Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə3/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   70

Yıkıcı Dış Etkenler


Hadis, siyer ve tefsir kitaplarından oluşan İslâmî kaynaklarda tahrif ve tahribe yol açan faktörlerden bir kısmını oluşturan hâricî etkenleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Ka'bu'l-Ahbar ve Temimu'd-Dârî gibi bazı Ehlikitap râvilerine ait rivayetlerin, İslâmî kaynaklara sızması.

2- Yine İbn Ebi'l-Avcâ ve Seyf b. Ömer et-Temimî gibi zındıkların uydurup İslâmî kaynaklara ve çevrelere  sızdırdıkları rivayetler.[12]

3- Son zamanlarda sömürgeci kâfir güçler, Müslüman ülkelere ve İslâm'a karşı en korkunç ve en yıkıcı silâhlarını kullanmaya başladılar. Bu da Yahudi ve Hıristiyan bilginlerinin, müsteşrik (oryantalist) adı altında İslâmî kaynaklarımızdaki zaaflarımızı bulup, onlarla İslâm'a karşı savaşmak üzere görevlendirilmeleriydi. Onlar bu görevlerini yerine getirmek için İslâm kaynaklarından fihristler hazırladılar ve elde ettiklerini çok dikkatli bir şekilde yayınladılar. Böylece kaynaklarımızın bütün içeriklerini elde ettiler. Ondan sonra çeşitli kitaplardan İslâm'ın çehresini çirkin gösteren (Garânik masalı gibi) yalan ve uydurma konuları seçerek onları "Dâiretu'l-Meârifi'l-İslâmî" [İslâm Ansiklopedisi] ve "Muhammed Siyasî Peygamber"gibi o dönemde beğeni kazanan güzel, göz alıcı isimlerle yayınladılar.[13] Fakat mütecaviz sömürgecilerin İslâm'a karşı açtıkları savaş bundan daha acı ve daha tehlikeli idi. Çünkü onlar, kendi fikrî ekollerinde yetişen uşaklarını, kendi düşünce ve medeniyetlerinin tebliğcilerini

İslâm topraklarına gönderdiler, ellerindeki bütün kitle iletişim imkânlarını onların faaliyetlerinin hizmetine vererek onları İslâm ülkelerinde aydın, ilerici, İslâm'ın ıslah edicileri vb. çekici isimlerle meşhur ettiler. Sömürgeci güçlerin ellerinde yetişen bu grup, dıştan ithal ettikleri görüş ve düşünceleri, sömürgecilerin kendilerine vermiş olduğu çeşitli basın yayın araçlarıyla güzel bir şekilde, çekici ve aldatıcı isimlerle Müslümanlar arasında yaydılar.   Hindistan'daki Aligere İslâmî Üniversitesi'nin kurucusu Sir Seyit Ahmed Han, genç neslin üstadı ismiyle tanınan Ahmet Lütfî, Mısır'da Kasım Emin, bunlara ilişkin birkaç örnektir. Benzer şeyleri İran'da, Irak'ta ve diğer İslâm beldelerinde de yaptılar. Tabii ki, bu dışarıdan ithal edilen aydınlarla İslâm'ın gerçek koruyucuları arasında çatışma çıkacak, sömürgeciler ve uşakları müsteşriklerin talebelerini savunacaklardı. Bunların İslâm'a karşı açmış oldukları savaşta kullandıkları en keskin silâh, İslâm'a getirdikleri yeni tanımlamalar, İslâm tarihinde yaptıkları tasarruflar ve İslâmî şahsiyetleri kafalarına göre tanıtmalarıydı. Bunun bâriz örneklerini Sir Seyit Ahmet Han'ın yazmış olduğu sözde Kur'ân tefsirinde veya Corci Zeydan'ın yazmış olduğu hikâye ve romanlarda bulmak mümkündür.

 Evet bunların ve müsteşrik üstatlarının bütün çabaları, tek hedefe yönelmekteydi, o da bunlardan birisinin deyişiyle, "Dini, ancak din kılıcıyla katletmek mümkündür!" Bu hedefe ulaşmak için sömürgecilerin uşakları ve müsteşriklerin elinde yetişen kimseler, Kur'ân'ı tefsir ediyor, Resulullah'ın (s.a.a) hadislerini açıklıyor, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ve Ehlibeyt İmâmları’nın sîretlerini yazıyorlardı. Bunlar çalışmalarında sürekli olarak Kur'ân'ın ve hadisin gayb âlemiyle ilişkisini inkâr etmeye ve onu insanın fıtratından kaynaklanan tabii bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlardı. Bazen imalı bir şekilde, bazen de açıkça tüm İslâm kanunlarının kendi zamanına uygun olduğunu, İslâmî kuralların kendi döneminde ileri ve o günün insanlarına yararlı olduğunu; ancak, zaman gereklerine ve insanların ihtiyaçlarıyla uyum sağlaması açısından, bugün İslâm hükümlerinde köklü bir reforma ve kanunlarının yeniden gözden geçirilmesine  gerek duyulduğunu dile getirirlerdi. Bunlar bu aldatıcı ve gizli silâhla, İslâm ve Müslümanlar için, sömürgecilerin uşaklığını yapan politikacılardan ve onların İslâm ülkelerinde başa geçirdikleri hükümdarlardan çok daha  ehlikelidirler! Çünkü bunlar İslâm'ı tanıtma ve İslâm'ı zamanın gerekleriyle uzlaştırma adı altında, İslâm'ın gerçeklerini tahrif ederek bizim İslâmî inanç ve düşüncelerimizle savaşmaktadırlar.

 Bütün bunlardan şu sonucu elde etmekteyiz: Bugün Müslümanlar, İslâm'a inen ağır akidevî darbelerden sonra, İslâmî vahdeti korumayı gerekçe göstererek, bütün bu fikrî sapıklıkların karşısında sessiz kalma tavrını benimseyen bazı ateşli Müslümanların görüşünün aksine, bütün İslâm fırkalarının görüşlerini derinlemesine incelemeye, bu alanda araştırma yapmaya ve onları her türlü bulaşıklık ve tahriften arındırmaya muhtaçtırlar. Bunların bahsettikleri vahdet, bütün Müslümanları tekfir eden ve sadece kendilerini Müslüman görüp diğer bütün Müslümanları müşrik sayan Hâricîlerin varlığıyla nasıl gerçekleşebilir acaba? Halife Osman, Emirü'l-Müminin Ali (a.s), Ümmü'l-Müminin Âişe, Talha, Zübeyir, Muaviye, Amr b. As ve bunların beraberindekilerden uzak duran, bunlardan nefret eden, bütün Müslümanlara lânet eden Hâricîlerle[14] vahdet nasıl mümkün olabilir?! Müslümanlar arasında, Resulullah'ın (s.a.a), Ehlibeyt İmâmları'nın (a.s) ve diğer Müslümanların mezarlarını ziyaret etmek, onlarla teberrük edinmek, onları şefâatçi kılmak, onlarla yüce Allah'a tevessül etmek isteyen kimseleri müşrik sayan, onları İslâm'ın dışında ve bid'at ehli olarak gören kimselerle sağlıklı bir vahdet nasıl gerçekleşebilir? Evet bu düşünce tarzına göre bütün Müslümanlar –hicretin üçüncü yılından bugüne kadar- müşrik sayılırlar. Bu düşüncelerinden dolayı da Hira mağarası yolunda ve benzeri mukaddes mekânlarda yapılmış olan bütün camileri ve mukaddes binaları, Müslümanların imamlarının, müminlerin annelerinin (Resulullah'ın zevceleri), Resulullah'ın (s.a.a) amcasının ve amcasının oğlunun, ashabının ve hatta Uhud şehitlerinin mezarlarını yıkıp yerle bir ettiler! Bunlar, dünya Müslümanlarının çoğunluğuna karşı yaptıklarını, Yahudilere ve Hıristiyanlara yapmıyor; üstelik onlarla dostluk anlaşması imzalıyor ve onlara "müşriksiniz" demiyorlar! Oysa onların ibadet merkezlerinde haç ve Hz. İsa'yla Hz. Meryem'in (a.s) putları vardır ve onlar açıkça Hz. İsa'yı (a.s) rabb olarak addetmekte ve Allah'ı üç ilahtan biri olarak saymaktadırlar.

Diğer taraftan, bu ve benzeri konular, bir Müslümanın kişisel meseleleri türünden konular (namazda elleri bağlayıp bağlamama veya abdestte ayakları yıkama veya meshetme durumu buna bir örnektir. Hanefî, Şafiî ve Hanbelî fıkhında namazda ellerin bağlanmasına, Ehlibeyt Ekolü'nde ve Mâlikî fıkhında ise ellerin iki yana salınması gerektiğine hükmedilmiştir) değildir ki, her Müslüman diğerinden farklı olarak taklit veya içtihat yoluyla kendisine sabit olan hüküm gereğince amel edebilsin ve bütün bu farklılıklara rağmen İslâm toplumunda bir arada yan yana yaşayabilsin. Zira bu tür konular, İslâm toplumunun temellerinin dayandığı meselelerdendir.

 Yani bir toplum, ya bu inanç ve düşünce temellerine dayanmalı ve diğeri yok edilmeli, ya da diğer düşünce temellerine dayanılarak bu yok  edilmelidir. Aynı şekilde bu konular, dinle alakası olmayan birtakım siyasî meseleler de değildir ki İslâmî vahdeti korumak için görmezlikten gelinsin. "Ve Câe Devru'l-Mecus" (Mecusilerin Devri Başladı…) gibi kitapları takma veya gerçek isimlerle ve milyonlarca tirajda bastırıp dağıtanların ve bunları finanse eden bazı devletlerin, İslâm ümmetinin büyük bir kısmını İslâm'dan çıkmakla suçlamalarını; aynı şekilde, akıl almaz paralar harcayıp, dünyanın dört bucağına tebliğciler göndererek, okullarda, medreselerde, üniversitelerde, camilerde ve mümkün olan her yerde, kendi malum düşüncelerini yayarak kendileri dışında kalan bütün Müslümanları müşrik olarak tanıtmalarını, sadece siyasî gerekçelerle açıklamak asla mümkün değildir. Hatta bunları, "Müslümanlar arasına ayrılık düşürmek için sömürgeci güçler tarafından ortaya atılmıştır." şeklinde değerlendirip "O hâlde Müslümanların maslahatı için bunları görmezden gelip susalım." demenin de bir mantığı yoktur. Zira bu düşünceler, bizzat Hanbelîlerin imamı Ahmed b.

Hanbel'in (öl. 240 hicrî) ve onun izleyicilerinden olan İbn Teymiyye'nin (öl. 728 hicrî) döneminden itibaren, hatta onlardan da önce yayılmış ve bugüne kadar İslâm toplumunda varlığını sürdürmüştür. Yüz binlerce Müslümanın katledilmesi, İslâm topraklarının çeşitli bölgelerinde ve çeşitli dönemlerde kütüphanelerin yakılması, bu iddiamızın açık delilidir. Elbette bu durumdan, çeşitli devletler veya sömürgeci güçler de siyasî amaçları doğrultusunda yararlanmış, halâ da yararlanmaktadır. Buna bir çare bulunmadığı ve bu bozuk düşüncenin kökü İslâm toplumundan kazınmadığı sürece, bu durum böylece devam edecektir.

Belirttiğimiz gibi, bunlar tespit edilmiş inançlar olduğundan bu acı olay karşısında susmak, İslâmî vahdeti, yakınlaşmayı ve uyumluluğu sağlamayacağı gibi; bu yarayı daha da derinleştirecek, ayrılığı daha da arttıracak ve bunun tedavisini daha da güçleştirecektir. Şimdi bu iddiamızı daha geniş bir şekilde izah edip delillendirmek için, İslâm ümmeti arasında gördüğümüz bazı ihtilâflı konuların etkilerine ve sonuçlarına değinmek istiyoruz.


Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin