İNDİNDEKİ SAYISIZ “NOKTA”LARI FARKETTİRME
AMACIYLA İŞARET EDİLEN “ALLAH” İSMİNİ DÜŞÜNÜN…
“ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in indindeki sayısız “an”dan ya da bir diğer ifadeyle “nokta”dan yalnızca biri olan “İnsan-ı Kâmil” ise “mardiyye nefs” bilincine sahip kılınanın ilminden münezzehtir!.. (muhalefet lil havâdis)..
“Sınırsız-sonsuz” kavramları dahi “İnsan-ı Kâmil”de açığa çıkan “HÛ”nun esmâ ve sıfatı yönünden geçerli olup; “nokta” dışında geçerliliği kalmaz!.
“Nokta” içre varolmuş “İnsan”ın, “nokta”da (DEHR) varlığı yoktur!.
“Nokta” ötesine işaret edip, “ÖTE” indindeki sayısız “nokta”ları farkettirme amacıyla işaret kelimesi olarak kullanılan “ALLAH” isminin günlük yaşamdaki yerini buyurun siz düşünün!.
TÜM GÖRESEL VE MUTLAK EVRENLER
“HÛ”NUN İNDİNDE YALNIZCA
BİR “NOKTA”DIR!
BİZE GÖREYSE,
BİR ÇIKIŞ “NOKTA”SI!
“Nokta”dan meydana gelmiştir, insan-cin-melek tanımlamalarıyla anlatılan her şey ve dahi, evren içre sayısız -algılayana göre- evrenler!.
Bir resim, bir tablo bir ressamı ne kadar anlatabilir?.. Gördüğünüz bir resim, ressamın kısa bir süre içindeki hayâl ya da görüşünün tabloya yansımasıdır; hepsi o kadar!.
Ya o resmi yapan ressam nasıl biridir?..
Meçhul!..
“Hulûsi” ismi, nasıl yalnızca bir işaret kelimesi ise; bu kitaplarını okuduğunuz kişiye yalnızca işaret anlamı taşıyorsa; ancak bu isim ile de onu tanımak asla mümkün değil ise...
Aynı şekilde, “ALLAH” ismi ile de, o ismin işaret ettiği varlığı tanımak kesinlikle mümkün değildir!..
Eğer “ALLAH” kelimesinin yalnızca bir isim olduğunu; ve bize bir gerçeği farkettirmek amacıyla kullanıldığını farkettiyseniz; sıra gelmiştir, o isim ile bize işaret edilmek isteneni anlamaya...
Düşünürseniz Kelime-i Tevhidi, “lâ ilâhe illa ALLAH” cümlesini, burada ilk bölümde tanrı ve tanrılık kavramının yok oluşunun vurgulandığını ve daha sonra da sadece “ALLAH” ismiyle işaret edilenin varolduğunun açıklandığını hatırlayacaksınız...
Bu durumda ortaya şu sonuç çıkmaktadır;
İnsanoğlunun, algıladığı ya da algılayamadığını fark ettiği her şey, yani tüm göresel ya da mutlak evrenler, “ALLAH” ismiyle işaret edilen “O”nun, kendisine göre olan bir “an”ındaki eseridir! Yani, “HÛ”nun kendisine göre sayısız olan “an”larından yalnızca bir “an”ındaki eseri!
Tüm yaratılmışların algıladığı ya da algılayamadığı; fark ettiği ya da fark edemediği; tasavvur ya da tahayyül ettiği her şey hep bu “ALLAH” isminin işaret ettiği varlığın bir “an”ındaki eseridir!
Ki bu “an”, “HÛ”nun indinde bir “nokta”dır!.
Bize göreyse çıkış “nokta”sıdır!.
O “NOKTA” DA
BİR “NÜKTE”DİR!
Düşünün ki, evren içre nice nice evrenler, "ALLAH"ın indinde bir nokta!.
Sadece, algıladığımız evrende milyarlarla galaksi var!.
Milyarlarla galaksinin içinde yüzmilyarlarla yıldlzlar var.
O yüzmilyarlarla yıldızların her birinde hadsiz hesapsız sonsuz sayıda âlemler, varlıklar mevcut!.
Tüm bunların içinde senin yerin ne ki; sen tutup, "benlik" davası güdüp;
-ben dilediğimi yaparım, ben kendime böyle bir yön veririm, ben kendime şöyle yön veririm; ALLAH böyle istemiş ama benim de kendime göre iradem var, gücüm var, ben de böyle yaparım" diyebiliyorsun!?...
Bu gibi sözlerin bil ki, "ALLAH"ın hakikata erdirdiği kullarında, hoş bir tebessüm meydana getirir sadece!.
İSLÂM’ın şartı beştir, altıncısı da haddini bilmektir; derler ya!.
Bil ki edep, haddini bilmektir!.
İlmi olmayan, haddini bilemez!. lim haddini bilmeyi getirir!.
Odur ilim ki, "ALLAH" indinde "tüm âlemlerin bir hiç olduğunu" sana idrâk ettirir!.
Evet, "ALLAH" indinde kâinat bir "hiç"tir!.
Ne demiş;
"İNDİ SÂNİ`DE BÜTÜN MAHLÛKÂT BİR NOKTADIR,
O NOKTA DA, BİR NÜKTEDİR!."
İndi Sâni`de, yani sonsuz sayıda varlıkları meydana getirenin indinde, o varlıkların tümü bir "nokta" hükmündedir...
Ve o "nokta" da, bir "nükte"dir!.
"Nüktedir"in mânâsına başlarda dokunduk biraz, buraya bağlantısını ârif olan yapar elbette!.
OKYANUSTA BİR KAŞIK SU MİSÂLİ
Rahmaniyet sıfatının ihtiva ettiği Esmânın Rubûbiyet sıfatıyla açığa çıkmasının bir bölümüdür evren…
Okyanusta bir kaşık su misali!
1-MUTLAK EVREN
MUTLAK MÂNÂSIYLA “EVREN”…
“ARŞ’IN BOYUTSAL ALTI”
“ARŞ”ın boyutsal altı için, bir diğer tanımlama ile “kâinat” ya da “evren” diyebiliriz; ama, mutlak mânâsıyla “evren”! Yoksa bugün dünya üzerinde konuşulagelen “evren” yani “İNSANIN EVRENİ” değil!
2-GÖRESEL EVRENLER
PARALEL EVRENLER
ÂLEMLER
11 BOYUTLU EVREN
EVREN İÇRE EVRENLER
HOLOGRAMIN KONUSU OLAN “KÜL”DÜR…
VE ZERRE DE BU KÜL’ÜN AYNASIDIR!
“ K “olayı diyerek, “ALLAH” isimli kitabımızda anlattığım konuyu iyi incelerseniz görürsünüz ki, İlmi ilâhîde bir noktadan açığa çıkan açı içindeki, 11 boyutlu evren, paralel evrenler veya bizim deyişimizle evren içre evrenler hologramın konusu olan “KÜL”dür!. Ve zerre de bu küllün aynasıdır!.
“Hayâl içinde hayâl içinde hayâl” diye eski hakikat ehlinin tarif ettiği konu budur işte!... Nokta, bir hayâldir ismi “Allah” olan indinde!. O noktanın açılımı olan, açı içindeki kül bir hayâldir... Küllün yansıdığı her zerre diye tanımlanan, her bir ayna dahi ayrı bir hayâldir!.
İşte bu yüzdendir ki, zerrede varlığı hologramik gerçeklik dolayısıyla var olan “kül” dahi, “ALLAH” adıyla işaret edilen olmayıp; yalnızca, bir “nokta” olarak, O’nun ilminde var olan “ilmî sûret”tir!.
Yani, 11 boyutlu evren, ya da paralel evrenler topluluğu, her zerrede tıpkı incirin, sayısız çekirdeğinin her birinde varoluşu gibi, her birimde varolsa dahi bundan öte bir şey değildir!. O da gerçekte “ALLAH”a “kul”luk etmededir!.
ÂLEMLER
EVRENDEKİ BOYUTSAL KATMANLARDIR!
Şayet, evrende "boyutsal katman" olan "ÂLEMLER" kavramını biraz açıklayabildiysek, şimdi bu “boyutsallık” içinde bir "katman" olan "LEVHİ MAHFUZ" ile “MELEK”lerden biraz daha sözedelim...
ÂLEMLER DÖRDE AYRILIR
Tasavvuf ile ilgilenen herkesin iyi bildiği üzere âlemler dörde ayrılır...
Zât âlemi, sıfat âlemi, esmâ âlemi ve efâl alemi...
Bu âlemlerde yaşanarak urûc yapılır ve kişi hakikatini tanır.
EVREN İÇRE EVRENLER
HOLOGRAFİK GERÇEKLİK DOĞRULTUSUNDA
HER ZERREDE MEVCUTTUR!
“ALLAH” ismi ile bize bildirilen, eskilerin “evren içre evrenler”, yenilerin “paralel evrenler” dediği tüm yapıları, zamansızlık “AN” boyutunda ilmiyle, ilminden ve ilminde yaratmıştır!.
Tüm evrenler holografik gerçeklik doğrultusunda her bir zerrede mevcuttur!
Rasûlullah aleyhisselâm 1400 küsur yıl önce bu gerçeğe “Zerre küllün aynasıdır!” diyerek işaret etmiştir..
SAYISIZ “AN”LARDAN OLUŞAN
SAYISIZ KÂİNATLARIN HER BİRİSİ,
ALLAH’IN SONSUZ YARATICILIK
İLMİNİN ESERİDİR!
Tek bir hücreden bir insan bedeni nasıl meydana gelmişse, tek bir düşünce anından da evren öylece meydana gelmiştir!. Tek hücrede bedenin tüm oluş programı, sistem ve düzeni nasıl mevcutsa, evrendeki her şeyin oluş planı ve programı da o ilk “AN”daki seyrde öylece mevcuttur… Ki “KADER” de buna denir gerçekte!.
Oysa, o bir anlık ilmin ve düşüncenin eseri olan sonsuz-sınırsız kâinat gibi nîce sayısız kâinatlar dahi “Allah” indinde mevcuttur!
Şimdi düşünün şu anlatacağım üzerinde…
“K” harfini hatırlayın...
“K” harfi”.. Önce bir uzun çizgi... Bu çizginin, düşünün ki üstü sonsuz, altı sonsuz...
“K” harfini oluşturan çizgideki bir noktadan açılan bir açı var!…
Bu açı, bu çizgi üzerinde, bir noktadan çıkar!.
Allah’ın sonsuz ve sınırsız varlığı ve ilmini “K”daki ana dikey çizgi gibi düşünsek; bunun bir “AN”ında, bir “NOKTA”dan meydana gelen bu açı!… “Üçgen” demiyorum, dikkat edin, “açı”!
Zîrâ, üçgen dersem, bir yerde kapanacak, kâinatın sonu vardır anlamı çıkar; oysa kâinatın boyutsal olarak sonu yoktur!
Allah’ın bir AN’lık ilminde varolmuş sonsuz halk edilmişler!.
Halk edilmişlerin sonu yoktur ve bu, bir “an”dır.
Bunun gibi sayısız “an”lardan, “NOKTA”lardan oluşan sayısız kâinatlar vardır!
Yani, “K”nın dikey çizgisi aslında sayısız noktalardan oluşmuştur ki, algıladığımız herşey ve tüm evren, o dikey çizgi görülendeki noktalardan tek bir “nokta”nın açılımından ya da seyrinden başka bir şey değildir!
Bu sayısız kâinatların her birisi, Allah’ın sonsuz yaratıcılık ilminin eseridir!
SAYISIZ BOYUTLARDAKİ SAYISIZ EVRENLER
ALLAH İNDİNDE BİR “HİÇ”TİR!
Varolan her şey;
sen değil;
senin anan baban değil;
çocuğun sülâlen değil,
senin yaşadığın köy, kasaba, şehir değil;
senin içinde yaşadığın memleket, içindeki bütün insanlar değil;
senin üzerinde yaşadığın dünya ve o dünyada yaşayan bütün varlıklar değil;
senin dünyanın tâbi olduğu merkez yıldız Güneş ve ona tâbi olan bütün planetler değil;
senin merkez yıldızın Güneş gibi milyarlarcası değil;
yüz milyarlarla yıldız değil;
o yüz milyarlarla yıldızın meydana getirdiği galaksi gibi milyarlarla galaksinin içinde bulunduğu boyuttaki evren değil;
sayısız boyutlardaki sayısız evrenler,
"ALLAH"ın indinde bir "HİÇ"tir!.
“NOKTA”LAR SAYISIZ…
SAYISIZ “NOKTA”LARDAN OLUŞAN
SAYISIZ AÇILIMLAR
(Soru: Bizim Samanyolu’nda sistematik olarak var olan birimlerin (melek-cin-insan) aynı K’dan çıkış almaları zorunlu mudur? ...)
Bizim Samanyolu değil , Evren o Nokta’dan çıkmıştır!...
Bu Evren, Tek Nokta ’dan oluşan evren!..
Oysa noktalar sayısız....Sayısız noktalardan oluşan sayısız açılımlar var!...
SAYISIZ “AN”LARDAKİ SAYISIZ “NOKTA”LARDAN
YALNIZCA BİR “AN”DAKİ BİR “NOKTA”DAN YARATILMIŞ
EVREN İÇRE EVRENLERDEN BİRİNDEYİZ!
Evren bizim evren... Bu evren, tek noktadan oluşan bir evren!.. Oysa noktalar sayısız... Sayısız noktalardan oluşan sayısız açılımlar var!.
Bize göre sonsuz olan evren, bir anda, “nokta”dan varolmuş bir açı, “<”!.
Sonsuzluk düzleminde, bir noktadan meydana gelmiş bir “<” -açı-!.
“Evren” kelimesiyle ya da “evren içre evrenler” tanımlamasıyla anlattığımız her şey bu açıda -“<”- yer almakta!.
Bu “<” açı ve dayandığı “nokta” ise, anlarından bir andaki yaratışı “HÛ”nun!.
Sayısız “an”lardaki, sayısız “nokta”lardan, yalnızca bir “an”daki bir “nokta”dan yaratılmış “evren içre evrenler”den birindeyiz!.
EVREN BEDENİNİN BEYNİ…
VE EVRENİN HÂFIZA MERKEZİ
Uzayıyla, yıldız kümeleriyle, gezegenleriyle ve gezegenlerin kendine mahsus varlıklarıyla tam bir bütünlük içinde olan tümel bir varlık hâlindedir.
Evrende mevcut olan enerjiyi, insan vücûdundaki hücreler nisbetinde görün!
Evrende düzeni meydana getiren bilinci ise, insan bedeninde eserini gördüğünüz şuur olarak anlayın.
Uzayı ise evren bedeninin beyni olarak kabul edin. Ve uzayın boyutsal derinliğini ise, bu beynin hâfıza merkezi olarak değerlendirin.
BİZ
O BEDENİN İÇİNDE
BİR “HİÇ” MESABESİNDEYİZ!
Bkz. E / Evren / Galaktik şuur.. Galaktik Ruh… Galaktik Varlık
BU KÂİNATIN BÜNYESİNDE
BİZİM ALGILAYAMADIĞIMIZ ÖZELLİKLERLE VAROLMUŞ
BİR BAŞKA EVREN VARSA,
ONU BU KÂİNATA AİT HİÇBİR VARLIK BİLEMEZ!
Bizim bu konuda söyleyebileceğimizi, Kurân açık net bir şekilde söylüyor, meleklerin dilinden;
“Allah’ım, bize izhar etmiş olduğun ilim kadarıyla biz seni bilebiliriz”.
“Bize izhar ettiğin ilim, şuur, anlayış ne kadarsa biz o kadarıyla Seni bilebiliriz; Seni bilmemiz asla mümkün değildir!”
Allah ilminde, bizim bu kâinat ve bizler ve algıladığımız her şey, hayâlî sûretleriz; ve bunun gibi nîce sayısız ilmî sûretler vardır!
Bu sûretlerden âşikâr olan her şey, Allah’ın yaratması ile meydana gelir.
“Sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır!” (37- 96)
âyeti bunu vurgular.
Anlaması bunu zor değil!.
Biraz önce misâlini verdim… Kafanızda yarattığınız o insanları birbiriyle karşılaştırın...
O insanlar birbirleriyle karşılaşıp, birbirlerine çeşitli davranışlar ortaya koyduğu zaman, onların müstakil bağımsız varlığı var da onlar mı bunu koyuyorlar?
Yoksa, sizin yaratışınıza göre, onlarda meydana gelen o özelliklerin sonucu olan o davranışlar mı ortaya koyuluyor?
Elbette ki, ikincisi!
Öyleyse, bizim her birimiz, Allah’ın yarattığı varlıklar olmamız hasebiyle; her an “O”nun hükmünün âşikâre çıkmasına, “O”nun dilediği özelliklerin ortaya saçılmasına aracı olan varlıklarız.
Ve bu yaptığımız iş, ”Hakiki anlamda Kulluk”un tâ kendisidir!
Ben seni, sen beni ne kadar bilebilirsin? Ben seni kendim kadar bilebilirim! Sen de beni kendindeki kadarıyla bilebilirsin. Bende, sende hiç olmayan bir özellik varsa, sen onu, hiç bilemezsin!. Sende, bende hiç olmayan bir özellik varsa, ben de onu bilemem!
Bu kâinatın bünyesinde, bizim algılayamadığımız özelliklerle var olmuş bir başka evren varsa; onu, bu kâinata ait hiç bir varlık bilemez!.
YAŞADIĞIMIZ KÂİNATA AİT OLARAK
BİLİNEN HER ŞEY, ALLAH İLMİNDE
“HAYÂL” OLAN VARLIKLARDIR!
“Ef’âl âlemi” denen fiiller âlemi .. Buna, tüm varlıklarıyla, “o varlıkların algılayabildiği evren” de denebilir...
Ef’âl âlemi denen fiiller âlemi, yani meleklerin, cinlerin ve insanların da içinde yer aldığı kâinat ise bu varlıkların algılama araçlarına, duygularına göre mevcut olup; “ALLAH’ın İLMİ”nde ise, ALLAH’ın “İNDİNDE” mevcut “İLMÎ SÛRETLER”dir.
Ya da başka bir ifade tarzı ile, var olan herşey, hakikatta “İLMİ SÛRETLER”dir…. “Ki bunlar asla vücut kokusu almamışlardır”...
Kısacası, yaşadığımız kâinata ait olarak bilinen herşey, gerçekte, vücut, varlık sahibi olmayıp; sadece ve sadece “ALLAH’ın İLMİNDE” mevcut, basit anlayışımıza indirgenmiş ifadesiyle “hayâl olan” varlıklardır!.
KENDİ MİNİK EVRENİNİZDEN
KONUŞUYORSUNUZ…
GERÇEK “EVREN”E ASLA VUKUFUNUZ
OLMADI!
İnsanoğlu “EVREN”den değil; ancak ve sadece kendi “EVRENİNDEN” sözedebilir!.. Zira siz beşduyu adını verdiğiniz kesitsel algılama araçlarınıza GÖRE tesbit ettiğiniz kendi minik “EVRENİNİZDEN” konuşuyorsunuz daima!. Bunun dışındaki gerçek “EVREN”e asla vukûfunuz olmadı!..
ALGILADIĞIMIZ EVREN,
SADECE “İNSANIN EVRENİ”DİR!
Evren, her biri kendi yapısal özellikleriyle algılanmakta olup, bir diğerine GÖRE “GAYB” olan sayısız boyutlardaki sayısız GÖRESEL EVRENLERDEN meydana gelmiştir...
Bizim ortak mevcut yapımızla algıladığımız evren, sadece “İNSANIN EVRENİ”dir.
Bugün bir kısım halkın “UZAYLI” adını taktığı ve öyle sandığı, dinden gelen adıyla “CİN” ya da “ŞEYTAN” diye isimlendirilen varlıkların evrenleri de farklıdır!.
İşte bu farklı evren tespitleri, hep bizim “beşduyu” ismiyle işaret ettiğimiz son derece sınırlı algılama kapasitesi olan, “kesitsel algılama araçlarımız”dan meydana gelmektedir.
Bilim dünyası, bugün yanlış yolda ilerlemekte ve harcamalar yapmaktadır!..
Evrenimizin sonsuzluklarına uzanmak yerine; evrenin değişik dalgaboylarından oluşan katmanlarını değerlendirmeye yönelik araçlar üzerinde çalışılsa ve araştırmalar bu sahada derinleştirilse, insanoğlunun elde edeceği veriler çok daha farklı olurdu..
EVRENİN ALGILAYABİLDİĞİMİZ KESİTİ
Evrenin yapısı incelendiği zaman makrodan microya gidildiğinde biz bunun ortasındayız..
Bilinç boyutundan varlığın orijinine bakarsak Evren içre evrenlerin sözkonusu olduğunu görürüz.. Biz 4.000 ila 7.000 angström arasındaki evreni algılıyoruz… Gerçekte o dalga boyundan milyar dalga boyuna kadar giden bir evren var ki, bu evrenin ne başı ve ne de sonu vardır.
ÂLEMLER
İÇİÇE BOYUTLAR ŞEKLİNDE VAROLMUŞTUR!
Milyarlarca galaksiyi kapsayan evren içre evrenler, “ALLAH” ismiyle işaret edilen tarafından ilmiyle ve ilminden, ilminde vücut bulmuşlardır!.
Her insan ve her varlık için “Allah”a giden yol, kendi dışına değil; KENDİ ÖZÜNE HAKİKATINA DOĞRUDUR!.
Dışarıda, ötede bir tanrı düşünen, ancak kendi zannındakine, hayâlindekine yönelmektedir!.
Tüm İslâm tasavvufunu yaşayan hakikat ehli, hep, âlemlerin iç içe boyutlar şeklinde varolduğundan söz eder ki, bu da kişinin, hakikatindeki TEK önünde varlığının hiçliğini hissetmesiyle son bulur!.
“ÂLEMLER”,
BİRBİRİNDEN KOPUK-
BAĞIMSIZ KATMANLAR DEĞİL;
İNDİ İLÂHİDE “TEK BİR ÂLEM”DİR!
Çok iyi anlamamız gereken son derece önemli bir husus daha var. O da şu;
Ayrı ayrı isimlerle anlatılan bu “âlemler”, gerçekte birbirinden kopuk, belirli sınırları olan birbirinden bağımsız katmanlar asla değildirler. Hepsi de herhangi bir kopukluk ya da bağımsız bölümler hâli söz konusu olmaksızın birbirinin içi ya da dışı şeklindedir, bizim şu andaki görme veya algılama kapasitemize göre.
ÂLEMLERİN FARKLILIĞI
ALGILAMA KAPASİTEMİZİN SON DERECE SINIRLI
OLMASINDAN KAYNAKLANMAKTADIR!
Gerçekte ise, âlemlerin farklılığı, bizim algılama kapasitemizin son derece sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. İndi-ilâhîde bunların hepsi tek bir âlemdir!.Bu hususu daha değişik bir anlatımla şöyle de açıklayabiliriz...
Kesret âlemi denen çokluk görüntüsünün yer aldığı âlemde birbirinden bağımsız görünen sayısız varlık tespit edilmektedir.
Oysa bu sayısız varlık “göz” adını taktığımız sınırlı algılama kapasitesi olan araç yüzünden bize böyle görünmektedir.
Gerçekte, çok yok, Tek vardır!.
İnsan bedenini düşünelim... Trilyonlarca hücreden oluşan bir yapı!! Her organ diğerlerinden son derece farklı yapıya sahip!. Âdeta, farklı düşünce ve görev sahibi pek çok varlığın bir araya gelerek oluşturduğu tek bir beden görüntüsü. Ama, varoluş sistemleri aynı. Aynı özden meydana gelerek oluşmuşlar.
İNSAN,
MİKRODALGA EVREN GERÇEĞİNİ
FARKEDEBİLİR VE BU DALGA YAPIYLA İLİNTİSİNİ
GÜÇLENDİREBİLİR!
İşte, evrensel mânâda her titreşim - frekans bir anlam taşıdığı gibi, beyne ulaşan her kozmik ışın, frekans dahi bir anlam ihtiva eder biçimde evrende yerini alır. İnsan ise, KENDİ ÖZ GERÇEĞİNİ, "ALLAH"I TANIMAK için varedilmiş yeryüzündeki en geniş kapsamlı birimdir!.
İnsan'ın kendini bu beden sanması, Kur'ân tâbiri ile "aşağıların en aşağısında varolması"; buna karşılık özünün hükümleriyle yaşaması ise "cennet hayatı" diye tanımlanmasına yol olmuştur.. Bu yüzden insana tek bir görev düşmektedir:
KENDİNİ ÖZ YAPISINDA TANIMAK!.
Bunu da din, "NEFSini bilen RAB'bini bilir" diye formüllemiştir.
İşte, madde boyutunu asıl sanan beyin, kesitsel algılama araçlarının -beş duyu- kaydından ve onun getirdiği şartlanma blokajından kendini kurtarabildiği takdirde; mikrodalga evren gerçeğini farkedecek, idrâk edecek ve o gerçek boyutta, gerçek yerini almak için, gerçek varlığını hissetme arzusu duyacaktır.
Bu arzu onun dalga yapıyla ilintisini güçlendirecek ve neticede farkedecektir ki, kendisinde meydana gelen tüm olaylar, dalga anlamların açığa çıkışından başka bir şey değildir.
Yâni beyin, dalga anlamları, bildiğimiz boyuta transfer eden ve bu arada da, bir yandan bu kavramları dalga bedene yüklerken, diğer yandan da dışarıya yayan muazzam bir cihazdır.
ALLAH AHLÂKIYLA AHLÂKLANMIŞ OLANLAR,
ÂLEMLERİN BİR DEV AĞAÇ OLDUĞUNUN
SEYRİ İÇİNDEDİR!
Herkes, birbirine ve her şeye bakar; fakat, kimse, bir diğeriyle aynı şeyi görmez!.
Herkes, aynı şeye bakar; fakat, aynı şeyi, mutlaka farklı görüp değerlendirir.
Herkes, her şeyi, dışarıda değil, hayâlinde görür; ve değerlendirmesini de, kendi veri tabanına GÖRE yapar!.
Herkes, farklı şeyleri olduğu gibi, aynı şeyi dahi, ayrı zamanlarda, aynı şekilde değil, farklı şekilde algılayıp değerlendirir.
Hiç kimse, aynı şeyi, iki defa görmez ve iki defa aynı şekilde algılayamaz.
Herkes, her şeyi, kendi veri tabanına GÖRE değerlendirdiği için de, her şey, değerini değerlendireninden alır!.
Herkes, kendi cehenneminde, ya da kendi cennetinde yaşar!.
Tanrısından kurtulanın yaşamı ise, “ALLAH” adıyla işaret edilenin “HİÇ”lik mertebesidir!.
“ALLAH” adıyla işaret edilen, “Bâkî”dir; gerçeğindeki uyarıyı değerlendirenler, fâni kavramını kabullenemeyecekleri gibi; “Allah” ahlâkıyla ahlâklanmış olanlar da, âlemlerin, “hayâl” çekirdeğinden oluşmuş bir dev ağaç olduğunun seyri içindedir.
Her an, her zerrede, yeni bir “şe`n”de olandır, “HÛ”; ve dahi, bundan münezzehtir; ise, bunun sonuçları ne olabilir; getirisi dahi neler olabilir?
Ya birilerinin dedikodusuyla ömür tüketenlerin yeri?
UZAY
SONSUZ ENERJİ DENİZİ
UZAY, BOŞ DEĞİL; DOLUDUR!
İKİ YILDIZIN ARASINDAKİ BOŞLUK,
BOŞLUK DEĞİL;
DOLULUK!
Evrende milyarlarla galaksi var, diyoruz ya! Aslında bunun anlamı, evrende galaktik boyutlarda mevcut, milyarlarla birim var demektir!
Bizim yapımıza göre, bize oranla bir hücrenin bilinci ne düzeydeyse; Galaktik bedene, Galaktik kişiliğe nisbetle de, bu Güneş Sisteminin, Güneşin bilinci odur. Galaktik birime, benliğe göre bir yıldızın, bir güneşin şuuru ne ise, dedik..
Şimdi o güneşin yanında dünyanın, dünyanın üzerinde bir birimin yerini düşünün! Hafsalanız acaba alabiliyor mu?.
Bir yıldızın yanında bir insanın yerini; ve de o yıldızın, Galaktik beden boyutunda yerini.. Bunu anlatabilmek çok güç!
Çünkü biz, beş duyu dediğimiz yalnızca kesitsel algılama organlarıyla ve yardımcı araçlarla hep "maddealtı"na girdik; "maddealtı" dediğimiz enerjiye giden boyutta mikrokozmosa gittik, makrokozmosu hiçbir zaman değerlendiremedik..
Neye benzer bu?..
Bir hücrenin çekirdeğinden veya bir kromozomdan, insan bedenine bakmaya benzer!
Bir hücrenin çekirdeğindeki bir gen, bu bedene, bu bilince, bu ana yapıya bakabilir mi?. Hayır!
O gene göre, bir organı dahi idrâk etmek, hafsalasına sığdırmak mümkün değildir! O hücre çekirdeğini kapsayan mevcut stoplazma, sonsuz bir deniz gibi görünür, o gen`e!
Biz de diyoruz ki;
"Bizim yaşadığımız gezegenle, falanca gezegen ile falanca yıldız arasında boşluk var, hava var"(!).. "Boşluk" kelimesi boş!
Burayı çok iyi anlamaya çalışalım!
Daha önceki konuşmalarımızda dedik ki :
Her şey atomlardan oluşmuş bir yapı. Ve, aslında biz, bileşik bir kütleyiz. Benim vücudum da atomlardan oluşmuş, bir başka madde de..
İşte bu nedenle, biz eğer bu gerçeği farkedebilecek bir ilme sahipsek, algılarız ki atom boyutunda bileşik bir kütleyiz.
İşte bu, "bileşik, bir kütleyiz" realitesi, bir alt boyuta, atom boyutuna indiğimiz zaman, "yıldızlar arası boşluk" kavramını ortadan kaldırıyor.. Bir Tümel Yapıyı, bir tekil yapıyı farkettiriyor bize, atom boyutu itibariyle Galaktik boyutta!
Biz, kopuk kopuk, biribirlerinden ayrı yıldızlar tasavvur ediyoruz ya gözbebeğinin verilerine GÖRE; bir yıldız burada, bir diğeri bilmem kaç ışık yılı ötede, diyerek! Oysa gerçekte, şu bedende hücreler biribirinden ne kadar uzaksa, bunu üst boyuta aktardığımız zaman farkedeiz ki, galaktik boyutta da, o yıldızlar biribirlerinden o kadar uzaklıkta!
İki yıldızın arasındaki boşluk, esasında boşluk değil, doluluk!
Ama biz, bu doluluğu, gerek ilmimiz, gerekse algılama araçlarımız kısıtlı olduğu için yeterince değerlendiremiyoruz; ve onun için de o muhteşem dev galaktik bedeni farkedemiyoruz. Ve, elbette o Galaktik bedende mevcut bilinci!
Nasıl, şu bedende mevcut bir benlik kavramı ve bilinç mevcutsa, bu bedendeki benlik ve bilinç gibi, o galaktik bedende de bir benlik ve bilinç var; her ne kadar genelde algılıyamıyorsak da!
Dostları ilə paylaş: |