"HARFLER",
"ELİF"İN UZAYIP ÇEŞİTLİ ŞEKİLLERE
BÜRÜNMESİYLE OLUŞMUŞ…
Besmele’nin başı "B" harfi!. Nokta hep nokta!. Hiç açılıp saçılmamış!. Harfler ise Elif’in uzayıp çeşitli şekillere bürünmesiyle oluşmuş!. Ve de her bir harf "nokta"ların bir araya gelmesiyle meydana gelmiş... Öyle sık bir araya gelmiş ki noktalar, biz noktaları hiç fark etmeyip, çizgiler, harfler var sanıyoruz!
"Ben Ba’nın altındaki noktayım" diyen, Hazreti Âli kerremallahu veche...
(Hem "Hiç"im, hem "Hep"im, hem de "Elif"im mi demek istiyor bunu diyen acaba?)
SIRRI "B" DE
"ELİF"TEN ALIYOR VARLIĞINI...
Bismillah da "B" ile başlar, "Ben" de!.
"Ene" de Elif'le başlar.
Gel öyleyse, hiç olmazsa, bakalım uzaktan, “B” harfinin yazılışına...
Önce kalemle koyar noktayı ve sonra yukarı doğru çeker uzatırız onu. Nokta olur çizgi; ya da “Elif”!. Sonra ondan, önce bir yarım daire, o da yetmez ikinci bir yarım daire çizeriz altına!.
Nokta oldu çizgi; çizgide iki yarım daire toplandı altlı-üstlü...
Üste Zâhirin temsil olduğu birinci yarım daire; altta Bâtını sembolize eden ikinci daire. Her iki daire de çizgiden, "Elif"ten alıyor varlığını. Elif ise "nokta"dan oluşmuş.
Çizgiden (Elif'ten) başlayıp, çizgide biten sıra noktalardan oluşmuş iki yarım daire! Çizgi de, çizginin kıvrılmasına göre değişik bir isim verilmiş yarım daire de... Hepsi de noktalardan oluşmuş bir şey işte... Adı “B”!.. Ne isim “B”!
Latinceyi bırakalım da Arapça’da bakalım “B” harfine...
Üstte bir yayvan kazan üstü... Altta bir nokta!.
İki boyutlu bakarsan böyle... Ya üç boyutlusu?
Alttan bakarsan, noktadan yukarıya doğru uzanan bir koni!. Noktadan projekte olan bir koni!. Koninin içi, sırlarla dolu Nokta’dan açılan!.
Nokta’dan oluşan sonsuz sayıda koni... Koni içre koniler!
Sayısız esmâ açılımları noktalardan koniler hâlinde!.
Fe tebârek Allahu ahsenül HÂLIKIYN!
Oysa kimi iki boyutlu algılıyor herşeyi, gözünün gördüğünden ibaret sanarak; kopuk nokta yukardaki yayvandan; diyerek... Kimi de “Nokta’dan gelmiş Noktayım ben. Bir koniyim ki, her noktam noktalardan başka bir şey değildir!. Açılıp saçılıp nice noktalar meydana getiren NOKTA’yım ben”, diyor!..
Her ne demekse!.
“EMANET”
Emanet, "Hilâfet"tir!.
Not: Geniş açıklama için H/Halife konusuna bakınız.
EMMARE NEFS
“Nefs”, bedende kendini tanıdığı ve beden kabul ettiği için; bedende gözünü açtığı için, bedenin istek ve arzularını, kendi istek ve arzularıymış gibi kabullenip, bedene dönük emirler vererek yaşamını sürdürür. Bu yüzden de tasavvufta “emmare nefs” adıyla anılır!.
NOT: Geniş açıklama için N / Nefs bölümüne bakınız
“EMR”
(HÜKÜM)
Hükmullah gereği varolmuş!
HER ŞEY
ALLAH’IN HÜKMÜ VE İRADESİ
VE DİLEMESİYLEDİR!
Bütün karşılaştığımız herşey, âfakta ve enfüste, hepsi Allah’ın hükmü, ve iradesi ve dilemesiyledir!
DİLEYEN VE
“OL” HÜKMÜ İLE İSTEDİĞİ ŞEYİ OLDURAN,
ALLAH’TIR!
Gerçek şudur ki;
Dileyen ve "ol" hükmü ile istediği şeyi olduran TEK'dir!
Öz'den bakan için. dileyen ve hükmü yerine gelen Allah'tır!
Kesretten vehim hükmü altında bakan için ise, dileyen ve "ol" hükmü veren gene Allah'tır; ancak bu durum izâfeten ve ikrâmen kuldan izhar olmaktadır.
"Bir kul yararlı çalışmalar ile bana yakîn elde eder. Artık ben o kulumun görür gözü, işitir kulağı, söyleyen dili, tutan eli yürüyen ayağı olurum."
şeklindeki hadîs-i kudsi çok meşhurdur. Burada anlatılmak istenen mânânın bir açıklaması gibidir Gavs-ı Â'zâm Abdülkâdir Geylânî'nin bu beyanı.
Bir kul yararlı çalışmalar ile kendi varlığının varolmayışını idrâk ederek, Allah yanında vehmî benliğinin "yok"luğunu yaşadığı zaman, artık ondan ikram yollu Hakkanî sıfatlar zâhir olmaya başlar.
Hakkanî sıfatla görür, hakkanî sıfatla işitir ve hakkanî sıfatla söyler. "Ol" der ve o şey de olur! Elbette, Hakkı’n emri nasıl olur da yerine gelmez?..
Demek ki, "fakîr"den zâhir olan Hakk'tır ve elbette ki onun emri de yerine gelen bir emirdir.
EVRENDE HER ZERREDE HER AN
SADECE TEK BİR HÂKİM-İ MUTLAK’IN
“HÜKMÜ” GEÇERLİDİR!
“Tanrı” kavramıyla şartlanmış bir beyin olarak olaya bakarsak, yukarıdan birinin, yeryüzünde yaşayan birisine yolladığı kurallarla, yaşanılan olaylara “hüküm verme” olarak, konuyu değerlendirebiliriz.
Ancak bunun ötesinde…
“"ALLAH” ismiyle işaret edilenin, ne olduğunu fark edip, sonuçlarını tefekkür edebilecek bir kapasiteye sahip isek…
Bu defa görürüz ki…
Evrende TEK BİR Hâkimi Mutlak vardır ve her zerrede, her an, sadece O’nun “hükmü” geçerlidir!.
Mutlak Hâkim, mutlaka bir amacına dönük olarak oluşturmaktadır her şeyi; ki bu da, o şeyin varoluş hikmetidir!…
İyi veya kötü, bize göre! Kim, ne derse desin!
Olan her şey, olması zorunlu olandır; olmama şansı yoktur; olacaktı öylece ve oldu!. Olmayan her şey dahi, olma ihtimali olmaksızın, varsayım olarak vardı; ve olmadı!.
Her birime, yalnızca, yaradılış amacına uygun olan; kendisini o amaç gereğince yönlendirecek olan kolaylaştı ve gerçekleşti…
HER ŞEY
HÜKMÜNE BOYUN EĞMEKTEDİR!
-Semâda ve yerde ne varsa hepsi O'nundur!... HER ŞEY HÜKMÜNE BOYUN EĞMEKTEDİR! (30-26)
Eğer, Allah, kendinden gayrıya kulluk edilmemesini hükmetmiş ise, -ki böyledir-, artık hiç bir birimin, O'ndan gayrına kulluk etmesi mümkün olmaz!.
ALLAH İLMİNDEKİ “HÜKÜM VE TAKDİR”İN
FİİLLER ÂLEMİNDEKİ GÖRÜNTÜSÜ
"LEVHİ MAHFUZ", “kesret”i yani çokluk kavramlarını meydana getiren esmâ terkiplerinin “KAZA ve KADER” boyutudur!... Bilgi ve bilinç boyutudur!... ALLAH İLMİNDEKİ “HÜKÜM ve TAKDİRİN” fiiller âlemindeki görüntüsüdür...
Çokluk kavramı içinde olan tüm varlıklar bu boyutun tafsiliyle meydana gelmiştir.
“EMR’İ
SEMÂDAN ARZA NÂZİL OLARAK TEDBÎR EDER”
Şimdi de
“EMRİ SEMÂDAN ARZA NÂZİL OLARAK TEDBÎR EDER”
ayetideki, “TEDBÎR”in mânâsına gelelim..
Bakın Hamdi Yazır merhum “TEDBÎR”i nasıl açıklıyor:
“TEDBÎR, bir işin arkasını görerek ona göre gereğini tâyin etmektir. Allah Teâlâ’nın tedbiri ise, HİKMETİNE göre İRADE buyurmasıdır..
Şu halde burada “EMÎR”, umurun tekili olarak “şein” mânâsınadır.
Yani, DÜNYANIN İŞİNİ MELÂİKE GİBİ SEMÂVÎ ESBAB VE KUVAİLE YUKARIDAN AŞAĞIYA İNDİRMEK SURETİYLE TEDBİR ve İDARE EDER..” (C.6; s:3859)
Sanırım artık iş iyice şekillenmeye başladı...
Bakın, “BÜTÜN YILDIZLAR EMRİYLE FAALİYETTELER”..
Peki ne iş yapıyorlar, görevleri ne?
Boş yere, kuru kuruya gökte dönsünler, sadece süs olsunlar diye mi yaradilmış bu yıldızlar?
“ALLAH YEDİ GÖĞÜ VE ARZDAN (YERYÜZÜ) DA BİR MİSLİNİ YARATMIŞ; EMİR (hüküm), ARALARINDAN NÂZİL OLMAKTADIR”
Âyetinin yorumunda bakın Hamdi YAZIR merhum ne diyor, “HAK DİNİ KUR’AN DİLİ” isimli en kapsamlı ve değerli tefsirinde:
“Bizim anlayabileceğimize göre, bunun zâhirde seyyarelerden her biri kendi seması dahilinde bir arz(yeryüzü) gibidirler; ve ONLARDA DA ALLAH’IN BİR TAKIM MAHLÛKATI VARDIR; demek oluyor!.” (c:7;s:5078)
“Esahhı akval olan bu ihtimale göre, Arzımızın seyyarelerle, seyyarelerin arzımızla bir mücaneseti, ve semâlarla da bir mümaseleti bulunduğu neticesi alınır..
Bundan da, arzımızın dahi bir seyyare ve seyyarelerin azçok arzımız gibi kendi âlemlerinde birer merkezi sıklet ve bazı mahlûkata mesken ve bazı eserlere menzil olan maddi ve laekalmeadin ve nebatı hâvi birer cirm oldukları sezilebilir...” (c:7;5081)
“ALLAH YEDİ KAT GÖĞÜ
VE YERDEN DE ONLARIN BİR MİSLİNİ YARATMIŞ,
“EMR”İ ARALARINDAN NÂZİL OLMAKTADIR!
Evet, bu takdir nasıl yürürlüğe giriyor...
Yukarıda izah etmiştik ki, “hidâyet”, “LÂTÎF” ismi yönünden oluşur!.
Şimdi “LÂTÎF” ismi sırrıyla, “hidâyetin” oluşmasını müşahedemiz ölçüsünde izah edelim...
Önce, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şu açıklamasına kulak verelim:
“Muhakkak yüce ALLAH, yarattıklarını bir karanlık içinde yarattı.. Sonra onlara “nur”undan saçtı!. Bu “nur”dan nasibini alan hidayete erdi!. Nasibini alamayan da, dalâlete saptı!.
Bunun için, ALLAH’ın ilmine göre kalem kurudu!.”
Şimdi de şu âyetleri dikkate alalım:
“ALLAH DİLEDİĞİNE HİDÂYET EDER!.” (22-16)
“YILDIZ iLE HİDÂYETE ERERLER!” (l6-l6)
“BÜTÜN YILDIZLAR EMRİYLE FAALİYETTEDİRLER...” (12-16)
“EMRİ SEMÂDAN ARZA NÂZİL OLARAK TEDBİR EDER… “ (32-5)
“ALLAH YEDİ KAT GÖĞÜ VE YERDEN DE ONLARIN BİR MİSLİNİ YARATMIŞ; EMRİ ARALARINDAN NÂZİL OLMAKTADIR... “ (65-12)
“ALLAH SİZİ YARATTI VE DÜZENLEDİ, BİÇİMLENDİRDİ.. DİLEDİĞİNCE TERKİP ETTİ!.” (82-7/8)
İmam GAZALİ merhum, meşhur eseri “İHYA”da, ashabın âlimlerinden olan ibni Abbas radıyallahu anh’ın şöyle dediğini yazar:
“O ALLAH ki yedi semâ yaratmış, arzdan da onların bir mislini; ARALARINDAN emir inip duruyor!.(65-12)
âyeti celilesinin tefsirini yapacak olsam, beni taşa tutardınız... Bana kâfir derdiniz!.”
(Soru: Talâk sûresi 12.âyetini açıklar mısınız? “Allah yedi kat gök ve yeri yarattı... Emirleri bunların arasından geliyor.” )
O Âyetin mânâsını Allah Rasûlü’nün sahabesi içindeki Rasûlullah’ın "âlim" diye nitelendirdiği zât olan Abbas bile "insanlar benim boğazımı keser" diyerek açıklamamışken; ben nasıl açıklarım...!!!.
Bunun cevabını anlamak için, önce kafamızdaki tanrı kavramından kurtulmak gerekir...
EMR (HÜKÜM, TAKDİR),
“YILDIZLAR” ADI ARDINDAKİ MUTLAK İRADEDEN
HER AN EVRENE YAYILMAKTADIR!
Her biri canlı ve bilinçli bir yapı olan, çeşitli "ALLAH" isimlerinin mânâlarını hâvi "BURÇLAR"ın, yani günümüz deyimiyle “takım yıldızların”, yaymış oldukları bir kısım kozmik ışınlar, sürekli olarak birbirlerini ve bu arada dünyamızı da etkilemektedir!
Semâdan, yıldızlardan gelen ve "ALLAH" isimlerinin çeşitli mânâlarını ihtiva eden kozmik ışınlar, hiç farkında olmadığımız bir biçimde, bütün canlıların beyin hücre genetiğindeki “DNA” ve “RNA” dizinlerini etkileyerek, onlardaki çeşitli yönelişlere ve mutasyonlara yol açmaktadır.
İşte bu sebepledir ki, büyük keşif sahibi evliyaullahtan ve o devrin "OKU"muşlarından olan Muhyiddin A'rabi, "Fütuhat'ı Mekkiye" isimli eserinde;
"Dünyada, berzahta ve cennetlerde tekevvün etmekte olan ve edecek (oluşacak) her şey BURÇLARDAN İNEN TESIRLERLE meydana gelir" demiştir!
Ve işte bu sebepledir ki, "EMİR", yani "HÜKÜM", yani, o hükmü oluşturacak tesirler semâdan yıldızlardan inmektedir, denmiştir.
Evet, hüküm, takdir işte böylece, yıldızlar adı ardındaki, Mutlak iradeden her an evrene yayılmakta; ve bu arada bizlere de ulaşarak, hükmünü icra etmektedir!
KÂİNATI MEYDANA GETİREN YÜCE KUDRET,
BİZE GÖRE “HER AN”;
KENDİNE NİSBETLE “TEK BİR AN” İÇİNDE
TÜM VARLIKTA HÜKMÜNÜ İCRA ETMEKTEDİR!
Dünya üzerinde bilebildiğimiz kadarıyla yukarıda saydığımız dalgalar; bilemediğimiz kadarıyla da bunun sayısız misli dalgalar her an çeşitli etkiler meydana getirmektedir.
Hiç olmazsa en azından Güneş radyasyonunun dünya ve canlılar üzerinde pek çok tesirini artık kesinlikle bilebilmekteyiz. Bundan kıyasla, sistem dışındaki tüm güneşlerin de sayısız tesirleri olduğu ortaya çıkar. Ayrıca bilimin henüz tespit edemediği güneşin çok daha değişik tesirleri olduğu gibi, diğer yıldızların dahi pek çok değişik tesirleri söz konusu olmaktadır. Madde, kendi kanunları içerisinde yaşamını yürütürken, maddeler üzerindeki tesirleriyle kozmik ışınımda da kendi oluş prensipleri ve kanunları içerisinde tesirlerini ortaya koymaktadırlar. Kâinatı meydana getiren yüce kudret ise, bize nispetle her an, kendine nispetle tek bir an içinde tüm varlıkta hükmünü icra etmektedir.
Gaz kütlesinden, enerjinin türlü dönüşümleriyle meydana gelen madde dünyamıza kadar olan bütün safhalar nasıl dalga hareketleriyse, dünya üzerinde meydana gelen tüm aksiyon ve olaylar dahi aynı biçimde dalga hareketleri sonucudur.
EMR VE HÜKÜM,
KESRET ÂLEMİ İÇİNDE GEÇERLİ BİR SİSTEMDİR!
"-Yâ Gavs!. Cisimlerden ve nefsinden çık; sonra kalplerden ve ruhundan çık; sonra hüküm ve emirden çık; ki bana vâsıl olasın!.."
…..
"Kalplerden ve ruhlardan çıkmaktan" sözediliyor.
Burada da anlatılmak istenilen, "kesret müşâhedesinden" kurtulmaktır.
Yâni, Hakk’n varlığı olarak bir çok varlıklar mevcut değildir!.
Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!..
Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayâllerdir!. Gaflet ve uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!..
Çünkü bunların hepsi de, "ilmî sûretler" olmaktan öte bir şey değillerdir!.
"İlmî sûretler" ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allah'ın ilminde mevcutturlar!..
Bu anlattıklarımızı size ne nisbette ulaştırabileceğiz, bilemiyoruz. Elbette her okuyan, istidadı nisbetinde, takdirindekini alabilecektir.
Ehli, zâten bunların böyle olduğunu bilir. Yaşamayana ise ancak bu kadar açıklaması mümkündür. Biline ki, böyle hâller de vardır!..
"Sonra emir ve hükümden de çık"
Ya, bu ne demektir?..
Emir ve hüküm, hep kesret âleminin neticesidir! Kesret âlemi içinde, varlıklar arasında geçerli bir sistemdir.
Bu kavramla kayıtlı bir müşahede devam ettiği sürece, kesret âleminin son bulması ve Teklik seyrine girilmesi asla mümkün olmaz!. Bu yüzden de, Allah'a urûc murad ediliyorsa, çokluk görme basîretsizliğinden arınıp; “Emir–âmir–memur”; “hâkim-mahkûm–hüküm” üçlüsünün varolmadığını idrâk edip; TEK'in seyrine girilecektir.
SINIRSIZ SONSUZ TEK’İN
KENDİ VARLIĞIYLA MEYDANA GETİRDİĞİ MÂNÂ SURETLERİ,
“O”NUN KAZASININ-HÜKMÜNÜN GEREĞİNİ
ORTAYA KOYMUŞLARDIR!
Bkz. E / Evren / Evreni meydana getiren Bilinç (Holografik Bilinç) / Kâinat, Allah’ın “İlim Sıfatı”nın zuhurudur!
“EMR”,
KİŞİNİN VARLIĞINI OLUŞTURAN
MELEKÎ “NÛRΓ KATMANDIR!
Her “Emr”, kişinin varlığını oluşturan melekî “nurî” katmandır!. Yani her birimin kendi içindeki, özündeki, esmâ mertebesinin kuvveden fiile çıkma mahalli...
Bu hakikat mertebesi, kişide yaşanmaya başlanınca, selâmet dediğimiz hâl kişi için meydana gelmiş olur! Buna, “kendi özünü bulmak suretiyle kurtuluşa erme” de diyebiliriz..
Esasen bu, fıtratı, yani programı elverirse, o kişide daima ortaya çıkma fırsatı arar, ne var ki şartlar uygun olmaz!.
“ÂLEMİ EMR”İN NE YEMESİ, NE YORULMASI,
NE UYUMASI, NE TERBİYESİ,
NE HASTALIĞI, NE DE SAĞLIĞI OLMAZ!
“RUH”, Rabbin zuhur hükmüdür!
Tıpkı Cibrîl, yani emir âleminden bir şuûr gibi...
Bu çok iyi bilinir ki, meleklerin yani “âlemi emr”in, ne yemesi, ne gıdası; ne yorulması, ne uyuması; ne oturması, ne kalkması; ne terbiyesi, ne terbiyesizliği, kötülüğü; ne hastalığı ve ne de sağlığı olmaz!
Öyle ise emir âleminde, dişilik erkeklik ve bu gibi sair hâller yokken, nasıl olur da gene Rabbin hükmünden olan “Ruh” hakkında bu gibi şeyler söylenebilir?..
ALLAHÛ TEÂLÂ
SEMÂDA BİR HÜKÜM VE KAZAYI
TEBLİĞ BUYURDUĞUNDA...
Dördüncü mertebe:
Bu mertebedeki vahyin inzalini açıklamadan önce, Efendimiz aleyhisselâmın durumunu izah eden bir kaç hadisi nakledelim:
Allahû Teâlâ semâda bir hüküm ve kazayı ilâhiyi tebliğ buyurmak istediği zaman, melekler bir kayaya çarpan demir zincir gibi gelen kavli celili Rabbül izzete karşı kemâli huşûlarından dolayı kanatlarını çırpıp, huşû içinde secdeye kapanırlar..
İçlerinden korku zail olunca; “Rabbimiz ne buyurdu” diye birbirlerine sorarlar.. Ve birbirlerine, “Rabbimiz Hakk’ı buyurdu” derler… Ülüvvü kibriya sıfatıyla muttasıf olan O`dur, derler.."
“OL” HÜKMÜ
(“KÜN”)
"Ve dedi ki bana:
-Yâ Gavs-ı Â'zâm. Benim indimde fakîr, hiçbir şeyi olmayan değildir! Belki fakîrler onlardır ki, emirleri her şeyde geçer! Bir şeye "ol" derler ise, o şey olur!"
Halkın genelde anladığı mânâda fakîr malı, mülkü, parası pulu, evi barkı, eşyası olmayan kişidir.
Oysa yukarıdaki açıklamada, "fakîr" kelimesiyle kastedilen gerçek mânânın bu olmadığı vurgulanmaktadır.
"FAKR" hâliyle hallenmiş kişi anlamında "fakîr" kelimesinin kullanılması gerekliliğine işaret eden bu açıklama aynı zamanda "FAKR" hâlini yaşamakta olanın çok önemli bir vasfına işaret çekmektedir:
"Emirleri her şeyde geçer. Bir şeye ol derlerse, o şey olur"
Bu husus, gerçekten son derece önemli ve bir o kadar da iyi anlaşılması gerekli bir husustur.
“BİZ BİR ŞEYİN OLMASINI İSTERSEK; -OL- DERİZ VE O ŞEY OLUR!”
Dileme ve "ol" hükmünü verme burada "fakîr"e izâfe edilmektedir.
Diğer bir ifade şekliyle, "fakîr"in dilemesi ve "ol" hükmünü vermesi, Hak tarafından kendi nefsine bağlanmaktadır.
HÜKÜM,
”ALLAH BAKIŞIYLA BAKMANIN SONUCU OLUŞUR!
(Soru: Fûsûs‘da geçen; Musa aleyhisselâmn "Rabbım bana HÜKÜM vermekle kudreti bağışladı", sözünde HÜKÜM ile HALİFELİĞİ kastettiğinden bahsetmekte. Bu yüzden her Rasûl’un ve her Nebî’nin halife olmadığını söylemekte.. Buna göre bazı Nebîlerde açığa çıkan HÜKMÜN halifelikle bağlantısını nasıl anlamalıyız?..)
Rasûl, Nebî olmayabilir... Kurân‘da Nebîler dışındakiler için de Rasûl tâbiri geçer bildiğim kadarıyla...
Hüküm ise, "Allah" bakışıyla bakma sonucu oluşabilen bir şeydir!.
KİŞİ ARZULARINI TERK ETTİĞİ ZAMAN
HÜKMÜN ÂLEMİNE (EMR ÂLEMİNE) YÜKSELİR!
Kişi, arzularını terk ettiği zaman ‘’Hükmün âlemi’’ne;
gelenlere razı olduğu zaman da ‘’rızaya ermiş kul’’ mertebesine yükselir!.
Çünkü, Emr âleminde ne yemek, ne içmek, ne uyumak; yani kısacası, istekle, madde ile alâkası olan hiçbir şey yoktur.
ALLAH HÜKMÜ İLE HÜKMEDEBİLMEK İÇİN
ALLAH AHLÂKIYLA AHLÂKLANIN!
Hüküm Allah’ın!.
Rasûller bile yalnızca kulluklarını yerine getirmekteler.
Âcilen “Allah ahlâkı ile ahlâklan” ve Allah dostlarını dost edinmeye bak ki, çevrene toplanmış maddi-mânevi çıkar tüccarları mahvına vesile olmasın!… İllâ ki Hükmü!
Yanılttıklarının hesabını bile düşünmeyecek kadar perdelenmiş; olabilirsin… Sevdiklerini bile ateşe atıp, sonra da muradı ilâhi böyleymiş; diyebilirsin… Hükmü ilâhi buymuş; diyebilirsin…
Ama tek kesin gerçek şu ki…
Neye vesile kılındın isen; âkıbetin de o olacaktır!.
“İlim geldikten sonra hevâna tâbi olursan; nefsine zulmedenlerden olursun”!
“Rabbim Allah’tır” de!.
Allah hükmü ile hükmedebilmek için âcilen Allah ahlâkıyla ahlâklan!.
Aksi halde ne Allah hükmüyle değerlendirme yapabilirsin; ne de “kâfir”lik, “zâlim”lik, “fâsık”lık etiketinden ve yaşantısından kurtulabilirsin!.
Allah, yeryüzünde “halife” insan oluşun yaşamıyla kulluğunu îfa edenlerden olmayı nasip etmiş olsun!…
HÜKÜM VE TAKDİRİN DEĞİŞMESİNİ DÜŞÜNMEK,
ABESLE İŞTİGALDİR!
HERKES KENDİ TAKDİRİNİN GEREKLERİNİ
YERİNE GETİRECEKTİR!
Hemen bu anda şu hadîs-i Rasûlullah’ı hatırlayalım:
"Herkes ne iş için yaratılmış ise, ona o işler kolaylaştırılır."
Evet, "ALLAH” adıyla işaret edilen, âşikâr etmek istediği, seyr etmeyi dilediği her mânâya uygun bir sûret yaratmış ve onları belirli fonksiyonları yerine getirmek üzere programlamıştır. Artık herkes, kendi takdirinin gereklerini yerine getirecektir.
Ne said, şakî olur; ne de şakî, bundan sonra said olur!
Bu hususta anlaşılması gereken çok önemli bir nokta şudur...
Allah'ın indinde, 5 milyar insan şakî olmuş, 300 milyon insan said olmuş, bunların hiç bir önemi yoktur!
İnsan bedeninde üç-beş hücre veya bundan çok daha küçük boyutlardaki üç-beş bakterinin yeri ne ise; Allah indinde beş-on milyar dünyanın da yeri belki odur!
Eğer bu gerçeği iyi idrâk edebilirsek, farkederiz ki, hüküm ve takdirin değişmesini düşünmek abesle iştigaldir! Yapılacak iş, elden geldiğince gelecekte içinde olacağımız “Sistem”i anlamak ve o şartlara göre kendimizi hazırlamaktır!
Şunu iyi anlayalım;
Vücudun aldığı gıdaların posasının üzerinden geçtiği alt tarafımızdaki hücreler nasıl ki,
“Biz niye dil üzerindeki hücreler olmadık, o her an nice lezzetleri tadıyor! Halbuki bizim üzerimizden o gıdaların posası geçiyor, ki insanoğlu pis necis diye o posadan tiksiniyor! Öyle ise bizim suçumuz neydi ki burada yer aldık?.." diyemiyorsa... Her bir birim de yer aldığı planda görevini isteyerek veya istemeyerek îfa edecektir!
Öyle ise akıllı olan, değirmenlere karşı savaşmaz, akıntıyı arkasına alarak en gerçekçi bir biçimde, en güzel çalışmalarla, yarın pişmanlık duymayacağı hedefe ulaşmaya çalışır.
“ENE”
(BENLİK)
(BENCİLLİK)
"ENE"!
Yani, "BENLİK", "BENCİLLİK", birimselliğine menfaat temini peşinde koşmak!
Ene, cehennem için yaratılmıştır.
Not: Daha geniş bilgi için B / Benlik bölümüne bakınız.
‘’ENEL HAKK” ANLAYIŞI
Mutmainne`den sonra Mülhime`ye geri dönüş olmaz!.
İşte onun için :
“Allah velileri için ne bir korku vardır, ne de mahzun olurlar” (10-62)
uyarısı gelmiştir...
Artık sanma ki, Mutmainne`ye geldikten sonra onda bedene dönük istek ve arzular görülür!. Artık, onda bedene dönük istek ve arzular kalmamıştır... Niye?... Çünkü, Hakk`ın hakikatını yaşamağa başlamıştır... “Cem makamı” denilen bu bilinç seviyesinde varlıkta “Hakk”tan gayrı bir şey olmadığı müşahede edilir.
“Ene`l Hakk” anlayışı burada açığa çıkar... Vahdet-i Vücûd anlayışı buradan başlanarak yaşanır..
“....Görür gözü, işitir kulağı, söyler dili BEN olurum”!.”
Kudsî Hadisinin işaret ettiği anlamda, orada “Ene`l Hakk” diyen Hakk`ın kendisi olur!. Tıpkı, ateşten Musa aleyhisselâma “Kesinlikle Ben ALLAH`ım” hitâbının gelmesi gibi... Sanma ki, gördüğün kuldur o sözü söyleyen!.
“ATTIĞINDA SEN ATMADIN, ATAN ALLAH`TI” (8-17)
âyetinin anlamı bu mertebede farkedilir ve yaşanır!.
“ENBİYA”
Nebî tekildir, Enbiya çoğuldur...
Dostları ilə paylaş: |