anne için ev hanımı olmak oldukça zordur ya da sosyal alanlarda gönüllü olarak hizmet eden annelerin evde bulunmaları kolay değildir. Bu, bir yaşam tarzı değişikliğidir ve bu değişiklik kolay gerçekleşmez. Tüm bunlar günümüz yaşantısının bir gerçeğidir; ama unutulmaması gereken bir gerçek daha var: evlerde ve kreşlerde annelerini bekleyen çocukların muhtaç olduğu duyguların tatmini!

Bu duyguları "vaktinde" tatmin edilmemiş bir çocuk, bir ömür boyunca bunun ruhunda bıraktığı izle yaşamak zorunda kalacak. Her önüne çıkan yeni birilerinden bu sevgi boşluğunu doyurmasını bekleyecektir. Tıpkı bugün etrafımızda her an herkesten ilgi ve sevgi bekleyen ve bir türlü sevgiye doyamayan yetişkinler gibi...

<^

Anneyi, Anne Olmaya Zorlayan Süreç: Tuvalet Alışkanlığı

Çocuk eğitimi ile ilgili gittiğim bir konferansın sonunda, bir anne yanıma yaklaşarak:

- Bana bir formül söyleseniz de 3 yaşındaki oğluma bir an evvel tuvalet alışkanlığı kazandırabilsem. Artık halıları silmekten, çarşaf değiştirmekten, pijama yıkamaktan canım burnuma geldi, demişti.

Ben de ona çok pratik bir çözüm sundum:

- Oğlunuzu hâlâ sünnet ettirmediyseniz sünnet ettirin...

Bir süre sonra aynı anneden teşekkür e-maili aldım:

"Allah razı olsun, oğlum sünnetten sonra tuvaletini altına kaçırmamaya başladı."

Fakat daha sonra bu anneye böyle pratik bir ipucu verdiğime pişman oldum. Aslında, anneleri bunca sıkıntıya sokan

sürecin ne anlama geldiği bilinse sanıyorum ki hiçbir anne çocuğu ile girdiği bu zorlu dönemde, "Of!" değil, "Elhamdülillah" derdi. Niye böyle düşündüğümü bir örnekle açıklamak istiyorum. Bir baba, yetişkinliğe doğru ilk adımını atan oğlunu yanma çağırır ve der ki:

- EVladım artık sen de bir yetişkin oldun. Hazırcılık buraya kadardı. Artık sen de rızk nasıl kazanılır, nasıl harcanır öğrenmelisin. Bugünden tezi yok, sen de çalışacak, evimizin rızkını temin etmek için destek olacaksın...

Delikanlı, babasının bu teklifinden çok da hoşlanmaz. Annesinin yanına gider. Annesinden her gün için bir altın vermesini rica eder. Annesi, oğluna bu isteğinin nedenini sorsa da delikanlı, bunun sebebini söylemez. Anne, oğlunun bu ısrarlı isteğini yerine getirir. Artık her günün sonunda, delikanlı annesinin yanma gelir ve annesinden bir altın alır.

Bir hafta sonra babası delikanlıyı çağırır:

- Bir hafta geçti. İş bulup çalıştın mı, diye hesap sorar. Çocuk hiç tereddüt etmeden:

- Evet, baba hem de öyle bir iş buldum ki haftada yedi altın veriyorlar, der.

Baba memnun olur bu cevaba. Oğlundan bir haftada kazandığı altınları vermesini ister. Delikanlı, yedi altını babasına uzatır. Baba, altınları alır ve bir kuyunun yanına gider. Çocuk babasını meraklı gözlerle seyrederken baba altınlardan birini alır ve kuyunun içine bırakır. Sonra diğer altını... Diğerini... Çocuğun şaşkın bakışları altında baba yedi altını tek tek kuyuya atar. Delikanlı bunun nedenini sorsa da baba:

- Bir gün gelir öğrenirsin, diyerek açıklama yapmaz.

Ertesi hafta delikanlı yine yedi altın getirmiştir. Baba bu yedi altını da alır ve tek tek kuyuya atar. Delikanlı, yine şaşkındır; ama vardır elbet bir sebebi, diyerek ses çıkarmaz.

Sonraki hafta yine aynı...

Bir sonraki hafta yine aynı...

Daha sonraki hafta, çocuk annesinin yanına gideijve alışık olduğu gibi yine yedi altın ister. Annenin artık kıyıda köşede biriktirdiği altınlar bitmiştir ve oğlunun isteğini karşılayamaz. Çocuk telaşa kapılır. Haftalardır babasına söylediği yalan ortaya çıkmasın diye, çaresizce ve hemencecik iş aramaya koyulur. Bulduğu işler hiç de öyle yüksek ücretli değildir. En iyi işveren, haftada sadece bir altın verebileceğini söyler. Delikanlı, çaresiz kabul eder.

Hafta tamamlandığında delikanlı kazandığı bir altını eve götürür. Babasına:

- Babacığım artık haftada yedi altın değil, sadece bir altın kazanıyorum, der.

- Olsun oğlum, Allah'a şükür, der baba ve yine kuyunun başına gitmek için ayağa kalktığı sırada, çocuk irkilir.

- Baba, yoksa yine mi kuyunun başına gideceğiz, diyerek şok geçirir.

Baba, gayet sakince sorar:

- Evet, oğlum, neden heyecanlandın ki birdenbire? Delikanlı şaşkın ve perişan bir halde:

- Ama baba, sen, bir altın nasıl zor kazanılıyor biliyor musun? Ben bir hafta boyunca sabah akşam işe gittim, güç bela bir altın kazanabildim, senin bunu bir çırpıda dipsiz bir kuyuya atman doğru mu?

Babası acı acı tebessüm eder.

- Evet, oğlum doğru değil, der. Şimdi anlıyorum ki babana karşı gelmek pahasına, sahip çıktığın bu tek altının gerçek sahibi sensin. Acısını ve ıstırabını çekmeden, emek vermeden sahip olduğun diğer altınların sana ait olmadığı belliydi.

Eğer onlar da sana ait olsaydı şu tek bir altını koruduğun gibi her hafta kuyuya atılan yedi altına da sahip çıkardın. Unutma ki insan, acısını ve ıstırabını çekerek kazandığı şeylere sahip çıkar.

Tuvalet alışkanlığı, bir rahmet sürecidir

Çocukların doğdukları andan itibaren bu dünyaya alışma sürecinde yaşadıkları her bir olayın bir hikmeti vardır. Çocukların gece ağlamaları, çarçabuk hastalanmaları, altlarını ha bire ıslatmaları...

Buna benzer birçok olay, aslında anneye ıstırap veriyor gibi görünür. Oysa bütün bunlar, annelerin çocuklarına delice sahip çıkmalarının psikolojik zeminidir. (Örnekteki çocuğun emek vererek kazandığı altına sahip çıkması gibi.) Yani bu hadiselerde bir rahmet vardır. Bu yaşananlar birer rahmet sürecidir.

Bir gün, çocuğunun tuvalet alışkanlığı ve benzeri sıkıntılı dönemlerini atlatmak için evine yatılı özel bakıcı tutmuş bir anne, "içimde garip bir sızı var, çocuğumun en zor günlerinde yanında değildim ve tuhaf bir pişmanlık içimi yakıyor" demişti...

Her anne çocuğunun sıkıntılı anını paylaşmak ister. Bu yüzden çocukları ile girdikleri bu sıkıntılı dönemleri anneler, kendileri ve çocukları adına bir kazanç kabul etmeli ve bu dönemi en dengeli şekilde nasıl götürebilirimin hesabını yapmalıdırlar.

Bu dönem, gerçekten anneler için gereksiz bir yük olsa idi Allah neden böylesi bir dönemi her anneye yaşatacaktı ki? Allah, eğer isteseydi her bir çocuk, iki yaşma geldiğinde, kafasına sanki sihirli sopa ile vurulmuşçasma birden altını ıslatmaz, hemen tuvalete koşardı. Her şey bir anda öğrenilirdi.

Eğer anne ile çocuk arasında bu çile alışverişi bilinmez ise belki altı ay, belki de bir yıl sürecek olan tuvalet alışkanlığını kazandırma süreci, anne için cinnet nöbetleri halini alabilir.

«

Anne ile çocuk arasındaki İlahî yapıştırıcı



Mademki Allah, her anne ile çocuk arasına bu ıstırabı İlahî bir yapıştırıcı olarak sürmektedir, o halde hem bu süreci aksatmadan hem de "Çocuğa zarar vermeden tuvalet alışkanlığı nasıl kazandırılır?" sorusuna cevap aramak gerekir. Bu süreçte şunları bilmekte fayda vardır.

Tuvalet alışkanlığı, çocuğun mesane yollarının çocuk tarafından kontrol edilebildiği dönemde başlamalıdır. Bu dönem, her çocukta farklılık gösterse de ortalama olarak 2-3 yaşlarına denk gelmektedir.

Çocuk her ne kadar iki yaştan itibaren mesane yollarını kendi iradesi ile kontrol altında tutabilme becerisine sahip olsa da bu beceriyi nasıl kullanacağını öğrenmesi gerekir. Bu itibarla bakıldığında, iki yaşma gelen her çocuk idrar yollarını kullanma becerisine haiz olsa da "psikolojik" olarak hazır değilse tuvalet alışkanlığının kazandırılması oldukça zordur.

Tuvalet alışkanlığı psikolojiktir

Tuvalet alışkanlığını kazanmak, her ne kadar fizyolojik bir olay gibi görünse de tamamen psikolojiktir. Çocuk, psikolojik olarak ne kadar rahat ve huzurlu ise bu süreç o kadar çabuk atlatılacaktır. Tuvalet alışkanlığı kazandırılmaya çalışılan çocuk ne kadar baskı altında tutulur, utandırılır, mahcup edilir ve bunaltılır ise bu süreç o kadar uzar.

Pratikte neler yapılabilir?

1. Tuvalet alışkanlığı, önce büyük abdestten başlanılır, ardından gündüz küçük tuvalet alışkanlığı ve en son olarak da gece alışkanlığı kazandırılmaya çalışılır.

2. Tuvalet alışkanlığı kazandırılmak istenilen çocuğun altına artık hiçbir şartta bez bağlanmamalıdır. Çocuk bazen bezli bazen de bezsiz olursa yavaş yavaş kazandığı bu alışkanlığı çarçabuk kaybedebilir.

3. Çocuk, gündüz altını ıslattığında (hava soğuk değilse ve sosyal ortam müsaitse) birkaç dakika ıslak alt ile bırakılır. Bu süre çok uzatılmadan temiz bir iç çamaşır ile alt değiştirilir.

4. Çocuğun altı değiştirilirken ne psikolojik ne duygusal ne de fiziksel şiddet uygulanmamaya gayret sarf edilmelidir. Çocuk ilk defa karşılaştığı bu ıslak olma ve utanma hissini kendi iç dünyasındaki dinamikleri denge kurarak çözmeye çalışmalıdır. Bazen "offf bıktım ya" demek bile çocuğun oluşturmaya çalıştığı bu iç dinamikleri bozmaya yeter de artar bile.

5. İki yaşını geçmiş hiçbir çocuk altı ıslak olarak dolaşmaktan zaten hoşlanmaz. Sizin ayrıca bir şey söylemenize gerek kalmaz. Söyleyeceğiniz her bir ezici söz, süreci uzatacağı gibi çocuğunuzda farklı davranış bozukluklarının görülmesine de yol açabilir. O yüzden dikkatli olmalısınız!

6. Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuk gündüz saatlerinde bol su ve sıvı içecekler içmeli, ancak yatmadan en az bir saat önce sıvı içecekler kesilmelidir. Susamaya neden olacak, yağlı, tuzlu ve tatlı yiyecekler yedirilmemelidir.

7. Gece kazandırılacak tuvalet alışkanlığında, çocuğun altını ıslattığı saatler, bir çizelge ile tespit edilmeli. O saatlere denk gelecek şeklide, çocuğun tuvalete götürülmesi gerekir. (Teheccüd namazı alışkanlığının kazanılması için de bulunmaz bir fırsattır!)

8. Çocuk, gece kaldırıldığında, tuvalet ihtiyacını giderirken uykulu olmamalı; önce uykusu ve bilinci açık hale getirilmeli. Daha sonra ihtiyacını gidermesi istenmelidir.

9. Çocuğuna tuvalet alışkanlığı kazandırmaya çalışan bir anne, bol bol yedek çarşaf ve nevresim ile temilz yedek iç çamaşırı bulundurmalıdır.

10. Gece tuvalete kaldırılacak çocuk, altını ıslatmış ise asla örselenerek veya hırpalanarak kaldırılmamalıdır. Uyku anında çocuğun örselenmesi ve hırpalanması, akıl sağlığı açısından tehlikelidir.

11. Uykusu ağır olan çocuklara gece tuvalet alışkanlığı kazandırılması zor olabilir. Böyle durumlarda, daha fazla gayret gerekebileceği normal kabul edilmelidir.

12. Erkek çocukları sünnet ettirildikten sonra daha kolay tuvalet alışkanlığı kazanırlar.

13. Uzun süreli uğraşlar neticesinde kazandırılamayan (özellikle) gündüz tuvalet alışkanlıklarında, psikolojik veya fizyolojik sorunlar olabileceği hatırlanmalıdır.

Anne-Babaları Bekleyen Büyük Tehlike: "Evlatkoliklik"

Anne ile çocuk arasında hamilelik döneminden itibaren oluşan duygu alışverişi, emzirme dönemiyle birlikte daha da güçlenir. Bu bağın eksikliği kadar fazlalığı da zararlıdır. Eğer kontrolden çıkarsa hem çocuğun hem de anne-babanm gerek dünya hayatını gerekse ahiret âlemini kâbusa çevirme riski taşımaktadır. Kontrolden çıkan bu bağa, bağımlılık diyoruz. Yani "evlatkoliklik".

Aslında her anne-baba, potansiyel bir "çocuk bağımlı-sı"dır. Eğer vaktinde çözüm üretilmez, tedbirler alınmaz ise bu "potansiyel bağımlılık riski" harekete geçer; hem çocuğun hem de anne-babanın hayatını kâbusa çevirebilir.

Doğrusu, genel olarak bizler, ebeveyn bağımlısı çocukları biliriz. Evlat bağımlısı anne-babalar dikkatimizi fazla çekmez. Acaba çocuklar mı anne-babalarına karşı bağımlı olma
riski taşırlar yoksa anne-babalar mı çocuklarına karşı? Han. Kozadan çıkmaya çalışan kelebeğin çırpınışlarına acıyan gisi daha risklidir? kelebek, yavru kelebeğinin bütün bir hayatının karar-

Çocukların anne-baba bağımlısı olma riski çşk daha azmasına sebep olabilir. Böyle bir kelebek, artık kendi hayatını dır, aslında. Çocuklarda var olduğu zannedilen "anne-baba devam ettirebilmesi için "başkalarına bağımlı" hale gelecek-bağımlıhğı", bir "davranış sapması"dır. Bu davranış sapma.tir. Kendisini tehlikelerden koruyamayan bu kelebek, de-sı daha çok, "güçlüye teslim olma" ya da "güçlüye yapışma' vamh surette tehlike anını önceden haber veren veya sürekli şeklinde kendini göstermektedir. kendisine yiyecek getiren başka bir kelebeğe ihtiyaç duya-

Bağ,mhl,k mı, sosyal hayata hazırlanamama m,? cakbr. Böylece hayatını birine yapışarak bir asalak gibi sür-

Hürmek zorunda kalacaktır.

Çocukların, aile içindeki halleri, koza içindeki kelebeğe benzer. Bir kelebek için "koza yaşantısının her saniyesi çol "Kelebek ve koza" örneğinde olduğu gibi, anne kelebeğin önemlidir. Hatta kelebeklerin kozadan çıkışı bile çok özeldir yaptığı tarzda, "aşırı koruma hissi" ile çocuklarına sahip çı-

^ • • , , . . , it,, , kan anne-babalar, çocuklarına iyilik yaptıklarını zannettikle-

Koza içindeki hayatını tamamlayan kelebek, yumuşacık* '* , , i , ,

baŞ1 ile önce kozayı deler. O narin ve hassas vücudu ile ko-ri halde' zarar vermektedirler. Onların hayata hazırlanması-zada açtığı küçücük delikten dışarı çıkmaya çalışır. Ama buna izin vermeyerek sosyal hayatlarını başkalarına bağımlı çok da kolay olmaz. Çünkü delik küçük, kelebeğin vücuduhale getirmektedirler. Aşırı koruyucu aile içinde yetişen ço-ise büyüktür. Yavru kelebek, önce kafasını, sonra vücudunu ^lar, kozadan suni müdahale ile çıkartılan kelebek gibi, o incecik delikten dışarı çıkartmak için mücadele eder. Ren-sosval hayata atılmak için gerekli donanımı hazırlayama-gârenk ve hassas kanatları "ha yırtıldı, ha yırtılacak" korku- maktadırlar, su ile bir sağa, bir sola yalpa yaparak dışarı çıkmaya başlar. Çocuk, hata yaptıkça tecrübe kazanır

Eğer anne kelebek olarak yavru kelebeğin bu kıvranışla- Çocuklar genel ahlak kurallarını çiğnemedikçe hata yap-rına üzülür ve "yavrum dışarı daha kolay çıksın" diye, deli- malarına göz yummak gerekir. Çünkü çocuklar hata yaptık-ği genişletirse kelebek bir ömür boyu uçamaz. Çünkü yavru ça tecrübe kazanırlar. Tecrübe, başarıya yürüyen bir insanın kelebek, o daracık delikten dışarı çıkmaya çalışırken koza en guçıu hafızasıdır. Çocuk pratikte bir şeyler yaptıkça ya-içinde, vücuduna bulaşmış olan bir sıvıyı da kanatlarından pabileceği şeyleri keşfeder. Eğer anne-baba, "Aman oğlum sıyırmaya çalışmaktadır. sen yapm3/ ben hallederim" diyorsa "Aman kızım, sen ya-

Annenin kozadan zorlanarak çıktığım zannettiği yavru pamazsın..." diye çocuklarının pratik tecrübe kazanmaları-kelebek, aslında, kanatlarındaki sıvıdan kendini kurtararak na izin vermiyorlarsa bu tür çocuklar, hayatlarının geri ka-uçuşa hazırlanmaktadır. Yavru kelebek, kozadan çıkarken lan kısmını, birilerine muhtaç olarak geçirme temayülü içeri-kanatlarındaki sıvıyı, kozadaki o dar delik vasıtası ile sıyır- sine girebilirler, mamış ise hiçbir zaman uçamayacaktır. Aşırı korumacı ve "evlatkolik" bir aile içindeki çocuk,

Her kanat çırpışında, ıslak kanatları ya birbirine yapışır kendini ve kendi kabiliyetlerini tanıyamaz, hata yapmaktan ya da kanatlarını ağırlıktan taşıyamaz.

JC- ¦ y u \, u rv ı cı uıycoıımc L/uyı u uıı ı ııcıı ı aıııuıaı

korkar, hata yapmadıkça ve risk almadıkça da atacağı her adımda, tereddüt ve kararsızlık içinde kalabilir.

Davranışları bu yönde olan, sosyal hayata hazırlanama-mış çocuklar için "anne-baba bağımlısı çocuk" demeyi tercih etmiyoruz. Çünkü bu haldeki bir çocuk, çocukluk döneminde anne-babasına bağlı olsa da yetişkinlik döneminde, okuldaki grup liderine, evlendiğinde de eşine bağımlı olma meyli taşır. Farklı kişilere olan yapışma ihtiyacı bir "davranış sapması"dır.

Hâlbuki anne-babaların çocuklarına olan bağımlılığı, "sadece ve kesinlikle kendi çocukları içindir." Çocuklarının yerine başkasını kabul etmezler. Anne-babanın bağımlılığı tek bir noktada ve tek hedefte kilitlendiği halde, çocuklardaki bu durum, o an çevrede bulunan en yakın "güçlü" kişiye yönelebilmektedir.

Bağımlı ebeveynin çocuğunu bekleyen birkaç tehlike

1. Bağımlı anne-baba, çocuğunun yapması gereken işleri kendisi yaptığı için çocuk, hayata yeterince hazırlanamaz.

2. Çocuk, aşırı sevgiden rahatsız olabilir ve bu hali suis-timal edebilir ve sevgisizlik anında boşluğa düşebilir.

3. Çocuk bağımlısı anne-baba, çocuklarını, kendi arzu ve isteklerine göre meslek seçmelerini ister, çocuklarının istek, imkân ve kabiliyetlerini dikkate almaz.

4. Çocuğunu evlendirse bile, eşi tarafından ihmal edildiği ve gerekli değerin verilmediği endişesini taşır, bağımlı anne-baba. Çocuğunun yeni hayatına da aşırı müdahil olur.

5. Bağımlı anne-babanın çocuğu, yetişkin bile olsa her an bir hata yapacağı endişesini üzerinden atamaz. Bu hal, hem anne-babayı hem de çocuğu gergin bir bekleyişe iter.

Elbette sadece çocuklar olumsuz etkilenmez. Bağımlı anne-babanın hayatını da bekleyen birçok zorluk vardır. Mese-

la, bağımlı anne-baba, ölümle yaşanacak ayrılık gerçeğine hazır değildir. Böyle bir anda ağır zihnî travma geçirebilir. Bağımlı anne-baba, kendi huzur ve mutluluğunu çocuğuna endekslediği için mutluluk ve huzur duyulacak asıl kaynakları ihmal edebilir. Ayrıca böyle ebeveynin karşılaşacağı en büyük'risk, "manevî boşluğa düşme tehlikesi"dir.

Anne-babalar ikaz ediliyor

Mademki anne-babalar, böyle kaygan bir fay hattının üzerinde duruyorlar ve çocuklarına karşı "bağımlı olma" riski taşıyorlar, o halde, Allah (c.c.) kelamına kulak verelim. Bu konuda anne-babalar nasıl uyarılmışlar?

Kur'an-ı Kerim'in, Teğâbun Suresinin 15. ayet-i kerimesinde, Allahu Teala, "Doğrusu mallarınız, evlatlarınız, sizin için sadece bir imtihandır..." buyurarak çocukların bir imtihan mevzuu olduğuna ve gerçekte hayatın asıl gayesi olmadığına dikkat çekmektedir.

Aşırı evlat tutkusu, insanı birçok değerden alıkoyabilir. Hatta çocuklara olan aşırı düşkünlük "gayretullah"a da dokunabilir. Bu manevî tehlikeye "muhabbetin dozunu ayarla-yamamak" denilebilir.

"Bağımlılık" kaos, "bağlılık" huzur doğurur

Madem her bir anne-baba, potansiyel bir "çocuk bağımlısı" dır, o halde, insanların hayatını altüst edebilecek bu risk, kontrol altına alınmalıdır. Kontrol altına alınmış olan ebe-veyn-çocuk ilişkisine, "bağlılık" diyoruz ki sağlıklı bir anne-babanın çocuğu ile ilişkisi, bağlılık durumundadır. Bağlılığın azalması ile "ilgisiz anne-baba", bağlılığın çoğalması ile de "bağımlı anne-baba" oluşur.

Anne-babaların çocuklarına karşı bağımlı olma riski taşıyor olmalarına rağmen çocuklar anne-babalarına aynı riski taşımamaktadır.

Çocuklarda var olduğu düşünülen "bağımlılık" hali, asıl itibariyle bir "davranış sapması"dır. O yüzden bu durum, çocukların hayata hazırlanmasındaki "kırılmalar" olarak değerlendirilmelidir.

Çocuk Eğitimi mi, Çocuk Terbiyesi mi?

Katıldığım birçok toplantıda anneler, "Çocuklarımızı en iyi şekilde nasıl eğitebiliriz?" tarzında sorular yöneltiyor veya "çocuk eğitimi" ile ilgili kitap tavsiyeleri istiyorlar.

Hâlbuki anneler "çocuk eğitimi" diye kurdukları cümlelerde, çoğu zaman "çocuk terbiyesi"ni kast etmektedirler. Çünkü anneler çocuklarını en güzel ahlaka sahip olarak yetiştirmek için çaba sarf ederler. En güzel ahlaka doğru giden sürece verilen isim de çocuk eğitimi değil, çocuk terbiyesi-dir.

İyi eğitilmiş çocuk, iyi terbiye edilmiş çocuk mudur?

Bir baba, yaşadığı olumsuz tecrübelerden yola çıkarak çocuğunun eğitimi üzerinde ısrarla durmaktadır. Çocuğunu, çok erken yaşlardan itibaren dikkatli ve özenle eğitmektedir. Bunda da başarılıdır. Bu çocuğu görenler, hayretlerini gizle-


Yüklə 430,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin