“alıntı” Zizek



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə20/26
tarix28.10.2017
ölçüsü1,37 Mb.
#17294
növüYazı
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   26

K2 - Bir de bu sene, kızım anlattı, okulda din öğretmeni anlatmış. Şey mesela, işte oruç tutanlar, namaz kılanlar, hacca gidenler, cennete gidiyor; bunları yapmayanlar cehenneme gidiyor falan. Yani kızım gelip eve sorunca: “Anne işte niye onlar cennete gidiyormuş, siz niye yapmıyorsunuz?” falan diye. Yani onu açıklamaya çalışsam da, aslında okula gidip öğretmenle konuşmayı istedim ama izin vermediler. Gidip konuşacaktım yani müdüre falan. Oğlum istemiyor ama arkadaşlarının duymasını. Duymuyor şöyle duyamıyor, şimdi çocuklar eziklik hissediyorlar. Bir şey bilmiyorlar bir de yani. Yani gelen soru karşısında ne cevap vereceğini bilmedikleri için ister istemez saklıyorlar yani bunun bu, başka bir şeyi yok.
İzmir'den katılımcılar aktarıyor:

K1 - Şöyle bir şey söyleyebilirim. Benim bir yeğenim var. Bir gün, ablamın kızı, oturuyoruz böyle şey yapıyoruz, şey diye sordu: “Anne biz Alevi miyiz?” diye sordu ablama. O dedi: “Aleviyiz,” dedi. “O nerden çıktı,” falan dedi. “Ya okulda böyle böyle konuşuyorlar da,” dedi. Ya ne konuşuyorlar onu bilmiyorum da. Çocuk onu sormak ihtiyacı duyuyor, demek ki orada Alevi Sünni o yaşlarda, ta ilkokul çağında ifade ediliyor yani bir şekilde. Çocuk orada soruyor: “Biz Alevi miyiz?” diye soruyor. Ablam da dedi: “Aleviyiz,” dedi. “Alevilik ne gibisinden?” Ablamda orada geçiştirdi: “Yani bu yaşta daha aklını bunlarla şey yapma,” gibisinden. Bu takım şeyler de oluyor yani. Çocuklarda, herkes ezberlemiştir yani, okula gidiyorsun din dersi görüyorsun. Namaz, masanın üzerine çıkıp namaz kılmalar falan var.
K2 - Ben bir örnek vereyim. Beni oğlum Ozan, kızım Zeliş kadardı. Ezan okunduğu zaman korkardı yani, ona hiçbir zaman bir öcü olarak göstermedik. Artı babaannesi namaz kılıyor yani. Kayınvalidem namaz kılar. Ezan okuduğu zaman benim oğlum adam bağırıyor diye masanın altına saklanırdı. Oysa biz oğlumuza, yani biz Aleviyiz, şöyle yapacaksın, böyle yapacaksın, kafasına hiçbir şey empoze etmedik Ozan’ın.

Sen şu an Umut’a “Alevisin” veya Zeliş’e “Alevisin,” dediğin zaman durur bön bön yüzüne bakar. Yani o yetiştirmenin şeklinden kaynaklanıyor. Namaz kılarsın önce bir merak eder: “Ne yapıyor bu?” Onu taklit eder. Ve günü gelir şunu söyler, der ki: “Baba ne yapıyorsun sen?” “Namaz kılıyorum.” O da başlar onunla birlikte söyler yani sağda solsa söyler: “Namaz kılıyorum,” der. Ama namazın içinde okunan duaları sureleri bilmez. Ne anlama geldiğini anlamaz. Ve gün geçer zamanı gelir okuluna gider, okulunda eğitimini görür. Ama hiçbir öğrenci, hiçbir çocuk bunu söylemez, demez ki: “Ya anne baba veya öğretmenim, niye biz bunu Arapça okuyoruz da Türkçe okumuyoruz.”



A - Peki siz nasıl öğretiyorsunuz, yani çocuğa Aleviliği nasıl anlatıyorsunuz?

K2 - Şimdi bizim toplumumuzda şudur, çoğunda çocuklar özgürdür. Çocuklar o çocuk çocukluğunu yaşıyor. Ama belli bir seviyeye geldiği zaman çevresinde olan olayları elbette yaşayacaktır ve görecektir. Soruyor anne baba, abi her neyse, yani: “Bu insanlar namaz kılıyor, biz niye namaz kılmıyoruz?” Onların bir anlatım şekli vardır, onların bir eğitim şekli vardır, bir yetiştirme şekli vardır. Yani insanlık felsefesi, bizim felsefemiz insanlık üzerine kuruludur. Bizim felsefemiz insanlık yapısı üzerine, insan geleceği üzerine kurulu olur. Anlattığın zaman bu çocuk ona adapte olur. Yani benim demek istediğim o. Önemli olan çocuğun gördüğü yetiştirildiği şekildir. “Kuran’a gideceğim, kurssa gideceğim,” dedi. Ki bu namaz kılmadı. Baskı da yapamadım. “Gitmiyorum,” dedi. “Gitmezsen gitme,” dedim ve çocuk vazgeçti. Ha orada o çocuklar onun arkadaşları ailesi zorla gönderdi. Ama biz baskı yapmadık. Çocuk kendiliğinden vazgeçti ve çocuk ondan sonra dedi ki: “Baba, bana çocuklar Alevi diyor,” dedi. “Ben Alevi miyim?” dedi. Ben dedim ki: “Alevisin oğlum.” “Alevilik ne oluyor?” dedi. “Onu sen zamanla kendi çözeceksin,” dedim ve çocuk ondan sonra kendiliğinden çözdü. Şimdi bir komşum var Sünni, adam mülakata gidiyor, kitap alıyor, elinde mülakata gidiyor. Onu görüyor çocuk. “Aa benim annem niye gitmiyor?” “Onu sen zamanla kendin çözersin.” Çocuk kendiliğinden çözdü. Yani ben çocuğa: “Kuran kursuna gitme,” demedim. “Git,” deyip yolladım. Ama çocuk iki gün sonra vazgeçti. Ama arkadaşları devam etti. Mahalledekilerde mülakata gideni görüyor, camiye gideni görüyor, örneğin ben camiye gitmiyorum, komşu camiye gidiyor, çocuk kendiliğinden çözebiliyor yani bazı yaşam yerlerinde toplumda.
Çeşme'de hakarete uğrayan çocuğun ezikliği:

K - Ve geçen gün geldim benim küçük oğlum “Anne, mum söndü nedir, nasıl yapılıyor?” dedi. “Oğlum nerden duydun sen bunu?” dedim. “Anne okulda çocuklar konuşuyor.” Küçük oğlan daha beşinci sınıfa giden, 12 yaşındaki oğlan. “Annem onlar bilmediği için...” dedim. “Anne, o zaman benim bir kozum var mı onlara kullanacağım?” dedi. Düşün geçekten yani. “Anne benim bir kozum var mı?” diyor. “Benim bilmediğim onlara karşı kullanacak.” “Hayır,” dedim. “Hiç bizim kozumuz yok yavrum. Biz bilmediğimiz görmediğimizi konuşmamakla yükümlüyüz. Hani gördüğümüzü söyleriz, duyduğumuzu söyleriz. Hani bizde öyle bir karalamak gibi bizde öyle bir art niyet taşımak gibi bir şey yok,” dedim. “Anne o zaman biz enayi sayılıyoruz, niye onlar bize diyor da biz enayi gibi yaşıyoruz?”diyor. Hadi gel de bu sorunun altıdan sen kalk. Eziliyor orada işte. Koz arıyor çocuk, bu sefer yani kendi kendine bir şeyler uyduracak. Böyle desem şöyle desem onları ben nasıl ben acaba üzerim. Çünkü kendisi çok üzülüyor. Hani 12 yaşındaki bu çocuk böyle bir çelişki içine düşüyorsa, hani geçekten anne, baba olarak toplum olaraktan insanı bayağı üzüyor.
Çanakkale'den benzer bir örnek:

K - Ortaokulun bir bölümünü, son sınıfı falan orada okudum. İkinci sınıfla üçüncü sınıfı orada okudum. Orada bir öğretmenimiz vardı, daha doğrusu açık açık, yani siyasi görüşünü de söyleyeyim, ülkücü bir öğretmendi. Hem din dersine geliyodu, hem matematik öğretmeniydi. Asıl branşı matematik, fakat din dersine de geliyordu. Bizim Türkmenler, hani başlıklarını falan gördünüz mü bilmiyorum. Yani böyle altın falan takılıyor, hani arkası pullu falan, böyle bir baş denilen bir şey var, olay var. Bir de, giydiğimiz üç eteklerin arka kısımları çok pullu falan olur, böyle simli falan. Sınıfta bir tek Türkmen kızı olarak, Türkmen köyünden gelen kız öğrenci benim. Öğretmen geliyor sınıfa, diyor ki: “Bugün bir tane, yolda giderken Türkmen karısı gördüm” Yani “kadını” bile değil, “karısı” diyor. “Kafasının arkasını pullamış,” diyor. Tutmuş bir de diyor, affedersiniz, yani: “Kıçını pullamış,” diyor. Ben çocuğum, yani düşünün, benim yaşadığım ezikliği artık sınıfta düşünün yani. Kızların hepsi dönüp, bana bakıyolar, gülüyolar falan. Defalarca kere öğretmen tarafından hakkımın yendiğini, yazılılarda hakkımın yendiğini biliyorum, defalarca kere matematik dersinden taktım, defalarca kere böyle şey yaptım. Biliyorum, yazılı kâğıdımı istediğim zaman, “Aç bakayım avuçlarını...” Sopa vardı, bir tane sopası vardı, en az 5-6 tane sopayı vurur, ondan sonra da derdi ki: “Ben sana kâğıdını vermek zorunda değilim.” “Sana sınıf geçireceğim,” dedi. “10 tane sopa atacağım her eline, sınıfı geçireceğim sana, kabül mü?” dedi bana. Çaresizlik, çocukluk yani, ben kabul ettim. 1 hafta, 10 gün, bu ellerimi, parmaklarımı kapatamadım, aileme de bir şey söyleyemedim. Beni geçirdi yani. Neden geçiriyor? Vicdanen bir rahatsızlık duyuyo, yani hakkımı yediğini biliyo, vijdanen rahatsızlık duyuyo, ama beni sopalamakla geçiriyor. Bunlar bir ayrımcılık yani, ben bunları öğrencilik hayatımda müthiş şekilde yaşadım.
Alevi olduklarının öğrenen arkadaşlarının onları dışlaması ya da şiddette bulunması çocuklukta unutulmayan bir iz oluyor.
Havza'dan bir örnek:

K - 1950 yılında Afşar Köyünde dünyaya geldim. İlkokulumu orda bitirdim, ortaokuluma burda devam ettim. Fakat eskiden “Alevi” dedin mi Sünniler arasında bir öcü gibi gözüküyordu. Bu ezikliği bütün vatandaşlarımız yaşadı. Ben 5. sınıf diploması alırken resim çektirmeye, bu “Kızılbaş” diye yanı başımda okuyan talebe yanıma gelip de resim çektirmedi. O kadar bizi dışladılar.
Çanakkale'den bir katılımcının bir anısı:

K - İlkokulu köyde bitirdikten sonra, köyüm de Kazdağı’nın eteklerinde kurulmuş küçük bir köydü. Ortaokula başladım, ortaokulda ulaşım zor olduğu için, babam beni o zaman ücretli, yani devlete ait bir şey değil de, pansiyon diyorduk o zamanlarda, pansiyona verdi. Çok uzakta değil, Ezine’de, buranın Ezine İlçesi’nde yani. Ben oraya gittikten sonra, benim köyümü bilen birkaç tane arkadaşım, yani Alevi olduğumu bilen arkadaşım kendi aralarında konuşmuşlar, demişler: “Bu Alevidir,” falan filan diye. Ben bütün arkadaşlarıma: “Günaydın,” diyorum. Kimse cevap vermiyor. “İyi akşamlar,” diyorum. Kimse cevap vermiyor. Tecrit edildim. Kimse konuşmuyor benimle. Sonradan bir arkadaşım dedi ki: “Sen Alevi misin?” “Evet, Aleviyim,” dedim. Dedi ki: “Yani bize laf atma sen, konuşma bizimle.” “Neden?” dedim. “Alevilerle biz konuşmayız” dedi. Ama 12 yaşındayız, beynimizi düşünün, yani nasıl bir beyin yapısıyız, o çocuk yapımızla beynimize nasıl sokulmuş bunlar bilemiyorum artık. 2 ay sonra falan ben tatile geldim, anneme sordum, dedim ki “Bize böyle böyle diyorlar anne, ne diyeceğiz?” “Sesini çıkarma kızım, hiçbir şey söyleme sen,” dedi. Annem cahil bir insan yani. Ben hiç sesimi çıkarmadım, tecrit edilmiş şekilde, o şekilde aşağı yukarı 2 seneye yakın, en fazla 1 arkadaş, diyeyim 2 arkadaşla idare ettim. Çocukluğumda böyle bir olay. Sonra hemşireyim, emekli hemşireyim, bir olay daha anlatayım: Sinop’ta görev yapıyoruz, Bağlıca Köyü diye bir köye aşıya gittik. Köyün girişinde bir köprü var. Köprüden içeriye girdik, gittik daha önceki köylerden hiçbirisinde bize yemek veren falan olmadı, o köye girdik, bizi o kadar güzel ağırladılar ki, yemekler artık böyle çeşit çeşit. Her şeyi yedik, içtik. Köprüden dışarıya çıkıyoruz şimdi, köyün çıkışı. Şoförümüz dedi ki, ambulans şoförü: “Afiyet olsun hemşire hanım,” dedi. Dedim: “Sağ ol, sana da afiyet olsun.” “Tükürüklü yemekleri güzel güzel yedik,” dedi. “Niye?” dedim. “Tükürüklü yemekleri yedik,” dedi. “Bu köy Alevi köyüdür, yaptıkları yemeklerin içine hep tükürürler,” dedi. “Sen, niye yedin o zaman, biliyosun madem de, neden yedin?” “Ee öyledir, ama bu köyden başka da yemek veren köy yoktur buralarda,” dedi.
Antalya'dan bir katılımcının anısı:

K - Amasya’ya geldiğimde mahallemizde oynarken arkadaşlarımız, 7-8 yaşına geldim. Bir gün top oynuyoruz, top işte namaz vakti filan geldi, pardon. Namaz vakti değil, yazın Kuran Kursu, Kuran Kursu veriyorlardı. Kuran Kursu’na gidiyorlardı. Orada da biz 6-7 yaşındayız. 3-4 yaşında da bir çocukla birlikte diğer arkadaşlarım gidiyor, bana sordular “Sen niye gelmiyorsun?” Dedim: “Valla biz gelmeyiz, bilmeyiz.” Ondan sonra bana arkadaşlarım dedi: “İşte bak görmüyor musun küçücük çocuk bile, ondan sonra şey yapıyor geliyor, ne biçim adamsın ya da ne biçim çocuksun,” Dışlamaya çalıştılar ondan dolayı kendi kendimi sorgulamaya başladım ve kaos içerisinde kaldım.



Tokat'tan bir katılımcının bir anısı:

K - Şimdi bir pikniğe gittiğimizde, Alevi Sünni davası açıldı böyle konuşuyorduk. Arkadaş dedi ki: “İyisiniz iyi hoş çocuksunuz da tek suçunuz Alevi olmak,” dedi. “Alevi olduğunuz için, sizi ne kadar sevsem de,” dedi. “Gene de kanım kaynamıyor size,” dedi. “Yoksa bir tanesiniz, boyunuza posunuza bir şey demiyorum,” dedi. Böyle bir konuşma oldu. Daha da başka bir şey hatırlamıyorum. Bir defa de derste, tarih öğretmenim işte: “Aleviler sapıttı,” dediğinde ben karşı çıktım. Ondan sonra sözlü notlarımı düşük vermişti. Sonra tekrar geldi özür diledi. Ortaokuldaydı bu olay. Barıştık, o olayda öyle kapandı. Başka bir şey de olmadı.
Samsun'dan bir katılımcının Malatya'da geçen örneği:

K - Çocuğumun başından geçen bir olayı anlatayım. Çocuğumu götürdük okula kayıt ettirdik ama kimse çocuğumun Alevi olduğunu bilmiyor. Benim eşimin arkadaşının abisi orda öğretmen olduğundan, onun Alevi olduğunu öğrenmiş. Bu çocuğu toplanıp dövmeye kalkıyorlar. Ve ben çocuğumu tekvandoya gönderdim tekvando sayesinde okulu bitirdi. Sırf yani Alevi olduğu orda öğrenildiği için, bizim komşuyu götürmüşler ki gel işte biz dövelim. Gitmiş o da bir bakmış ki, Ali Ekber. Onun annesinin de çocuğu olmadığı için, kaynanam ebelik yaptı çocuğa. “Ya bu benim ebemin çocuğu,” demiş. “Bunu nasıl dövebilirsiniz?” “La bu Kızılbaş,” demiş. “Valla ne olursa olsun ben bundan bir kötülük görmedim, buna bir şey diyemem,” demiş. “Ben bunu dövemem,” demiş.
Çocuklar üzerindeki çevre baskısı onları kendi kültürlerinden uzaklaştırabiliyor.
İstanbul'dan örnekler:

K1 - 12 yaşında oğlum var. etütlü bir okula gidiyor, tam gün okula gidiyor. Okulda öğlenleyin yemek var. geçen Ramazan’da da yaşadık bu Ramazan’da da yaşadık. Çocukların büyük bir kısmı yemeğe gitmiyor Ramazan’da. Daha orta 2. sınıfta, geçen sene başladı orta 1 de. Oğlumun sınıfında sadece 3 tane Alevi var. Bunlarında zaten bir kısmı yemekhaneye... Oğlum ve işte birkaç çocuk yemeğe gidiyor. Toplam 35-40 kişi yemek yiyor okulda, o civarda. Ve bunlar gittiği zaman yemeğe işte “gavur gavur” diye çocuklar peşlerinden bağırıyor. İşte: “Gavur Ali,” diyor çocuklar ona diğer arkadaşlarına. “İşte bunun yüzünden bu sene Ramazan’da oruç tutacağım,” dedi.

A - Kendisi?

K1 - Tabi. Bunlara maruz kalmamak için Ramazan’da oruç tutalım mıyı tutmayalım mıyı bu sene epey bir tartıştık. Geçen sene hiç sormamıştı “Oruç tutalım mı?” diye. Bu sene sordu. İşte din öğretmenimiz “Oruç tutun,” diyor. İşte: “Sevap işlersiniz,” diyor. “Siz Müslüman çocuklarsınız oruç tutmanız gerekir.” Hem bu var hem de o geçen seneden işte çocukların yaptığı psikolojik baskıdan kurtulmak için bu sene oruç tutmayı istedi. Ben ona oruç tutmanın bizim inancımız içinde olmadığını, bir öğrenci olduğunu aktardım. Ve ikna ettim. İkna etmeme en büyük etken de fen öğretmeninin vermiş olduğu destek oldu. Fen öğretmeni desteklememiş olsaydı, hem din öğretmeninin, hem de arkadaşlarının baskısı altında kalıp Ramazan’a başlayacaktı ve oruç tutacaktı. Şimdi benim çocuk Sultanbeyli’de liseye gidiyordu. Ramazan geldi bir baktım sabah çocuk kahvaltı etmeden okula gitti. Neyse, belki dedim harçlık veriyoruz, okulda kahvaltı yapıyordur. Aradan iki üç geçti her gün çocuk böyle. Bir gün: “Oğlum,” dedim. “Niye kahvaltı yapmıyorsun?” “Baba ben orucum.” “Niye?” “Ee baba biz oruç tutuyoruz.” “Oğlum bizim ki 12 imam orucudur.” “E arkadaşlarım dedi ki işte en önemli oruç budur, bu Kuran’da geçiyor, 12 imam kuranda geçmiyor.” Hoca da okuldan... Neyse çocuğum o 30 gün orucu tuttu.

A - Tuttu?

K - Tuttu benim çocuğum tuttu. Aradan iki ay geçince çocuk evde annesinin elinden yemek yememeye başladı. Annesine: “Yemek yapma ben yaparım yemeğimi.” “Niye?” “Günah onlar da, Alevinin evindeki yenmez.” Çocuğumu, okul tatil olunca, okul tatil olunca çocuğu aldım burdan ne kadar Alevi dergahları varsa ne kadar işte Güneydoğu tarafında, ben Maraşlı'yım, Hacıbektaş’tan Ürgüp Göreme hem turistik yerleri hem diğer yerlerde çocuğu iki sene boyunca gezdirdim. Bu fikirden caydırmak için. Yani benim demek istediğim şudur. Biz burda Sultanbeyli’de biz birbirimiz tanımıyoruz. Çocuklarımızda birbirini tanımıyor. Ve orda çocuklarımız okullardan maruz kalıyor. Eğer ki biz şurayı şu cem evini bir an önce faaliyete koyarsak çocuklarımız alıp gelirsek buraya, ufak çocuklarımızı değil yetişkin çocuklarımızı. Ufağı gelip burda rahatsızlık yapıyor geri de laf dinlemiyor. Böyle okula giden çocuklarımızı alıp gelirsek burda dedemizde onlara yolumuzu edebi, erkanı onlara anlatırsa çocuklarımız bu tür durumlara maruz kalmazlar. Ve orda kendini ifade edebilirler. Ben çocuğuma vermedim, onlar verdi. Ben çocuğuma zamanında verseydim; onlar bunu çocuğuma vermeyeceklerdi. Eğer ben de dedemden alsaydım çocuğuma verecektim. Alamadığım için çocuğuma veremedim. Ve sonuçta bunun zararını ben çektim. Ve yola koyana kadar çocuğumu düzeltene kadar benim çektiğimi bir ben bilirim bir Allah bilir. Yani canlar bizim burası şu anda bu cemi evi, burayı yapmamız bizim için büyük bir servettir ve bizim geleceğimizdir. Eğer diyorsak ki biz çocuklarımızı asimile etmeyelim, çocuklarımız bizim yolumuzdan gitsin, ha biz burayı bir an önce faaliyete koyup dedemizi, dedemiz 24 saat burda olsun. Ha çocuğumun kafasına bir konu takıldıysa gelsin dedemle görüşsün desin ki: “dede bu konuda ben arkadaşıma şu cevabı veremedim.” Ve dedem de o sorunun cevabını aldın oraya bildirsin. Yani bizim yanlış bir yolumuz değil, bizim yolumuz doğrudur. Bizim yolumuz ve ki ağırlık başka hiçbir yerde yoktur. Ben de teşekkür ediyorum.

Gurbette öğrencilik dönemlerine dair örnekler



Ankara'dan örnekler:

K1 - Üniversite okuyordum Ankara’da. İlk geldiğim sene yurtta kalıyordum. Yurtta 6 arkadaş kalıyoruz diğer arkadaşlar da Sünni kökenli insanlardı. İlk yaklaşımları bana çok güzeldi işte. Gayet insaniydi hatta ben kendimi kötü hissettim. Ön yargılarım vardı. Türban kullanıyordu bu arkadaşlar şey dedim: “Ya ben ne kadar kötü bir insanım bu kadar cahil olamam bu kadar önyargı. Ne kadar iyi insanlar,” falan diye düşündüm. Daha sonra da aralarında konuştuklarını tartıştıklarını duydum bir arkadaştan bahsediyorlardı şey dediler. “Ya duydun mu işte Özgür de Aleviymiş söylemiş böyleymiş...Aleviymiş. Daha önceden söylemedi. Bak sakladı işte şöyle oldu böyle oldu.” Şeyden bahsediyorlardı. Klasik Aleviler üzerine söylenen şeyler vardır. “Yaklaşmayalım. Konuşmayalım görüşmeyelim.” Daha fazla da derinleştirmediler. O odada kalacağım için ben de müdahale etmek zorunda kaldım sonuçta, hani yüz yüze bakacaktık. “Ya öyle mi ben de Aleviyim,” dedim. Sonra “Ya öyle mi biz de Alevileri çok severiz,” dediler. Hani bir yaratıktan bahsediliyormuş gibi. “Öyle mi ben de bütün insanları severim falan dedim.” O ana kadar birkaç ay geçmişti. 4 ay falan oldu. Biz gayet iyi anlaşıyorduk. Ben şey dedim: “Öyle mi ben de Aleviyim,” dedim. Ama o günden sonra davranışlar çok fazla değişti ilk başta sanki Alevi olduğumdan kaynaklı sorunlar yaşatmıyorlardı da bana işte: “Sen çok pissin.” “Niye?” “Çünkü masanın üstünü pis bırakıyorsun.” “Ya da yatağını toplamıyorsun.” Hep bu tarz şeylerle üstüme geliyorlardı. Farklı nedenlerle üstüme geliyorlardı ama ben çok net hissediyordum yani bunun tamamen Alevi olduğumdan kaynaklı olduğunu. Şöyle bir şey vardı mesela Ramazan ayında yaşadığım komik şeyler vardı. Arkadaşlar gece sahura kalkarlardı. Alevi olduğumu biliyorlardı. Gece kalktıklarında kaldırırlardı. “Hadi sen de ye oruç tutacağız,” falan derlerdi. Ben de şey derdim. “Ben oruç tutmuyorum başka zaman tutabilirim. Ya da hiç tutmayabilirim.” Yani, tutmuyorum, beni kaldırmayın uyandırmayın. Birkaç gün bu devam etti yani. Bu 3-4 kere böyle devam etti. Artık ben ciddi tartışmak istedim. “Artık böyle olursa şikayet edeceğim şöyle olacak böyle olacak vesaire.” Daha sonra uyandırmadılar ama her uyandıklarında dolapların kapıların kapılarını çarpıyorlardı hani uyanayım diye. Rahatsız ediyorlardı öyleydi.
K2 - Ankara Ziraat fakültesinden mezun oldum orada üniversite okudum ve akademisyenlik düşündüm. Öğrenciliğimden bu yana. Master yapmaya karar verdim. Tabi biliyorsunuz bunun için bir yüksek öğretim programına kayıtlı olma gerekiyor master için bir çok sınavdan geçmem gerekiyordu ve bulunduğum bölüm de tamamen MHP’li. Bölüm başkanımız Türk Ocakları’nın genel başkanlığını yapmış. Milli Selametçiler var tarikatçılar var hocalarımız böyle. Benim de söylememiş olmama rağmen anlaşılıyor bir şekilde. Hiç onlar gibi değilim. Ramazan’da onlar gibi oruç tutmuyorum ve çevremdeki arkadaşlarım vasıtasıyla biliniyor. Sınavlara girdiğimde bir çok taş koydular bana bu anlamda. Hep kendilerine yakın görüşte olanları ya da MHP’lileri ve genelde erkekleri kadınları istemiyorlar. Sınavlarda böyle el uzatmalar oldu ve hiçbir şey kazanamadım hala da aynı çevredeyim. Hala ben de uğraşıyorum onlar da uğraşıyorlar ben de uğraşıyorum.
Tarsus'tan bir katılımcının Niğde'de yaşadıkları:

K - 1996’da Niğde Üniversitesini kazandım, o zaman Niğde’nin Bor diye bir ilçesi vardı, daha Alevilerin ne olduğunu bile bilmiyorlardı. O da biraz tabi, Alevi gençler diyince, az önce amca bir örnek verdi, Alevi komünist, birbirinden fark eden bir şey yok onlara göre. Aleviysen komünistsin, komünistsen Alevisin gibi bir yargı vardı üniversitelerde. Hiç fark etmiyor, zaten orada belli gruplar olduğu için, yani okuldan uzaklaştırma almalar, YÖK’ten atılmalar. Tabi biraz da siyasi bağlamlı şeylerle beraber geçiriyor beraberinde. Ama sonuçta, okulun bahçesinde bir halay çekmemiz bile, disiplin kuruluna kadar gidebiliyor. Ama tabi ki, bunun kökeni hiç fark etmiyor, yani istediğin kadar diğer gruplara git, o gruplar İslamcı gruplar olsun, ülkücü gruplar olsun, hiçbir zaman seni kabul etmiyorlar. İstediğin kadar, sizin gibi düşünüyorum de. Alevi olman onlar için yeterli. Amcanın dediği gibi: “Aleviysen komünistsin.” Çok ilginçtir, yani komünistsen de, sanki bir Aleviymiş gözüyle falan bakabiliyorlar.
Tarsus'tan ilginç bir taktik:

K - Benim gızım Sivas’ta okurken, benim diyor biliyor musun? “Benim babam Türk, annem Hristiyandır.” Saygı gösteriyorlar, hiçbir güçlük çekmiyor. Korhup diyemiyor ki, “ben Alevi kökenliyim.” Bunlar da var.
Tokat'tan bir katılımcının bir anısı:

K - Bazı hocalar vardı, bir tanesine işte 100’lük kağıt verdim adama bilgisayar dersi basit bir ders. Nurcu bir hoca vardı. Neydi, hala burda hoca yani. İsmini unuttum şimdi. Adam 0.5 vermişti bana. Gittim şeye döveceğim ben hocayı. “Kağıdımı göster,” dedim. “Ya ben nasıl 0.5 alıyorum. Sen bütünlemede sen geçirme” dedim. “Seni kulaklarından dışarıya çıkarırım,” dedim. Gittim sınava girdim. Adam 100 vermişti bana aynı kağıda yani. Bunun tek sebebi Ramazan’da sigara içiyordum yani. Sebebi buydu yani nurcu bir hocaydı. Biz çalışkandık, yaramazdık ama çalışkandık aynı zamanda da. Sınıf temsilcisi oluyorduk. Böyle konuştuğumuz arkadaşlar falan Sünniydi.
İzmir'den bir katılımcının Kayseri'de geçen öğrencilik yılları:

K - Benim başımdan bu şekilde değil de, yaşadığım şey. Ben farklı bir şey anlatayım. Ben 94’te mesela üniversite için yani iki yıllık elektrik bölümü okudum ben Kayseri’de. Gittim oraya, yurtta kalıyoruz. Öğrenci yurdunda kalıyorum. İlk zaten 15, 20 gün o oda da bu oda da gezdik falan en sonunda odamızı bulduk, yerleştik yerimize. Aradan oda doldu, 5, 10 kişi oldu. Aradan bir hafta geçti, geçmedi. O ülkücü reislerinden bir tanesi, ben biliyorum ama o an için daha yeni ortama yeni girdik ya, adam bir şey demeden bizde hemen şey yapmamız olmuyor. Yalnız bunlar sanki sözleşmiş gibi her yerde yapıyorlarmış bunu, yani daha sonra öğrendim. İşte durduk yere Alevilere bir küfür. İşte odadasın ya Alevilere küfür. Oda şey için işte, bir yem atıyor, Alevi onlar belli olsun hesabından. Tabi bu küfür edince biz kükredik hemen. Çarptık duvara ortalık karıştı, ayırdılar mayırdılar. “Ne oluyor?” falan. Burada bizim Alevi olduğumuzu öğrendiler, onun üzerine ben üç ya da dört gece sabaha kadar uyutmadılar beni. İlahiyattan öğrenciler geliyordu, ne bileyim oradan buradan din eğitimi almış değişik şekillerde geliyorlardı bir baskı ortamı vardı.

A - Ne yapıyorlardı?

K - Tartışıyorlar, Aleviliği yermeye çalışıyorlar, güçleri yetmiyor. O gidiyor başkası geliyor. Tartışıyoruz sürekli böyle. Çürütemiyorlar yani. Sen bazı noktalardan yaklaşıyorsun olaylara. O beceremiyor, öbürsü geliyor beceremiyor, öbürü geliyor. Yani böyle iki buçuk üç ay bil fiil uyuyamadım. Her akşam kesinlikle üç dört kişi ziyarete geliyordu.

A - Şiddet oluyor muydu?

K - Şiddet onun üzerinde şekillenmeye başladı. Dediğim gibi ilk üç ay bir şey olmadı, ondan sonra bir gece ben, şeyde çalışıyordum çevre mühendisinin yanında çalışıyordum aynı zamanda, bir gece saat bir gibi falan şey yaptılar, işte “Serdar Bayram ziyaretçiniz var, danışmaya gelir misiniz?” Öğrenci idarisiyle iş birliği var aynı zamanda. Aşağı inerken tabi şeyden, ne derler kendi odamdan çıktım, odayı değiştirmiştim tabi sürekli tartışma ortanı var diye, tuttular beni yaka paça odaya soktular. İşte yaklaşık iki saat kadar sürekli böyle bir şeyimiz oldu, sözlü düellomuz oldu. 25, 30 kişi falan var. İşte saldırmaya cesaret edemiyorlar, artık o korku nereden geliyor onu da tam bilemiyorum da yani, bayağı değişik konuşuldu da. Değişik gerekçeleri, işte: “Duvara yazı yazmışsın, dolaba yazı yazmışsın, işte bizim arkadaşlar şarkı söylerken gülüyorsun onlara.” İşte ülkücülükle alakalı şeyler var ya, bir takım şarkılar var ya, gülmüşsün o tarzda şeyler. Yani bir şey tutturamadılar, en sonunda işte ülkücü reisi diye geçinen şahıs dedi: “Bana tokat at,” dedi tamam mı. Saldıracaklar şey yok yani gerekçe yok ortada. “Bana tokat at,” dedi. Ben dedim: “Atmıyorum,” dedim. Şey oldu, atacaksın atmayacaksın falan. Dedim: “Atıp da sizin seviyenize düşmeye niyetim yok,” dedim. “Bu kadar adam bir kişiyi çekmişsiniz bu baskıyı uygulayarak bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz,” falan öyle deyince, bu şey yaptı, iyice sinirlendi böyle, ellerini falan kaldırdı. Ben de kaldırdım bu şekilde. Herkes tutuyor tabi beni bu arada. Artık bir yerde bir kırıldı. Yani şey olay. Vazgeçtiler şeyden, yani saldırıdan vazgeçtiler. Ondan sonra tabi birkaç kere kalkmaya odadan çıkmayı denedim, şey yapmadılar, tutuyorlar geri oturtuyorlar falan. En sonunda baktılar olacak gibi değil. Yani şöyle seni teslim alamaya çalışıyorlar bir şekilde, işte kendi dediklerini kabul ettirmeye, belki seni belli konularda da kullanmaya çalışıyorlar. Ama o olmayınca işte şey yaptılar, ne derler artık, baktılar işin sonu yok. Ya çok büyüyecek ya da öyle kalacak. Ben en son kalktığımda işte, yoluma geçen olmadı, çıktım kapıyı vurdum çıktım. O şekilde bir şey.

Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin