EVRENDE “MEKÂN “
“MEKÂN”,
HARİÇTE MEVCUT OLAN BİRŞEY DEĞİLDİR!
Einstein ilk olarak uzay ve zamanla ilgili düşüncelerimizin yanlışlığını ortaya koydu...
Mekânın, maddi şeylerin olanaklar içindeki tertibine verilen bir addan başka bir şey olmadığını anlatırken; zamanın da, dışarıda değil bizim kendi zihnimizde yaşayan bir şey olduğunu; olayların birbiri ardınca dizilişinden başka birşey olmadığını söylüyordu...
Einstein bunları daha açık bir şekilde de şöyle izaha çalışıyordu:
"Mekân dediğimiz şey, hariçte mevcut olan bir şey değildir... Bizim, mekânda idrak ettiğimiz şeyler, aslında mevcudatın öz yapısından dış yapısına, yahut da, dış yapısından öz yapısına doğru bir dizilme içinde bir bütündür; ve zaman dahi bu diziliş içinde yer alan, birini ötekine göre kıyaslama metodundan başka birşey değildir..."
İşte bilimin bu şekilde yepyeni bir gelişme hızına kavuştuğu sırada, 1915'de evrenin de - daha doğrusu evrende madde olarak tesbit edilmiş bulunan şeylerin - tek bir asıldan meydana gelmiş olduğu, Langevin tarafından ispat edilmişti...
Ki bu da, gene Einstein'in nazariyesi sayesinde ortaya çıkıyordu...
EVRENDE MEKÂNI OLAN BİR TANRI
YOKTUR!
BOHM’un, KUANTUM açıklamasında yeni boyut dediği ve “KUANTUM POTANSİYELİ” diye adlandırdığı bu görüşe göre;
-Atomaltı parçacıklarda sâbit bir yer sözkonusu olmadığından, uzayda heryer eşittir.. Bu özelliğe mekânsızlık diyoruz. Bütün atomaltı parçacıklar birbiri ile ilişkili ve iletişimlidir.
-Holografik özelliğinden dolayı da küçük bir parçanın tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekân kavramı sözkonusu olmaksızın tümde eşit olarak dağıldığını göstermektedir.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan gerçek, evrende mekânı olan herhangi bir yerdeki bir TANRININ varlığından söz edilemeyeceğidir.
“MEKÂN” KAVRAMI
GALAKSİYE KADAR UZANIR!
Mekân kavramı, Güneş sistemi dışında, galaksiye uzanır...
“Din”deki bunun dışında kalan tüm tanımlamalar varlıklar ise tamamiyle BOYUTSALDIR!
ZAMAN VE MEKÂNIN OLMADIĞI BİR ÂLEM
İÇİNDEYİZ!
Gerçekte, zamanın ve mekânın olmadığı bir âlemin içinde yaşamaktayız da, bunun bilincinde değiliz!
BÜTÜN PARÇACIKLAR,
MEKÂNSIZ OLARAK BİRBİRİ İLE İLİŞKİDEDİR!
(“MEKÂNSIZLIK”)
Bkz. E / Evren / Uzay / Uzayda her yer eşittir…
BİRŞEY HOLOGRAFİK OLARAK
ORGANİZE EDİLİRSE,
ORADA HER TÜRLÜ MEKÂN ANLAYIŞI KALKAR!
Bkz. E / Evren / Holografik Evren / Günlük yaşamımız da gerçekte bir holografik görüntüdür!
“MEKAN” DİYE BİLDİĞİN,
ALLAH’IN VARLIĞIYLE KÂİMDİR!
"Sonra sordum Rabbime, dedim ki:
-Hiç mekânın olur mu?. dedi ki:
-Yâ Gavs-ı Â'zâm, ben mekânın mekânıyım! Benim mekânım olmaz! Ben insanın sırrıyım!"(1)
"Ben mekânın mekânıyım" yani mekân diye bildiğin şey benim varlığım ile kâimdir. Dolayısıyla senin mekân diye gördüğün şey; özü, gerçeği itibariyle benim!
Senin göz dediğin algılama aracının kapasitesi dolayısıyla mekân diye bir şey görüyorsun. Eğer gözündeki perdeden kurtulursan, mekân diye bir şeyin varolmadığını görürsün.
İşte bu sebeple gerçekte "mekân" diye bir şey yoktur!
“KENDİM” KELİMESİNİN BİR ANLAMI DA
“MEKÂN”DIR!
(Soru: Üstadım, kendimi tanımak amacıyla bazı özelliklerimi farketmeye çalışmak ve karşımdakinin de TÜMün çeşitli özelliklerini yansıttığını gözlemek işin başı anladığım kadarıyla... Ya sonra farkedilmesi gereken ne? Nasıl ? )
“Kendim” kelimesinin bir anlamı da mekândır zaten!.
İNSAN
MEKÂNI ÜRETEBİLECEK YETENEKTEDİR!
Bohm ve Pribram'ın görüşleri birleştirilince, bilim dünyasından, yaşanılan boyuta yeni bir bakış açısı getirildi. Buna göre..
Beynimiz, zaman ve mekânın ötesinde, derindeki bir mevcûdiyet emrinin, başka bir boyuttan gönderdiği projeksiyonların girişim frekanslarının, matematiksel olarak değerlendirilerek, gördüğümüz yapılara dönüştürücüsü; idi!
Pribram için, bu sentez, dünyamızın gerçekte mevcut olmadığını idrâke yetti. En azından bildiğimiz gibi var olmadığına!
Dışarıda bir dalgalar ve frekanslar okyonusu varken, beynimiz bunları gördüğümüz maddelere, taşlara ve dünyamızı meydana getiren şekillere çeviriyordu. Acaba beynimizin kendisi de frekanstan meydana gelmesine rağmen, dışarıdaki frekans bulutlarını, hayâli bir şeyi, dokunduğumuzda nasıl sert bir şekle sokuyordu?
Pribram'a göre, Bekesy'nin vibratörlerle yaptığı deney, beynimizin nasıl çalıştığını gösteren iyi bir örnekti.
Pribram'a göre bir porselenin pürüzsüzlüğü ile kumsalda ayağımızın altındaki kumların hisleri, sadece Hayâli Yapı (Phantom Limb) sendromunun değişik şekilleri idi. Bu onların varolmadığı anlamına gelmiyordu.
Pribram'a göre gözlerimizle baktığımızda çeşitli şekillerde görülenler, gözlerimiz olmasa, beynimize göre dalga şeklinde idiler! Hangisi doğru?
Her ikisi de doğru; veya her ikisi de doğru değil! Kendimizi de böyle görebiliriz.
Ancak gerçeğe en yakın olanı; hologramik bir bedene sahip olduğumuzdur.
Pribram bizim zaman ve mekânı üretebilecek yetenekte olduğumuzu söylemektedir.
Bohm'a göre bilinç, bölünmezlik ve akışkanlığın en güzel göstergesidir, bu nedenle holografik modele çok uygundur.
İki veya daha çok kişiler arasındaki açıklanamayan bağları en iyi holografik model açıklamaktadır."
Yani..
Evren, gerçeği itibariyle holografik tümel yapıdır. Ancak bu tümel yapı, sonsuz sayıda, bakılınca parçacık özelliği gösteren değişik frekanslı dalgalardan oluşmuştur! Her dalgaboyu paketi ancak kendi türünden olan dalgalar tarafından algılanabilmektedir! Böylece de çokluk kavramı ortaya çıkmaktadır.
Evrendeki holografik bilinç ise, "Allah’ın ilim sıfatı”ndandır; ve holografik esasa göre her zerrede, parçacıkta, dalgada tümüyle mevcuttur!
"İnsan" da Hakikati itibariyla bu ÖZ`den gelme "NEFS"teki bilinçten ibârettir!
EVRENDE YAŞAM
TÜM ÂLEMLER
BİRER BİLİNÇLİ YAŞAM KESİTLERİDİR!
Her boyutsal katmanı kuşatan, kapsayan ve kendinden meydana getiren salt soyut bilinç boyutundan. mikrokozmoza kadar varolan tüm “âlemler-katmanlar” birer “bilinçli yaşam kesitleri”dir ki; bunların her biri, kendi kesit varlıkları ile, kendilerini kapsayan bir üst boyut varlıkları tarafından algılanırlar!
CANLILAR EVRENİNİN BELİRLİ SKALALALARI
Atomüstü boyutun "CANLI"ları olan tüm moleküler birimler ile, atomaltı boyutun "CANLI"ları olan tüm dalga birimler esasen "CANLILAR EVRENİNİN" sadece belirli skalalarını oluşturmaktadırlar.
Atomaltı boyuta ait dalga bedenli canlıların tümü dini terminolojide "MELEK" ismiyle tanımlanmıştır...
Esasen tüm canlılar dini kaynaklarda iki ayrı yapıda özetlenmiştir:
"MELEKLER" ve "İNS ve CİN"...
Atom boyutundan salt enerji boyutuna kadar, tüm dalga ve kuantsal yapı "MELEK" kelimesiyle; dalga üstü yapılar da "İNS ve CİN" diye târif edilmiştir.
TEK'LİK GERÇEĞİNE KARŞILIK
İÇİNDE YAŞADIĞIMIZ ÂLEM,
BİZE GÖRE KESİN- MUTLAK AÇIK-
ÇOK YÖNLÜ BİR YAŞANTIDIR!
Bu TEK'lik gerçeğine karşılık, Hazreti Muhammed aleyhisselâmın, insanın geleceğine dönük olarak bildirdiği tüm hususları da asla gözardı edemeyiz... Zira, TEK'lik ne kadar kesin bir gerçek ise; insanın gelecekte karşılaşacağı sonuçlar da o kadar kesin olarak, kendinden çıkan davranışların getirdiği sonuçlar olacaktır.
Evet, ALLAH' ismiyle işaret edilen indinde biz, “İLMİNDE” varolmuş, “ilmî sûretleriz”!.
Bize GÖRE biz, kesin, açık, sade, basit bir evrenin içinde yaşayan varlıklarız...
Ama gene de gerçekte biz, O'nun ilminde, bir “İlim” den ibaretiz!.
Ancak içinde yaşadığımız âlem, bize göre kesin, mutlak, açık, çok yönlü bir yaşantıdır.
FARKLI YARATIK TÜRLERİNİN ALGILAMA
SİSTEMLERİNE GÖRE FARKLI EVRENLER
SÖZ KONUDUR!
Dünün gelişmemiş beyinlerine, dar kafalılarına, şeklin ötesini düşünemeyen mukallitlerine, bugün ne gözle bakıyorsunuz?
Meselâ, “dünya tepsi gibi düzdür, kenarına gidersen boşluğa düşersin”, diyenlere; “Kurân’da yazıyor, “Allahın eli vardır” diyerek gökte büyük bir pençe el arayanlara… Kurân’ın temelinin benzetme ve işaretler üzerine kurulduğunu fark edemeyen gelişmemiş beyinlere…
Acaba, yarın da, nasıl bakılacak bugünün dar kafalılarına, gelişmemiş beyinlerine!…
Evrenin boyutsallığını ve algılama araçlarına göre farklı katmanlar ihtiva ettiğini fark edemeyenlere!
Farklı yaratık türlerinin algılama sistemlerine göre farklı evrenlerin söz konusu olduğunu; evrenin başı sonu olmadığını; yalnızca sürekli dönüşümlerin süregittiğini her an yeni bir şanda olarak; gerçekte “baş” - “son” kavramlarının göresel olduğunu anlamayanlara!
YAŞAM
EVRENİN BÜTÜNLÜĞÜ İÇİNDE SARMALANMIŞTIR
Kuantum fizikçilerinin, maddenin derinliklerini inceledikçe buldukları, iletişim örneklerine ilâve olarak, Bohm`un holografik evreni, birçok bulmacayı çözmektedir. Bunlardan biride, atoaltı parçacıklarında görülen "BİLİNÇ" etkisidir.
Bohm, daha öncede belirttiğimiz gibi, parçacıkların, incelemedikce mevcut olmadıkları, tezine karşıdır. Fakat prensipte, fizik ve bilinç bir arada incelenebilir.
Fizikçilerin çoğu gerçeği parçalamaya uğraşarak, yani bilinci ve atomaltı parçacıkları ayrı ayrı inceleyerek yanlış yapmaktadırlar.
Bilinç, her maddede derece derece, gizli ve açık olarak mevcuttur. Bu plâzmanın, neden canlı özellikleri gösterdiğinin de açıklamasıdır.
Düşünülen şeyi eyleme geçirmek, aklın en önemli özelliklerindendir. Böyle birşeyi elektronda da görmekteyiz.
Bu nedenle evrende, canlı-cansız ayırımı anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamayacak kadar iç içedir ve yaşam da evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır.
EVRENDE YAŞAM
SAYISIZ KATMANLARDAKİ DÖNÜŞÜMLER
VE BOYUT DEĞİŞTİRMELER ŞEKLİNDE
SÜREKLİ DEVAM EDER!
Evrende yaşam, sayısız boyutlarda, çeşitli katmanlardan bir diğerine dönüşmeler ve boyut değiştirmeler şeklinde sürekli devam eder. “İnsan” adıyla işaret edilen bilinçli varlık da, çeşitli dönüşümlerle farklı boyutlarda yaşamına sonsuz bir biçimde devam eder.
EBEDİ HAYATINIZI
EVRENSEL YASALARIN IŞIĞI ALTINDA
İNŞÂ EDECEKSİNİZ!
İslâm dini, Allah’ın yaratmış olduğu bu evrensel sistem ve düzeni anlatır. Bir orjindir.
Batı bilim dünyası evreni ve evrende varolan her şeyin birbiri ile iletişim hâlinde olduğunu, bir takdirin bir düzenlemenin bir programın sonucu olarak var olduğunu hissetmiş ve fark etmiştir. İşte bu orijin yapı, “İslâm dini” adı altında insana anlatılmaya çalışılmıştır.
Niçin?...
Çünkü siz bu evrensel yasaları insanın dünyasını son derece yakından etkileyen bu yasaları anlayıp idrâk edecek kavrayacaksınız ki o yasalara göre kendi yaşamınıza yön verecek, geleceğinizi o istikamette güzelleştirecek, geleceğinizi inşa edeceksiniz.
Geleceğinizi bu yasaların ışığı altında değerlendirin!. Yani yukardaki bir tanrı size “sen böyle böyle yap da ben seni şöyle şöyle bir yere koyayım” veya “yapmazsan şöyle bir yere atayım” gibi bir olay, sistem değil…
Allah ezelde dilediği gibi bir sistem ve düzen içinde kâinatı, galaksiyi ve burada insanları var etmiştir; yaratmıştır. Ve bu insanlar Allah’ın yaratmış olduğu sistemi, düzeni, kanunu, yasaları anlamak suretiyle yaşamlarını değerlendirerek ölüm ötesindeki ebedi hayata kendilerini hazırlamak durumundadırlar.
İslâm dini bu!.
EVRENDE ÖLÜM
KÂİNATIN
BOYUTSAL OLARAK SONU YOKTUR!
KÂİNATIN SONLULUĞU,
HÜKMÎ BİR SONLULUKTUR!
İlâhi isimlerin mânâlarına ne bir son bir vardır, ne de kâinata bir son vardır!
Kâinatın sonluluğu, hükmi bir sonluluktur!. Ancak, fiiliyatı itibariyle de sonsuzdur!.
Sonsuz olması ilâhi isimlerin mânâlarına dayanması itibariyledir, ki bu mânâlar da sonsuzdur!.
Bu kâinat içinde meydana gelen her bir fiil, bir mânânın fiile dönüşmesinden başka bir şey değildir...
ÂLEMLERİN SONU KABULÜ
ZÂT’A NİSBETLEDİR!
“ALLAH”'ın kelimelerinin sonu yoktur!.. “ALLAH”ın isimlerinin işaret ettiği mânâların sonu yoktur!..
O mânâların seyri anlamında olan oluşların da sonu yoktur!..
Netice olarak âlemlerin sonu yoktur!..
Âlemlerin sonu kabulü, “hükmî”dir ve ZÂT'a nispetledir!..
KÂİNATIN İZÂFİLİĞİ,
YOKLUĞUNDANDIR
Her şeyin "izâfî-göresel" olduğu ortamda, gerçek nedir?
Varsandığın, kâinatın izâfiliği, "yok"luğundandır.
ALGILAYAN VARLIKLARA GÖRE SONSUZ,
ALLAH’IN VARLIĞINA GÖRE HÜKMEN SONLU OLAN
BİR EVRENDE YAŞIYORUZ!
Üzerinde yaşadığımız şu Dünya ve Dünyanın üstünde bir tek insanın yerini düşünün…
Dünyanın büyüklüğünü böylece gözünüzün önüne getirin...
Sonra bu dünyanın 1.303.000 katı büyüklüğünde bir başka yıldız... Adını “Güneş” koymuşlar, “Güneş” diye biliyoruz!.. Bir yıldız!.
Onun yanında Dünya, 1.303..000 de bir!
Ve o yıldız gibi, Güneş adını verdiğimiz o yıldız gibi bugünkü bilim kadarıyla 400. milyar yıldız!.
400 milyar yıldız!.
400 milyarı sayı olarak yazarız.. Ama 400 milyar ne demektir bunu gözümüzün önüne getirmemiz, hafsalamızın bu rakkamı alması mümkün değil; muhal!
400 milyar yıldız ihtiva eden bu galaksi gibi otuz galaksi yakın akraba... Birbirleriyle binlerle ışık yılı mesafede ahbaplık ediyorlar, iletişim kuruyorlar...
Ve bunlar gibi 1 milyardan fazla galaksi, Evrende!
Bitmedi!
Bu kadar değil!
Bizim algıladığımız ve varlığını kabul ettiğimiz düşündüğümüz Evren, bu milyarlarla galaksi değil!.
Hatırlayın...
Göz sadece 4000-7000 angström arasındaki dalgaları algılıyor.
Santimetrenin milyarda birinden başlayan dalgalardan tutun, kilometrelerce uzunluğa kadar dalgalar var; cm.nin milyarlarda birinden başlayıp kilometrelerce uzunluğuna uzanan bir dalgalar spekturunda onbinde 4 ila onbinde 7 arasındaki dalgaları algılıyoruz ve bu onbinde 4 ile onbinde 7 arasındaki algıladığımız bu dalgalara göre milyarla galaksinin varlığını tesbit etmişiz.
Peki acaba biz santimetrenin onbinde 4 ile 7 si arasındaki bu dalgaları görüyor değil de, 4000-7.000 angström arasındaki dalgaları değil de, 1000 ilâ 10.000 angström arasındaki dalgaları görür bir algılayıcı sisteme sahip olsaydık acaba o zaman “1 milyardan fazla galaksi var” sözümüz kaç yüz milyara çıkacaktı?
Ya da daha geniş bir dalga spekturumunu algılayan bir gözbebeğimiz olsaydı, o zaman nasıl bir evrenden sözedecektik?.
Herşey değişecekti!
Bugün konuştuğumuz herşey gidecekti, başka şeyler gelecekti o zaman ortaya...
Bütün bu sayısız sonsuz rakkamların bize farkettirdiği bir şey var;
Hükmen Allah’ın varlığına göre “sonlu” kabul ettiğimiz, gerçekte bize ve diğer bu varlığı algılayan tüm varlıklara göre “sonsuz” hükmünde olan bir evrende varız...
Bu bize ve tüm algılayan varlıklara göre, yani meleklere ve cinlere göre sonsuz hükmünde olan, Allah’a göre “sonlu” hükmünde olan bu Kâinatı vareden gücü kim tasavvur- tahayyül edip düşünebilir!
EVRENDE ÖLÜM YOKTUR!
Bir “EZELİ SİSTEM VE DÜZEN” İLE ALLAH BU KÂİNATI VARETMİŞTİR!
Her varlık varolur, büyür, gelişir, tükenir, dönüşür!
Evrende ölüm yoktur!. Evrende dönüşüm vardır!.
Her birşey, “O her an yeni bir şandadır!” âyetinin hükmünde gereği sürekli yenilenir; bir halden bir başka hâle dönüşür.
İnanmıyorsan bedenine bak....
10 sene evvel bedenin nasıldı, bugün nasıl ve doğduğundan beri bedenin kaç defa değişti ki farkında değilsin! Kaç defa araba değiştiriyorsun farkında değilsin!
EVRENDE BİRŞEYİN
“YOK” HÜKMÜNÜ ALMASI
Evrende bir şeyin "YOK" hükmünü alması, diğer bir şeye GÖREdir. Gerçekte ise ne ‘’var’’ hükmü mevcuttur, ne de ‘’yok’’!.
EVREN İÇRE EVRENLERİN VE
EVREN DIŞI EVRENLERİN NE BAŞI VARDIR
NE DE SONU….
SÜREKLİ BİR DÖNÜŞÜM SÖZKONUSUDUR
Bu konuda yola "Allah" isminin işaret ettiği mânâdan yola çıkıyorum...
Eğer biz, "Allah" isminin işaret ettiği mânâyı anlamamışsak; bu takdirde tanrının yarattığı, bigbang ile bu evrenin oluşmasını kabul edebiliriz...
Eğer "ALLAH" isminin işaret ettiği mânâyı kavrayabilecek bir akıl verilmiş ise bize, bu takdirde düşünebiliriz ki...
Her an başsız ve sonsuz olarak, bu Zâtın sıfatları ve esmâsı sınırsız bir şekilde tecelli etmektedir!..
Onun tecelliyatının, bir başı ve sonu olamayacağına göre, evrenin ve evren içre evrenlerin, ve evren dışı evrenlerin ne başı vardır ve ne de sonu vardır... Sürekli dönüşüm sözkonusudur!..
Ayrıca... Evren kavramını, biz şu andaki bedensel boyutumuzun algılamasına göre kabul etmiş durumdayız... Bedensel alıcılarımıza göre kabul ettiğimiz evren kavramı, ölümle birlikte çok değişecektir!.. Cennete girenler için ise, bugün yaşayanların düşüncelerinin yanından bile geçmediği bir hal alacaktır!.
Üstelik... Bundan biriki ay evvel New York ve New Jersey'deki TLC kanalında, Stephan Hawking'in bir görüntülü açıklaması yayınlandı...Orada Stephan Hawking şu açıklamayı yapıyordu...
"Evren tek bir bingbang’le oluşmamıştır, evren başsız ve sonsuzdur... Bigbang, evren içindeki sayısız bigbanglerden biridir"... Bigbang algıladığımız boyutla ilgilidir...
Evren acaba hangi evren; ve neye göre?... Bu konular henüz kesinlik kazanmadı... Eğer bu böyle ise, bu da böyle ise; diye düşünülegiderek yapılan bir tahmin bu günkü teoriler...
“EVRENİN BAŞI SONU YOKTUR” DERKEN,
BU MEVCUD BİLİNEN EVRENİ
KASTETMEDİK!
(Soru: Evrenin boşlukta asılı bezelye tanesi büyüklüğünde bir nesne iken, bu noktadan sonsuza dek büyümesi... olarak anlatılan olayda evrenin bezelye tanesi büyüklüğündeyken neyin içinde yer aldığı gibi bir çelişkiyi ortaya çıkarmıyor mu?..)
O anlatımla, bigbangle başlayan evrenin de, bir başka evren içinde yer aldığı anlamı çıkıyor otomatikman... Bu da sonsuz evrenin varlığını ortaya koyar…
Biz, evrenin başı ve sonu yoktur derken, bu mevcut bilinen evreni kastetmedik!.
Yazdıklarımı dikkatli okuyanlar; "k" anlatımındaki evren anlayışımızı; "Allah ve NOKTA" (Allah kitabı 13. baskı 66. sayfa) yazımızı okumuş olanlar; "TEKİN SEYRİ" kitabını kendilerini vererek okuyanlar, bunları yıllar önce açıkladığımızı farkedeceklerdir...
S. Hawking bundan önceki kitabında evrenin dışında bir tanrı olabileceğinden söz ederken -okuyanlar bilir- biz öyle olmadığını anlatmıştık, dinleyenler bilir...
Özellikle <"ALLAH İsmiyle İşaret Edilen>, mesajını insanların beynine sokmaya çalışırken, tanrı kavramına yer olmadığını belirtmiştik...
Hawking şimdi son kitabında, evrenin dışında bir tanrı olmadığı noktasına ulaşıp; .... in de değindiği gibi, evrenin kendi kendisini yaratmasından, sözediyor... Bununla şuna gelecek...
"O HER AN YENİ BİR ŞANDADIR!"
"Allah" ismiyle işaret edileni bilmediği ve anlamadığı için; dışarıda da bir tanrı olamayacağını farkettiği için; "evren kendi kendini yarattı" sonucuna varıyor kendine göre haklı olarak; çünkü, varlığın özündeki YARATICILIĞI göremiyor!.
(Soru: EVREN İÇRE EVRENLER VAR.... Yazdınızdı kitabınızda ÜSTADIM. )
Biz yazdığımız zaman kâle almayanlar, bizim yazdıklarımızın ilk basamağı aşamasındaki bilgileri kaleme alan S.H.'yi dâhi olarak nitelendiriyorlar...
Oysa, bunu bilmek için dâhi olmaya gerek yok!. Bizim gibi sıradan bir düşünür bile bunu düşünebildikten sonra!.
Evet... Dostlar!.
Size hayatınızın en önemli anahtarını kullandırmaya çalışıyorum;
-elbette bana göre-, bu sohbetlerimde...
O da şu:
Nerede "Allah" kelimesi geçerse, o kelimenin anlamını dışınızda veya karşınızda değil, içinizden, özünüzden gelen bir şekilde anlamaya çalışın; diyerek...
Bu açıdan bakarsanız eğer...
Kur’ân ‘daki bütün anlayışınız da değişime uğrar!.
Kur'ân’ı çağdışı, İslam Dinini çağdışı, Kur'ân şeriâtını çağdışı görenler; Kurân‘a el sürmemeleri gereken, ötede bir tanrı anlayışından kurtulamamış müşriklerdir!..
Tanrı elçisinin, dışarıdaki bir tanrı ile görüşüp ondan vahiy aldığını sananlar, ANLAMADIKLARINI ANLAMAYANLARDIR!..
Kendinizde ne kadar derinleşebilirseniz, âfâkî boyutu da o kadar deşifre edebilirsiniz...
Tavsiye ederim biraz vakit ayırarak "TEK’İN SEYRİ" kitabını yeni baştan okuyun...
"Allah", "Rab" “İlâh” gibi kelimeleri dışarıda değil, konu edilen varlığın derûnundan olarak algılamaya çalışın...
Ve öylece Kur'ân meâllerini okuyup, Nebi ve Rasûllere atfedilen olayları yorumlayın!.
Göreceksiniz ki, bugüne kadar bildiğiniz Kur'ân ‘dan bambaşka bir Kur'ân ile yüzyüze geleceksiniz... Ve o zaman belki, OKUMAYA başlayacaksınız!.
Özür dilerim aldım başımı yürüdüm ve sıktım sizleri...
Haydi şimdi siz bu konudaki fikirlerinizi açıklayın, utanmadan, çekinmeden, duygusallaşmadan... Teşekkür ederim...
(Soru: Bezelye büyüklüğünde ve bir başka evren içindeki evreni şuurumuzda ortaya çıkan bir "düşünce yumağına" benzetebilir miyiz?...)
-Eğer seni tatmin ediyorsa, evet!..
(Soru: Hawking’in öne sürdügü Evren içinde artan ısı ve düzensizliğin bir sonucu olarak Evren içinde bir kıyâmetin sözkonusu olduğuna Kurân-ı Kerim'de işaret edilmekte midir? Eğer böyleyse mevcuttakine benzer bir evrenin ve insanlığın belki de kıyâmetten sonra tekrarlayacağını düşünebilir miyiz?...)
Evren içre evrenlerden söz eden bölümü okumamışın... “Allah” kitabı 13. baskıda ilâve edilen 66-69 arasını oku... ”Allah ve nokta” bölümü..
“NOKTA” EVREN …
VE İNDİNDEKİ SAYISIZ ÖTE “NOKTA”LAR…
“NOKTA”NIN
“ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLENDEN GAYRI
BAĞIMSIZ BİR VARLIĞI VE VÜCUDU
SÖZ KONUSU DEĞİLDİR!
Sonsuzda bir “nokta”nın yerini düşünün!.
“Nokta” olarak yaratılmış; ilmi yönüyle “Akl-ı Evvel”, hayâtiyeti yönüyle “Ruh-u Â’zâm”, hüviyeti yönüyle “Hakikat-ı Muhammedî” ve nihâyet kişiliği itibariyle aldığı isim de “İnsan-ı Kâmil” olan evrensel varlığı düşünüyor; ve biz ona da “HÛ” ismiyle işaret ediyoruz.
Oysa…
Bu bahsettiğimiz Zât, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ilminde yalnızca bir “ilmî sûret” olup; vücudu ise varlığını “HÛ”nun esmâsından alır!. Bu sebepledir ki, “nokta”nın, gayrı bir bağımsız varlığı ve vücudu sözkonusu olmaz!.
“Nokta”dan meydana gelen bu varlığın -mutlak evrenin- algılanan sıfatları ve esmâsı ve müşâhede edilen ef’âli, “HÛ”nun her an yeni bir “şe’n”de oluşundan kaynaklanır!.
“NOKTA” ÖTESİNE İŞARET EDEN
Dostları ilə paylaş: |