Nezaret ve Kontrol
Müminlerin Emiri Hz. Ali’ye (a.s) göre hükümet valileri ve memurları bireysel ve grupsal tercihler kullanılmaksızın dakik bir şekilde kanun karşısında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla devlet görevlilerinin birisinde düzen ve toplumun ilerlemesi için faydalı bir yaratıcılık görülür veya inanılmaz bir şakla topluma hizmet için çalışır, toplum bireyleri karşısında sorumluluk hisseder ve bu sorumluluk ışığında toplumda geniş çapta bir kalkınma hareketi vücuda gelirse bu tür yöneticiler tanınmalı, teşvik edilmelidir. Aynı zamanda tam tersine toplumun idarecilerinin herhangi birinde bir hata ve sapma görülürse bu durumda da hiçbir mülahaza da bulunulmadan o kimse cezalandırılmalıdır.
Sadece bu durumda layık kimseler siyasi ve icrai sistem içinde büyük bir gönül rahatlığı içinde çalışır, kabiliyetlerini geliştirir ve sonuç olarak da ülkede kalıcı bir kalkınma hamlesine geçilir.
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu konunun önemini çeşitli mektuplarında ve hükümet genelgelerinde hatırlatmada bulunmuştur. Nitekim Malik Eşter’e devlet memurlarının yaptıklarını kontrol hususunda şöyle yazmaktadır: “Yaptıklarını denetle, onların peşice vefalı ve sadık kişilerden seçilmiş ajanlar gönder; çünkü, onların gizli işlerinden haberdar olman, emin olarak işlerini yapmalarına, halka şefkatle muamele etmelerine sebep olur.”1
Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) yöneticilerin kontrolü ilkesini hayata geçirmek için büyük bir çaba gösteriyordu. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) sadece çeşitli bölgelerdeki valilerine ve temsilcilerine bu konuyu hatırlatıp uyarmakla kalmıyor, bazen kendisi de ülke idaresi ile ilgili işlerin takibi ve valilerin davranış biçimi hakkında bölgelere çeşitli kimseleri gönderiyordu. Örneğin Ka’b b. Malik’i bu amaçla araştırmak için görevlendirdi. Büyük bir dikkat ve emanete riayet ederek devlet merkezlerini incelemesini emretti. Devlet memurlarından her birine çeri ölçüler esasınca bir takım sorular sormasını böylece onların faaliyet miktarını öğrenmesini ve durumu hemen kendisine bildirmesini söyledi.
Şüphesiz sadece kontrol yoluyla idari yolsuzluklara karşı çıkmak da mümkündür. Başka bir ifadeyle ülkenin idari sisteminde gerekli düzenlemelerin yapılması şahsi ve grupsal zevkler göz önünde bulundurulmaksızın devlet mekanizmasının ciddi bir kontrolüne ve takibine bağlıdır. Bu Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) defalarca belirttiği bir ilkedir. Şimdi de Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) idari yolsuzluk, ayırımcılık ve rüşvet hususundaki tavsiyelerinin devamında kısaca bir takım önemli hususları hatırlatmaya çalışalım.
A- Suçlularla mücadele
İdari suçlarla mücadele etmek her devletin beka ve devamının bir gereğidir. Şüphesiz her toplumda kapsamlı bir kalkınma hareketi devletlerin üst düzey kadrosunun ve önderlerinin suçluları cezalandırması hususundaki kesinlik ve azmine bağlıdır. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) kanundan kaçmayı ve devlet ilkelerine riayet etmemeyi siyasi düzenin başlıca afeti olarak kabul etmekte ve bu insani olmayan harekete karşı çıkılmadıkça toplum ve düzenin esenliğini sağlamanın mümkün olmadığına inanmaktadır. Bu yüzden suçlular ve kanunlar karşısında kaçanlar karşısında en küçük ihmalkarlığı caiz görmüyor ve ciddi bir şekilde karşı koyuyordu. Dolayısıyla Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) valilerine yazmış olduğu mektupların çoğunda bu konu açık bir şekilde göze çarpmaktadır. Hatta bu konuda en küçük bir ihmalkarlık eden veya kusur gösteren yöneticileri şiddetle kınamıştır. Örneğin Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) Basra valisi Abdullah b. Abbas’ın ihanet ettiğini öğrenince tehdit dolu bir mektup yazarak kendisine şöyle buyurmuştur: “Allah’a doğru söyleyen biri olarak yemin ederim ki Müslümanların ganimetlerine az veya çok hıyanet ettiğini öğrenirsem, sana öyle şiddetli davranırım ki malın azalır, yükün ağırlaşır (fakirleşirsin), hakir ve zayıf hale düşersin.”1
Abdullah b. Abbas Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) amcasının oğlu, Peygamber’in ashabı, toplumda büyük bir güce sahip ve Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) yakınlarından sayılan bir kimseydi. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) tarafından bölgelerden birinin hakimi olarak tayin edilmişti. Müminlerin Emiri Hz. Ali’ye (a.s) bir suç işlediği haberi ulaşınca hemen kendisine şu şekilde bir tehdit dolu mektup yazdı.”Gerçekten ben seni sorumluluklarımda (emanetimde) kendime ortak ve sırdaş edinmiştim. Yakınlarım arasında bana senden daha yakın, güvenilir; malı ve canıyla destek veren ve emaneti bana iade eden kimse yoktu. Zamanın, amcan oğlunun aleyhine şiddetlenip gaddar davrandığını, düşmanın savaş açtığını, halkın emanetinin zelil ve zayıf olduğunu, ümmetin delirircesine saçmaladığını, kendisini koruyacak kimsenin meydanda bulunmadığını gördüğün zaman, amcan oğluna vermiş olduğun vaatten geri döndün. Sen ayrılanlarla beraber ayrıldın, yüzüstü bırakıp gidenlerle bırakıp gittin, hainlerle birlikte ona ihanet ettin; böylece ne amcan oğlunun dertlerini paylaştın, ne de emanetini eda ettin… Ey Bizim yanımızda akıl sahibi sayılmış olan, içtiklerinin ve yediklerinin haram olduğunu bile bile nasıl bir şey yiyip içebiliyorsun? Allah’ın kendilerine ganimet olarak vermiş olduğu mallar ile İslam memleketini koruyan mücahitlerin, müminlerin fakirlerin ve yetimlerin mallarıyla nasıl da kadınları nikahlayıp, cariyeleri satın alabiliyorsun? . Allah’tan kork ve onlara mallarını geri ver! Eğer böyle yapmazsan ve Allah da bana imkan verirse, seni öyle cezalandıracağım ki, Allah bu konuda beni mazur görecek. Vurduğumda cehennemden başka yere gitmeyen kimseleri öldürdüğüm kılıcımla seni vuracağım. Vallahi, senin yaptığını Hasan ile Hüseyin bile yapsaydı, onlar için nezdimde ne anlaşma veya uyuşma olur, ne de onlardan hakkı alıncaya, zulümlerini uzaklaştırıncaya kadar gücüm olduğu halde benden kurtulabilirlerdi! 1
Bu mektup dikkatle incelendiğinde Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) suçlulara ve ihmalkârlara nasıl davrandığını kolay bir şekilde anlamak mümkündür. İlginç olanı da şudur ki Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) memurlarından birinin suç işlediğini anlar anlamaz hemen onu azlediyordu. Örneğin Sude adında bir kadın kendi şehrinin hakimini şikayette bulunmak için Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) huzuruna vardı. Sude şöyle diyor: Ben zekat alması için bölgeye gönderilen memurlardan birini şikayet etmek için Müminlerin Emiri Hz. Ali’nin (a.s) huzuruna vardım. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) beni görünce namaz kılmaktan vazgeçerek yanıma geldi ve, “Bir isteğin mi var” diye sordu. Ben de kendisine memurunun yapmış olduğu zulmü anlattım. Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) ağladı ve şöyle buyurdu: “Allahım! Sen ona da bana da şahitsin ben onu senin yaratıklarına zulmetmesi için göndermedim. Daha sonra bir deri parçası getirerek üzerine şöyle yazdı: “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla “Rabbinizden size bir belge geldi. Ölçü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyasını eksik vermeyin, düzelttikten sonra yeryüzünde bozgunculuk etmeyin; iman etmişseniz bilin ki, bunlar sizin için hayırlıdır.”1 Mektubu okuduğun zaman benden taraf elinde olan her işi durdur ta ki benden taraf bir kişi gelecek ve işi senin elinden alacaktır. Vesselam.” Daha sonra da o mektubu mühürlemeden ve paketlemeden bana verdi. Bende o mektubu memura verdim, böylece o memur azledilmiş oldu ve aramızdan gitti.”2
Dostları ilə paylaş: |