Adem Güneş Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar



Yüklə 430,99 Kb.
səhifə7/9
tarix03.08.2018
ölçüsü430,99 Kb.
#67257
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Çocuğunuzun Öfkesini Söndürmeyin

Ne yazık ki günümüz çocuk terbiyesinde doğrular ve yanlışlar iç içe girdiğinden, anne-babalar, çocuklarını terbiye ederken sağlıklı bir insanda bulunması gereken birçok özelliği de bilinçsizce köreltmektedirler. Bunların başında da çocuklarda yok edilmeye çalışılan "öfke" duygusu gelmektedir.

Öfke, doğuştan her insanda var olan, tehlikelere karşı o insanı korumak üzere programlanmış bir refleks davranıştır. Bilinenin aksine, öfke, sağlıklı her insanda olmazsa olmaz olan bir duygudur.

Güçlü veya güçsüz fark etmez, öfke anında insan vücudunda salgılanan hormonlar, kendisinden onlarca kere güçlü olan birini yere serebilecek kadar enerji kaynağıdır.

insan içinde taşıdığı öfke sayesinde, kendini sosyal hayatta güvende hisseder.

Öfke sayesinde, onurunu korumaya çalışır.

Öfke sayesinde, namusuna uzatılan ele karşılık verir.

Öfke refleksi kırılmış bir insan ise -kitabın başında vermiş olduğum örnekteki- pençesi koparılmış şahin kuşu gibi korkak ve çaresiz olur. Merhametli; ama cahil bir yaşlı kadın ne yapmıştı şahine? Cesur bir kuşu, korkak bir kargaya dönüştürmüştü.

İşte öfkesi sindirilen bir çocuk da kendisine yönelecek tehlikelere karşı, kanatlarını açamaz. Dişlerini ve yumruklarını sıkamaz. Ses tonunu değiştirip hasmının üzerine yürüyemez... Böylesine önemli işlevi bulunan öfke, ne yazık ki çocuk terbiyesi sırasında anne-babalar tarafından, çok defa "Çocuğum saldırgan davranıyor" diyerek sindirilmeye çalışılmaktadır. Oysaki öfke, çocuğu tehlikelerden koruyan, şahin kuşunun pençesi gibidir.

Öfke, sosyal hayatı bilinçaltından düzene sokar

Bir kapkaççı, kendisinden çok güçsüz olan bir genç kızın çantasını çarptıktan sonra neden kaçar? Ya da hırsızlar ellerinde silah olduğu halde neden sessizce ve gizlice hırsızlık yapmaya çalışırlar? Çocuk tacizcileri, neden acele etmeden, adım adım ve sabırla planlarını yürütürler?

İşte tüm bunların altında yatan sebep, maruz kalınacak "öfke" den korkudur.

Gerek toplumun gerekse mağdurun öfkesinden korkan hırsız, yankesici veya tacizci, planladığı eylemi, öfkeye maruz kalmayacak şekilde uygulamaya çalışır. Farkında olunsun ya da olunmasın, her insanda potansiyel bir "öfke" duygusu olması, sosyal hayatın düzen içinde gitmesi için en ö-nemli unsurlardan biridir ve insana musallat olabilecek birçok fenalığı yok etmeye yarayan koruyucu bir kalkandır.

Öfke, çocukları tacizden koruyan bir silahtır

Yapılan araştırmalar ve pratik tecrübeler gösteriyor ki tacize uğrayan çocukların tacizcinin elinden kurtulamamasının en önemli nedenlerinden biri, "Çocuğun öfke duygusunu kullanamaması"dır.

Ne yazık ki anne babalar, bilerek veya bilmeyerek çocuklarını eğitirken onların doğal koruyucu kalkanı olan "öf-ke"yi bastırmakta, yok etmekte veya kullanılamaz hale getirmektedirler. Öfkenin faydaları düşünülmeden, sadece zararları göz önünde tutularak uygulanan terbiye yöntemleri, çocukları kötü niyetli kişilerin tuzaklarına düşmeye fırsat vermektedir.

Tacize uğrayan çocuklarla yapılan röportajlarda, "Neden karşı koymadın?" sorusuna çocukların büyük çoğunluğunun, "Karşı koyarsam bana kızacağından korktum" diye cevap verdikleri görülmektedir. Hâlbuki işte öfke, tam bu noktada devreye girmeliydi. Çocukların taciz anında yaşadıkları korku ve endişe ile öfke duygusunu kullanmaları, bağırıp çağırmaları, ortalığı birbirine katmaları gerekirdi. Ne yazık ki bu çocuklar öfke reflekslerini harekete geçiremedikleri için bir kuş gibi çaresizce tacizcilerin ellerinde kalmışlardır. Tacize uğrayan çocukların aile yapıları incelendiğinde, aile içinde psikolojik ve duygusal baskı altında tutuldukları dikkat çekmektedir. Bu tür ailelerin, çocuklarının aile içinde öfke refleksini kullanmalarına müsaade etmedikleri görülmektedir. Hâlbuki aile ortamı bir jimnastik salonudur. Çocuk orada kendini geliştirecek, kendini o ortamda hayata hazırlayacaktır.

Tıpkı şahin kuşu örneğinde olduğu gibi, yanlış terbiye yöntemleri ile çocukların aile içinde, gagaları kesilir, kanatları yolunur ve pençeleri kırılırsa kendilerine yönelecek tehlikelere karşı tabii ki karşı koyamayacaklardır.

Öfkenin önüne geçilmezse zararlı olmaz mı?

Çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne babanın aklına bu yazıyı okuduktan sonra şu soru takılabilir:

"Çocukların öfkesinin önüne geçmez isek bu öfke yarın hem çocuğun kendisine hem de çevresine zarar vermez mi?"

Bu sorunun cevabına "Evet, verir" diyebiliriz. Eğer çocuk terbiyesinde, çocuğun öfkesini nasıl kullanacağı yönünde bir metot izlenmez ise o takdirde, öfke, hem çocuğun kendisine hem de çevresine ciddi zararlar verebilir.

O yüzden burada sorulması gereken esas sorular şunlardır:

O halde öfkede denge nasıl kurulur?

Bir yandan öfke duygusunun önü açılırken diğer yandan da öfkenin gerektiği yerlerde kullanılması hangi terbiye metodu ile gerçekleşir?

Unutmamalıdır ki öfke bir duygudur. Akıl, öfkeyi önlese bile öfke, aklı başarabilecek kadar güçlüdür. Bu nedenle, öfkeli bir insana sadece "aklını kullan", "sakin ol" demek bir anlam ifade etmeyebilir ya da "öfke anında derin nefes al ve 10'a kadar say" tavsiyeleri pratikte çok geçerli olamayabilir. Böylesi tavsiyelerin hele ki çocuk terbiyesinde hemen hemen kullanılması imkânsızdır. Öfkeyi kontrol altına alıp dengeyi kurmak isteyenlerin sıkça yaptığı yanlışlardan birkaçıdır bunlar.

Mademki öfke bir duygudur, bu duygunun yok olmadan düzen içinde tutulmasının da yine duyguların yardımı ile olacağı açıktır. O halde, öfkeyi öldürmeden onu iç dünyada dengede tutacak olan duygu hangisidir?

"Öfke" zehir, "vicdan" panzehirdir

Öfke terbiyesinde, "vicdan" duygusunun kullanılması hayatî önem taşımaktadır. Anne babalar, 4 yaşından itibaren

lld ¦ V^yv.uı\ ı cı uijicjiiiuc uuyı u unıncıı ı aını^ıaı

çocuklarmdaki vicdan mekanizmasını çalıştıracak terbiye metotlarını hayata geçirmelidirler. Sadece bununla da kalmamalı, zaman zaman, çocuklarını vicdan testine tabi tutup vicdan mekanizmalarının doğru çalışıp çalışmadığını da kontrol etmelidirler.

Vicdan ve öfke dengesi

Öfke gelişir, vicdan terbiyesi unutulursa o çocuğun ileride bir baş belası olmaması içten bile değildir.

İşte bu noktada, çocuklarda öfkeyi öldürmeden vicdan hissinin nasıl geliştirilebileceğinden bahsetmekte fayda var. Bununla ilgili bir baba-oğlun diyalogunu aktarmak istiyorum:

Bir baba ile oğlu, rengârenk çiçeklerle bezenmiş, yüksekçe bir dağda geziniyorlardı. Çocuğun bir an ayağı bir taşa takıldı ve düştü. Canı yanan çocuk, ayağına takılan taşa öfke ile bağırdı:

- Allah seni kahretsin!
Çocuk birden bire, boşlukta, bir ses duydu:

- Allah seni kahretsin!

Çocuk korktu. Kimdi o bağıran? Neden kendisine böyle sesleniyordu? Çocuk, boşluğa doğru döndü ve seslendi.

- Sen kimsin be?

Karşıdan cevap gecikmeden geldi:

- Sen kimsin be?

Çocuk kayalıkların arkasına gizlenmiş ve ortaya çıkmaya korkan biri olduğunu düşündüğü sesin sahibine, öfke ile yeniden seslendi:

- Sen bir korkaksın, korkak olmasan saklanmazsın, çık ortaya hadi.

Karşıdan gelen ses, pes edecek gibi değildi, o da çocuğa seslendi:

- Sen bir korkaksın, korkak olmasan...

Olanlara bir anlam veremeyen çocuk, korku ve şaşkınlıkla, babasına döndü:

- Baba, kim bu? Neden bana bağırıp hakaret ediyor? Baba, gayet sakin ve tebessümle, sesin geldiği yöne doğru

döndü ve:

- Seni çok seviyoruuummm, diye bağırdı. Karşı taraftan aynı şekilde bir karşılık geldi:

- Seni çok seviyoruuummm!.. Çocuk şaşırdı:

- Ama baba, o kişi neden bana kötü söz söylüyor da sana seni seviyorum, diyor ki?

Baba, çocuğun saçlarını okşarken tebessümle cevap verdi:

- Buna "yankı" denir oğlum, sen ne söylersen ondan aynı karşılığı alırsın. Eğer sen onu sever ve sevdiğini söylersen o da sana sevgiyle karşılık verir. Eğer sen ona, bağırır çağırır ve hakaret edersen hiç bıkmadan usanmadan o da sana aynı ifadeleri kullanır, dedi.

Çocuk utandı. Çünkü yankıya ilk kötü sözü o söylemişti. Eğer yankı o kötü sözü duymamış olsaydı kendisine kötü karşılık vermeyecekti. Çocuk o günden sonra kimseye kötü söz söylememeye yemin etti.

Çocuklar, anne babasının yankısıdır

Çocuklar, anne babasının birer yankısıdır. Anne baba çocuklarına nasıl seslenirse çocuklar da anne babalarına aynı karşılığı verirler; tıpkı yukarıdaki örnekte olduğu gibi.

Çocuklar, özellikle ilk 4 yıl, anne babalarını taklit ederek hayatın kurallarını öğrenirler. Yeni doğan bir bebek, annesi yürüdüğü için emeklemeyi bırakıp ayaklarının üzerinde durmak için bir şeyler yapmaya çalışır. Annesi konuştuğu zaman onun dudaklarına bakar ve kendi de aynı sesleri çıkartmaya gayret eder. Bütün yeni doğan bebekler, yeni bir insan olma yolunda, bu kopyalama sürecini çok kısa sürede başarırlar ve ilk dört yaşa kadar öğrendikleri bu davranışları geliştirerek bir ömür boyu sürdürürler.

Çocuk, bu taklit sürecinde, anne babadan sadece konuşmayı ve yürümeyi değil, hangi olaylara, hangi tepkiler vereceğini de öğrenir. Mesela anne, ayağının altına gelen bir karıncaya basmak üzere iken "Aman üzerine basmayım yoksa karıncanın ayakları kırılır ve yuvasına gidemez" diyerek çocuğuna böyle bir davranış gösteriyorsa çocuk annenin bu hassas ve vicdanî davranışını anında kopyalayacaktır. Dolayısıyla çocuklar, anne babalarının sadece davranışlarını değil, vicdanlarını da kopya ederler.

Anne babanın vicdanı, çocuklarının vicdanının tohumudur

Çocuklardaki vicdan duygusunun gelişiminin ilk ve temel şartı, anne babanın taşıdığı vicdanın hassasiyetidir. Anne babanın vicdanı ne kadar hassas ise çocuklar o hassas vicdanı, kendi vicdanlarının tohumu olarak gönüllerine ekeceklerdir. Anne babanın vicdanı ne kadar katı ve sert ise çocuklar da o sertlikten nasibini mutlak surette alacaktır. Mademki anne-babanın vicdanı, çocukların vicdanının tohumu niteliğindedir, o halde anne baba kendi vicdanlarının ne kadar hassas olduğunu ölçmelidir.

Özellikle çocuk terbiyesine soyunmuş bir anne-babanın, kendine soracağı en önemli soru şudur:

"Benim vicdanım ne kadar hassas?"

Ama kimsenin elinde vicdan terazisi yok ki kimin ne kadar vicdan sahibi olduğunu nasıl öğreneceğiz?

Yeryüzünde çok nadir insan vardır ki kendisine, "Ben çok vicdansız biriyim" diyebilsin. Kime sorsanız, kendi vicdanının hassasiyetinden bahseder. Bir katil, vurup öldürdüğü kişinin çocuklarını gördüğünde yüreği sızlar ve "Şu yavruları görünce vicdanım dayanmıyor" diyebilir...

Bir hırsız, çaldığı paraların bir kısmını yolda karşılaştığı bir dilenciye verebilir ve verirken "Şu insanları görünce vicdanım kanıyor" diyebilir.

Örneği birazcık daha genişletirsek öfke anında annesine bağıran bir çocuğa, anne, "Çabuk çık odadan gözüm seni görmek istemiyor" diyebilir. Neden böyle yaptığını da "Onun iyiliği için yaptım tabii ki. Kuralları öğrenmesi gerek..." diye izah edebilir.

İşte bu son söz, kişinin kendi vicdanını tanımada en önemli ipucudur. Anne, "Ama ben onun iyiliği için böyle yaptım" derken kendi vicdanını susturmak için bir bahane söylemektedir. Vicdan o bahaneyi ne kadar kabul ederse içeride verdiği rahatsızlığı o oranda azaltacaktır.

Bir katil, bir adamı vurmadan önce içinde çılgınca itiraz eden vicdanını susturmak için bahaneler bulmaya çalışır:

"Ama o adam bana yanlış yaptı..." ya da "Ama o adamın yaşaması bu topluma zarar veriyordu..."; "Ama... Ama... Ama..."

Bahane, vicdanı öldürür

"Vicdanım ne kadar hassas?" diye merak ediyorsanız, kullandığınız "Ama" kelimelerine dikkat edin. Ne kadar çok bahane buluyor, ne kadar çok "Ama" diyorsanız bilin ki o "ama"lardan sonra kullandığınız her söz ile kendi vicdanınızı öldürüyorsunuz.

116 ¦ Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar

5 yaşındaki bir çocuğun öğretmeni tarafından demir sopa ile dövüldüğünü düşünün. Bu dayağın verdiği acı ile çocuğun baygınlık geçirmesi, her insanda farklı farklı vicdanî tepki oluşturur. Vicdanlarda oluşan bu tepkinin farklılığı, olaya şahit olan insanın kendi vicdanına söylediği bahaneler adedince azalır.

Örneğin, dayak yiyerek baygınlık geçiren bu çocuğun, aslında ne kadar yaramaz ve baş belası olduğunu bilen okuldaki başka bir öğretmenin "Böyle bir olayı kesinlikle tasvip etmiyorum; ama çocuk da gerçekten çok yaramazdı" dediğine şahit olabilirsiniz. İşte bu "ama"dan sonra söylenilen şeyler, vicdan sızısını azaltan birer "bahane"dir. Bahaneler, insan vicdanmdaki sesi kesen birer "akıl cambazlığıdır". Duru bir vicdan, bahanesizdir. Hiçbir şeyden etkilenmeden karar verir. Hassas bir vicdandan çıkan ses, "Bir çocuğu döverek baygınlık geçirtmek, tek kelime ile vicdansızlıktır. Hem de ama'sız bir vicdansızlıktır" diyecektir.

Kişi kendi dünyasındaki vicdanı ölçerken olaylara karşı verdiği tepkilere ve bu tepkiler karşısında kullandığı kelimelere bakmalıdır.

Siz ha bire bahane üreten biri misiniz?

Size sunulan her olaya, "ama" diye mi karşılık veriyorsunuz?

O halde, siz büyük bir ihtimal ki kendinize ve sizin insan gibi insan olmanızı sağlayan vicdanınıza karşı çok haksızlık yapıyorsunuz.

Öyleyse çocuk terbiyesi ile meşgul bir anne-baba, ne kadar vicdan sahibi olduğunu sorgularken kendisini iyice göz-lemlemelidir. Karşılaştığı ve vicdanını yokladığı olaylar karşısında, ne kadar çok bahane üretiyor, ne kadar çok "ama", "fakat", "ancak" gibi kelimelerle akıl cambazlığı yapmaya çalışıyor, dikkat etmelidir.

Çocuk i eroıyesmae uogru cııınen rarmşıar ¦ x±ı

Unutmayın ki karşılaştığınız her bir olay karşısında vicdanınızı susturmayı alışkanlık haline getirmişseniz susturmaya çalıştığınız o vicdan, çocuğunuzun vicdanının çekirdeği olacaktır. Çocuğunuzun susturulmuş bir vicdan ile hayata ilk adımı atmasını ister misiniz?

Din, vicdanı besleyen şah damardır, suni davranışlar bu damarı tıkar

Din, vicdanı besleyen "şahdamar"dır. Vicdan bu damardan gelen kan ile coşar ve hassasiyet kazanır. Dinî duyguların zedelenmesi, aynı zamanda vicdanın da zedelenmesi anlamına gelir. Gerek aile içinden gerekse çevresinden "samimi" dinî duygularla değil, "suni" ve yapmacık dinî söylemlerle beslenen bir çocuğun gelişmiş bir vicdan sahibi olacağını düşünmek hata olur. Anne babalar, çocukluk dönemini iyi değerlendirmeli ve hayatlarının bu safhasında, çok daha fazla çocuklarının samimi dinî değerlerle tanışmalarına özen göstermelidirler.

İlahiler, ezgiler ve çocuk vicdanı

Bir anne-baba, çocuklarına dinî eğitimin bir parçası olarak gördüğü, ilahiler ve ezgiler dinletmeye özen gösteriyor olabilir. Ancak bu ilahileri/ezgileri söyleyen sanatçı ile ilahinin/ezginin sözleri arasında bir uyumsuzluk var ise işte o zaman şah damardan vicdana akan kan, vicdanı besleyici değil, vicdanı zehirleyici özellik taşır.

Örneğin, sanatçı, bir ilahide, "Seni andıkça gözlerimden ırmak gibi yaş boşalır, neredesin ya Nebiler Nebisi..." diyor; ama gözlerinden bir damla yaş akıtmıyorsa bu ilahiye muhatap olan çocuk, vicdanen kirlenmeye, ikiyüzlü olmaya, olmadığı gibi görünmeye adaydır. Vicdanına bu tür suni duygular akan çocuk, içinde taşımadığı duyguları sanki taşıyörmüş gibi gösterilebileceğinin örneğini bu ilahi ile öğrenecektir. Böylesi bir hal ise vicdan eğitimi açısından bir yıkımdır.

ıiü ¦ ^umft ıcıuıycjıııuc uuyıu uınııtıı i d n ıı i ı d r

Bu noktada, anne-babalar -her ne kadar iyi niyetli olarak da olsa- evlerinde, arabalarında, bu türden suni ilahi/ezgi ve şarkı dinliyor ve çocuklarına dinletiyorlarsa ciddi endişe taşımalıdırlar.

Vicdan eğitimi konusunda çocuklarına karşı bilinçli bir yol izleyecek anne-babalar, sözleriyle davranışları arasında tezatlık taşımamalılar. O yüzden böyle ilahileri kendileri gözyaşı içinde ve samimi olarak söyleseler yetiştirdikleri çocukların vicdanında binlerce kez daha olumlu tesir oluştururlar. Böylece suni atmosferleri çocuklarına yaşatmazlar.

Ayrıca anne-babalar, çocuklarına dinî eğitim verirken veya dinî eğitim verecek bir şahsı tespit ederken azami ölçüde dikkat etmelidirler. Çocuğun gittiği bir sohbette ya da dinî derste, sohbeti yapan kişi "Allah, derken kalbim duracak gibi oluyor, kendimden geçiyorum" dese; ama sohbet bitene kadar da kendinden geçmese, sohbetin sonunda da "Çok yorulduk; şöyle güzel ikramlar gelse de sohbetin tadı çıksa" diye espri yapsa bu ortamın çocuğun vicdanını geliştireceğini düşünmek çok doğru olmaz.

Çocuk, gerek aile ortamında gerekse dinî eğitim sırasında karşılaştığı her türlü iletişimde gayet samimi kişilerle muhatap olmalıdır.

Yine bir örnek vermek gerekirse; okunan bir Kur'an-ı Kerim, ne okuyan kişide ne de dinleyenlerde tesir oluşturmu-yorsa çocuk böyle ortamlara şahit tutulmaktan kaçınılmalıdır. Ne zaman ki okunan Kur'an-ı Kerim'in tesiri ile ses boğazda düğümleniyor, gözlerden yaş geliyorsa çocuk bu ortamdan etkilenecektir. Çocuk, gözyaşları içinde, Kur'an okuyan anne-babasının o halini bütün bir ömür boyu vicdanında sıcacık bir hatıra olarak taşıyacaktır. Çünkü din ve dine ait değerler vicdana aracısız olarak, "doğrudan" tesir eder. Çocuk din ve dinî değerlerle muhatap olduğu her dakika, vicdan kapısını açık tutar. Samimice açılmış olan bu

I^OCUK lerDiyesınae uoyru Diıınerı idinışidr ¦ j.j.7 ¦

vicdan kapısından suni duygular girdiği takdirde, çocuk vicdan kapısını açmakta tereddüt geçirir. Karşılaştığı olaylara şüphe ve tereddütle bakar. Olayları vicdan muhasebesi ile değil de "akıl" hesabı ile değerlendirmeyi öne çıkartır. Köşe başında vurulmuş bir kişi için "Ne kadar üzücü, vicdanım sızladı" demek yerine, "Bir suçu olmasa köşe başında vurmazlardı" diyecek karaktere doğru adım adım yaklaşır.

Bu konudaki örneklerden biri de namazla ilgilidir. Çocuk, namaz kılan anne-babasmı, dede ve ninesini gayet ciddi ve vakarlı bir vaziyette görmüyorsa, namaz kılan kişi laubalice hızlı hızlı yatıp kalkıyorsa çocuğun vicdanını besleyen o şahdamarm yavaş yavaş tıkanıyor olduğu bilinmelidir.

Çocuklar, özellikle dört ila yedi yaş arasında bu samimi gözyaşları ve duygularla tanışmalıdır. Bunun tam tersi olarak da (dört-yedi yaş da dâhil olmak üzere) özellikle ergenlik çağma gelmiş bir çocuğa, yukarıda örneklerini verdiğimiz, sahte duygu ve hisler taşıyan ortamlar oluşturulmamalıdır.

Sadece dinî duygulardaki sunilik değil, aynı zamanda, günlük yaşantıda da çocuğa çok samimi ve içten davranmalı, yapmacık davranışlardan kaçınılmalıdır. Hissetmediği şeyi hissediyormuşçasma konuşmalar, yaşamadığı duygulan yaşıyor gibi göstermeye çalışmalar, gelişmekte olan çocuğun vicdanını perişan eder.

Örneğin, komşuları vefat etmiş bir aile, çocukları ile birlikte taziye ziyareti yapıyor olsun. Ziyarete giden anne-baba çocuklarının yanında, rahmetlinin ne kadar dürüst ve iyi bir insan olduğunu söylese; hatta üzüntüden gözyaşı dökse taziye bitip eve doğru giderken aynı anne-baba, çocuklarının yanında vefat eden kişinin aslında ne kadar da kötü bir hayat yaşadığından bahsedecek olsa, bu çocuğun vicdanında koca bir yük olarak bir ömür boyu asılı kalır.

120 ¦ Çocuk Terbiyesinde Doğru bilinen Yanlışlar

Çocuk, taziyedeyken gözyaşı döken anne-babasmın, kendi evlerine giderken farklı bir karaktere büründüğüne şahit olur ve yalancı duyguların nasıl ve ne zaman kullanılacağı hakkında bilgi depolar. İşte bu yüzden anne-baba, günlük hayatın her safhasında samimi davranışlar sergilemeli ve yalanın zerresine bulaşmamalıdır. Çünkü yalan vicdanı zehirleyen bir kobra yılanı gibidir.

Yalan, vicdanı zehirler

Bir çocuğun nasıl ki yapmacık dinî davranışlarla karşılaştığında, vicdanı katılaşıyorsa yalan söyleyen insanlarla muhatap olduğunda da vicdanı körelir. Bazen küçük ve tatlı yalanlar bazen de "şakacıktan" söylenilen "pembe" yalanlar, çocukların vicdanına zehir akıtır. Zira hiçbir vicdan söylenmiş olan bir yalan karşısında sessiz duramaz. Eğer kişinin vicdanı ölmedi ise söylenen bir yalan, o vicdanı ha bire rahatsız eder. Vicdanın verdiği bu rahatsızlıktan bunalan kişi, sonunda vicdanının sesini bastırmaya ve söylediği yalanı meşru göstermeye gayret sarf edecektir ki bu da vicdan duygusunun dibine dökülen zehir niteliğindedir. Gelişmesi ve berrakça parlaması arzu edilen vicdan, üzerine dökülen bu zehrin tesiri ile gün geçtikçe yok olup gidecektir.

O halde çocuğun vicdanını geliştirmek ve o vicdanı berrak vaziyette tutmak isteyen bir anne-baba, yalandan, yılandan kaçar gibi kaçmalı. Çocuklarına yalanın zerresi bulaştığında, onların vicdanlarında açılan yarayı hesap etmelidir.

"Yalan söylemedim, sadece şaka yaptım!"

Çocuklar, bazen "Yalan söylemedim, sadece şaka yaptım" bahanesine sığınırlar ve söyledikleri yalanlar ile "şaka" arasındaki farkı net olarak bilemeyebilirler. Anne-baba bu noktada çocuklarına devamlı yol gösterici olmalı ve bu konuda şu şekilde açıklamalar yapmalılar:

"Yalan, aldatmak maksadı ile gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi göstermeye denir. Şaka ise güldürmek, eğlendirmek amacıyla karşısındakini kırmadan yapılan hareket veya söylenen söze denir. Yalan ile şaka arasındaki en bariz fark, birinde gerçek dışı bir şeyin gerçekmiş gibi gösterilme gayretidir. Diğerinde ise gerçekler farklı bir açıdan esprili bir şekilde dile getirilmektedir..."

Bu duruma en güzel örnek Arifin annesine yaptığı şaka-dır.1

7 yaşındaki Arif, mutfakta yemek yapan annesinin yanına gelir ve annesine mahcup bir şekilde sorar:

- Anne, hani dedemin sana hediye ettiği, senin de çok sevdiğin aile fotoğrafı var ya...

Anne meraklı gözlerle Arifi dinler:

- Eeee...

Arif devam eder:

- Ben onu yırtsam kızar mısın? Anne birden çok üzülür.

- Nasıl yaparsın Arif, o babamın bizle beraber çektirdiği son resimdi, der.

Arif devam eder:

- Yok anne yırtmadım da yırtsam kızar mısın diye sordum, der...

Anne birden rahatlar ve Arife sarılır.

Arif çok zekice, annesini şaşırtan bir şaka yapmıştır. Annesinin çok sevdiği bir resmi kullanarak ona soru sormuş, anne de sorulan sorunun gerçek olduğunu düşünerek birden heyecana kapılmıştır.

Bu örneğe başka bir açıdan bakalım: Arif, annesinin yanma gelip "Anne dedemin sana hediye ettiği fotoğrafı yırt-

122 ¦ Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar

tim. Bana kızar mısın?" deseydi işte o zaman bu söz bir yalan olurdu.

Çocuklar bu ve benzeri örneklerle şaka ile yalan arasındaki farkı kavramalı, onların yalana bulaşmalarına izin verilmemelidir. Ama şaka yapmalarına da mâni olunmamalı-dır. Çünkü espri ve şaka yapmak, aynı zamanda çocuğun zihnini de geliştirmeye yarar...

/

Kardeş, Kardeşin "Kumaşıdır!"



Birçok anne babaya yaka silktiren konudur kardeş kıskançlığı. Kimi zaman öylesine işin içinden çıkılmaz hal alır ki evin içi savaş alanına dönüverir hiç umulmadık bir anda. Bir yanda birbirine yan gözle bakan iki kardeş, bir yanda onları ayırmak için trafik polisi gibi çırpınan anne-babanın çaresizliği gözlerden okunuverir.

Peki, nedir kardeşi, kardeşe düşüren, anne babayı çaresiz bırakan kardeş kıskançlığının aslı? Kardeş, kardeşi neden kıskanır? Kıskançlık çocuğun karakteri midir, sonradan mı gelişir?

"Kıskançlık onun kanında var"

Birçok anne-baba, çocuklarının kıskançlığını tarif ederken "ta çocukluğundan beri böyle işte, kardeşi ile bir türlü anlaşamaz. Kıskançlık onun damarlarında var" tarzındaki ifadeleri kullanırlar. Acaba bu tanım ne kadar doğrudur? Gerçek-

124» Çocuk Terbiyesinde Doğru Bilinen Yanlışlar

ten kıskançlık duygusu, kişinin genleri vasıtası ile nesilden nesle mi aktarılmaktadır?

Bu soruya hemen cevap vermek gerekirse diyebiliriz ki kıskançlık insanın yaradılışında hazır bulunan bir mayadır. Allah, her insanı yaratırken insanın hayatını devam ettirebilmesi için duygu dünyasının hamuruna, "kıskançlık" mayasını da yerleştirmiştir.

"Öfke" duygusu yaradılış gereği her insanda vardır ki o insan kendisine zarar verebilecek ellere karşı kendini koruyabilsin. Tıpkı bunun gibi, kıskançlık duygusu da her insanda yaratılış itibari ile vardır ki insan kendi elinde olan değerlere sahip çıkabilsin.

Tahrip edilen duygular kıskançlığı başlatır

Madem insanın mayasında kıskançlık duygusu vardır, o halde neden bazı insanlar, cinnet noktasında kıskançlık krizlerine kapılır da bazılarına hiç uğramaz bu duygu? Bazılarının umurunda bile olmaz, kıskanmaları gerekli olan şeylere el uzatılması?


Yüklə 430,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin