KÂİNATI MEYDANA GETİREN ENERJİ
AYNI ZAMANDA BİLİNÇLİ-ŞUURLU BİR
“KUDRET”TİR!
Bkz. E / Enerji
KÂİNAT,
ENERJİNİN YOĞUNLAŞMASIYLA MEYDANA GELMİŞTİR!
Enerji, bizim 5 duyuyla algılayamayacağımız, ancak şuurumuzla bilincimizle tesbit edebildiğimiz bir cevherdir, “Öz”dür!
”Kâinat” adı altında hangi isimle anarsak analım, tüm varlık enerjinin yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir. Dolayısıyla “o nesnenin neresindedir enerji?” diye bir sual olmaz! Çünkü o nesne, o enerjinin yoğunlaşmış hâlidir.
KÂİNATIN İLK VAROLUŞ NÜVESİ
Bkz. E / Enerji / Daha enerji boyutuna gitmeden, “Zaman” ve “Mekân” kavramları ortadan kalkar!
EVRENDEKİ İRADE
EVRENDE
TEK BİR İRADE HÜKÜM SÜRMEKTEDİR!
Bkz. E / Evren Bedeni / Evren Bedeninde Tek bir şuur hüküm sürmektedir!
EVRENSEL MUTLAK “BEN”
(NEFSİ KÜLL)
Eğer, herhangi bir iç veya dış sebeple hasar görmemişse beyin, mutlaka o beyinde bir "Ben" bilinci vardır. Bu "Ben" bilinci; varlığı, mevcûdâtı meydana getiren "Öz" bilincin o beyinde ortaya çıkışından başka bir şey değildir.
Esas itibariyle, "Ben" kelimesinin işareti, gerçekte "Nefs-i Küll" denilen "Evrensel Mutlak Ben"liğedir.
Ancak kişi, yetişme süreci içinde en başta çevresel şartlanmalar dolayısıyla bir göresel, vehmi benliğe bürünür. Ve, aynaya bakıp da gördüğü sûret olarak kendini kabul eder ve "ben" dediği zaman da aynada gördüğü sûreti kasteder. Bu, "Ben"in, en ilkel ve basit mânâdaki anlaşılma şeklidir.
EVREN BEYNİ
KÂİNATTA HER AN TASARRUF EDEN
TEK BİR BEYİNDİR!
(Soru: Mevcut olan mutlak ve yegâne varlık Allah olduğuna göre; “Malîki yevmiddin'i nasıl anlamamız gerek?... Acaba sistemin çalışma düzeni midir?)
Her an kâinatta tasarruf eden tek bir beyin olduğunu kabullenmektir… Bedende, bütün organlarda hükmeden nasıl beyin ise... Yaratılmışların her birinde her an hükmedip onları yönlendiren demektir, “Mâlîki yevmid din”...
EVRENDEKİ HOLOGRAFİK BİLİNÇ
SALT BİLİNÇ
EVRENİ MEYDANA GETİREN BİLİNÇ
Evreni meydana getiren bilince “İLİM” denir.
Senin ruhunda belli idrâkları ortaya koyan ALLAH’IN İLMİdir.
ORİJİNİ İTİBARİYLE KÂİNAT
“İLİM”DEN İBARETTİR!
Evren, gerçeği itibariyle holografik tümel yapıdır. Ancak bu tümel yapı, sonsuz sayıda, bakılınca parçacık özelliği gösteren değişik frekanslı dalgalardan oluşmuştur!
Her dalgaboyu paketi ancak kendi türünden olan dalgalar tarafından algılanabilmektedir! Böylece de çokluk kavramı ortaya çıkmaktadır.
Evrendeki holografik bilinç ise, "Allah’ın ilim sıfatı”ndandır; ve holografik esasa göre her zerrede, parçacıkta, dalgada tümüyle mevcuttur!
Orijini itibariyle kâinat, ilimden ibarettir!
Gerçekte, görülen hiç bir şey, görüldüğü üzere mevcut olmayıp; evrensel ilim sûretleri ve bu ilim sûretlerini deşifre eden ilmî algılayıcılar mevcuttur!
EVRENDEKİ HOLOGRAFİK BİLİNÇ,
“ALLAH’IN İLİM SIFATI”NDANDIR
VE HER ZERREDE-PARÇACIKTA-DALGADA
TÜMÜYLE MEVCUTTUR!
Bohm'a göre bilinç, bölünmezlik ve akışkanlığın en güzel göstergesidir, bu nedenle holografik modele çok uygundur.
İki veya daha çok kişiler arasındaki açıklanamıyan bağları en iyi holografik model açıklamaktadır."
Yani...
Evren, gerçeği itibariyle holografik tümel yapıdır. Ancak bu tümel yapı, sonsuz sayıda, bakılınca parçacık özelliği gösteren değişik frekanslı dalgalardan oluşmuştur!... Her dalgaboyu paketi ancak kendi türünden olan dalgalar tarafından algılanabilmektedir!... Böylece de çokluk kavramı ortaya çıkmaktadır.
Evrendeki holografik bilinç ise, "Allah’ın ilim sıfatı”ndandır; ve holografik esasa göre her zerrede, parçacıkta, dalgada tümüyle mevcuttur!.
KÂİNAT,
ALLAH’IN “İLİM SIFATI”NIN ZUHURUDUR!
Evrenin gerçek boyutlarına, bir açıklamasında “yedi kat semânın her biri bir diğeri içinde çöldeki yüzük gibi kalır” diyerek işaret eden Allah Rasûlü’nün bildirdiği Din’den bîhaber; 1400 küsur yıl öncenin bedevisi bakışıyla, geçen süreç şartlarının getirdiği sınırlı anlayış yorumları ve dahi "ALLAH ismiyle işaret edilen Yüce Zât”ın başlı başına Tek Vücûd -beden anlamında değil- olduğunu; O`nun varlığının dışında ikinci bir varlığın söz konusu olmadığını; O`nun, "Sınırsız-Sonsuz TEK" olduğunu idrâk edebilirsek..
Ayrıca, O`nun her hangi bir varlıktan meydana gelmemesi; yine sınırsız-sonsuz olması nedeniyle de O`ndan meydana gelmiş olan ikinci bir varlığın da var olmadığını anlayabilirsek; işte bu anlayışlar neticesinde görürüz ki;
Sınırsız Tek, "İlmi"nde, tüm varlıkları, âlemleri düşünmüş, değerlendirmiş, oluşturmuş ve bunları yok etmiştir.
Bir diğer ifade ile Sınırsız-Sonsuz TEK;
"İlminde, âlemleri yok`tan ilmi ve kudretiyle var etmiş ve onlar ismi altında kendi esmâsının tecellilerini ilim boyutunda seyretmiştir"!
Sınırsız-sonsuz Tek`in ilminde var olan bu mânâ sûretleri, yine kendi varlığı yani isimlerinin özellikleriyle meydana gelmiş; kendi varlığı ile meydana gelen bu sûretler, O`nun "kaza"sının, "hükmü"nün gereğini ortaya koymuşlar; ortaya konan bu mânâları seyreden yine Kendisi olmuştur.
Tüm varlık, ilim`de mevcut olan bir varlık!
Kâinat, ilim`de var olan bir kâinat!
Dolayısıyla, Allah varlığı dışında ya da içinde ikinci bir varlık, vücud, evren, mevcut değil!
Buna dair çok basit bir misâl vermek gerekirse şunu söyleyebiliriz:
Siz, oturduğunuz yerde, düşüncenizde bir dünya hayâl ediyorsunuz… Düşüncenizde var ettiğiniz, hayâl ettiğiniz bu dünya üzerinde de çeşitli özelliklere sahip insanlar oluşturuyorsunuz… Bu, oluşturduğunuz insanlar ve varlıklar sizin ilminizde, hayâlinizde mevcuttur ve yoktan var olmuştur. Eğer "var" kabul edilirlerse, onlar yalnızca sizin varlığınızla mevcuttur; ve neticede de "yok"turlar!
İşte, tüm "evren"ler ve onların içindeki tüm boyutlar, katmanlar ve tüm varlıklar, böylesine, İlm-i ilâhi`de var edilmiş, O`nun varlığı ile kâim olan, gerçekte "yok"tan varolup "el an yok olan" varlıklardır!
Bu hususu eğer anlayıp, idrâk edip, hissedebilirsek görürüz ki;
Yüce Zât, hangi mânâlara uygun sûretlerin olmasını "MÜRÎD" isminin işaret ettiği şekilde "irade" etmişse, o şekilde onları "oldurmuş"tur! O, onları "yok"tan "var" etmiş; onların üzerinde irade ettiği şekilde tasarruf etmiş; ve onlara ne görev vermişse, hepsi de "isteyerek" O`na icâbet etmiştir!
Allah’ın ilim sıfatının zuhurudur bu Kâinat!. O ilim sıfatının mânâsıyla oluşmuştur, diğer esmâlar bunu pekiştirmiştir, diye mecâzi anlattığımız olay esasında bugün bilimsel olarak târif ettiğimiz şeyden gayrı bir şey değildir.
EVREN BEDENİNDE TEK BİR ŞUUR
HÜKÜM SÜRMEKTEDİR!
Bir birimde, “insan var, hayvan var, cin var, melek var; bunların her biri de kendi başlarına diledikleri gibi yaşıyorlar; kâinat başıboş bırakılmış hadsiz hesapsız canlıyla dolu...” gibi bir görüş, tamamiyle o kişinin varlıkların hakikatına, aslına orijinine nüfuz edememekten doğan çokluk görüşüdür.
Ruhun yani şuurun kaymamış hâlinde iken ise;
çeşitli uzantı ve özellikleriyle tek bir bedenin varolduğunu ve bu bedenin tümüyle tek bir şuur ve iradenin hükmü altında olduğunu anlayabiliyorsak; aynı şekilde, tüm dünyanın, güneş sisteminin, galaksinin, milyarca galaksiden oluştuğunu düşündüğümüz evrenin ve tüm boyutlarıyla ve bu boyutlara ait varlıklarıyla kâinatın gerçekte tek bir beden ve yapı olduğunu; bu yapıda TEK bir ŞUUR, TEK bir İRADE, TEK bir KUDRET’in hüküm sürmekte olduğunu müşahede ederiz.
EVRENDE BİLGİ,
MEKÂN KAVRAMI OLMAKSIZIN
TÜMDE EŞİT OLARAK DAĞILMIŞTIR!
Bkz.E / Evren / Evrende Mekân
EVRENSEL TEK ŞUUR,
GENETİĞİN EVRENSEL BOYUTLARDAKİ YAPISINI
DÜZENLEMİŞ OLANDIR!
Ne genetiğin evrensel duygusuz hükümranlığından haberimiz var; ne de genetiğin evrensel boyutlardaki yapısını düzenlemiş olan evrensel tek şuurdan!
Kozamdaki ben, gökteki dev pençe eli olan tanrım; sahip olduklarım(!?), ve onları yitirmekten dolayı yangınlarım, cehennemim!
Ha, bir de, tabiatıma uygun ele geçirdiklerimden dolayı hayâlimde yaşadığım cennetim!
BİZ İNSANLIK,
EVRENDEKİ SAYISIZ BOYUTLARDAKİ
SAYISIZ KATMANLARDAN YALNIZCA BİRİNİ
OLUŞTURUYORUZ
Tümel yapıda, çok çeşitli titreşimlerin oluşturduğu çok farklı bilinçli birimler ve katmanlar mevcuttur. Biz insanlık, mevcut olan sayısız boyutlardaki sayısız katmanlardan yalnızca birini oluşturuyoruz.
EVRENİN MÂNÂ YAPISI
KÂİNAT
İLÂHİ İSİMLERİN MÂNÂLARIDIR!
Kâinat tümüyle ilâhi isimlerin mânâlarının varlığından başka bir şey değildir!. Ve bu mânâlar kendi varlığında seyredilmektedir, Kendinin dışında değil!.
Bu sebepledir ki, “kâinat” ismi altında var olan varlık, Hakk’ın varlığıdır ve ‘’Hakk’ın ilâhi isimleri’’ diye kastedilen mânâlar, kâinatta aşikâre çıkmaktadır.
Temelde, 5 duyuya göre madde var kabul edilir ise de; aslında madde 5 duyuya yani kesitsel algılama araçlarının kapasitesine göre vardır. Dar bir değerlendirme skalasına göre, madde vardır!
Eğer geniş açıdan bakarsak, geniş bir skala ile bakarsak, geniş bir değerlendirme mekanizmasıyla bakarsak, "madde" diye bir şey yoktur.
Sen, bugün, gözünün kesitsel kapasitesi dolayısıyla evleri, binaları, dağları v.s. görüyorsun. Eğer bundan çok daha hassas bir göze sahip olsaydın, o zaman uzaydaki yıldızları seyrettiğin, aralarındaki boşlukları gördüğün gibi; bu defa atomları görecektin, içindeki boşluklarını görecektin; ve senin hissiyatını da o gördüklerin etkileyecekti! Ve o gördüklerine göre hüküm verip, değerlendirme yapmak durumuna gidecektin!
Öyleyse, âlemlerde mevcut olan şeyler, hakîkatı ve aslı itibariyle sadece ve sadece mânâlardır! Çeşitli ilâhî isimlerin mânâlarıdır!
ALLAH’IN DİLEDİĞİ TAKDİR ETTİĞİ BÜTÜN MÂNÂLARI
ÂŞİKÂRE ÇIKARTABİLECEK ZUHUR MAHALLİ…
EVREN!
Bkz. E / Evren / Evrenin istidat ve kâbiliyeti / Evren, Allah’ın dilediği tüm mânâları âşikâre çıkartabilecek istidat ve kâbiliyettedir!
“ÂLEMLER” İSMİNİN MÜSEMMASI
"Âlemler" isminin müsemması da O`dur!. Çünkü gayrısı yoktur!.
ÂLEMLER,
BÜRÜNÜLMÜŞ MÂNÂLARDIR!
İlâhi isimler mevzuuna gelince; varlıktaki bütün fiiller doksan dokuz ilâhi isim olarak adlandırılan, mânâ grupları bünyesinde oluşur. Bu açıdan bakılınca evren tümüyle bu ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkmış hâlinden başka bir şey olmaz.
Meseleyi biraz daha açmak gerekirse; ister beş duyuyla tespit sahamız içinde kalsın, isterse de mevcut algılama sistemimizin dışında olsun, bir şey hariç olmamak üzere herşey, bu ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile dönüşmesinden başka bir şey değildir.
Yalnız burada dikkat etmemiz gereken bir konu var, bu kuvveden fiile çıkış asla Allah’ın içinde veya dışında gibi bir mânâ kabul etmez. Çünkü böyle bir mânâyı “Allah” ismi ifna eder. Biz, Allah’ın dışında bir nesne mevcut değildir derkin, varlığını Allah’tan almayan varlığı Allah’ın varlığı ile kaim olmayan, varlığında ilâhi isimlerin mânâ terkiplerinden başka bir şey mevcut olmayan anlamını kastediyoruz...Yoksa Allah’ın içinde veya dışında gibi Allah’a mekân, mahâl, şekil, ölçü biçici bir mânâyı kastetmiyoruz.!
Aksi takdirde kâinat ve kâinatın dışında bir TANRI; ya da , kâinatın içinde yer almış bir TANRI; ya da , kainatın yer aldığı mahalli paylaşmada olan bir TANRI anlayışları doğar ki, bu üç anlayışta Hz.Muhammed’in tebliğ ettiği “Tevhid” anlayışına ters düşer.
Mevcûd , Vahid-ül Ehad’dır.
Varlıktaki çokluk, yani ayrı ayrı varlıkların var olduğu görüntüsü ise, kesitsel algılama araçlarının göreceliği dolayısıyladır.
Nesne, esas oluşu itibariyle ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkipler şeklinde yoğunlaşmasından başka bir şey değildir. Bu varlığın benliğini bürüdüğü sayısız mânâlar, “ilâhi isimler” olarak târif edilmiş.
Burada dikkat edilecek nokta “benliğini bürüdüğü” kelimeleridir. Her ne kadar büründüğü mânâlar, kendinde olmadığı ve kendinden ise de, kendisi o mânâlarla kayıtlı olmadığı için, “bürünme” tâbirini kullanmak zorunda kalıyoruz. “Fiiller” diye anlatılan bütün oluşlar, mânâların yoğunluk kazanmış bir halde duyulara hitabından başka bir şey olmadığından ve duyular dahi, bu mânâlardan meydana geldiğinden; varlık tümüyle bu mânâlardan başka bir şey olmamış olur!
Kısacası âlemler, bürünülmüş mânâlardan başka bir şey değildir.
“EVRENSEL İNSAN”
(KOZMİK BİLİNÇ)
MADDE BİR VARLIK DEĞİLDİR!
Esasen "İnsân-ı Kâmil" ismini ingilizceye çevirenler hep "Üniversal man" diye çevirmişlerdir. Yani “Evrensel insan”!.
Bugün Kozmik Bilinç diye ifade edilen “Evrensel İnsan” esası itibariyle, madde bir varlık değildir!.
Terkipsel boyutun üstündeki boyutun bilinci Akl-ı Kül boyutudur... Yani, bugünkü tâbirle Kozmik şuur boyutu!
İLÂHİ İSİMLERLE ANILAN MÂNÂLAR
ÂLEMLERİN ÖTESİNDE- ÂLEMLERDEN AYRI
BİR TANRININ İSİMLERİ DEĞİLDİR!
Bkz. E / Esmâ
“EVREN” İSMİ VE RESMİ ARDINDA,
DİLEDİĞİNİ VAR KILAN
“RABBÜL ÂLEMİYN” VARDIR!
Evren, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!
İnsan, ismi “ALLAH” olanın, bildirilen kadarıyla isim ve sıfatlarının özellikleriyle varolmuştur ve sonsuza dek bu böyledir!
Evren “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!
İnsan “Hay”dır (diridir-canlıdır); çünkü Allah “HAYY”dır!
Evren şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!
İnsan şuurludur; çünkü Allah Âlim’dir!
İlim sıfatının açığa çıkışı şuur adını alır!
Evren ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!
İnsan ismi ve resmi ardında, “Ulûhiyet”inin gereği olarak “Vahidiyeti” ile aşikâr olup, “Rahmaniyeti” ile her an yeni bir yaratışını ve oluşumu sürdüren, dilediğini var kılan “Rabb-ül âlemiyn” vardır!
İşte bu şekilde evrende açığa çıkan her mertebe, aynıyla ve mikrosu ile insanda da mevcuttur; ki bu yüzden insan, kendini tanıyabildiği ölçüde, evreni tanıyabilir...
Uluhiyet hakikati, insanın zâtını yaratırken, kendine ayna kılmış; Vahidiyeti ile onu “Vahid” yapmış; Rahmaniyeti ile her an ondan yaratışta bulunmuş; Rububiyeti ile insanın tüm fiillerinin Hâlik’i olmuştur!.
Evrende vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!
İnsanda vardır, “Arş”, “Kürsî”, yedi kat semâ ve yedi kat yer!
Evren vardır, tüm melekler ile!
İnsan vardır, tüm melekler ile!
Ve “hakikat” sonrasında dördüncü basamakta “marifetullah” ihsan edilmiş olanlar, bu mecâzların, sistem içinde neye işâret ettiklerini çok iyi “OKUR”lar!.. Bilirler, Arş’tan murat nedir, Kürsî neye işaret eder; melekler sistemin hangi kuvveleridir!
“Her ne ararsan kendinde ara” işareti bu yüzdendir!. Kendini tanırsan mikro âlem olarak, evreni de tanırsın makro âlem olarak!.
ALLAH,
ÂLEMLER VE İÇİNDEKİLER ÜZERİNDE
“RAB” OLARAK TASARRUF EDER!
"Fâtiha" Sûresi, "Allah" indindeki âlemlerden ve içindekilerin yerinden; "Allah"ın "RAB"olarak onlar üzerindeki tasarrufundan; ve dahi yarattıklarının genel ve özel rahmetle hidâyet üzere kulluklarını yerine getirişinden bahsederken...
HAK,
“ÂLEM” ADI ALTINDA
KENDİ İSİMLERİNİN MÂNÂLARINI SEYREDER
Çeşitli isimlerin mânâlarını ortaya koyarken de, artık Hakikatıinden perdelenmen diye bir şeyin söz konusu olmadığı ortaya çıkar. Senin, senden perden, Atasay “ismi” ve bu ismin karşılığında var olan vehmi “benlik” idi... Oysa sendeki bu “vehmi benlik” ve onu besleyen şartlanmalar kalktığı anda, basiret gözünde Atasay “ismi” de düşer...
Bu müşahedenin sonunda da emanet sahibine iade olunur!..
O emanet, sendeki ilâhi mânâların, Atasay “ismine” ödünç verilmesiydi(!)... Atasay isminin müsemması kabul edilen, vehimden oluşmuş varlık ortadan kalktığı anda, emanet sahibine döner; ve bütün isimleriyle tecelli eden Hak, âlem adı altında, kendi isimlerinin mânâlarını seyre başlar!... Senden!.
KÂİNATTA YARATILMIŞ NE VARSA
HEPSİ DE-HEPİMİZ DE-HERŞEY DE
ALLAH’IN ESMÂSIYLA VARLIK VE HAYAT BULURUZ!
Bkz. E / Enerji
DÜNYA ÜZERİNDE VE EVRENDE VAROLAN HERŞEY
MELEKLERDEN MEYDANA GELMİŞTİR
Biz, her hangi bir madde, dediğimiz zaman, bu madde, beş duyu verilerine göre, maddedir!. Yani, "görece madde"dir!.
Bugün modern bilim tespit etmiştir ki, gerçekte madde diye bir şey yoktur!. Beş duyu dolayısıyla, biz maddenin varolduğuna hüküm veriyoruz.. Oysa gerçekte, evrende var olan her şey, çeşitli dalga boylarındaki mânâlardan ibarettir.
Her ne kadar 1900`lerin başına kadar koyu bir maddecilik, "madde vardır, ötesi yoktur" görüşü hâkim olsa da; dünya üzerinde, 1910`lardan, 1920`lerden, bilim dünyasında başlayarak günümüze gelen bilim seviyesi artık, madde diye bir şeyin var olmadığını, sadece bizim beş duyumuzun maddeyi bize var gösterdiğini, esasında madde denilen her şeyin atomlardan ve atomların da ışık kuantlarından, çeşitli dalga boylarından var olduğunu gösterdi.
İşte, “var olan; Dünya üzerinde ve Evrende var olan her şeyin meleklerden meydana gelmesi” demek, bu dalgasal yapı ve atomaltı boyutun, ışınlarından ve kuantsal enerjiden meydana gelmesi demektir.
ALGILADIĞIMIZ YA DA ALGILAYAMADIĞIMIZ
TÜM EVRENSEL KATMANLARDAKİ
HER BİRİM VE ŞEY, CANLI VE BİLİNÇLİ
VE ANLAMLIDIR
Evet, evrenin her biri değişik anlamlar ihtiva eden sayısız dalga boylarından oluşmuş olduğundan sözediyorduk..
Şayet, evrende varolan her şeyin bu dalga boylarından meydana gelmiş olduğunu idrâk edebilirsek, o takdirde farkeder ve kavrarız ki, algıladığımız ya da algılayamadığımız tüm evrensel katmanlarda mevcut olan her birim ve şey, canlı, bilinçli ve anlamlıdır!..
Burada şu âyeti hatırlayalım;
-"HİÇ BİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HER ŞEY O'NU HAMDIYLA TESBİH EDER.... FAKAT, SİZ ONLARIN TESBİHİNİ KAVRAYAMAZSINIZ!.." (17-44)
İşbu canlı bilinçli katmanların varlıkları "Din" terminolojisinde "MELEK" diye adlandırılmıştır.
MÂNÂNIN MADDEYE DÖNÜŞTÜĞÜ ÂLEM
Şehâdet âlemi dendiği zaman, bazılarının anladığı gibi, biz sadece madde âlemini anlamayız... Melekût âlemi denen melekler âlemi de gene bu ef’âl âlemi içine girer.
Melekùt Âlemi; Allah’ın isimlerinin işaret ettiği mânâların zâhir olduğu bâtın âlemidir. Sezgi, ilim ve benzeri yollu farkında olmadan algıladığımız; üst beyin faaliyetleri sonucu algıladığımız, sayısız mânâlar ihtiva eden mikrodalga kökenli kozmik yapılı âlemdir .
Melekût, melekler âlemi olmanın ötesinde mânânın maddeye dönüştüğü âlem olarak da bilinir.
VAHDET VE KESRET ÂLEMLERİ AYRIMI
ANLAYIŞ YETERSİZLİĞİNİNİN OLUŞTURDUĞU İKİDİR!
Esas itibariyle, âlemler kesret âlemi ve vahdet âlemi olarak ikiye ayrılır. Ancak bu kesin böyle değil, anlayışın ya da bir diğer şekliyle anlayış yetersizliğinin oluşturduğu ikidir bu âlemler.
Kesret âlemi yâni çokluk âlemi, efâl âlemidir.
Çokluğun oluşturduğu mülk ya da melekût boyutunda sayısız fiiller sözkonusudur.
Vahdet âleminde ise kesretten sözedilemez. Vahdet âleminde kesretin yâni çokluğun varlığı kalmamıştır!
İLÂHİ İSİMLERİN MÂNÂLARI
ÂLEMLERDE, BİR TERKİP ŞEKLİYLE
ÂŞİKÂRE ÇIKAR
Bütün âlemler, ilâhî isimlerin mânâlarının âşikâre çıkışından başka bir şey değildir; ve âlemlerde, ilâhî isimlerin mânâlarından başka bir şey yoktur. Ancak bu âşikâre çıkış, bütün isimlerin mânâlarının bir terkib hükmüyle âşikâre çıkışıdır.
ÂLEMLERİN RABBI,
ALLAH’TIR…
FAKAT ALLAH
ÂLEMLERDEN GANÎDİR!
Bkz. A / Allah
BİR BAŞKA KÂİNAT,
HAYÂL DAHİ EDEMEYECEĞİMİZ
BAMBAŞKA MÂNÂLARDAN OLUŞMUŞTUR!
Bir anlık ilimde yaratışın neticesi bu kâinat, bu 99 isim diye işaret ettiğimiz özelliklerle meydana gelmiştir. Bir başka Allah indindeki “AN” da varolmuş bir başka kâinat bizim hiçbir şekilde akledemeyeceğimiz-kavrayamayacağımız-hayâl edemeyeceğimiz bambaşka mânâlardan oluşmuştur! Onun için de zaten böyle bir kâinata bizim muttalî olmamız mümkün değildir.
EVREN BEDENİ
EVREN VE İÇİNDEKİLER,
”İNSAN-I KÂMİL”İN TÜM ÖZELLİKLERİNİN
ORTAYA ÇIKTIĞI “BEDEN”DİR!
"- Ya Gavs-ı A'zâm, ne güzel tâlibim ve ne güzel talep edilendir insan. Ne güzel rakîptir insan ve ne güzel merkûbtur mükevvinat."
Ve ne güzel merkûbdur mükevvinat. İnsanın özelliklerinin âşikâr olup seyredildiği kâinat ve içindekiler ne güzel, ne mükemmeldir... Elbette burada anılan insan, birimsel anlamda insan değil, İNSAN-I KÂMİL'dir. Bir bilinç olan İNSAN-I KÂMİL'in tüm özelliklerinin ortaya çıktığı beden veya mahaldir evren ve tüm ihtiva ettikleri şeyler.
EVREN,
TÜM BOYUTLAR VE O BOYUT VARLIKLARIYLA
“TEK BİR BEDEN”İR!
Bir birimde, “insan var, hayvan var, cin var, melek var; bunların her biri de kendi başlarına diledikleri gibi yaşıyorlar; kâinat başıboş bırakılmış hadsiz hesapsız canlıyla dolu...” gibi bir görüş, tamamiyle o kişinin varlıkların hakikatına, aslına orijinine nüfuz edememekten doğan çokluk görüşüdür.
Ruhun yani şuurun kaymamış hâlinde iken ise;
çeşitli uzantı ve özellikleriyle tek bir bedenin varolduğunu ve bu bedenin tümüyle tek bir şuur ve iradenin hükmü altında olduğunu anlayabiliyorsak; aynı şekilde, tüm dünyanın, güneş sisteminin, galaksinin, milyarca galaksiden oluştuğunu düşündüğümüz evrenin ve tüm boyutlarıyla ve bu boyutlara ait varlıklarıyla kâinatın gerçekte tek bir beden ve yapı olduğunu; bu yapıda TEK bir ŞUUR, TEK bir İRADE, TEK bir KUDRET’in hüküm sürmekte olduğunu müşahede ederiz.
Dostları ilə paylaş: |