Adem Güneş Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar



Yüklə 430,99 Kb.
səhifə8/9
tarix03.08.2018
ölçüsü430,99 Kb.
#67257
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Bu soruya pedagojik açıdan vereceğimiz ana cevap; "çocuk terbiyesinde izlenilen yanlış metotlar"dır. Yanlış metodoloji, bir insanın sahip olabileceği en masum duygu olan kıskançlık duygusunun ya aşırı derecede tetiklenmesine ya da tamamen öldürülmesine neden olabilmektedir.

Birçok anne-baba, çocuklarının kıskançlıklarını onların karakterinin bir parçası olarak görseler de o parçayı, karakter haline getiren asıl etken, çocuğun duygu dünyasının (farkında olunmadan) tahrip ediliyor olmasıdır.

Çocuklara eşit davranmak, kıskançlığı körükler

Pratik tecrübelerimize dayanarak söylemek gerekirse günümüzde kardeşler arasında oluşan kıskançlığın ana neden-

çocuk ı erbıyesınde uogru bilinen Yanıışıar ¦ i<ü>

lerinden biri, anne-babaların çocuklarına karşı eşit davranma heyecanıdır.

Zira hiçbir çocuk, bir diğeri ile eşit değildir. Gerek karakter yapısı itibari ile gerek önce veya sonra dünyaya gelişiyle her bir kardeş, bir diğer kardeşten farklıdır. Bu farklılıkları gözetmeden bir anne-baba şefkatiyle çocukları eşitlemeye çalışmak, eşitlik çizgisinin ilerisinde bulunan çocuğu ezmek anlamına gelir. İnsanın başka biri yüzünden eziliyor olması, kıskançlığı ha bire körükler.

Düşünün lütfen; yaşlan birbirine yakın iki çocuğunuz var. Bu iki kardeş birbiri ile kavga ediyorlar. Siz de araya girip kavgayı durdurmak için kardeşleri ayırıyorsunuz. Sonra ikisine de aynı cezayı veriyorsunuz. Siz iki çocuğunuzu da birbirinden ayırt etmeden aynı muameleyi göstermiş olsanız da farkında olmadan çocuklarınızdan birini (veya ikisini) diğerine karşı ezmiş olabilirsiniz. Örneğin bu çocuklardan biri, bir diğerinin ağabeyi (ablası) ise büyük ve küçüğün aynı cezayı alması doğru mu acaba? Aynı suçu işlemiş iki kardeşe, aynı cezayı vermek, görünüşte "eşif'lik gibi görünse de çocuk terbiyesinde böylesi bir eşitlik "adaletsizliği" doğurur.

Aynı örnek üzerinden düşünmeye devam edelim:

Aynı kabahati işleyen bu iki çocuğunuzdan biri, çok duygusal, diğeri ise vurdumduymaz olsun. Siz duygusal olan çocuğunuza -belki- "öte git" deseniz kalbi kırılabilir ve bir hafta sizin yüzünüze bakmayabilir. Vurdumduymaz olan çocuğunuza, "öte git" deseniz umurunda bile olmayabilir; hatta ertesi gün aynı kabahati fazlası ile işleyebilecek cesareti kendinde bulabilir. Bu durumda, siz her ne kadar kendinizi çocuklarınıza karşı eşit davranıyor sansanız da çocuklarınızın iç dünyasında uyandırdığınız duygular itibari ile bu eşitlik, adaletsizliği barındırmaktadır.

ızb ¦ gocuK lerDiyesınae uogru Diıınen ranıışıar

Adaletsizlik, kıskançlık doğurur

Anne babalar çocukları ile kurdukları iletişimde eşitlik ilkesine sadık kalayım diye uğraşırlarken bir yandan da çocuklarının duygu dünyasının röntgenini çekmeyi ihmal etmemelidirler. Hâlbuki çocuklara eşit davranmak çocuğun iç dünyasında uyanan duygu itibari ile eşitlik taşımalıdır.

Bir örnek daha vermek gerekirse anne baba olarak çarşıya çıktığınız bir gün çocuklarınıza hediye almayı planladınız ve aynı yaştaki iki erkek çocuğunuza, -birbirleri ile kavga etmesinler diye- aynı hediyeyi aldınız. Acaba doğru mu yaptınız?

Çocuklarınızdan birisi, sosyal yönlü oyuncakları, diğeri matematiksel oyunları seviyorsa aldığınız aynı oyuncak her iki çocuğunuzda da aynı sevinci uyandırabilir mi?

Eve gidip büyük bir sevinçle hediyeleri verdiniz. Fakat çocuklardan biri çok sevindi diğeri kenara geçip "zaten en güzel oyuncağı hep kardeşime alıyorsunuz..." diye içindeki duyguları size aktardı. Siz de bu söylem karşısında, 'Ama ikinize de aynı oyuncağı aldım' diye mi düşündünüz?

İşte çocuklar ile anne-baba arasında daha çocukluk yıllarında başlayan anne babaya göre eşitlik; ama çocuklara göre "adaletsizlik", insanın doğuştan var olan kıskançlık duygularının alev almasını sağlar.

Adaletsizlik, güvensizliği; güvensizlik, kıskançlığı tetikler

Çocuk terbiyesinin en can alıcı noktası adalet duygusudur. Eğer çocuk o ya da bu sebeple kendisine haksızlık yapıldığı, anne babasının kendisine adil davranmadığı hissine kapılırsa bunun sonucu, güven bunalımıdır. Çocuk, anne babasına bir defa güvensizlik hissederse kıskançlığın ikinci tetikçisi harekete geçmiştir bile.

gocuk lerDiyesınae uogru bilinen Yanlışlar ¦ ızı

Statü kaybı ve kıskançlık

Çocuklara yönelik adil olmayan davranışlar, çocuklar arasındaki statü kaybına da neden olmaktadır. Statü kaybı ise kıskançlığı körükleyen en önemli sebeplerden biridir.

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, çocuklardan biri, diğerine göre büyük ise büyük olma statüsüne dikkat edilmeden çocuklarla iletişime geçmek, büyük çocuğun statü kaybına yol açacağı için kıskançlık duygusunu da tetikleyecektir.

Eve yeni gelen en küçük kardeşe olan aşırı ilgi, büyük kardeşi rahatsız edebilir. Kendisi daha önceden evin tek hâkimi iken birden bu hâkimiyetin kaybolduğu hissine kapılabilir. Sevgiyi tek başına kazanıyorken, anne babasının tek sahibi kendisi iken, elinde tuttuğu bu statüyü birden kaybetmek, çocuğu paniklettirebilir.

Böylesi durumlarda, anne babanın yapacağı şey, büyük çocuğuna büyümüş çocuk muamelesi yapmak, yeni kardeşe de bebek muamelesi yapmak olmalıdır. Büyük kardeşe daha önceden sahip olduğu hiçbir statünün kaybolmadığı gösterilmeli; hatta ağabey olmakla evde daha da önemli bir pozisyona geldiği hissettirilmelidir.

Çocuklar arası yaş farkı, kıskançlıkta rol oynar

Sadece anne babanın çocuklarına olan davranışları değil, bazen hiç beklenmedik dış etkenler de kardeş kıskançlığında rol oynar. Bunlardan biri de kardeşler arası yaş farkıdır. Eğer bir çocuk, 3-4 yaşları arasında yeni bir kardeşe sahip olursa kuvvetli ihtimal ki bu iki kardeş arasında büyük bir kıskançlık yaşanacaktır. Çünkü çocuklar, 3-4 yaşları arasında "ben" merkezcidirler. Paylaşmayı sevmezler. Minik ergenlik dönemi denilen bu evrede çocuk kardeş sahibi olursa evdeki ilginin azalmasından, eşyalarının paylaşılacak olmasından, dikkatlerin başka birinin üzerinde yoğunlaşmasından ciddi rahatsız olur. Bu nedenle anne babalar çocuk terbiyesinin zor-

İZÖ m (^ocuk lermyesınae uogru d 11 ineri idiııı^mr

luğuna bir de kardeş kıskançlığını eklemek istemiyorlarsa çocuk sahibi olmayı planladıkları döneme dikkat etmelidirler.

"Tıpkı babası gibi gözleri var"

Kardeş kıskançlığının körükleyici, diğer bir nedeni de kardeşler arasında kıyas yapılması, bir kardeşin aile büyüklerine benzetilmesi, diğer kardeşin kendini aile halkası dışında hissetmesidir. İki kardeşten birine yönelik söylenen, "Maşallah gözleri de tıpkı babası gibi" ya da "Gülüşü ne de çok annesine benziyor" tarzındaki ifadeler, diğer kardeşin kıskançlık damarını kabartır.

Özetle, diyebiliriz ki çocuk terbiyesinde izlenilen yanlış metotlar gayet doğal ve en insanî duygu olan kıskançlık hissini tahrik etmektedir. Bu itibarla bakıldığında, anne babalar, çocuklarının iç dünyalarını tanıyarak ve onların aile içindeki konumlarını dikkate alarak onlarla iletişime geçmelidirler.

Çocuk ile anne-baba arasında yürütülen ilişki, eşitlik temeline göre değil, adalet anlayışına göre şekillenmelidir. Çocuk, kendini aile içinde her zaman güven ve huzur içinde hissetmeli, duygularının kırıldığı hissine kapılmamalıdır.

Unutmamalıdır ki kardeş, kardeşin kumaşıdır. Oturuşunuz, duruşunuz konuşmanız, en ufak kaş-göz işaretiniz çocuklarınız tarafından yanlış anlaşılabilir ve o evin atmosferi birden bire aleyhinize çevrilebilir.

Çocuğum Yaramaz mı, Hiperaktif mi?

Günümüzde o kadar yaygın hale geldi ki Hiperaktivite kelimesi, çocuk azıcık koşacak olsa, sağda solda zıplayıp enerjisini boşaltacak olsa, anne babalar hemen telaşa kapılıp "Yoksa bizim çocuk hiperaktif olmasın?" diye tedirgin oluyorlar. Oysa hiperaktif oldukları sanılan çocukların birçoğu ADHD değil, sadece yaramazdır.

Birçok çocuk, alt alta, üst üste sıkıştırılmış apartman hayatının verdiği bunalım sonucu koltuklar üzerinde koşmakta, yerlerde taklalar atmakta, yemek masasında bir türlü rahat oturamamaktadır. Bu tür çocuklar, genelde ADHD değil, üzerlerindeki statik enerjiyi toprağa boşaltamayan yaramaz çocuklardır. Zira ADHD'li çocuk, yaramaz çocuk değil, çok tuhaf davranışlı çocuktur. ADHD olan bir çocuk, Otistik,

Down Sendromlu bir çocuk gibi -belirtileri aynı olmasa da-psikolojik rahatsızlık taşır.

Hiperaktiflik nedir?

Dünya üzerindeki birçok çocuğu pençesinde kıvrandıran bu rahatsızlığın Psikoloji literatüründeki adı, Attention-Deficit and Hyperactivity Disorder'dır (ADHD). Türkçeye ise Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olarak çevrilmiştir. Hollanda'daki ailelerin yüzde 3'ü, Amerika'daki anne babaların yüzde 5'i ve İngiltere'deki velilerin yüzde l'i, çocuklarındaki bu rahatsızlıklarla mücadele etmektedir. Türkiye'de ise bu rakam yüzde 5'tir.

ADHD olan bir çocuğun davranışları, "normal" çocuklar gibi olmadığından, Avrupa'da bu tür çocuklar "özürlü çocuklar" için açılmış okullara yönlendirilmekte, psikolog ve pedagogların yardımı ile eğitim sürecini tamamlamasına gayret sarf edilmektedir.

ADHD'nin belirgin özellikleri nedir?

ADHDTi bir çocuğun en belirgin özelliği, kendisini dur-duramayıp düşünmeden "her an" hareket halinde olmasıdır. Çocuk sanki üzerine yüklenmiş olan fazla enerjiden kurtulmak istercesine her an bir şey yapma, birilerine sataşma, ayağa kalkma, havaya zıplama veya oturduğu yerde elleriyle, ayaklarıyla hareket etme ihtiyacı içindedir. Çocuk, tıpkı pilli bir oyuncak araba gibi, yere koyduğunuz her an bir tarafa doğru gitmek için çırpmır. Hiperaktiflik diye bahsedilen şey, işte budur. Yoksa çocuğun masum koşuşturmacasına ve annesini yormasına Hiperaktiflik demiyoruz.

Bununla birlikte, ADHD olan bir çocukta dikkat dağınıklığı mevcuttur. Örneğin, altı yaşındaki bir çocuk, normal şartlar altında dikkatini dağıtmadan 20 dakika boyunca kendini bir konuya odaklayabildiği halde, ADHD olan bir çocuk

bunu başaramaz. Bir konuya odaklanmak istese de her an dikkati dağılır. Ya etraftaki bir şeylere yönelir ya aklına gelen bir şeyi yapmak için o anki ortamdan uzaklaşır ya da konuyla ilgisi olmayan o anda aklındaki bir soruyu sorar.

Ancak burada dikkat edilecek bir püf nokta daha vardır ki o da bazı çocukların bazı dersleri (konuları) sevmemesi veya öğretmenin (anne babanın), çocukların seviyesine inememesi ve bunun neticesi olarak çocuğun kendisini o derse (konuya) verememesi... Bunları, ADHD belirtisi olarak kabul etmiyoruz. Böyle bir durum çocuğun rahatsızlığı değil, eğiticinin yetersizliğidir.

ADHDTi bir çocuğun yine en belirgin özelliği hırçınlığıdır. O, her an herkes ile kavga yapma ve sataşma potansiyeline sahiptir. Çevresi ile uyumsuzdur. Çevresindeki çocuklara verdiği zarardan dolayı arkadaş edinmekte zorluk çeker, bu ise ADHD'li çocuğu daha da hırçınlaştırır.

ADHD nasıl oluşur?

Bir çocukta ADHD oluşmasının dört temel sebebi vardır. Bunlardan biri, annenin hamileliği sırasında yaşadığı olaylardır. Doğumda çocuğun 2,500 gramdan daha az kilo ile doğmuş olması, annenin hamilelik sürecinin 32 haftadan daha az olması, annenin hamilelik sırasında sigara ve alkol kullanması, ana rahminin fonksiyonlarını tam yerine getirememesi, doğacak çocuğun ADHD'li olarak doğmasına neden olduğu bilinmektedir.

Annenin hamileliği sırasında yaşadığı bu negatif tecrübelerin yanı sıra, bir de çocuğun doğduktan sonra kuralları olmayan, düzensiz bir ailede yetişiyor olması ADHD riskini artırır. Çocuğun aile hayatının kaos içinde olması, aile içinde kendini değersiz hissetmesi ve statüsünü bulamaması gibi durumların, ADHD davranış sapmasına neden olduğu bilinmektedir. Tüm bunlara ek olarak çocuğun erken yaşlarda

televizyon ve bilgisayar (türevi) ile tanışmış olması ADHD riskini artıran etmenlerdir.

ADHD'nin sebeplerinden üçüncüsü ise çocukların tükettikleri gıdalarla ilgilidir. Özellikle kimyasal katkı ile tatlandırılmış, cips, çikolata ve dondurulmuş gıdalar ile içerisine kimyasal boya katılmış meyve suları çocukların bu rahatsızlığa yakalanmasına neden olduğu görüşü üzerinde durulmaktadır. Bununla birlikte, çocuğun yediği yiyeceklerde hormon bulunuyor olması da ADHD'yi tetiklemektedir.

Ayrıca ADHD'li çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar gösteriyor ki bu rahatsızlığın bir kısmı da genler vasıtası ile anne babadan geçmektedir. ADHD olan bir anne baba büyük ihtimalle çocuğuna da bu rahatsızlığı aktarmaktadır.

ADHD'nin tedavisi var mıdır?

ADHD'nin tedavisi vardır; ancak burada dikkat edilecek bir husus, anne babanın ADHD olan çocukların tedavisi için tercih edeceği yöntemdir. Zira birçok veli, ilaçla tedaviyi tercih ediyor hem kolay olduğu için hem de bazı doktorların yanlış yönlendirmesiyle bu yola başvuruyorlar. Hâlbuki şu an, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu teşhisiyle ilköğretim çağındaki on binlerce çocuk gereksiz yere uyarıcı ve antidepresan ilaçlar kullanmaktadır. "Gereksiz yere kullanmaktadır" diyoruz; çünkü ADHD'nin tam bir teşhisi yoktur. Psikolojinin bugün ulaştığı nokta itibari ile hiçbir çocuğa "kesinlikle sen ADHD'sin" diye teşhis konulamamaktadır. Konulan teşhisler daha çok ihtimal hesapları üzerinedir. Bu rahatsızlığın birinci boyutunun böyle olduğunu düşünürsek belki de gereksiz yere çocuklara bu türden ilaçlar vermenin ne kadar da vahim bir hata olduğu, gözler önüne serilebilir.

Bununla birlikte (muhtemel) ADHD teşhisi konulmuş çocuklara genellikle, uyarıcı özelliğe sahip "Ritalin" isimli ilaç verilmektedir. Ritalin, kokain gibi tesiri olan ve kırmızı reçe-

te ile satılan bir ilaçtır. Bu ilaç, yerinde bir türlü duramayan çocuğu uyuşturup sakinleştirmeye yönelik bir özellik taşıdığı için birçok hekim tarafından tereddütlü ilaçlar listesinde yer almaktadır. Özellikle Avrupa ülkelerinde, çocuklara verilen uyuşturucu türevi ilaçların bağımlılık yaptığı ve etik olmadığı gerekçesi ile kullanımı giderek azalmasına rağmen (maalesef) Türkiye'de, bu konu hakkında yeterince bilgisi olmayan ailelerin ve (ne yazık ki) ihtiyatsız davranan uzmanların sayesinde bu tür ilaçlar çok rahatlıkla kullanılabilmektedir.

Ayrıca Houston Kanser Merkezi'nde 12 çocuk üzerinde Ritalin'in kanser ile bağlantısına yönelik yapılan araştırmada, Ritalin kullanan çocuklardaki kanser riskinin, Ritalin kullanmayan çocuklara nispeten 3 kat daha fazla olduğu tespit edilmiştir.

Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, kesin teşhisi bile henüz olmayan bu rahatsızlık için çocuğa erken yaşta uyuşturucu özelliği taşıyan ağır ilaçların verilmesini doğru bulmadığımızı belirtmeliyiz.

Avrupa'da, ilaçlı tedavi yöntemi tavsiye edilmeyen ADHD için ilaçsız psikoterapi yöntemleri kullanılmaktadır.

Son bir tavsiye

Çocuklarında hiperaktiflik özellikleri gören/tahmin eden anne babaların sofralarına koydukları gıdalara göz atmalarını tavsiye ediyoruz. "Teknoloji" gıdası olarak adlandırdığımız suni gıdalar, kimyasal yöntemlerle dondurulmuş veya konserve ürünler, çeşitli kimyasal katkı maddeler (E ürünleri), suni olarak tat ve koku verilmiş cips, şekerleme vb. gibi yiyecekler, kimyasal boyalarla renklendirilmiş ve sıkıştırılmış gaz ilave edilmiş içecekler... Bu tarz gıdaların çocuklarda bu ve benzeri rahatsızlıkları tetiklediği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Anne Babaların Hazırlıksız Yakalandığı Soru: "Allah Nerede?"

Çocuklar etrafı ve etrafta şekillenen olayları kavramaya başladıkları yaşlardan itibaren anne babalarını soru yağmuruna tutarlar.

"Bu nedir? Bu niye böyledir? O kim?" gibi sorular anne babayı oldukça yorar; ama bu sorular içinde öyle bir tanesi daha vardır ki birçok anne baba ansızın yakalanır buna ve doğru cevabı bulmanın telaşını yaşar. O soru, "Allah nerede?" dir.

Küçüktüm, hayal meyal hatırlıyorum. Anneme sormuştum:

- Anne, Allah nerede?

Annem bütün kalbî samimiyeti ile cevap vermişti:

- Allah nerede anarsak orada oğlum.
Bu cevap kafamda yeni soruları da beraberinde getirmişti.

"Allah'ı nerede anarsak oraya geliyor. Teşbih çekenlerin neden hızlı hızlı Allah, diyerek teşbih çektiğini anlamıştım o an. Hep Allah'ı yanlarında hissetmek istiyorlardı demek ki!.." '

Zihnimde onlarca soru dolaşırdı. Mesela "Peki ya Allah'ı anmazsak?" diye düşündüğümü hatırlıyorum gece vakti yatağımda uyumaya çalışırken.

Bir süre sonra mahallemizdeki caminin hocası, aynı soruya farklı bir cevap vermişti. Yaramaz arkadaşım Ramazan, "Allah nerede Hocam?" diye sorunca Hoca sağ elini kalbine götürerek "Allah kalbimizde oğlum" demişti.

Bu cevap annemin verdiği cevaptan daha çok düşündürmeye başlamıştı beni.

"Allah kaç tane ki? Herkesin kalbinde Allah varsa o zaman neden 'Allah bir' diyoruz? Allah insanların kalbine niye giriyor ki?" gibi birçok soru aklımdan geldi, gitti, durdu. Tüm bu sorularımı çocukluk yıllarımda ne kimseye sorabildim ne de bu soruların sorulduğu bir ortamda verilen cevapları duyabildim.

Bilinçaltında büyüyen öcü

Geçenlerde Televizyon kanallarının birinde, çocuk terbiyesi konusunda bir programa rastlamıştım. İzleyicilerden gelen sorulara cevap vermeye çalışan bir psikologa, bir anne, çocuğu ile ilgili bir soru sordu:

"5 yaşında bir oğlum var. Israrla bana 'anne, Allah nerede?' diye soruyor, ben de 'Oğlum Allah kalbimizde' diye cevap veriyorum. Sizce nasıl cevap vermeliyim?"

Televizyonda soruları cevaplandıran uzmanın cevabı göz

yaşartıcıydı.

İ^ÖB^ULUK ItrUiytSHlUC L/UyiU l_lllllit.ii -•«¦**-y--*ı

"5 yaşındaki bir çocuğa kalbinde Allah var, diye cevap vermeniz, çocuğun aklına yeni birçok soru işaretlerini doğurabileceği için doğru bir cevap değil. O nedenle, oğlunuzun bu sorusuna 'Allah çoooook uzaklarda onu biz göremeyiz' diye cevap vermenizi tavsiye ederim" deyiverdi.

Televizyon ekranlarındaki bu diyalogu duyunca çocukluk yıllarıma döndüm ve o yıllarda aklıma takılan sorulan hatırladım. Bizzat o dönemi yaşamış biri olarak ve konuyla yakından ilgilenen bir pedagog nazarıyla bu cevap, beni çok üzmüştü.


"Allah nerede?" sorusuna verilen bu tür yanlış cevaplar, çocuğun bilinçaltına yerleştirilmiş saatli bir bomba gibi "tik tak" ederek patlayacağı anı bekler. Eğer uygun bir zamanda uzman birileri tarafından saatli bombanın kabloları çekilmez ise çocukluk yıllarını atlatan gencin içinde dev gibi bir patlama olmaması içten bile değildir.

Her kalpte Allah varsa kaç tane Allah var?

Henüz eşyalar arasında ilişkileri tam kuramamış yedi yaş grubundan önceki çocuklara verilecek "Allah kalbimizde" cevabı, çocuğun zihninde birçok yeni soruyu daha ürmala-yacaktır:

"Her kalpte bir Allah varsa kaç tane Allah var?"

"Kalbimizde Allah nasıl nefes alıyor?"

"Allah içimde kımıldarsa ben korkarım."

Çocuğun hayal gücü nispetinde yeni yeni sorular ortaya çıkacaktır. İç içe geçmiş, anne babanın artık cevap veremeyeceği yeni sorular...

Annemin ben daha çok küçükken söylediği, "Allah nerede anarsan oradadır" cevabı da yine soyut düşünme dönemine geçen 7 yaş grubu çocuklarda, "Ya Allah'ı anmazsak...

O zaman Allah orada yok mu?" gibi paradoksların yaşanmasına neden olacaktır.

. "Bana dinden imandan bahsetmeyin"

Bütün bu fikrî iç savaşla yetişkinliğe doğru ilerleyen çocuğun elinden bir gün birileri tutmaz ve bilinçaltmdaki bu çelişki, akrep ve yılanların yuva kurduğu örtüyü kaldırmaz ise bir gün o akrep ve yılanlar çocuğa artık "bana dinden-minden bahsetmeyin, boş verin böyle şeyleri" dedirterek zihinsel "es geçmelere" neden olabilir.

Peki, "Allah nerede?" sorusuna nasıl cevap verilmelidir?

Bu soruya verilecek cevapları, çocukların yaş dönemleri dikkate alınarak üç kategoride topluyoruz:

Yedi yaşına kadar olan çocuklar

Bu yaş grubundaki çocukların "Allah nerede?" sorusun-daki kasıtları, ismini duyduğu eşyaların zihinde şekillendirme çabasıdır. Çocuk en iyi bildiği kavram ile yeni duyduğu şey arasında kıyas yaparak çevreyi tanımaya çalışır. Örneğin, "Bir hafta sonra teyzene gideceğiz" dediğinizde, çocuk "bir hafta"nın ne demek olduğunu henüz bilmiyorsa "Yedi kere akşam olacak, ondan sonra gideceğiz" tarzında a-çıklama yapmalısınız. Yani çocuk, bir önceki tanıdığı ile bir sonraki tanınacak arasında ilişki kurarak hayatı algılamaya çalışır. Bu itibarla, çocuk eğer "Allah çoook uzaklarda" diye duymuşsa bu uzaklık onun zihninde bir şeylerle kıyasa tabi tutulacaktır. "Ankara kadar uzakta... İstanbul kadar uzakta... Yıldızlar kadar uzakta..." gibi. Bu nedenle bu yaş grubundaki çocuklara verilecek cevaplar, bir mesafe, şekil, görüntü içermemeli, aksine ileriki yaşlarda kendisinde merak hissi uyandıracak, Allah arayışını kesmeyecek cevaplar olmalıdır. Verilecek olan cevap, zihnin bir köşesinde alarmı kurulmuş bir soru olarak her an mevcudiyetini korumalıdır.

Bu yüzden bu yaş grubu çocuklara verilecek cevap konusunda, çocuk ile aile arasında şu iletişimi tavsiye ediyoruz:

"Oğlum, ağaçları yaratan Allah. Kuşları yaratan Allah. Çiçekleri yaratan Allah. Bizi yaratan Allah. Onun yarattığı her şeyi etrafımızda görüyor, hissediyoruz... Ama O nerede ben bilemiyorum. Hissediyorum her an O bizimle... Ama nerede olduğunu bilemiyorum."

Bu yaştaki bir çocuğun "Allah nerede?" sorusuna aradığı cevap, filozofik, tasavvufî ve bilimsel derinlikte ve yoğunlukta olmamalı, aksine verilecek cevap, bir sonraki zihinsel yaşta verilecek cevaba hazırlık niteliğini taşımalıdır.

On dört yaşına kadar olan çocuklar
Bu yaş grubu çocuklara verilecek cevapta, akıl ve mantık ön planda olmalı veya soruya, soru ile karşılık verilmelidir. Çocuğa kendi zihnî kapasitesi ölçüsünde ufuk ve düşünce boyutu açacak yaklaşımlar sergilenmelidir.

Örneğin "Allah'ı görmemiz mümkün değil. Nasıl mı? Bana havayı gösterir misin? Gösteremezsin. Çünkü gözlerimiz her şeyi göremiyor. Göremiyoruz; ama havanın varlığını her an, her yerde hissediyoruz. İşte bunun gibi, Allah'ın varlığını her an, her yerde hissediyoruz. Çiçekleri yaratışında hissediyoruz ki hemen yakınımızda. Kuşları yaratışından hissediyoruz ki bizimle beraber. O, her an, her yerde... Nefes alırken, uyurken, uyanıkken hep bizimle..."

Yirmi bir yaşına kadar olan çocuklar

Bu yaş grubundaki gençlere ise bu yazının başında geçen (tasavvufî) açıklamalar yapılabilir. Gençlerle, şu anlayışta bir iletişim içinde olunmalı: "Allah kalbimizde. Eğer kendimizi ve kalbimizi keşfedebilirsek onun bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu göreceğiz" ya da "Allah ötelerde. Kürsüsünde. Arşında... O kâinatı her an kuşatmış hali ile her an her zerrenin hâkimi ve sahibi..."

Pembe Renk, Kız Çocuğuna Yakışır; ama

Renkler, insan hayatının vazgeçilmezidir. Renklerin yok olduğu, cismin tek renk olduğu bir dünyayı hayal etmek bile

zor.

Düşünün, yer, gök tek renk... Ağaçlar, çiçekler tek renk... Hatta aynada baktığınız cildiniz bile tek renk. Ne mahcup olurken kızarıyor ne de korkunca sararıyorsunuz...



Renksiz bir dünyada yaşamak kadar, renklerin uyumsuzca tasarlandığı bir âlemde hayat sürmek de insan psikolojisini altüst ederdi.

Hayal edin:

Su yeşil. Süt sarı. Bir kulağınız mavi, diğer kulağınız mor. Eşinizin gözleri kırmızı. Komşularınızın dişleri siyah...

Tıpkı korku filmi gibi değil mi?

İşte bu noktada insana düşen görev, insan psikolojisinde bu kadar tesir oluşturan renklerin anlamını öğrenmektir. Zaten modern bilim de renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkisini en ince ayrıntısına kadar hesap etmektedir.

Örneğin kırmızı rengin, insan üzerinde, canlandırıcı, kışkırtıcı, heyecan verici, tahrik edici bir etkisi vardır. Kışkırtıcı bu renk yiyecek ve içeceklerin ambalajında kullanıldığında, insanda "acıkma" hissini kamçılamaktadır. Dev gıda firmalarının (Coca Cola, Pizza Hut, MC Donald's, Burger King) ambalaj ve dizaynlarında kırmızı renk tercihi bundan kaynaklanmaktadır.

Kırmızı rengin insanı motive edici bu özelliğinin yanı sıra, uzun süreli kullanımında özellikle sinirlerde gerginliğe ve strese sebebiyet verdiği bilinmektedir. Bu nedenle hasta odalarında kırmızı renk kullanmak ve hastane bahçelerine toplu halde kırmızı çiçeklere yer vermek uygun olmaz. Kırmızı renge uzun süre maruz kalan insanın tansiyonu yükselir, kan akışı hızlanır, sinirleri gerilir.

Kırmızı rengin en bilinen başka bir özelliği de cinsel duyguları kamçılamasıdır. O yüzden, gerek erotik dergiler ve erotik internet siteleri, kırmızı rengi tercih etmekte ve kırmızının her tonundan bu amaçla faydalanmaya çalışmaktadırlar. Özellikle cinsel arzuların tesiri altında ezilmiş ve nefsini kontrolde zorluk çeken kişiler için kırmızının dayanılmaz bir çekiciliği vardır.


Yüklə 430,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin