EL-VEHHÂB (C.C.)
“Türlü türlü nimetleri daima veren, nimetinin arkası kesilmeyen.”
Bu mübarek isim, bize hibe edilen nimetlerin gerçek sahibinin Allahu Teâlâ olduğunu ihtar etmektedir. O kadar ki gökler dolusu nimet yeryüzüne akarken bu mü’min, bu kâfir, bu münafık, bu zalim denilmez. Cihan toprağında mekân tutan herkese Allah'ın bahşişi ulaşır.
Yine her mahlûkun yaradılışı da, Yüce Allah'ın bir bahşişi, bir keremidir. Çünkü hiçbir mahlûk kendi yaratılışında zerrece hak sahibi değildir.
Herşey Allah'ın dilemesiyle ve rahmetiyle olmuştur. Bildiğiniz gibi hibe: Hiçbir karşılık ve menfaat beklemeden birine bir malı, bir nimeti bağışlamaktır.
“El-Vehhâb” ism-i şerifi, bu mânânın çoğunluğunu ifade etmektedir. Bu da, gece, gündüz, kış, yaz, bahar, aydınlık, karanlık demeden, her yerde ve her şeyi verebilmek kudretidir. Dünya sultanlarından hiç biri zaman mekân boyunca buna kadir olamazlar. Çünkü onlar da bir başkasına muhtaçtırlar.
Allah Teâlâ, yerdekilerin de, göktekilerin de, denizdeki balıkların da, karadaki ceylanların da ihtiyacını her an karşılamaktadır. Fil, o koca gövdesiyle açlığa mahkûm edilmediği gibi, aciz bir karınca da rızıksız kalmaz. Büyüğün, küçüğün, insanın, hayvanın ve herbir varlığın hacetini O'ndan başka kim karşılayabilir?
Kuru dallar üzerindeki kırmızı güller ona muhtaç olduğu gibi, gökte uçan şahinler de O'na muhtaçtır. Bir kaplan, pençesinin kuvvetiyle tavşan avlayamaz, ancak Cenâb-ı Hakk'ın kendisine takdir ettiği kadarına gücü yeter.
Yine bir kimse “Benim fidan boylu bir oğlum olsun” diye dayatamaz. Bütün âlem bir araya gelse eğer Allah takdir etmemişse, o kişinin evlât sahibi olması imkânsızdır.
Çok kere insanlar nimetlerin içinde yüzerler de farkında olmazlar. Hiçbir şey ödemeden bunca nimete mazhar olan insan artık nimetin şükrünü ifa etmezse, ona insan sıfatı nasıl lâyık olur? Biz bu kadarcık nimetle de kalacak değiliz. Allah'ın bir de mü'minlere âhirette vereceği nimetler vardır ki, onların sonu yoktur ve sayıya hesaba gelmez.
O halde yine rabbimizin bir âyeti ile soralım:
“Ey İnsan! O (lûtf-ü) keremi bol rabbine karşı seni aldatan ne?” 87
Evet:
Allah'a dayan, terket, hüsrana varan yolu,
O'ndan başka kim açar, sonu daralan yolu? 88
ER-REZZAK (C.C.)
“Rızıkları halkeden ve kullarına bahşeden ve her canlının rızkına kefil olan.”
Allahü Teâlâ rızık verendir. Alemde nefes alıp veren bütün canlıların rızkını O hazırlar, herkesin ayağına O gönderir. Çünkü O “Rezzâk u âlem”dir.
Ve Allah buyuruyor:
“Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı hariç olmamak üzere rızıkları Allah'ın üstünedir.” 89
Şunu hemen ifade edelim ki, rızık yalnız yenilip içilecek şeylerden ibaret değildir. Kendisinden istifade edilen herşeye rızık adı verilir.
Rızık maddî ve manevî olmak üzere iki türlüdür. Bedenimizin suya, ekmeğe, havaya ihtiyacı olduğu gibi, ruhumuzun da Manevî gıdalara ihtiyacı vardır. İlimle, irfanla, takva ve verâ ile rızıklanmak az bir nimet değildir. Belki maddî rızıktan daha da mühimdir. Çünkü dünya malı yarın elimizden gidecek, ama takva âhirette karşımıza çıkacaktır. Manevî rızıkların kaynağı İlâhî kitaplardır. Hususiyle Kur'an-ı Kerim'dir. Artık öbür semavî kitapların asılları, yani vahyedildikleri şekli kalmamış, elde olanların içine de insan sözleri karışmıştır. Ve zaten onların hükmü de kaldırılmıştır.
Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim ise ilk nazil olduğu anda nasılsa, bugün de öyledir. Tek harfi, tek noktası değişmemiştir. Ve âlemde Kur'an ile rızıklanmaktan daha şerefli bir şey yoktur. O kadar ki, Kur'an ehlini Efendimiz şöyle müjdelemişlerdir:
“Kim Kur'an-ı Kerim'i okur ve onu ezberlerse, helâl kıldığını helâl, haram kıldığını haram sayarsa, Allah onu cennete koyar ve ona ehlinden cehennemlik olmuş on kişiye şefaat etme müsaadesi verir.” 90
Bütün dünya sana bağışlanmış olsa, bu büyük devletin ve saadetin karşısında nedir ki? Çünkü dünyada ebedî kalış olmadığı gibi, dünyanın nimetleri de ebedî değildir. Ama cennet öyle mi?
Ne var ki, insanlar dünyaya ve dünya malına daha çok rağbet ederler. Bilmezler ki dünya onları kucağında ebedî olarak taşımayacaktır. Öyledir de, kavgalar, itişip kakışlar, sen, ben dâvaları bir türlü bitmez.
Evet:
Dünya için olunca, azmin dağları deler,
Fakat Hakka gel desem, ayakların sendeler!..
Seni yaratan, seninle beraber rızkını da yaratmıştır. O Rezzâk'tır. Senin için takdir edilen rızkı bir başkasının yemesine imkân ve ihtimal yoktur. Sen, kendi rızkını bitirmedikçe ömrün de son bulmaz. Allah Teâlâ, bir kulunu yaşatmak istemediği zaman rızkını kesiverir, bir kere de rızkı kesince kimsenin sana rızık vermesine imkân bulunmaz.
İnsan hiç düşünmez mi? Eline aldığı bir elma hangi ağacın dalından koptu da tâ sana kadar ulaştı? Amasya'da yaratılan bu elma, İstanbul'daki adamın avucuna düşüveriyor. 15 milyon insan içinde bu elma niçin başkasına gitmedi de sana nasib oldu. Çünkü Allah Teâlâ onu senin için halketmiştir...
Yeryüzündeki meyve ağaçları adeta ellerini meyvelerle doldurup:
“Ey Ademoğlu, beni ye!” diye yalvarmaktadır. Bu senin yiğitliğinden mi, yoksa Cenâb-ı Hakk'ın kereminden mi? Elbette Allah'ın atâ ve ihsanının neticesidir bunlar...
Yine, sen anne rahminde iken kendini bilmiyordun.
Seni nazla, safa ile besleyen kimdi? Rızkın göbekten geliyordu, tâ ki doğdun göbek kesildi, fakat oradan gelen rızkın da bitti. Bu kere Yüce Allah annenin göğsünde sütten pınarlar çağlattı. Ve sen elinle annenin memesine sarıldın. Çünkü rızkın orada yaratılmıştı.
Yumurtadan çıkan kuş yavrularına bak. Daha kabuğunu kırar kırmaz ağzını açıp bekliyor. Ona ağzını açmayı öğreten kimdir?
İşte Allah Teâlâ'nın “Rezzâk” ismi bize bütün bunları düşünmemizi ve her lâhza O'na teşekkür etmemizi ihtar etmektedir.
Velîler sarayının sultanlarından Şeyh Hâtem-i Esam Hazretleri, kendisi nasıl yaman bir arif ise, zevcesi de öyle yaman bir hâtûndu. Bir gün Hâtem Hazretleri:
“Ey yeni yakası düzgün hâtûn, dedi, ben dört aylık sefere gidiyorum. Bu müddet içinde ne kadar rızık istersin?”
Kadıncağız alev saçan gözlerle Şeyh efendiye baktı da dedi ki:
“Ey Hâtem! Diri kalacağım kadar rızık bırak!”
Hâtem (k.s.) canına ateşler düşmüş gibi yandı ve çığlığı bastı:
“Ey kadın, neler söylüyorsun? Diriliğin ve ölümün benim elimde mi?”
Kadın, ak çiçekli gül dalları gibi gülümsedi de dedi ki:
“A Efendi, madem öyle, benim rızkım da senin elinde değil; Yüce ve Rezzak olan Allah'ın nezdindedir! Sen beni ona ısmarla!”
Bu söz, Hâtem'i ağlatmaya yetti ve dedi:
“Gönlümü hoş ettin ey hatun, Allah sana selâmet ihsan etsin. İnsanın senin gibi yoldaşı olması ne güzel!”
Bir zamanlar dünyamızda böyle mübarek hanımlar da vardı. Şimdi ise gam seline değirmen olmuş ve isyanı tufanlaşmış insanların arasında kaldık. Allah'ın mülkünde, Allah'ın verdiği rızıkla, Allah'ın verdiği ömürle yaşa, sonra da başkalarını ilâhlar edin... Elbet böyle gecenin saadetli bir sabahı olmaz!..
Hûd: 11/6. âyet-i kerîmesi Elmalılı M. Hamdı Yazır tarafından şöyle izah ediliyor:
“Yeryüzünde hiçbir dâbbe, yani deprenip duran hiçbir canlı yoktur ki,
“Kesinlikle onun rızkı Allah'a ait olmasın.” Burada “Fil erdı = Yerde” ifadesi tashih için değildir, “dâbbe” yalnızca dört ayaklı canlılar zannedilmesin diye bütün canlılara ait bir genelleme yapmak içindir ki, insan da bunlar arasındadır. Yani, bütün canlıların rızkı, kuvveti, gıdası ve beslenmesi, yaşamak için gerekli olan bütün şartlar ve sebepler Allah'a aittir, O'ndandır. Tabii veya iradî olarak o canlının o rızka kavuşması Allah'ın yükümlülüğü altındadır. Gerçi yaşatmak istemediği vakit, rızkını kesiverir ve o kesince kimsenin vermesine imkan ve ihtimâl yoktur. Fakat yaşatmak istediği sürece de bütün âlem onu önlemeye ve engellemeye çalışsa yine de göndereceği rızkı gönderir.
“Ve herbirinin müstekarrını ve müstevdaını bilir.” Karar ettiği yeri de bilir, emaneten bulunduğu yeri de bilir. Durduğu, oturduğu yeri de bilir, gezdiği dolaştığı yeri de bilir. Sulbü de, rahimi de bilir. Yattığı yeri de bilir, öleceği yeri de bilir, veya öleceği vakti de bilir. Bütün bunları bilir ve ona göre rızkını verir.
“Hepsi bir Kitab-ı mübindedir.” Bütün o kımıldayan canlılar, rızıkları, müstekarları ve müstevdaları takdir olunup, Levh-i Mahfuza yazılmış, Allah'ın bilgisinden yaratılış alanına çıkarılmıştır ki, bu kitabı görebilen melekler oradakileri açıktan okur ve anlarlar.
İşte Allah'ın ilim ve kudreti böyle geniş ve fazl-u keremi ile rablığı muazzamdır. Şu halde insan rızkını Allah'tan istemeli ve rızık için değil, Allah için çalışmalıdır. Rızık meselesi o kadar endişe edilecek bir şey değildir. Allah'tan başkasından rızık beklemek beyhudedir.” 91
Evet:
Fili doyuran Allah, karıncayı unutmaz,
Herbir yere yetişir, Marıncayı92 unutmaz!..93
Dostları ilə paylaş: |