EL-ĞAFFÂR (C.C.)
“Çok affedici ve (kullarının ayıblarını) örtücü.”
Bu mübarek isim bize, dağlar kadar büyük günahımız olsa da, Allah'ın rahmetinden ümit kesmememizi ihtar etmektedir. Çünkü hiç bir günah ve suç, Allah'ın rahmetinden büyük olamaz. Eğer insanların günahları üstüne bir perde çekilmemiş olsaydı, belki sokağa âlemin içine çıkacak halimiz kalmazdı.
Beşer şaşar demişlerdir. İnsan günah ve hata edebilir. Asıl olan günah ve hatada ısrar etmemek, hemen Allah Teâlâ'nın dergahına yüz tutup O'ndan mağfiret dilemektir. “Ben mahvoldum, artık Allah beni affetmez” demek hatanın en büyüğüdür. Aklımızın alamayacağı büyüklükte günah olsa bile Allah'ın rahmeti ve mağfireti hepsine yetişir. Cenâb-ı Kibriya'nın mağfiret sıfatı bize gün görmemiş incilerden daha parlak ümitler bahşetmektedir.
O kadar ki, şirk kuyusuna düşen bir insan dahi hemen o halinden döner, Allah'ın varlığına, birliğine ve Resûl-i Zîşanın getirdiklerine iman ederse, bu iman Allah tarafından kabul edilir ve o adam kendi nefsini ebedî olarak cehennemde yanmaktan kurtarır.
Nihayetsiz olan mülkün seyyidi ve kevser havuzunun sahibi Cenab-i Nebi (s.a.v):
“Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir!” buyurmuşlardır. Gönül aynasının kirlerini tevbe süngerinden başka silecek bir şey de yoktur. Bedenimizi, elbisemizi su ile nasıl pak ve temiz ediyorsak, manevî kirlerimizi de tevbe suyu ile gidermek lazımdır.
Günah deryalarına gark olan kimse günahını küçük görür, istiğfar etme ihtiyacı duymazsa, gün gelir gönül cihanı tamamen kararır ve belki de onun felâketi olur.
İnsanın iki büyük düşmanı vardır. Şeytan ve nefis. Bunlar iki ahbap çavuştur ki, bunların elinden selâmet bulan kişi, her belâdan halâs olur.
Açık açık günah işleyenleri ve “sen benim kalbime bak!” diyenleri çok görmüşsünüzdür. İşte bu söz felâketin tâ kendisidir. İnsan günahından nedamet duymadıkça nasıl affa uğrar?
Evet:
Ölünün dili olsa diyecekti ki sana:
Ben fırsatı kaçırdım, tevbe et günahına!..
İnsanı yokluktan varlık âlemine getiren, ona göz, gönül, akıl ve lisân bahşeden Allahü Teâlâ Kerîm kitabında buyuruyor ki:
“Rabbini tesbih et, O'na hamdeyle ve O'ndan mağfiret dile. Muhakkak ki O tevbeleri son derece kabul edendir.”84
Şeyh Sadi, Gülistan’da şöyle hikaye eder:
“Bir gün bir sarhoş, şarabın tesiriyle bir mescidin odasına girdi. Orada Cenâb-ı Hakk'ın kerem eşiğine baş koyup inledi. Gözyaşları ile yerleri suladı:
“Yâ Rabbi, Yâ Rabbi, diyordu, beni Firdevs-i A'lâya koy. Bana cemalinle ikramda bulun!”
Bu hali gören müezzin, sarhoşun yakasından tuttu:
“Ey akıldan, dinden gafil adam, dedi, senin mescid ile ne münasebetin var? Sen ne amel işledin de hacet diliyorsun? Hiç sıkılmadan da Allah'tan Firdevs'i istiyorsun. Vah sana vah! Bu çirkin yüze naz yakışır mı? Sen kimsin, Allah'tan cennet istemek kim? Haydi işine!”
Sarhoş bu sözleri işitince ağladı:
“Ey efendi, dedi, ben bir hata işledim, kötülüğe bulaştım. Benden elini çek! Bana dokunma! Zaten yaralı olan kalbimi de kırma! Cenâb-ı Hakk'ın lütfuna günahkârlar da ümitlenirler. Buna teaccüp mü ediyorsun? Hem ben senden de bir şey istemiyorum. Tevbe kapısı herkese açıktır. Allahu Teâlâ'nın mağfireti o kadar büyüktür ki, o büyüklüğün yanında ben kendi günahımı büyük görmekten utanırım!”
Gerçekten bu söz sarhoş sözü de olsa doğrudur. Cenâb-ı Hakk'ın kapısı sadece iyilere açık olacaksa, kötüler nereye gitsin, kime iltica etsin?
Ulemânın bildirdiğine göre her günahtan tevbe etmek vaciptir. İşlenen günah yalnız Allah'a karşı olup kul hakkına taalluk etmiyorsa, bu gibi günahtan tevbe etmenin üç şartı vardır:
a) O günahı terk etmek,
b) Günahı işlediğine pişman olmak,
c) O günahı bir daha işlememeğe azmetmek...
Meselâ: Farz namazları vaktinde kılmamak, büyük bir günahtır. Namazların vaktinde eda edilmesi ise mağfirete vesiledir. 85
EL-KAHHÂR (C.C.)
“Her şeye gâlib ve ve hâkim. Bütün varlıkları emir ve iradesi altında döndüren.”
Yerde gökte ve bu ikisinin arasında ne varsa, herşey O'na râm olmuş, boyun eğmiştir. Cebrail (Aleyhisselâm)'-den tutun da bir kelebeğe kadar her varlık O'nun kudret elindedir.
O, güneşleri yerinden sökecek, yıldızları dökecek olsa, hiç kimse O'na mani olamaz. O'nun kudretinin önünde durabilecek bir arslan yoktur.
Bu mübarek isim, Yüce Allah'ın kahhar sıfatının, her veçhile üstün ve daima galib olduğunu ihtar etmektedir. Çünkü Kahr, bir şeye ona hor, hakîr ve helak edebilecek şekilde galib olmaktır. O kadar ki, Allah (Azze ve Celle), sonsuz kudretiyle, güç ve nihayetsiz kuvvetiyle her şeyi içinden ve dışından kuşatmıştır. Alemler dolusu halk, gökler dolusu melek O'na ramdır.
O bir şeyi helak edecek olsa, artık hiçbir kuvvet O'nun önünde duramaz. Kahrına yerler, gökler, güneşler, aylar dayanamaz. Zaman mekân boyunca isyanı tufanlaşan ve Peygamberlerine karşı şeytan ile aynı safta yer alan nice ümmetleri ve milletleri kahrı ile mahv ve perişan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de bunların ibretli kıssaları vardır.
Bir misal olarak Nuh tufanı kâfi... Dağların tepesine tırmanan kâfirler bile kendilerini Allah'ın kahrından kurtaramamışlardır.
Dünyamızda çok kere fırtınalar, zelzeleler, seller, âfetler olur. Bunlar tesadüfen olmaz. Koca koca ağaçların köklerinden söküldüğü, sarayların, köşklerin yere geçtiği, o hak tanımaz zâlimlerin karıncadan daha âciz bir hale geldiği görülmüştür. Demek ki Allah Teâlâ bazı kere de Kahhâr sıfatı ile tecellî etmektedir ki, gaflette olanlar uyansın ve Rabbinin büyüklüğü karşısında aczini bilsin...
Allah'ın kahrı karşısında lütfü da vardır. O eğer lütfü ile muamele etmeseydi, cihanda taş taş üstünde kalmazdı. Allah, lütfü için de, kahrı için de sebepler, vasıtalar vücuda getirmiştir. Gönül bağında iman sünbüllerinin boy vermesi gibi. Bir yere iyilik ağacı dikmek gibi. İnsaf, adalet, doğruluk, hakka vefa gibi bütün güzel huylar ve hareketler Allah Teâlâ'nın lütfuna ulaştıran vasıtalardır ki, “Zerre kadar hayır işleyen onun karşılığını görecektir.”
Bunun zıddı olarak, şirk, isyan, cehalet, zulüm, adam öldürmek, yalancılık, rüşvet, zina, kumar, içki ve bütün kötü huylar da kahrına bir davetiyedir. Kalblerdeki nuru söndürücü bu kötü ahlaktan dönülmedikçe selâmet beklemek beyhudedir. Yani bu günahlara ve kötülüklere tevbe edilmedikçe insana azap dokunur. Ve bu gibi çirkin huylar O'nun kahrına çarptıran sebeplerdir ki, dünyanın orasında, burasında zuhur eden felaketler bunun açık bir ifadesidir.
Kul ne yapmalıdır? Kulun padişahın kapısından başka gidecek yeri yoktur. Başka kapıya gidenler hep eli boş dönerler. Başkasından isteyenler mahrum kalırlar.
Biz Allah Teâlâ'nın lütfunu ve rahmetini istemek durumundayız. O'nun kahrını dileyenler de bulunur. Çünkü herkesin cüz'î iradesi vardır. O'na isyan edenler, onun pençe-i kahrından kurtulamazlar.
Kuşun ayağını vaktinde bağlamak lâzımdır. Kafesten uçan kuşun arkasından ah vah etmek faydasızdır.
Tâ gönülden yürekten şöyle niyaz edelim:
“Ey herşey kendisine boyun eğen,
Ey herşey kendisi için oluşan,
Ey herşey kendisiyle vücudda duran,
Ey herşey kendisine yönelen,
Ey herşey kendisinden korkan,
Ey herşey kendisini tesbih ve tenzih eden,
Ey herşey kendisiyle ayakta duran,
Ey herşey kendisine huşu duyan,
Ey herşey kendisine varan,
Ey herşeyin fânî olup da kendisi bakî olan (Allah'ım!) Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senden başka (ibadete lâyık) İlâh yoktur. Sen emansın; bizi cehennem ateşinden halâs et.” 86
Dostları ilə paylaş: |