BİZ,
VARLIĞINI “EVRENSEL ÖZ”DEN ALAN
VE “O” ÖZ İLE VAROLAN
BİR BİLİNÇ TİTREŞİMİYİZ!
Ve bu gerçeğe göre biz, Evrendeki, göz boyutuna göre, milyarlarca galaksiden bir galakside, yüzmilyarlarca yıldızdan birinin bir uydusunda yaşamakta olan, milyarca bedenden bir et-kemik beden değil; varlığını "Evrensel Öz"den alan, ve "O" öz ile varolan bir bilinç titreşimiyiz!.
Beşduyu sınırlamaları dolayısıyla, "madde" diye isimlendirdiğimiz her şey dahi, değişik frekanslardaki ışınsal yapıdan başka bir şey değildir!. Ne var ki, "Evrensel Öz"ü hologramik bir biçimde varlığında bulunduran; ve hattâ o "Evrensel Öz"ün mevcudiyetiyle var olan; hologramik bir biçimde öz sahibi ışınsal yapı olan varlığımıza, bizden öncekiler "RUH" adını takmışlardır..
EVRENİN GERÇEĞİNE VARDIRICI TEK YOL,
YİNE İNSANIN KENDİ BİLİNCİ VE ÖZÜDÜR!
Evrenselliğe açılmanın yolu,
kozadan çıkmaktan geçer!.
Evrene, aynı özden meydana gelmiş değişik terkiplerdeki sayısız türün algılama araçlarından bakışı bir yana koyup da; tüm algılama araçlarının kapasitesine sahip tek bir algılama aracıyla, Özden yapıya doğrultusunda bakabilirsek, algılarız ki, canlı, sonsuz, sınırsız, ilim ve kudret sahibi, kendi varlığı dışında başka bir şeyden sözedilmesi mümkün olmayan "TEK"ten başka birşey mevcut değildir; ki artık siz, "O"'na ne isim isterseniz veriniz!.
Bugünkü bilimsel değerlendirmeler, geçtiğimiz binlerle yıllık süreç içinde mevcut olmadığı için, o günün gözden öze yönelenleri, beşduyunun kesitsel verileri üstüne, beşduyuötesi algılama sistemlerini de devreye sokarak, bu gerçeklere önemli ölçüde ulaşmışlar; ancak ne var ki, kendi lisanları ile, "mecaz yollu" bu gerçekleri dile getirmişlerdir.
"Evrenin tek bir ruhtan meydana geldiğini", "herşeyin varlığının bu tek ruh ile mevcut ve devam etmekte olduğunu", "insanın, özünde mevcut olan bu ruhu, dışarıda aramasının boş bir şey olacağını" vurgulayan öze ermişler, ne yazık ki kendilerini gözle sınırlayanlar tarafından anlaşılamamışlardır.
Evren, özü itibariyle tek ve tümel bir bilinç ve güç olduğuna, gerçekte sonsuz-sınırsız yapısına, ve her birimin kendi ilmi ve kudretiyle, ve gene kendi varlığıyla varolduğuna göre, insan için evrenin gerçeğine vardırıcı tek yol, yine insanın kendi bilinci ve özüdür.
İster, tüme varış; ister, tümden geliş sistemleriyle hareket edelim, öncelik hep "tüm"dedir!.
"Tüm"ü bilmezseniz, bilmediğinize varamazsınız!.
"Tüm"ü bilmezseniz, tümden gelim olanaksızdır!..
Öyle ise her koşulda, öncelikle bilinmesi zorunlu olan "TÜM"dür!.
KUANTSAL YAPI BOYUTUNDAN
ÜSTMADDE BOYUTUNA KADAR
SAYISIZ BİLİNÇ BİRİMLERİYLE İLETİŞİM
KURMA İMKÂNINA SAHİBİZ!
Bir hücre ya da bir bakteri, bilinci itibariyle, bizim varlığımızdan bile haberdar değilken; önümüzde böyle bir örnek mevcutken; biz nasıl olur da, içinde yaşadığımız ortamda, bizden başka canlı-bilinçli varlıkların mevcut olmadığını iddia edebiliriz?...
Algılayabildiğimiz kadarıyla, ister dalgasal birikim, ister kuantsal yapı olarak ele alalım, gerçekçi düşünce bizi, sayısız canlı-bilinçli birimler ve birikimler evreninde yaşadığımız sonucuna götürmektedir...
Ancak ne var ki, biz, kendimizi henüz l9. yüzyılın, gelişmemişlikten kabullenilen madde ve maddecilik şartlanmasından arındıramadığımız ve çağdaş düşünce sistemi içinde yer alamadığımız için; Evrene ait gerçekler ve değerler boyutuna sıçrama yapamıyor, her şeyi dar madde sınırları içersinde çözümleyip, değerlendirmeye çalışıyoruz..
Şunu artık kesin olarak bilmeli ve idrak etmeliyiz ki... Kuantsal yapı boyutundan, madde adını taktığımız beşduyu boyutuna, ve daha "ÜSTMADDE" boyutuna kadar, her terkipsel yapının, kendine özgü bilinci ve değerleri mevcuttur!.. Biz, bu gerçeği idrak ettiğimiz ve üzerinde araştırmalarımızı sürdürdüğümüz ölçüde, bu bilinç birimleriyle iletişim kurma imkanına sahip olabiliriz.. Dar görüşlülüğün ifadesi olan inkâr ise, evrende kör bir bilinç olarak yaşamaktan başka bir şey kazandırmaz.
Geniş ve kapsamlı düşünen insana yakışan şey, inkâr değil, bilimsel düşüncedir..
Ölümötesi yaşam gerçeği; bilincin, maddeötesi yapısından kaynaklanan ve her boyutta, terkipsel yapısına göre sonsuz devam eden orijinalitesinden kaynaklanmaktadır. Zira, bilinç; maddeden değil, maddeyi oluşturan Evrensel Orijinden kaynaklanmaktadır. Evrensel-kuantsal orijinli bilincin, madde boyutundan bedende, beyinde ulaştığı form ve kapasitenin, maddenin tükenişiyle birlikte, yeniden bir alt -ya da bir üst- boyutta ışınsal yapısıyla yaşamına devam etmesi kaçınılmaz bir son, ya da devamdır.
Öyle ise, düşünce ufkumuzu madde sınırlarının ötesinde, boyutsal derinliğe ulaştırabiliyor muyuz?...
İNSAN, EVRENSELLİĞE
҅ZӆNDEN GELEN
EVRENSELLİK BOYUTUNDAN AÇILABİLİR;
DIŞARDAN BEDENSELLİKTEN DEĞİL!
Evreni meydana getiren o müthiş-muazzam güç sizin her zerrenizde bütün özellikleri ile mevcut!.
Evrenselliğe açılmanın yolu, kozadan çıkmaktan geçer!.
İnsan, evrenselliğe özünden gelen evrensellik boyutundan açılabilir; dışarıdan bedensellikten değil!.
Özündeki sonsuz ve sınırsızlığı hissedemeyen madde batağında boğulur!
Ne bedbahttır ki, parası ya da bedeni yüzünden madde batağında kaybeder sonsuz geleceğini!
Ne mutludur ki, parası veya bedensel çıkarları onu maddede kayıtlamamıştır; o bütün bunlar yüzünden sınırsızlığa ulaşmaktan geri kalmamıştır.
EVRENSEL SIRLARA AÇIK BİR YAPIYA
KAVUŞMAK İÇİN TEK ŞANSIN…
Evrensel sırlara açık bir yapıya kavuşmak için tek şansın, şu dünya yaşantısıdır!.
HOLOGRAFİK BAKIŞ AYNASINDA
ÖZ’ÜNDEKİ KUVVELERİ KEŞFET…
“B”SIRRI İLE!
Resim, isimde gezdirir…
İlim, Özünde buldurur!.
Nokta uzadı, "Elif" oldu; büründü,
"B" denildi!.
"Elif"i bilmeyen; "Nokta"dan ne anlar?..
“B” sırrını gör dostum!..İnsana ayna olan Kur’an’ın neden “B” ile başladığını bir sorgula!.
“İkiz kardeşin olan Kur'ân”, “B” ile başladığına göre, “B” ile başla her işine ve her algıladığına; her değerlendirmene... Kendini tanımana!.
Görgünü, ufkunu genişlet!. Varlığını oluşturan “esmâ”yı tanıyarak!
Kozanı terket!
İki boyutlu basar (göz) yaşamı kayıtlarından çıkıp; çok boyutlu “BASÎR” olduğunu fark et!.
Şuurunla, “B”ismi-Allah de..
Kur'ân aynasında, seyret Rahman’ı, Rahîm’i; Hâlik’i, Muhyi’yi ve daha nîce nîcelerini!..
İsimlerini ayna yaptı sana, kendini tanıyasın, ona göre yeni evini iyi düzenleyesin diye...
Ama gel gör ki sen nelerle ömrünü tüketip, ömrünü harcayıp gidiyorsun; neler uğruna neleri kaybediyorsun, ebeden!.
“Halifesin”, dedi sana, kendini hatırlayasın diye; sen sandın kendini insanların efendisisin!.
Dünya bir rüya... Yeni Boyutta uyandığında anlayacaksın bu rüyanın ne olduğunu; ama ne çare ki, o zaman da yeni evini şekillendirme hakkın son bulmuş, fırsat elinden kayıp gitmiş olacak!.
Bırak dışındakilerle uğraşarak ömür tüketmeyi de kendini tanı, özündekini keşfet, ufkunu genişlet; görgünü arttır; Dünya’yı ve sana bahşedilmiş özündeki üstün kuvveleri keşfet “B” sırrı ile, holografik bakış aynasında!.
Hatırla ki...
Herkesin tek şansı var ve bir ikincisi asla olmayacak!.
BİZE,
SÜREKLİ BİR EVRENSEL YENİLENME UYARISI
YAPILMAKTADIR!
Bilelim ki, verdiğimiz hükümlerin neredeyse pek çoğu, bizim, sonsuz evrensel gerçeklik içinde sayısız sırdan mahrum kalmamıza yol açan, en önemli faktör olmaktadır.
Düşünce dünyamızı oluşturan kozamız, çoğu zaman evrensel araç olarak bizi sonsuz yeniliklere taşımak yerine; düşünsel hücremiz şeklinde hapishanemiz olmaktadır!.
Düşünün, evrende ve Dünyada, her şey, her an yenilenmektedir!.
“O her an yeni bir ŞAN’dadır” âyetiyle, bize, sürekli bir evrensel yenilenme uyarısı yapılmaktadır!.
Biz ise, hâlâ, toplumu çağlar öncesi anlayışa ve yaşam tarzına döndürecek(!) “Müceddid-Yenileyici” beklentisi içindeyiz!. Elinde kılıç, at üstünde ordusuyla ortaya çıkacak bir “Müceddid-Yenileyici”!!!
EVRENSEL GERÇEKLERE
DÜNYADA İKEN VUKÛF ELDE EDEMEZSEK,
ÖLÜMLE BİRLİKTE O BOYUTLARI DEĞERLENDİRMEMİZ
ASLA MÜMKÜN OLMAYACAKTIR!
Bilelim ki biz, yalnızca mikrokozmozun makrosu değil, aynı zamanda makro varlıklarında mikrokozmosundayız! Makro varlıklar, canlı şuurlu öyle makro varlıklar ki bizim yaşadığımız sistemlerden bile haberleri bile yok, çoğunun!
Bunu, bakın! Din`de, Allah Rasûlü nasıl söylüyor :
"Allah`a yakîn sahibi bir takım melekler var ki, onlar dünyanın ve insanın varoluşundan bile haberdar değillerdir."
Tıpkı, senin, vücudundaki hücrelerin doğuşundan, büyüyüşünden, çoğalışından ve yok oluşundan haberdar olmadığın gibi..
Eğer biz, bu dünya yaşamında bilincimizi genişletip, hafsalamızı genişletip, hattâ bunların ötesinde Zât boyutunda kendimizi tanımak sûretiyle, bu yüce varlıklarla iletişim kurup evrensel gerçeklere vukûf elde edemezsek, "ölüm" dediğimiz olayla birlikte yeni bir takım özelliklere kavuşarak o boyutu değerlendirebilmemiz asla mümkün olamayacaktır!
İşte bu yüzdendir ki, şu dünya hayatını yaşarken, yarın zâten zorunlu olarak bırakıp gideceğimiz şeylerin kavgasıyla, derdiyle, sıkıntısıyla, üzüntüsüyle günümüzü boşa harcamayalım!
Malımızı, mülkümüzü, çocuğumuzu, her şeyimizi burada bırakıp gideceğiz başka bir âleme..
Üstelik o âlemin değer yargıları buradakilerden son derece farklı, apayrı!
Senin yapına göre bir hücre ne ifade ediyorsa; o Galaktik varlığa göre güneş sistemi ne ifade ediyorsa; gittiğin ortamda da, şu dünya ve dünyanın içinde olan her şey onu ifade ediyor! Tıpkı, uykudan uyanan bir insana, rüyada gördüklerinin bir şey ifade etmemesi gibi..
Öyleyse, bunları anlamaya çalışalım, idrâk etmeye çalışalım. Aksi takdirde,
"Bu dünyada kör olan, öbür dünyada da kör olacaktır." (17-72)
Hükmü, bizim için geçerli duruma gelecektir.
Elbette burada bahsi geçen "körlük" gözlerin değil, "basiretlerin" yani algılama ve değerlendirme kapasitelerinin yetersizliği anlamına gelen "mânevî" körlüktür.
"Kör"lükten kurtulmanın da yegâne yolu, önce bilincimizi, gereksiz ve yanlış bilgilerden arındırmaktır.
Bu gereksiz ve yanlış bilgilerden bilincimizi arındırıp, o gerçekleri idrâk edemezsek; o gerçeklerin gerektirdiği biçimdeki yaşam düzenine giremezsek, bilincimizi yarın bizim için hiç bir şey ifade etmeyecek şeylerle harcarsak, doldurursak, bloke ederek perdelersek, ölümden sonra bu perdelerden asla ve asla kurtulamayacağız..
Onun için de, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm diyor ki :
"Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölür. Ne hâl ile boyut değiştirirse, o hâl ile yaşamına devam eder."
Dünyada yaşarken, bu gerçek değerleri, bu gerçek âlemleri anlayıp kavrayalım; veya hiç olmazsa o âlemleri kavrayabilecek hâle gelelim ki orada bu nimetten ebediyyen mahrum kalmayalım.. Bunu yapamazsak çok yazık olacak!
EVRENSEL DEĞERLERDEN
HABERİ OLMAYANIN…
Evrensel değerlerden ve ‘’Sistem’’den haberi olmayanın, "ALLAH" sözcüğünü ağzına alması; anadan doğma körün gökkuşağını târife kalkmasına benzer!.
Köyünün değer yargılarıyla galaksiyi yargılayan ahmaklardan olmayı, sanırım hiç bir aklı başında insan istemez!.
Eski kozalılar, dünya merkezli düşünüyorlardı evreni; şimdikiler de insan merkezli düşünüyorlar!.
KİŞİ KENDİNE, EVRENSEL ÖZ DEN
MAHRUM YAŞAM TARZI CEZASINI NASIL VERİR?
Bu oluşma, çocuğun doğumundan sonraki ilk aylarda meydana geliyor.
Dışarıdan belli dalgalar olarak beyne ulaşan çeşitli veriler, kendilerini kabule hazır olan hücreleri kendi frekanslarına programlayarak; o andan itibaren o hücrelerin faaliyeti hâlinde, beyinde kendi anlamlarının oluşmasını temin ediyorlar!
Buna, ister şartlanma diyelim, ister beynin belirli bilgilerle programlanması ya da programlandırılması diyelim; değişen bir şey olmaz, çünkü işlem aynıdır.
Daha sonra belli değer yargılarının empoze edilmesi ile kişide, kendini madde beden kabulü hâli başlıyor.
Beyin esas itibariyle, her türlü bilgileri alıp, kabullenmeye yönelik bir yapı..
Hiçbir bilgi kaydı yokken, o çocuk elini sıcağa dokundurduğu anda "sıcak, cızz!" diyorsunuz. O, dokunduğu nesnenin "sıcak, cızz" olduğu, beyne giriyor. Daha sonra siz tekrar aynı nesneyi ona götürdüğünüz zaman o, bunu "sıcak, cızz" diye nitelendiriyor.
Bu misâlde olduğu gibi, aldığı her türlü bilgi, beyinde yer ediyor ve bu, beyinde yer eden bilgilere göre de o beyinde "değer yargıları" oluşuyor. Ta ki, bir başka bilgilendirme ile o değer yargısı değiştirilmediği sürece.. Sonra da o kişide ölene kadar o değer yargısı devam edegidiyor..
İşte, bu tür bilgilendirme veya şartlandırma ile kişi, bedene dönük tasarruflarını kendine ait gibi kabul ediyor. Bunun neticesinde de, kendini bir beden olarak görme, bir birim olarak görme hâliyle bloke olmuş oluyor! Bu kayıtlanışın neticesinde ise kendine, orijinindeki "Evrensel Öz" cevherinden mahrum yaşam tarzı cezasını vermiş oluyor!
EVREN KİTABI
SÜNNETULLAH
DİN
ALLAH’IN YARATIŞ KANUNU-DÜZENİ-SİSTEMİ
"ALLAH SİSTEMİ"NİN DEĞİŞMEZ YASALARI
EVRENSEL YASALAR
EBEDİ YAŞAMA YÖN VEREN ALLAH VE SİSTEMİ
YAŞAM SİSTEMİ
DOĞA KANUNLARI
TABİAT KANUNU
İLÂHİ KANUN
Allah kâinatta var olan her şeyi belli bir sistem ve düzen içinde meydana getirmiştir. Bu galaksi içinde var olan her şey birbiriyle iletişim hâlindedir ve evrendeki her şey programlıdır. Evrende var olan her şey birbiriyle iletişim içinde ve birbirini etkilemektedir.
“Evrensel yasalar”, “doğa kanunları” dediğimiz şeyler hep bu Allah’ın yaratış kanunu, düzeni, sistemidir,
EVRENDEKİ HERŞEYİN
OLUŞ PLANI VE PROGRAMI
O İLK “AN”DAKİ SEYR’DE MEVCUTTUR!
Tasavvufta, İnsan-ı Kâmil veyahut da “Ruh-u A’zâm” veyahut da “Akl-ı Evvel” diye hakikat itibariyle anlatılan; bizim “KÂİNAT” adını verip, o şekilde algıladığımız, sonsuz-sınırsız olarak değerlendirdiğimiz, tüm yaratılmışlardan oluşan evren, Allah indindeki “BİR AN’LIK YARATIŞ”tır!
Bu bir anlık yaratışın sonunda sonsuz olduğunu kabullendiğimiz ve evren olarak tanımladığımız yapı ve içindekilerin hepsi varolmuştur!
Tek bir hücreden bir insan bedeni nasıl meydana gelmişse, tek bir düşünce anından da evren öylece meydana gelmiştir!. Tek hücrede bedenin tüm oluş programı, sistem ve düzeni nasıl mevcutsa, evrendeki her şeyin oluş planı ve programı da o ilk “AN”daki seyrde öylece mevcuttur… Ki “KADER” de buna denir gerçekte!.
EVRENİN
OLUŞUM VE İŞLETİM PROGRAMLANMASI
“Rahman Kur’ân’ı tâlim etti” âyetindeki “Kur’ân” isminin anlatmak istediği kavram ile, bugün elimizdeki “mukaddes kitap” olarak bahsedilen, aynı kavram değildir.
Bu âyette geçen “Kur’ân”, ismi Allah olanın, evreni, yani orijin “ANA KİTABI” oluşturmuş olduğu sistem ve düzenin, oluşum ve işletim programlanmasıdır. Bu oluşumun adıdır Kur’ân!. İnsan dahi aynı sistem ve düzenle var olduğu için de, evrenin mikrosu ya da ikiz kardeşi olarak tanımlanmıştır, ve ona gelen Kitap da aynı isimle isimlendirilmiştir!.
Rasûlullah aleyhisselâmın evrensel sistemi “OKU”ması (IKRA) ise, Kur’ân’ın kendisine inzâli olarak anlatılmıştır!. “Kur’ân bir defada inzâl oldu” gerçeği bu durumu anlatır.
Bu “OKU”manın vahiylerle tafsil yollu topluma nakliyle de bildiğimiz “Kur’ân” oluşmuştur. Kur’ân, bilgidir! Kağıt veya deri veya sayfa değil!.
EVRENSEL DÜZEN,
BU DÜZENİİ KURMUŞ OLAN
VE EVRENDE HÜKMÜNÜ İCRA EDEN,
“KOZMİK BİLİNÇ”İN ESERİDİR!
- Peki, düzen neyin sonucudur?
- Düzeni meydana getiricinin!
- Yâni?
- Evrende, düzeni kurmuş bulunan bir Kozmik bilincin!
- Peki bundan ne çıkar?
-Evrende mutlak bir düzen hâkim ise, mutlak aklın eseri olarak; bundan çıkan sonuç da her şeyin yerli yerince olduğudur!. Yâni olan, olması îcâbedendir!
Bunu mu demek istedin?.
-Hayır, bir başka noktaya değinmek istiyordum aslında, fakat bu buluşun da enteresan tabiî! Ama, gene de bunu daha sonraya bırakarak, esas belirtmek istediğim noktaya gelelim...
- Nedir o?
-Evren, bütünüyle bir düzen içinde ise, ve birbirinden ayrı görülen çeşitli varlıkların yaşamları dahi birbiriyle bağlantılı olarak bir gelişme gösterdiğini ortaya koymaz mı?
-Evet..?
-Öyle ise bu takdirde, makrokozmozdan mikrokozmoza kadar tam bir bütünlük ve düzen içindeki âlemden insanı ayırarak; evrende hükmünü icra eden Kozmik Bilinçten ayrıca, ekstra bir akıl da insanda vardır; ve insan, bu ekstra akılla, bedende hükmünü icra ederek, dilegeldiğince yaşamını sürdürmektedir, diyebilir misin?.
-Mantıken hayır! Diyemem!... Ama bu durumda da ortaya bir yığın sual çıkar, onların cevabını nasıl vereceğiz?
-Başka suallerin cevabını verememen, ortada olan bir gerçeğin inkârına hiç bir zaman sebep olmamalıdır! Ayrıca, cevabını veremeyeceğimiz hiç bir sual yoktur.
EVREN,
MAKROKOZMOSTAN MİKROKOZMOSA KADAR
TAM BİR BÜTÜNLÜK VE DÜZEN İÇİNDEDİR!
Evrende galaksilerin belirli bir akış içinde olduğunu gözönüne alalım... Güneş sisteminin düzenli şekilde, bir noktadan diğer bir noktaya doğru akışına dikkat edelim... Suyun buhar oluşuna, bulut oluşuna, yağmur, kar, dolu oluşuna tekrar maddeye dönüşüne bakalım... Tohumun bir bitki, ağaç, çiçek, meyva ve tekrar tohum hâline gelişine bakalım... Ve kısa kesip, misâlleri fazla uzatmayalım...
Görüyorsun ki makrokozmozdan mikrokozmoza kadar tam bir düzen mevcut...
Buna, dileyen tabiat kanunu desin, dileyen ilâhi kanun; fakat ne isim verilirse verilsin, ortada mutlak kesin olan şey, bir düzenin ve sistemin varlığıdır...
EVRENDE MEYDANA GELEN
HER ŞEY VE HER OLAY,
“BİLİNÇLİ GÜÇ” TERKİPLERİNİN
YAPISAL OLUŞUMLARI SONUCUDUR!
Mutlak mânâda kâinatı meydana getiren ve kâinat içinde yer alan her nesnenin, birimin orijinini teşkil eden ana yapının adıdır “MELEK”...
Evrende algılayabildiğimiz veya algılayamadığımız her şey bu “melek” adı verilen yapıyla oluşmuştur.. Yapıları tamamiyle "NUR" ya da tasavvuf deyimiyle "esmâ terkibi"dir... Ve bunun sonucu olarak da hepsi, yapılarının ve boyutlarının gerektirdiği ölçüde bilinç ve güç sahibidirler.
Evrende meydana gelen her şey ve her olay, bu “bilinç güç” terkiplerinin yapısal oluşumları sonucudur.
İşte bütün bu evreni meydana getiren ve “melek” ismiyle dinde tanıtılmış olan sayısız varlıklar-canlılar, ve onlardaki türlü özellikler, "FİİLLER ALEMİ" dediğimiz boyutu oluşturur.
ALLAH, KÂİNATI
“EZELİ SİSTEM VE DÜZEN” İLE VARETMİŞTİR!
Bkz. E / Evren / Evrende Ölüm / Evrende ölüm yoktur; dönüşüm vardır!
TÜM EVRENLER
YARATILIŞ AMACINA GÖRE,
“SÜNNETULLAH” KANUNLARINA GÖRE
İŞLEVLERİNİ OLUŞTURMAKTADIRLAR
Bir “NOKTA”dan var edilen tüm evrenler yaratılış amacına göre “Sünnetullah” kanunlarına göre işlevlerini oluşturmaktadır.
“K“ misâlinde olduğu üzere, adına "çizgi" dediğimiz "noktalar dizilimin"deki bir noktadan oluşması benzeri, tüm evrenler yalnızca bir açı içindekilerdir. Uzun çizgide ise bunun gibi sayısız “nokta”lar vardır!. Ötesi ise tefekkür dışıdır!. “Allah” isminin işareti en azından böyle bir yapı veya varlığadır!.
İşte “Allah” ismiyle işaret edilen böylesine muhteşemdir ki; bir tanrı olarak düşünülmekten elbette münezzehtir!.
İnsan veya tüm birimler ise birer koni gibidir!. Oysa, kimi kendini yalnızca, koni değil koninin iki boyutlu düzlemi gibi, yani et-kemik beden gibi düşünür. Kimi ise koni olduğunu fark etmiştir. Koni boyutsallığı içindeki “esmâ alemini” ta “nokta”ya kadar seyreder!.
Bize düşen, Allah Rasûlü Hazreti Muhammed’e ve O’nun açıkladığı “ALLAH” ismiyle işaret ettiğine iman ederek, bu bildirilen gerçekler doğrultusunda yaşamımıza yön vermektir!.
KÂİNATI MEYDANA GETİREN YÜCE KUDRET,
BİZE GÖRE “HER AN”;
KENDİNE NİSBETLE “TEK BİR AN” İÇİNDE
TÜM VARLIKTA HÜKMÜNÜ İCRA ETMEKTEDİR!
Bkz. İ / İlâhi Hüküm / Varlığın tümü, Allah katında bir ilmî hükümden başka bir şey değildir!
TEK,
“EVREN” İSMİYLE TANIMLADIĞIMIZ YAPI OLARAK,
ZAMAN KAVRAMININ OLMADIĞI BİR MÂNÂDA,
HER AN KENDİ SİSTEMİYLE
YAŞAMINI SÜRDÜRMEKTEDİR!
Bize göre, yani beş duyulu birimlere göre, içinde yaşadığımız bir evren; ve gene bize göre makro - mikro sayısız âlemler mevcuttur!. Ancak dikkat edelim, bütün bunlar, hep, gözle algıladığımız verilere göre, böyledir!.
Oysa...
Şu içinde bulunduğunuz mekânı alsalar, tavanını açarak, olduğu gibi, 60 milyar defa büyütme kapasitesi olan elektron mikroskobunun lâmına oturtsalar...
Ve sonra da siz geçip o mikroskobun üzerinden, az önce içinde bulunduğunuz mekâna baksanız...
Acaba ne görüyor olacaksınız?.
Bir milyar defa büyütme ile biz bir cismi değil, o cismin atom bileşenlerini görürüz!.. Hele, bu sayı 60 milyara ulaştığında... Gözümüzde bütün insanlar, eşyalar, koltuklar, yazıhaneler veya odadaki diğer cisimler tamamiyle kaybolacak; beynimizin vereceği hüküm tümüyle değişecektir!.. Ve..
Gayrı ihtiyarî ağzımızdan şu sözler dökülecektir... “Aaa, burada hiç bir şey yokmuş!. Şuraya bak, sadece atomlardan, onların çevresinde dönen elektronlardan başkaca birşey göremiyoruz!. Peki nereye gitti bunca insan ve eşya!?..”
Bu konuşmayı yapan beyin, az önce, mikroskoba bakmadan evvel, burada insanlar ve eşyalar var diyen beynin ta kendisidir!. Beyin aynı beyindir de, değişen sadece algılama boyutu ve algılama aracına getirilen ek kapasitedir!
Demek ki beyin önce, mevcut algılama aracına göre çeşitli ve insanların varlığına dair hüküm verirken; algılama aracının kapasitesi genişletildiği anda, bu hükmünü değiştirerek, burada atomlardan, çekirdek etrafında dönen sayısız elektronlardan başka birşey yok şeklinde yargıya varmaktadır!..
Acaba, biz, bu güçlendirilmiş mercekler dizini ile yani elektron mikroskobu ile yaşamak, böyle doğup böyle ölmek zorunda olsa idik... Şimdi hâlâ, bugün varlığını iddia ettiğimiz şeylerin mevcudiyetini iddia edebilecek miydik?.. Yoksa, üzerinde yaşadığımız dünyanın, uzayın ve algıladığımız her şeyin, atomların bileşmesinden meydana gelmiş tek bir yapı olduğunu mu savunacaktık?..
Şayet beynimiz; altmış milyar büyütme kapasitesine sahip bir elektron mikroskobu yerine, 10 trilyon defa büyütme kapasitesine sahip bir elektron mikroskobu ile evrene bakmak durumunda olsa idi; biz, gene ayrı ayrı cisimlerin, insanların varlığından sözedebilecek miydik?..
Yoksa, algılayacağımız, mevcut, bölünmez, parçalanmaz, süregiden sonsuz, sınırsız TEK'mi olacaktı?..
Şayet anlatmak istediğimiz bu hususu size ulaştırabildik ise...
Geldiğimiz bu noktada size izaha çalışacağım şey şudur:
Dostları ilə paylaş: |