Adem Güneş Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar



Yüklə 430,99 Kb.
səhifə5/9
tarix03.08.2018
ölçüsü430,99 Kb.
#67257
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Sadece çocuklar için değil, özel dakikaların paylaşıldığı herkes birbirine göre "özel kişi" olur. Düşünün lütfen nice insanlar vardır ki paylaştıkları "sır" ve "özel dünyalar" nedeni ile birbirleriyle can ciğerdirler. Çünkü "sır", dostluğu pekiştirir. Belki sırf bu yüzdendir ki Müslümanlar kendilerine "hayırhah"lar seçer ve dostluklarını daha da perçinlerler. Hayırhahlar ile kimseyle paylaşılmayan sırlar ve gizem dolu anılar paylaşılır.

Eğer anne babalar, çocukları ile dostluklarını daha da perçinlemek istiyorlarsa onları gece sahura kaldırmayı ve sabah namazına onları da şahit etmeyi ihmal etmemelidirler.

Mukabele ve çocuk terbiyesi

Ramazanın çocuk terbiyesindeki yerini saymakla bitiremeyiz. Bunlardan bir tanesi de Ramazan aylarında okunan mukabelelerdir. Mukabele, Kur'an okuyan birinin etrafında bulunanlar tarafından, okunan Kur'an'ı kendi kitaplarından takip etmeleridir. Bu metot çocukların Kur'an öğrenmeleri teşvik açısından önemlidir.

Ancak bizim burada dikkatleri çekmek istediğimiz başka bir nokta daha var ki, o da, çocuklar Kur'an mukabeleleri sırasında "kitap okuma alışkanlığı" edinirler.

Birçok anne babanın şikâyet ettiği "Çocuğum kitap okumayı sevmiyor" sorusunun cevabı, işte bu bir ay devam edecek olan mukabele sürecinde rahatlıkla çözülebilir.

Çünkü kitap okuma alışkanlığına tesir eden en önemli faktör olan, "Zaman planlaması, kitap okuma atmosferinin oluşturulması ve okuma sürecinin başkaları tarafından da desteklenmesi" mukabeleler esnasında otomatik olarak oluşmaktadır.

Çünkü mukabeleler birkaç kişi ile birlikte yapıldığı için mecburî bir "zaman planlaması" vardır. Mukabeleye katılacak kişiler aynı saatte bir araya gelirler. Aynı saatte okumaya

başlarlar, işte bu davranış kitap okuma alışkanlığının kazanılmasının bel kemiğidir. Biz, çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırma noktasında sıkıntı çeken ailelere, "Kitap okuma saatleriniz özel olsun. Kitap okumaya rastgele anlarda değil, mutlaka belli bir saatte başlayın ve belli bir saatte de bitirin^ diyor ve zaman planlaması olmadan çocuklara okuma alışkanlığının kazandırılmasının zor olduğunu anlatıyoruz.

Bunun da ötesinde, her ne kadar zaman planlamasını yapsanız ve çocuk hangi saatlerde kitap okuyacağını bilse de evin içindeki "atmosfer" kitap okumaya müsait değilse kitap okumanın bir anlamı kalmaz. Anne televizyon seyrediyor, baba müzik dinliyor, diğer kardeş de gürültü yapıyorsa kitap okuma alışkanlığının kazanılması zorlaşır. İşte Ramazan mukabeleleri bu sorunu da otomatik olarak çözüyor. Çünkü mukabele esnasında, telefonlar kapatılır, televizyonlar susar, sessiz bir ortam içinde Kur'an okunur ve Kur'an takip edilir.

Böylesi bir yöntem, kitap okuma alışkanlığının kazanılması açısından hayatî önem taşımaktadır.

Kitap okuma alışkanlığının son faktörü ise "okuma sürecinin başkaları tarafından da desteklenmesi"dir ki mukabeleler birbirine kenetlenmiş bir grup tarafından, grup bilinci ile yapıldığı için "ben bugün Kur'an okumak istemiyorum" düşüncesini ortadan kaldırmaktadır. Mukabele sırasında kişi, yürüyen bir bandın üzerinde otomatik bir süreç takip etmektedir ki böylesi bir yöntem Ramazan sonrasında çocuklarda kitap okuma alışkanlığının devam etmesi açısından bulunmaz bir fırsattır.

Çocuğun Kur'an okuma yaşında olmaması ya da Kur'an okumayı bilmiyor oluşu mukabele alışkanlığını terk ettirmemeli; aksine anne babalar kitap okuma ve kitap okunurken sessiz bir atmosfer oluşturulması noktasında çocuklarına görsel örnek olmalıdırlar.

Sadaka ve çocuk terbiyesi

Ramazan ayının en önemli özelliği fakir ve fukarayı düşünmektir. Batılı birçok düşünürün hayran kaldığı bu yönteme günümüzde "sosyal empati" adını veriyoruz. Kişi sadece kendi adına yaşama değil, başkalarını yaşatma adına kendi tatlarından vazgeçebilme gücünü ortaya koyabilme kabiliyeti kazanıyor Ramazanda. Kendisi ile boks ringine çıkıp kendi yakasından tutup kendine gücünün yettiğini delikanlıca ispat ediyor. Böylesi bir insan, aç ve susuz olduğu halde, önünde hazır duran sofraya elini uzatmamanın verdiği güç ile güçlendiği gibi, açlık hissinin verdiği ıstırabı iliklerine kadar hissederek toplumun diğer sosyal katmanlarında açlık çeken insanların ıstırabını hissedebilme becerisi de kazanıyor bütün Ramazan boyunca.

Ve ötesinde, Ramazan sonunda "bayram" yapmadan önce, bir fakiri bulup ona sadaka verebilmek için hassasiyet kazanılıyor.

Çocukların, fakir birine yardım edilmesi gerektiğini öğrenmesi, çocuğun daha o yaşlarda "sosyal empati" kazanması adına büyük bir başarıdır. Çocuk, yardımlaşmanın, başkalarını düşünmenin (ve böylece yarın da kendisinin zor durumda kalması durumunda kendisinin de başkaları tarafından düşünüleceğinin) verdiği rahatlık ile sosyal hayatta tebessüm ederek yürüyebilir.

Yoksa "hayat bir mücadeledir, ne kadar kimden ne kopa-rırsan kârdır" mantığı içinde yetişen çocuklar pedagojik açıdan sorunlu çocuklar olmaya adaydırlar.

Bayram ve çocuk terbiyesi

Az önce bahsettiğimiz gibi, "sosyal empati" ve "kolektif şuur" kazanma açısından bakıldığında bayramlar, çocuk terbiyesinde ihmal edilmemesi gereken günlerdir. İhmal edilmemesinin ötesinde, dolu dolu yaşanması gereken günler-

dir. Teknolojik kolaylıklara kapılıp bayramda dostlara hazır SMS'ler göndermek, suni bir iki cümle ile telefonla bayramlaşmalar yerine yüz yüze ziyaretlerle, tatlı ve şeker ikramla-rıyla ve çocuklara hediye almalarla bayramlar yaşanmalı ve çocuklara bu atmosfer teneffüs ettirilmelidir.

Bir büyüğün etrafında toplanma, bayram sofrasına kavga dövüş, cümbür cemaat oturmak, belki de kalabalıktan dolayı aç kalkmak, yıllar sonra çocuğunuzun hasretle yâd edeceği hatıralar arasında yer alacağından emin olabilirsiniz.

Özetle Ramazan dinî atmosferin yaşandığı özel bir ay olduğu gibi, insanın doğal bir psikolojik tedavi sürecini yaşadığı aydır. Eğer Ramazanın kendine has sürükleyiciliğine direnmeden aile içinde Ramazan atmosferi oluşturulmaya çalışılır ve Ramazandan ailecek istifade edilmeye çalışılırsa Ramazan ayı bulunmaz bir fırsattır.

Sosyalleşme ve Ramazan

Hollanda'da tanıdığımız ve sevdiğimiz bir Türk-Müslü-man aile, 2006 yılında neredeyse otuz Ramazan iftar daveti verdikten sonra son günlerin birinde hemen yan komşusu olan Hıristiyan Hollandalı aileyi de davet etmişti.

Kendisinin iftara davet edilmesinden çok mutlu olan Hollandalı aile, o gün özel kıyafetlerle ve çok özenerek davet edildiği ailenin iftar yemeğine gitmek üzere komşu kapının zilini çalmış. İftara henüz yarım saatlik bir zaman olduğu için beklemek zorunda kalan Hollandalı aile, iftar hazırlığı sırasında aile üyelerinin telaşını ve heyecanına bizzat şahit olmuş. Bir yandan salataları evin beyi yapmaya çalışıyor, diğer yandan sofranın dizaynı ile evin genç kızı ilgileniyor, mahallede herkesin yaka silktiği delikanlı çocuk ise anne babasının kendisine verdiği yemekleri masaya yetiştirmek için çaba sarf ediyor. Manzara bir Hollandalı aile için büyüleyici! Müthiş bir birliktelik! Büyük bir dayanışma! İşte size doğal

çocuk terbiyesinin en güzel sahnesi. Mahallenin en sorunlu çocuğu sanki iftar terapisi yaşar gibi evin içinde ailesi ile baş başa.

İftar saati yaklaştığında, masaya oturuluyor. Herkesin gözü dakikalarda. Kimi çocuk "Anne acıktım" diye naz yaparken kimisi de gözleri kapalı bildiği duaları okuyor iftar hurmasını ağzına götürmeden önce. Hollandalı aile yaşanan bu dakikaların her saniyesini bilinçli bir gözle gözlemliyor.

İftar için saat geldiğinde, neşe içinde herkes sofra nimetlerine uzanıyor. Yemekler yenilmeye başlasa da aile içindeki dayanışma yine devam ediyor. Çocuk tuz istiyor, anne uzatıyor. Babanın çorbası bitiyor, kız boş çorba kâsesini hemen görüyor ve babasının tabağına yemek hazırlıyor. Misafirlerin bir eksiği mi var acaba diye delikanlı, misafirleriyle ilgileniyor.

2006 yılında yaşanan bu iftar olayı, Hollandalı aileye öylesine tesir etmiş ki bu olaydan sonra kendileri de iftar yemekleri düzenlemek üzere karar almışlar. Geçen yıl; yani 2007 yılının Ramazan ayında, neredeyse tüm Ramazan boyunca bu Hollandalı aile kendi komşularını iftar yemeğine davet etti, kendileri de bütün Ramazan ayını oruçlu geçirdiler.

Herkesi hayretler içinde bırakan bu Hollandalı ailenin yaptığı şey, zaten akim gereği idi. Böylesi sosyal bir ortamın hazırlanmasına katkı sağlayan Ramazan ayından neden kendileri istifade etmesindi ki!

Ramazan iftarlarına bir de bu Hollandalı ailenin penceresinden bakıldığında manzara çok açık. "Çocuğumun sosyalleşmesi için ne yapmalıyım?" diyen ailelere, hiç tereddütsüz diyorum ki "Otuz Ramazan iftar daveti verin, görün bakın Ramazan Bayramı'nda çocuğunuzun asosyal davranışlarından hiç eser kalacak mı?"

Pembe Babalar, Hırçın Anneler

Birçok anne-baba, çocukları ile olan iletişimlerinin mükemmel olduğunu düşünür. Bu belki kendi açılarından doğrudur; ama ya çocuk açısından? Acaba gerçekten çocuk açısından bakıldığında her şey yine güllük gülistanlık mıdır?

Anne gibi anne, baba gibi baba olmak

Sağlıklı aile modellerinde, anne "annedir", baba da "baba". Çocuk da zaten anne gibi anne, baba gibi baba görmek ister. Ne yazık ki günümüz sosyal yaşantısı, anne babaların aile içindeki rollerini altüst etti. Altüst olmuş aile içi yaşantı karşısında çocuklar da şaşkına dönmüş durumdalar. Artık kapısını araladığımız evlerin birçoğunda "pembe babalar" ile "hırçın anneler"e rastlamak çok normal geliyor hepimize.

Hâlbuki sağlıklı aile yapısında, anne, "şefkat ve sevgi"yi, baba da aile içinde "otorite"yi temsil eder.

Baba, ailede otorite temsilcisidir

Otorite kelime anlamı olarak "Kural koyma ve konulmuş olan kuralların uygulanmasını sağlamaktır." Aile içinde otoritenin yanlış olarak kullanılmasına; yani suistimal edilmesine, ya "ilgisizlik" ya da "diktatörlük" diyoruz. Otorite, zorla oluşturulamaz. Yani otoriteye yanlış bir anlam yüklenmemeli, otorite, diktatörlük, baskıcılık gibi kabul edilmemelidir.

Otorite sahibi olan kişiye bu görev, aile fertleri tarafından "gönüllü" olarak verilmişse otorite, otoritedir. Zorla elde edilmeye çalışılan otorite, şiddeti ve geçimsizliği doğurur. Kişinin saygınlığını kaybettirir.

Otoriter olmak, zor kullanmak, asık suratlı ve sert yapılı olmak anlamına da asla gelmemelidir. Gerçek otoriter kişi, sevecen yanı ile kural koyucu yanını karıştırmadan dengeli hareket eder.

Örneğin öğretmen sınıf içinde bir otoritedir. Öğretmensiz bir sınıf kaosa döner. Bir yandan öğretmen sınıfındaki öğrencilere başarısızlık durumunda kırık not verirken öfkeli ve asık suratlı olmak zorunda değildir. Aksine düşük not alan öğrencisine, "Bir dahaki sefere daha yüksek not alacağını umuyorum" diyerek hem smıf içindeki otoritesini elinde tutar hem de sevecenliğini muhafaza eder.

Başka bir misal vermek gerekirse kalabalık bir aile düşünün. Ailenin en büyüğünün taşıdığı otoriteye dikkatlerinizi çekmek isterim. Birçok ailenin en yaşlı bireyi, o ailenin otoritesidir. Bayramlarda, seyranlarda ve düğünlerde ailenin en yaşlı bireyi bir köşede sessizce oturur. Belki fizik olarak ailenin en zayıf ve güçsüzüdür; ama üzerinde taşıdığı otorite vasfı ile aile içinde sözüne en çok itibar edilen kişi de çoğunlukla odur.

Bu misalde de olduğu gibi, ailedeki en yaşlı şahıs taşıdığı otoriteyi ne asık suratlılığı ile ne de bağırıp çağırması (böyle

kişiler de yok değildir!) ile etrafına hissettirir. Aksine o yaşlı belki de sevimli ve tonton haliyle aile içinde en çok sevilen kişi konumunu da korumaktadır.

İşte aile içinde otoriteyi temsil eden baba, asla asık suratlı, öfkeli, sinirli hali ile "Bu evin otoritesi benim!" dememeli. Evde terör havası estirmemeli. Zaten böyle bir babanın üstlendiği rol, otorite değil; "zayıf kişiliğin dışa yansıyan yö-nü"dür.

Bunun tam zıddı olarak bazen babalar, otorite konusunda tam ters istikamette zafiyetler taşıyabilmekteler. Böyle bir baba, başındaki otorite tacını taşıyamayacak kadar hafif meşrep, laubali, aile içindeki sorunlardan ve sorumluluklardan habersiz olmaktadır ki evde kimse ona hak ettiği otoriteyi verme taraftan olmaz.

Birçok babanın, "Beni evde dinleyen kimse yok" diye yaptığı serzenişin altında böylesi zafiyetlerin yattığına dikkatlerinizi çekmek isterim.

Anne, aile içinde şefkat temsilcisi, denge unsurudur

Doğal aile modelinde, anne, aile içindeki dengeleri sağlayıcı bir stabilizatör (dengeleyici) gibidir. Doğal aile yapısında, annenin çocuklarına karşı beslediği sevgi ve şefkat hissi ile aile içinde bozulması muhtemel dengeleri her an düzeltici bir rolü vardır. Bu itibarla bakıldığında, kelimenin tam anlamı ile aile içindeki "Şefkat pınarı" hükmündedir. Anne, fıtratına en yakın olan bu rol sayesinde, evin içinde dengeleri sağlamaktan huzur bulur.

Ne yazık ki günümüz aile yapısında, annenin sevgi ve şefkat rolü üstlenmesine "pasiflik" olarak bakılıyor olması, annelerin bu görevleri yerine getirmelerinde psikolojik bir engel teşkil etmektedir. Çocuklarına karşı fıtratlarının gereği olarak şefkat sunan annelere, çevre tarafından çok defa, "Bu

kadar yumuşak olma, çocuklar yarın seni dinlemez" ikazlarının yapılması, o annelerin "doğal anne" olmaları önünde, psikolojik bir baskı unsuru olmaktadır.

Böylece gelecek adına endişe taşıyan anne, çocuklarına karşı, bol bol şefkat şerbeti içirmektense -aslında babanın rolü olan- otoriter olmayı tercih etmektedir. Hâlbuki burada altını defalarca çizmek istediğimiz bir husus var ki annelerin sinir sistemi ve taşıdıkları ruhanî yapı, otoriter olmalarına engeldir. Bir anne, otoriter olmaya soyunur ve babanın rolünü üstlenirse ortaya "şiddet" çıkar.

Düşünün lütfen; eve geç gelmemesi konusunda kendisine ikaz edilen genç kız, geç geldiği bir gün, ilk önce babasının evde olup olmadığını anlamak için ayakkabılarına bakmaz mı? Kapıyı açan anneye, ilk sorusu "Babam geldi mi?" olmaz mı? Eğer babası evde ise "Ufff ne olacak şimdi?" demez mi? İşte tüm bunlar, babanın doğal olarak üzerinde taşıdığı "otorite"nin, bir kız çocuğu üzerindeki tesirleridir. Hâlbuki bu kız, kapıyı açan anneye karşı aynı tedirginliği yaşamaz. Anne ona, "Nerede kaldın? Biz sana eve erken gel demedik mi?" diye serzenişte bulunsa, bağırsa, çağırsa bile...

Muhtemel ki kız, annesine karşı, "Ne olmuş yani, kötü bir şey mi yapıyoruz.? Güvenmiyor musunuz bana? Yeter artık!.." diye karşılık verebilir. Sakin bir anne, olayı dengelemeyi bilir.

Otoriteyi elinde bulundurmaya çalışan bir anne ise muhtemel ki kendisine böyle karşılık veren kızma karşı, daha da sertleşecek, belki de şiddet uygulayacaktır.

İşte bu örnekte olduğu gibi, eğer anne, babanın doğal otoritesini -o veya bu sebeple- kendisi yerine getirmeye kalkarsa evin içinde öfke, şiddet ve huzursuzluk nöbetleri baş gösterir. Çocuklarınızın anne gibi annelere, baba gibi babala-

ra ihtiyacı var. Çocuk terbiyesinde yalnızlığa terk edilmiş bir annenin evin içinde mutluluk tebessümleri sergilemesi neredeyse imkânsızdır.

Hadi, babalar otoritenize sahip çıkın!

i

Çocukların, Çocuk Olduklarını Unutmayın!



Anne baba olmanın zorunluluklarından biri de "kontrollü tecrübe aktarımı"na "hakemlik" yapmaktır. Kontrollü tecrübe aktarımı hem zor hem de zahmetli olduğu için anne babalar, daha çok çocuklarına -sözlü- "bilgi aktarımını" tercih etmektedirler.

Çocuklar, hiç tanımadıkları bu evrene geldiklerinde, bir yandan "şaşkın" bir yandan da her şeyi "hemen öğrenme" arzusundadırlar ve onlar için "olamaz" diye bir şey yoktur. Her şey olabilir... Elindeki cam bardağı havaya atan çocuğun bardağın yere düşüp kırılacağını bilmesi için yer çekimi kuralını tatması ve öğrenmesi gerekir. Ona göre bardağın havada durmaması için bir sebep yoktur.

Örneğin siz, çok titiz bir annesinizdir. Ev dekorasyonuna çok önem verirsiniz. Salondaki "fiskos masanızın" üzerine serdiğiniz saten masa örtüsü ile üzerine koyduğunuz aynı

renkteki çiçekli vazonuzu çok beğeniyorsunuzdur. Bu renk

kombinasyonu size zevk veriyordur.

1 Allı pullu, cicili bicili bir masa ve aynı tonlara yakın bir

vazo...

Oluşturduğunuz bu köşe, sizin dünyanızda, evinizin bütünlüğü ile uyum içinde bir değer ifade etmektedir. Hatta masanızın yanından her gelip geçtikçe masa örtüsünü hafif düzeltir ve en ufak bir dağınıklığa meydan vermemeye çalışırsınız. Ama -ne yazık ki- o masa, o saten örtü ve üzerindeki o çok cicili bicili vazo, çocuğunuz için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Aslında, çocuğunuz açısından bakıldığında, oluşturmaya çalıştığınız o köşe, ne kadar alacalı bulacak, süslü püslü ise o kadar çok merak edilecek bir yerdir. Çocuk, ne orijinal dede yadigârı vazonun kaç para olduğunu bilir ne de biraz sonra gelecek misafirlere karşı evin dağınık bulunmasının ne anlama geldiğini! Onun için etraftaki her ilginç şey, bu garip gezegeni tanımak için el atılması gereken "deney tahtası" dır.



Düzen içinde hazırladığınız bu köşe ve üzerindeki vazo, çocuğunuzun kafasında birçok soru işaretinin oluşmasına neden olabilir:

Bu vazo havada nasıl duruyor?

Acaba havada durma özelliği vazonun kendisinden mi, yoksa masa örtüsünden mi kaynaklanıyor?

Bu ve benzeri sorulara cevap bulmak için masa örtüsünü ucundan çekebilir. (Masa örtüsünü çeken çocukların birçoğu, masa üzerindeki vazonun hâlâ havada duracağını zanneder. Aşağıya düşüp kırılacağım hesap edemez; bu yüzden de masa örtüsünü çeker.)

Anormal davranış girdabına henüz girmemiş hiçbir çocuğun niyeti, ortalığı dağıtmak ve kaos oluşturmak değildir.

"Hayatı tecrübe" ederek tanımaya çalışırken vazoyu masadan düşürebilir.

Böylece çocuk, vazonun altında masa olmadığında vazonun havada durmadığını öğrenmiş olur. Bu tarz bir'tecrübeyi kazanan çocuğa kızmak, bağırmak ve ceza vermek, çocuğun hayatı "tadarak" tanımasına engel olacaktır. Bir anne babanın yapması gereken şey, "Bırak kırsın" ı kabullenebil-mektir.

Bunun aksini düşünelim. "Bırak kırsın" anlayışını taşımayan bir anne baba, "Kırılacağım ben anlatırım; bu şekilde öğrenir" diye düşünüyorsa çocuklarında sadece bilgi birikimi oluşmasını sağlar.

Peki, tecrübe ne olacak?

Bu tarz hareket eden anne babaların çocukları, hayatlarında tecrübe eksikliği olduğu için her zaman birilerinden duydukları bilgilere dayanarak hareket edecekler. Yani merdivenleri tecrübeyle çıkmayacak, işittikleri bilgilere göre çıkacaklar.

Bunun ne zararı olabilir?

Bu, çocuğun "kişilik gelişimini" ve "irade gücünü" tehlikeye atmak demektir. "Bilgi ile hayatı tanıyan" çocuklar, "hayatı tadarak tanıyan" çocuklara nazaran daha "bilgisiz" ve daha "istikametsiz" olabilmektedirler...

Hayatı bilgi ile öğrenen çocukların, "birilerine kanmaları" ve "kandırılmaları" daha kolaydır. O yüzden "Feleğin çarkından geçme" değimi, çocuk terbiyesinde de büyük önem taşımaktadır.

Evli bir çift, çocuk sahibi olduğunda, yani yeni bir "Dünyalıyı evlerine "buyur" ettiklerinde, artık tüm yaşantılarını bu dünyalıya göre ayarlamalıdırlar. Eski alışkanlıklar, ev dizaynları ve dekorasyonlar değişmelidir.

Çocuk ne kadar "dokunma yasak'Tı bir evde büyürse o oranda, kendinden ve yapacağı işten tereddüt duyabilir. Eşyayı tanımada başarısız olabilir.

Tüm bunlar, tecrübesi sıfır olan çocuğun temel bilgi ihtiyacıdır. Tatmak ve tanımak... Anne babanın görevi ise "öğrenme" ve "hayatı tatma" konusunda merak dolu olan bu yeni dünyalıya, "kontrollü tecrübe akışını" sağlamak olmalıdır.

Yeni ve dünyalar tatlısı bir misafiri "buyur" etmiş bir an-ne-baba, evlerinin içindeki her şeyi çocuğa göre yeniden gözden geçirmelidir.

Kırılması ve kırılmaması gerekli olan eşyaları bu yeni dünyalıya göre seçmelidirler. Boyaması ve karalanması gereken duvarın hangisi olduğuna karar vermeli çocuk. Videonun düğmesine bastığında ekrana görüntü geldiğini sevinerek öğrenmeli. Müzik setinin düğmesini açtığında evin içinin gürültüye boğulduğunu duymasına anne baba müsaade etmelidir. Tüm bu tecrübeleri geciktirmek, hem çocuk hem de anne baba için bir gün hayatın zorlaşmasına neden olabilir.

Nasıl mı?

Örneğin, nezaket ve hürmet ile kabul edildiğiniz bir aile dostunuzun evinde misafirlikte olduğunuzu düşünün. Çocuğunuzun dikkatini, vitrin içindeki müzik seti çekiyor. Yanına gidip sesini bir açıp bir kapatarak kendisine göre "akustik keşfe" çıkıyor. Ancak bu ses, misafirlikte bulunduğunuz ortamı rahatsız ediyor. Eğer çocuğunuzun, bu tecrübeyi kendi evinizde yaşamasına izin vermemişseniz, onu tatmin olma noktasına kadar özgür bırakmamışsanız o anda, misafirlikte ne deseniz fayda etmez. "Dur", "çek elini", "bozarsın yapma" deseniz de çocuğunuz için bu uyarılar pek bir şey ifade etmeyecektir.

Şimdi de masa olmadan, vazoların havada duramayacağı tecrübesini kendi evinde yaşamamış olan bir çocuk hayal edin. Bu çocuk annesiyle komşu ziyaretine gitmiş olsun. Komşunun, fiskos masası üzerinde duran "dede yadigârı" vazo, çocuğun dikkatini çekecektir. Zaten evde annesi, sürekli engellemiştir onu. Kimsenin fark etmediği bir anda o güzelim vazonun altındaki masa örtüsünü çekince şangır şungur bir sesle irkiliverir anne ve komşu. Oysa ne de güzel sohbet ediyorlardı! Artık yapacak bir şey yoktur. O çocuk; masa örtüsü çekildiğinde artık vazonun yere düşüp kırılacağı gerçeğini öğrenmiştir. Ama olan komşunun vazosuna olmuştur.

Hem anne mahcup olmuştur bu durumdan hem de manevî değere sahip olan vazonun kırılması komşuyu üzmüştür.

O yüzden, çocuk terbiyesinde anne-babalara tavsiyemiz:

Bırakın ilk tecrübeyi sizinle iken yaşasınlar... Bırakın kırsınlar... Bırakın tatsınlar...

Çocuklar İçin Oyun, Oyun Değildir

"Defol!.. Gözüm görmesin seni artık" dediğinde dünyası başına yıkılmıştı Ali'nin. "Hâlbuki ben onu her şeyden daha çok seviyorum" diyordu. Gözyaşları ile çıktı odadan. Arabasını aldı. Bunaldığında koştuğu sadık arkadaşıydı arabası... Hiç beklemeden gaza bastı, trafiğin yoğunluğuna aldırmadan hız yapıyordu. Kırmızı ışıkta durmak istemiyordu. Etrafındaki arabalar kornaya basıyordu; ama o aldırmıyordu. Kulağmdaki tek ses:

"Defol!.. Gözüm görmesin seni"ydi.

Bir yandan ağlıyor bir yandan da gaza bastıkça basıyordu, içindeki o sese hıçkırıkla cevap vermekten başka bir şey gelmiyordu elinden:

"Defolmuyorum... Defolmuyorum işte... Sen, beni sev-mesen de ben seni çok seviyorum. Babamı özlüyorum. Keşke şu an yanımda olsaydı!"

isteğine cevap gelmişti işte. Birden başına uzanan elin sıcaklığını hissetti.

"Oğlum! Neden ağlıyorsun?" diyordu babası. Yaşlı gözlerle dönüp başını okşayan babasına baka kalmıştı.

"Gel hadi kucağıma" diyordu babası.

Arabasını, yemek masasının hemen kenarına yavaşça park edip babasının kucağına oturmuştu.

"Annem, beni sevmiyor, baba" diyordu Ali. "Bana, 'Defol, gözüm görmesin seni' dedi."

Babasının o sıcacık eli gözyaşlarını siliyor, "Annen seni çok seviyor oğlum" diyordu. Tam o sırada Ali'nin annesi girmişti odaya. Söylenenleri duymuştu tabii. Hemen oğlunun gönlünü almak istercesine:

"Ama oğlum, sen de beni çok bunalttın. Ben mutfakta iş yapıyorum, sen benden olmayacak şeyler istiyorsun."

Sonra Ali'nin üzgün bakışlarını gören annesi, "Özür dilerim, haklısın. Bağırmamalıydım" diyordu.

Ali' nin gönlü olmuştu. Gülümseyerek annesinin kucağına yerleşmişti bile...

Oyun, oyun değildir

Tıpkı yukarıda Ali'nin annesi ile yaşadığı olayda olduğu gibi, duygusal boşluğa düşen çocukların ilk sarıldıkları terapi yöntemidir oyun... Yetişkinler, çocukların oyun oynadıklarını sansalar da çocuklar için oyun, oyun değildir. Oyun, çocuğun dünyasında büyülü bir masal ülkesidir (Ali'nin üzüldüğünde çıktığı yolculuk gibi). Orada sizin tanımadığınız; ama çocuğunuzun arkadaşı olan birçok şey gizlidir. Sizin göremediğiniz eşyaları, sesini duyamadığınız birçok şarkıları vardır...

Oyun, çocuk için bazen sığınılacak bir liman bazen öğrendiklerini uygulayacağı bir deneme yanılma tahtası bazen de kendisini en rahat hissettiği gizemli dünyasıdır.

"Hadi, git biraz oyna!"

Birçokr anne-baba, günlük işlerini daha rahat halledebilmek için çocuklarını oyuna teşvik etseler de bir çocuk için oyunun anlamı, asla "Hadi, git biraz oyun oyna" emrinin karşılığı değildir.

Oyun, konsantre olmayı gerektirir.

Oyun, çocuk ile oyunun ruhunun bütünleşmesini gerektirir.

Oyunda, çocuk kendine ait bir dünya oluşturur/hayal eder.


Yüklə 430,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin