Ahmed hulûSİ’de kavramlar av. Asuman bayrakçI


İNSANIN ECELİ NASIL TESBİT OLUYOR?



Yüklə 1,79 Mb.
səhifə3/25
tarix01.11.2017
ölçüsü1,79 Mb.
#25088
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25

İNSANIN ECELİ NASIL TESBİT OLUYOR?

Cenin 120. güne ulaştığında henüz yeni oluşmaya başlayan beyin ilk kozmik ışınsal tesirleri değerlendirebilecek düzeye ulaşır. Ve bu ilk aldığı tesirle birlikte gen yapısında bir değişiklik meydana getirecek “ruhunu” oluşturacak bir biçimde hologramik dalga yaymaya başlar!.

Diğer yandan, daha önceden tüm hücreleri birarada tutan ve sinir sistemi aracılığıyla yayılan bioelektrik ise, tüm hücreleri bir tür elektromıknatıs durumuna sokmuş olduğu için, bu beynin oluşturduğu “hologramik yapılı dalga beden” yâni “RUH”, bütün bedene bağlı olarak sürekli beynin yaydığı dalgalar ile gelişmeye başlar.

Beynin bu 120. günde aldığı tesir neticesinde “Ruh”unu meydana getirmesi yanısıra; ikinci olarak da bu ışınlar geliş gücü ve mâhiyeti ve açıları itibariyle, beyinde mevcut olan ikinci bir devreyi açar ise, bu defa bu beyin, yerkürenin manyetik çekim alanına karşı koyacak türden bir antiçekim dalgası üretip bunu da “Ruh”a yüklemeye başlar.

Şayet bu devre o gün de açılmaz ise, bu defa bu varlığın büyüme devresinde de beyin, dünya çekim alanına karşı koyma gücünü sağlayan bu enerjiyi “ruh”a yükleyemez. İşte bu husus “Said”lik ve “Şaki”lik hâli diye tanımlanmıştır.

Üçüncü olarak bu anda alınan tesirler kişinin beyninde belli bir ömür devresine müsaade eden bir tür kontak meydana getirir. Diyelim ki 45 sene açık kalacak hayata yolaçacak bir taymır (geri sayım devresi).

Şayet bir kaza durumu sözkonusu olmaz ise, o sürenin sonunda Mars’ın, Plüton ve Ay'la beyin haritasındaki ölüm noktasında bir sert açı meydana getirerek oluşturduğu ışınım bu beyindeki kontağı kapatır ve beyin bir anda durur!. İşte sapasağlam iken, sebep yokken, “bir anda öldü” denen olay bundandır!. Yâni bu üçüncü tesir de kişinin “ecelini” meydana getirir. Ki bu sürenin uzaması mümkün değildir.



BİR DÜZENİN, BİR ÇALIŞMA BİÇİMİNİN,



BİR YAŞAM BİÇİMİNİN SON BULMASI…
ECEL!

Ecelin insana ne zaman geleceği hiç belli olmuyor. Ecel geldi, vâde doldu, gidiyoruz.

“Nedir yahu?.” diyor içeriden birileri. Nasıl ecel?. Ecel dediğin zaman bir adam ölür, dört kolluya biner gider…?.

Ben de, dört kolluya binip gidiyorum!. Önde iki tane uzun kolu var, arkada iki tane kısa kolu var beni götüren dört kollunun… Üstelik kimsenin omzuna yük de olmuyor; kendi gidiyor!.

Antalya havalalanından kalkıyor bizim dört kollu!.

Evet!. ”Ecel”denen şey insanın bedenini bırakması değildir.

Bir düzenin, bir çalışma biçiminin, bir yaşam biçiminin son bulması anlamında kullanılır “ecel”!.

İstanbul’da ecelimiz geldi, Antalya’ya geldik!.



TOPLUMLARIN ECELİ

Bir Nebi ile Cenâb-ı Hak arasında bir konuşma vardı.

Bir kavme bir belâ geleceği zaman, sorar Allah Nebisi;

Ya Rab!. Bu kavmin içinde iyiler yok mu hiç?.

Çoğunluk kötülerdi.” der, Cenâb-ı Hak.

-Peki iyiler?.

-İyiler de iyiliklerinin karşılığını âhirette alacaklar!. der.”

"Bir toplum bozulduğu zaman, belâ hepsine birden gelir. İçindeki iyiler hürmetine o geri çevrilmez"



EDEB

Edeb, esmânın hakkını vermektir!.



EDEB,

DÜŞÜNSEL BOYUTTA

VARLIĞINI VE HADDİNİ BİLMEKTİR!

Edeb, ayağını altına alıp da oturmak, elini önüne bağlamak değildir!

Edep;düşünsel boyutta, varlığı ve haddini bilmektir!

Ancak ilim sahipleri haddini bilir; edebini takınır.

Câhilin bildiği edep ise, elini önüne bağlamaktır.



Allah’ın sonsuz ve sınırsız varlığını idrâk eden insanın farkedeceği şey, Evrendeki HİÇLİĞİDİR!



HAKİKAT”İN EDEBİ



Hakikatin edebi, hakikate sadâkattir.



EDEB EDİNME HÂLİ

 Bedenle, "tabiatla mücadele" hâli, "edeb edinme" hâli diye târif edilmiştir.



EDEBE RİAYET EDENLER

Edebe riayet edenler, haddini bilenlerdir.



Bulunduğunuz yeri idrâka çalışınız... Ki, haddini bilenlerden olasınız.





Gerçeği bil; ve edebe riayet edicilerden ol!.



EDEBSİZ KEMÂL OLMAZ…

EDEBSİZ KİŞİ “VELİ” OLMAZ!

 Eskiler, “Edeb” üzerinde çok durmuşlardır...

Edebsiz kemâl olmaz”!. Yani, edep olmadan kemâl olmaz, demişlerdir... Orada kemâlden murad, “Mutmainne” bilincidir.

Edeb”, gerçekte, bizim bugün anladığımız mânâda karşındakine hürmet etmek, el-etek öpüp boyun kesmek değildir... Biz, “edeb”i çok dar ve kısıtlı ve sınırlı anlıyoruz.

Beşiktaş`taki Yahya Efendi Dergâhının girişinde şu yazılıdır :

Edeb Ya Hu!..”

Edeb” haddini bilmektir!.

Edeb” hakkını vermektir!.



Her şeye karşı, olması gereken bir edeb vardır..

Daha dar mânâda ise...

Edeb”sizlik, özellikle “Mülhime”de başlar. Her ne kadar “Levvame”de kısmen varsa da edebsizlik hâli; edebe riayet etmeme hâli, özellikle “Mülhime”de oluşur..

Bir yönüyle “Edeb” kelimesinden murad, “Nefs”in tabiata tâbi olmamasıdır!.

Çünkü, Nefs aldığı ilhamlar sonucu, kendi hakikatına yönelip, Rubûbiyetin hakikatını idrâk etmeğe başladığında, zamanı Rubûbiyet hakikatları ve sırları ile dolu geçer. Bilinci bununla meşgulken, bedende doğası gereği kendi hükmünü icra ederek, dilediği gibi at koşturmak ister... İşte, Nefsin bedenin doğası gereği arzularına tâbi olması hâli “Edebsizlik” diye anlatılan haldir!.

Bedenle, “tabiatla mücadele” hâli, “edeb edinme” hâli diye târif edilmiştir.

Bu yüzdendir ki “Edeb” olmadan “Mutmainne” hâli olmaz!. Ve kişi, “Veli” olamaz!..

Edebsiz kişi veli olamaz”, derler ki, bunun mânâsı budur!.

Bu ifadeyi dar mânâda anlayıp da, çevrendekilere hürmet etmek diye yorumlamak çok yanlış ve hatalıdır...

İşin hakikatına ermek, velâyet sırlarına vâkıf olmak, Allah`a yakîn elde etmek için, ne pahasına olursa olsun, Nefs`in bilincini arındırması ve bedenin tabiatına tâbi olmaktan kendini kurtarması zorunludur!.



ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLENİ BİLMEYEN



HADDİNİ BİLMEZ!

 “Allah” adıyla işaret edileni bilmeyen HADdini bilmez!.

Nefs, nefs'tir; sâfiye bile olsa!. Allah ulûhiyeti beşerde zâhir olmaz!




EF’AL ÂLEMİ

Fiiller Âlemi”

Kesret(Çokluk) Âlemi”

Nâsut Âlemi”

Şehâdet Âlemi”

Mülk(Madde)Âlemi”



Çeşitli oluşumların meydana geldiği yapı

Melekût Âlemi”



Melekler Âlemi

Mânâ’nın maddeye dönüştüğü âlem

Teklik âlemi ile Ef’al Âlemi arasındaki elçilik boyutu

Akl-ı Kül Âlemi

Mikrodalga kökenli kozmik âlem

Ef’al, Arapçada “fiiller” demektir. Yani çeşitli oluşumların meydana geldiği yapı.



Esas itibariyle, âlemler, “Kesret Âlemi” ve “Vahdet Âlemi” olarak ikiye ayrılır. Ancak bu kesin böyle değil; anlayışın ya da bir diğer şekliyle anlayış yetersizliğinin oluşturduğu ikidir bu âlemler.





Gerçekte, âlem Tek varlıktan ibarettir; yani, tek bir yapıdır! Tek`in teklerinin tek tek zikri olmaz!

Hz. Âli, “ Görmediğim Allah`a ibadet etmem “ demiştir.

Hiç bir şey görmem ki, evvelinde Allah`ı görmüş olmayayım.” demiştir Hz. Ebu Bekr.

O”, her şeydir ve her şey “O”nun ef`al mertebesindeki görüntüsüdür. Kesret âlemi de budur!



Ef’al âlemi” denen fiiller âleminin, yani bütün bu gördüğümüz-göremediğimiz, algıladığımız- algılayamadığımız fiillerin-bireylerin-birimlerin yani “kesret” denen “çokluk” âleminin meydana geldiği, oluştuğu ilk boyuttur!



“Ef’al âlemi” diye bilinen, fiiller âlemi yani kesret âlemidir.



EF’AL ÂLEMİ,



İLÂHİ İSİMLERİN MÂNÂLARININ

DEĞİŞİK TERKİPLERE GÖRE

SEYREDİLDİĞİ ÂLEMDİR!

Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!.. Ve bu terkiplere göre seyredilen âlem, “fiiller âlemi” dediğimiz “ef’al âlemi” dediğimiz âlemdir!.



ESMÂ ÂLEMİ DIŞINDA KALAN ÂLEM

EF’AL ÂLEMİDİR!

Madde âlemi”, beş duyu verileriyle kayıtlanmış beynin “varsayım” dünyasıdır. Beş duyumuza hitabeden bildiğimiz âlemdir.

Farklı dalgaboylarında oluşmuş katmanlardaki varlıkların her bir türüne göre de içinde bulundukları âlem(boyut) kendi “MADDE “ âlemleridir! Yani “madde alemi” diye gerçek ve mutlak tek bir “madde âlemi” olmayıp; her boyut varlığının kendi katmanı, onunkinde özel madde âlemini oluşturmaktadır. Bu itibarla ölümötesi yaşama geçenler dahi, bir tür madde âlemi içinde..

Yani Esmâ âlemi dışında kalan âlem, ef’âl âlemidir!.

Bu şehâdet âlemine; ruhlar âlemi denilen âlem, melekler âlemi denilen âlem, cinler âlemi denilen âlem girer; hepsi de ef’âl âlemi hükmündedir!.



MELEKÛT ÂLEMİ DAHİ



EF’AL ÂLEMİ İÇİNE GİRER!

Şehâdet âlemi dendiği zaman, bazılarının anladığı gibi, biz sadece madde âlemini anlamayız... Melekût âlemi denen melekler âlemi de gene bu ef’âl âlemi içine girer.

Melekùt Âlemi; Allah’ın isimlerinin işaret ettiği mânâların zâhir olduğu bâtın âlemidir. Sezgi, ilim ve benzeri yollu farkında olmadan algıladığımız; üst beyin faaliyetleri sonucu algıladığımız, sayısız mânâlar ihtiva eden mikrodalga kökenli kozmik yapılı âlemdir .

Melekût, melekler âlemi olmanın ötesinde mânânın maddeye dönüştüğü âlem olarak da bilinir.



EF’AL ÂLEMİ

TÜM VARLIKLARIYLA,

O VARLIKLARIN ALGILAYABİLDİĞİ ÂLEMDİR!

Bkz. E / Evren / Yaşadığımız Kâinata ait olarak bilinen her şey, Allah İlminde “Hayâl” olan varlıklardır!



GERÇEKTE

EF’AL ÂLEMİ MEVCUD DEĞİLDİR;

TÜMÜYLE HAYÂLDİR!
Gerçekte, hakikatte “EF’AL mertebesi” mevcud değildir!

Hakikatte efal mertebesi mevcud değildir!

Ef’al mertebesinin varlığı tümüyle hayâldedir; hayâldir.

Hakikatte Zât, sıfat ve esmâ âlemi mevcuddur!

Hakikatte bu üç mertebe mevcuddur!

Bu üç mertebenin ötesindeki Ef’al mertebesi ise, hayâldir; “hayâli mutlak”tır. Bu hayâli mutlak içinde oluşan hayâli birimlerin kendi hayâli arz ve semâları vardır!

Bunların tamamı da EF’AL ÂLEMİ’dir!



ÂLEMLER,



BÜRÜNÜLMÜŞ MÂNÂLARDIR!

Bkz. E / Evren / Evrenin Mânâ yapısı / Âlemler, bürünülmüş mânâlardır!



ÇOKLUK” KAVRAMI İÇİNDEKİ TÜM VARLIKLAR



LEVHİ MAHFUZ”UN TAFSİLİYLE MEYDANA GELMİŞTİR!

"LEVHİ MAHFUZ", “kesret”i yani çokluk kavramlarını meydana getiren esmâ terkiplerinin “KAZA ve KADER” boyutudur!. Bilgi ve bilinç boyutudur!. ALLAH İLMİNDEKİHÜKÜM ve TAKDİRİNfiiller âlemindeki görüntüsüdür.

Çokluk kavramı içinde olan tüm varlıklar bu boyutun tafsiliyle meydana gelmiştir.



ÇOKLUK NASIL VAR?

Eğer şu algıladığımız âlemde varlık TEK ise, bir yığın birbirine çelişkili davranışlar ortaya koyan sayısız varlıklar nasıl var?

Çokluk nasıl var?

Eğer bu kadar biribirine çelişkili ve ters bir evrenler varsa, o zaman TEKLİKten nasıl söz edilebilir?



EF’AL BOYUTU,



BEYİNDEKİ VARSAYIMDIR!

Efâl boyutu, beyindeki varsayımdır; beynin yapısı dolayısı ile hissedilen!.



ÇOKLUK KAVRAMININ OLUŞTURDUĞU ŞEYLER

ALGILAYANIN ALGILAMA ÖZELLİĞİNDEN KAYNAKLANAN

BİR SANI VE HAYÂLDİR!

Algılamaya GÖRE var kabul edilen her ŞEY, O’nun varlığıyla vardır; ne var ki, O, şeylerin toplamı değildir!. Gerçekte SADECE “O” VARDIR; evrendeki çokluk kavramını oluşturan şeyler, algılayanın algılama özelliğinden kaynaklanan bir sanı ve hayâldir!.

Holografik bir tümellik olan anayapı, bizim “Evren” değimiz halde algılanmak için, dilediği algılayıcıların dilediği kapasitelerinde göresel farklılıklar meydana getirmek sûretiyle, “çokluk” görüntüsü oluşturmaktadır. Gerçekte, sadece “ALLAH” vardır ve O’nun yanısıra hiç bir şey yoktur!.



ÇOKLUK”, GÖZDEDİR!



BASİRETİNDE

ALLAH’IN VECHİNDEN BAŞKA BİRŞEY YOKTUR!
Bkz. E / Esma’ül Hüsnâ / Bütün İsimlerin müsemması tek bir varlıktaki tek bir mânâdır!



EF’AL ÂLEMİNDE YAŞAM



NASIL OLUŞMUŞTUR?

İlm-i ilâhî’de mevcût olan, sayısız isimlerle isimlendirilmiş bütün varlıklar ilim yolu ile, “kendini seyretme” gâyesine mâtuf olarak “yoktan varedilmiş” yâni, “yaradılmış” varlıklardır!.

Hayy” vasfıyla kastedilen mânâda hayat sıfatı sahibi varlık, “ilim” sıfatıyla kendinde seyretmek istediği mânâları o mânâlara uygun sûretler ile müşahedeyi “MÜRÎD” ismince irade etmiş; “Kudret” sıfatıyla onlara birimsel görüntüler ve izhar etmek istediği mânâlara uygun “akıl” hibe etmiş; kendi ilminden varetmesi dolayısı ile onlara ve onlardan her an bir bakış açısı oluşturmuş böylece “SEMΔ ve “BASÎR” isimlerinin mânâları ortaya çıkmış; birimsellikleri daha önce “kelâm” vasfından “kelime”ler şeklinde oluşmuş; ve nihâyet “tekvin” vasfıyla da ef’âl âleminde yaşam oluşmuştur.

Buna rağmen.

"Allah" ismiyle işaret edilen indinde...

An” tek bir ândır , DEHR’dir!. Her şey, bu boyut itibariyle olup bitmiştir!. Gerisi ise, suya atılan bir taşın etrafında oluşan küre halkalar gibi sayısız boyutlardaki oluşlardan başka bir şey değildir.



İNSAN, BEDENİ İTİBARİYLE



EF’AL ÂLEMİNDE YAŞAR

Ef’âl âlemi içinde mevcut bulunan varlıkların hepsinin Rabbı Allah’tır!.

Madde bedeninizle ortaya koyduğunuz fiilleriniz vardır ki, bu boyuta tasavvufta “ef’âl âlemi” ya da “nâsut” veya “şehâdet âlemi” denilir.

Görme, duyma, hissetme, algılama gibi özelliklerinizin olduğu boyut ise “melekût âlemi” olarak anlatılır.

Ef’al âleminde yer alan insanı düşünelim... İnsanın bir madde bedeni vardır. Madde bedenin ötesinde bir düşünce, şuur dünyası vardır. Ve dahi bu düşünceleri kapsamına alan benliği vardır...

Şimdi düşünelim... Düşünce dünyanız madde bedeninizden ayrı olarak kabul edilebilir mi, yani madde bedenden ayrı bir yerde midir?.

Elbette hayır!.

İşte aynı şekilde, madde âleminden tamamiyle ayrı bir yerde melekût ve ceberût âlemleri de düşünmemek gerekir.

İnsan bedeni itibariyle nâsut âleminde yaşar...

İnsan ruhu itibariyle melekût âleminde yaşar...



ÇOKLUK (KESRET) GÖRÜŞÜNÜN SEBEBİ

Bir birimde, “insan var, hayvan var, cin var, melek var; bunların her biri de kendi başlarına diledikleri gibi yaşıyorlar; kâinat başıboş bırakılmış hadsiz hesapsız canlıyla dolu...” gibi bir görüş, tamamiyle o kişinin varlıkların hakikatına, aslına orijinine nüfuz edememekten doğan “çokluk görüşü”dür.



EF’AL ÂLEMİ,

BUGÜN “MADDE” DEDİĞİMİZ TERKİPLE,

YARIN BİR TÜR HOLOGRAMİK IŞINSAL BEDEN

DEDİĞİMİZ YAPIYLA DEVAM EDER!

Esmâ âlemi” dediğimiz zaman, ef’âl âlemi’nde varolan fiillerin, varlıkların, görüntülerin orijinal mânâlarını kastederiz! Yani, mutlak varlığın, kendinde müşâhede ettiği, ilmiyle ihâta ettiği mânâlar… Bu mânâlar için yaratılmışlık söz konusu olamaz, çünkü kendisinin yaratılmışlığı söz konusu değildir!

Senin yaratılmışlığın hiç bir zaman kalkmaz! Yaratılmışlık hükmün, hiç bir zaman kalkmaz! Çünkü, ef’âl âleminin dışına fiil düzeyinde çıkabilmen mümkün değildir... Bugün nasıl ef’âl âlemindeysen, bundan bir milyon sene sonra da yine ef’âl âleminde olacaksın!

Beş milyar sene sonra da yine ef’âl âleminde olacaksın! Ef’âl âlemi, bugün madde dediğimiz terkible devam eder; yarın bir tür hologramik ışınsal beden dediğimiz yapıyla devam eder; ama neticede gene ef’âl âlemidir!

Ancak; kendi varlığında mevcut olan mânâların, Hakk’a aidiyeti yönüyle, yaratılmış değilsindir! Ef’âl boyutu itibariyle, yaratılmışsın!

Öyleyse bu iki yönünün idrâkında olarak; her ikisinin de ayrı ayrı hakkını verebilirsen; işte o zaman ebedi saadete ermiş olursun! Aksi halde bir yönün, diğer yönünü perdelerse, bunun neticesinde mutlaka ayağının kayması, hakikatten sapman sözkonusudur...



KESRETİN KAYNAĞI,

TEK MUTLAK RUH’TUR!

“Kesret” kavramının kaynağı olan “Tek mutlak RUH”tan meydana gelen tüm melekût âlemi; ve o âlemde meydana gelen Müheymin melâike, Âlâ-i illîyyîn, ve diğer meleklerin varlığı…

Esmâ mertebesinin zuhûru olarak varlığı meydana gelmiş olan melekût!.

Varlığını melekûttan alan tüm ef’âl mertebesi varlıkları…



KESRET” KAVRAMI DEVAM ETTİĞİ SÜRECE



TEKLİK SEYRİNE GİRİLMESİ

ASLA MÜMKÜN OLMAZ!

Bkz. E/Emr Âle /Emr ve Hüküm, kesret âlemi içinde varlıklar arasında geçerli bir sistemdir!



KESRET KAVRAMININ BİTTİĞİ NOKTA

Sidre-i Münteha, mânâ itibariyle kesret kavramının bittiği noktadır!

Yani bilinç boyutunda-şuurunda kesret kavramı kalkıp, Tekliği müşahede etme noktasını hissettiğin anda sen sidre-i münteha’dasın!



EHLİ BEYT



(Soru: Rasûlullah aleyhisselâmın “size iki emânet bırakıyorum.. Kur’ân, ehlibeyt...” demiştir buradaki "ehlibeyt"ten ne anlamalıyız?)

"Ehlibeyt"; Hazreti Rasûlullah’ın zâhirde sulbünden gelenlerdir... Bâtın mânâsı itibariyle ise, Verâseti Muhammediyi devam ettiren ehlullahtır.

Onlar, bâtıni mânâdaki hâne halkıdır!... Ehlullah, diyorum, dikkat edin “Ehlir Rab” değil!..

(Soru: Bu ehlullah aynı zamanda zâhirde Rasûlullah'ın sülbünden gelenler midir?)

Zâhiren çoğunluğu öyledir; ama istisnalar da vardır...

Esasen ancak o genetik taban o kemâlâtı getiriyor...

Genetik veri tabanı, velâyette yüksek kemâlâtlar için çok önemli...



Ehli beyt, fıtratları kadarıyla Kurân’dan aksettirirler...





EHLULLAH”



(ALLAH EHLİ-MUKARREBLER-VÂKIFIYN-

SEÇİLMİŞLER)

Bkz. A / Allah / Allah ehli



EL”



El”; tasavvufta ve Kur’ân anlatımında KUDRETi sembolize eder...



ALLAH’IN İKİ ELİ

İki el, İLİM ve KUDRET sıfatlarıdır...

“İlim”i, bâtın; “Kudret”i de zâhir -açığa çıkış- olarak değerlendirebilirsin belki; ama tam anlamıyla kapsamaz!

Enfüs ve âfâk, izâfi yâni göre’dir!



RAHMAN’IN İKİ ELİ

Soru: "Rahman'ın iki eli" den murad olarak Celâl ve Cemâl sıfatlarını da düşünebilir miyiz?..

Evet...




EL’İN YOKLUK DENİZİNE GİRMESİ

Yokluk Denizi” denen şey, senin bireysel varlığının var olmadığını anlamandır.

Mutlak manâda bir yokluk denizi yoktur.

''Yokluk''tan murad, tüm varlığın kendine özgü bir varlığı-vücudu olmayışıdır!.

Elin, kendini beyinden ayrı olarak, ayrı bir varlık hissedip, “ben dilediğimi yapıyorum” diye zannetmesi ne ile ortadan kalkar?

Elin yokluk denizine girmesi ile!...

El, yokluk denizine girerse; eldeki kan, kemik, sinir, damar hepsi beyne bağlı olduğundan; bağımsız bir varlığı olmadığını farkeder. Anlar ki bedenden ayrı bir varlığı yok ve tümüyle beyine tâbi!.

İşte ''yokluk denizi'' denen şey, bu manâdadır.

Sana desem ki, ''biyolojik bedenini atomik bedeninden ayır!''… Yapabilir misin bunu?

Hayır!. Hiçbir zaman ayıramazsın!.

Çünkü, biyolojik bedenin, atomik bedenin sonucu olarak mevcut!.

Öyle ise, Zât ile ''gayrı'' adını verdiğini  birbirinden ayıramazsın!. Bu mümkün değil!

El ile beyni birbirinden ayırmak ne ise; ''Allah'' ismiyle işaret edilen ile Muhammed'i de birbirinden ayırmak aynı şeydir.




ELEST BEZMİ”

Bkz. R / Ruh



ELESTİ BİRABBİKÜM” HİTABI



Bkz. R / Ruh




ELİF”

ELİF”,

ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLENİN

AHADİYETİNE YANİ

ZÂT’INA İŞARET EDER!

"Elif... Laaam... Miiiym...!"

Bu harflerin ne anlama geldiği hakkında çeşitli düşünürler, çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir..

Bu harfler gibi, gene sûre başlarında yer alan "Kaf, ha, ya, ayn, sad" ve "Ha, mim, ayn, sin, kaf" harflerinin "ALLAH" isimleri arasında bulunduğu ve Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın bu isimleri okuyarak dua ettiği bilinen bir olaydır.

Bu itibarla bu harflerin "ALLAH" isimlerinden olması, büyük bir olasılık olarak ileri sürülmüştür..

Öte yandan, Hazreti Ebu Bekir'in bu konuda şöyle dediği naklolunur:

-Her kitapta Allah'ın bir sırrı vardır... Kurân’ daki sırrı da, evvelleridir.

Hazreti Âli dahi bu konuda şöyle demiştir:

-Her kitabın bir özü vardır; bu kitabın özü de hecelenen harflerdir...

İbni Abbas ise her bir harfin "ALLAH"ın bazı isim ve sıfatlarına işaret ettiğini belirterek şöyle yorumlar:

-"Elif": “AHAD, EVVEL, EZELİ, EBEDİ” gibi isim ve sıfatlara; "Laaam": O'nun "LÂTİF" oluşuna; "Miiiym": “MELİK, MÂLİK, MECİD, MENNAN” gibi isim ve sıfatlara işaret eder!.

Bunların dışında kalan bazı yorumlar ise şöyle:

-Elif, ALLAH'a işaret eder; Laaam, Cebrail'e; Miiiym, Muhammed aleyhisselâma... Yâni, "ALLAH kelâmı, Kur'ân-ı Kerim, Cebrail tarafından Muhammed aleyhisselâma vahyedilmiştir", anlamını taşımaktadır bu üç harf; denilmiştir...

-Elif, “ene”; Laaam, “Allah”; Miiiym, “Alim” anlamına gelir ki mânâsı “Ben Allah, bilirim”dir...

Bizim bu konudaki müşahedemize göre ise;

-"Elif", "Ahad" isminin mânâsına;

"Laaam", "Lâtif" ismi yönünden "Ulûhiyet"e;

"Miiiym" ise "Hakikatı Muhammedi"ye işaret etmektedir..

"Elif", "Laaam" ve "Miiiym" dikkat edilirse, "Fâtiha" sûresi’nin hemen akabindeki ilk âyettir; ve sanki iki sûre-metin arasında bir köprü teşkil etmektedir.

"Fâtiha" Sûresi, "Allah" indindeki âlemlerden ve içindekilerin yerinden; "Allah"ın "RAB"olarak onlar üzerindeki tasarrufundan; ve dahi yarattıklarının genel ve özel rahmetle hidâyet üzere kulluklarını yerine getirişinden bahsederken...

Bu harfler, "AHAD" olan "Zât"ın "ULÛHİYET" kemâlâtının "LÂTİF" olarak, tüm varlığın özü ve aslı olan "Muhammedi Hakikat"tan zuhûrunu özetlemektedir...



Allah” ismi bilindiği üzere Arapça harfler ile yazıldığında, başta kendisinden sonra gelen tüm harflerden bağımsız, tek duran “Elif” ile;” yanında birbirine bağlı iki “Lâm” harfi ve ikinci “Lâm”a bağlı daire (veya kûfi yazılımda dört köşe) “H” harfinden ibarettir. Bir de ikinci “Lâm” ile “H” arasında görünmez ama okunur “Elif” vardır ki bu da “A” sesini verir.



Şimdi bu harflerin temsil ettiği ve işaret ettiği anlamlara bir bakalım isterseniz…

Elbette bu değerlendirme, keşif ehlinin kendi keşiflerine dayanmaktadır ve kimseyi bağlamaz. Ama bilgi olarak bazı değerlendirmelerimize yararlı olur diyerek nakledelim..

Birinci “Elif” ehline göre “Allah” ismiyle işaret edilenin Ahadiyetine yani Zâtına işaret eder. Zât mutlak bağımsızlığı ve sıfatlardan kayıtsızlığı itibariyle hiç bir fikre ve düşünceye bağlanmaz. Öyle bir HİÇ’liktir ki, üzerinde ne tefekkür olur ne tahayyül veya ne de târif!. İşte bu duruma yazılımda, ancak mutlak bağımsız, noktanın uzamış hâli olan “Elif” işaret eder.

Bir de bu arada, yani ikinci “Lâm” ile “H” arasında görünmeyen, ama buna karşın varlığı her okunuşta itiraf edilen gizli “Elif mevcuttur. Bu da efâl âleminin, zâtın varlığı ve dilemesiyle, O’nun ilminde, O’nun sıfat ve esmâsının varlığıyla varolup, süregitmekte olduğuna işaret eder.




Yüklə 1,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin