Emperyalizme Faşizme Karşı
DEVRİMCİ GENÇLİK
Sayı: 31
• Baş Yazı - YAŞAMIN HER ALANINDA MÜCADELEYE
• Manşet - SERMAYA SAYDIRILARINA FAŞİZME IRKÇILIĞA KARŞI
• HABERLER....
• İZMİR ÖĞRENCİ HAREKETİNDE SON DURUM
• BALKANLARDA AÇIK İŞGAL
• ÖZELLEŞTİRMENİN , FAŞİZMİN IRKÇILIĞIN İKTİDARINA TESLİM OLMAYACAĞIZ !
• ÖĞRENCİLER PROLETERLEŞMEDİ
• Orta Sayfa - GENÇLİK MÜCADELESİNİN KRİZİ VE KRİZDEN ÇIKIŞ DİNAMİKLERİ
• MEDYA KÜLTÜRÜ : BEYNİMİZİ YİYORLAR
• TARİH’DE VE GELECEKTE SANAT GERÇEK YOLUNU BULUR (2)
• FAŞİZM VE ÖRGÜTLENME AŞAMALARI
• FAŞİZM VE DÜNYA PROGRAMLARI
• FAŞİZM VE TÜRKİYE’DE MİLLİYETÇİ HAREKET
• FAŞİZM VE YENİ SÖMÜRGECİLİK İLİŞKİLERİ
• BİRCİLİK FELSEFESİ VE BİREYCİLİK
• YAŞAM ŞİİRDİR
• ÖLÜM DE YENİLİR
• Arka Kapak - Şimdi deli olalım, kuyuya taş atalım
YAŞAMIN HER ALANINDA MÜCADELEYE
Yaşamın Her Alanında Mücadeleye
Artık herkes yaşadığımız krizin, “bizim krizimiz” olduğunun farkında. Genel olarak tüm devrimci hareketlerde ciddi bir dağılmayı da beraberinde getiren ”yaşadıklarımız”ın, bizim bilinçlerimizdeki etkisi de farklı değil. Yaşanan olumsuzlukları, doğru biçimde değerlendirememeyi de beraberinde getiren bu geri ruh hali, devrimci öznelerin kendilerini sorgulama süreçlerinde, öznel eksikliklerini ön plana çıkarma ve bunun üzerinden tümüyle iddiasızlaşmasına neden oluyor. Evet, elbette ki “yaşadıklarımız”ın sorumluluğu ilk başta bizdedir. “Elimizden geleni yaptık mı?” sorusu, dürüstçe yanıtlamamız gereken ilk sorudur.
Seçim dönemi ve 1 Mayıs hazırlıklarında göze çarpan eksiklikler, “nasıl yapmamalıyız?” konusunda bize önemli dersler sunmuştur. Özellikle İstanbul’da yapılan 1 Mayıs gösterileri gençlik mücadelesinin yıl boyunca sürdürdüğü çalışmaların tutarsız bütünlükten uzak olduğunun göstergesidir. Bu tablonun açığa çıkmasının sorumluluğu ilk başta mücadelenin öncülerinindir.
Ancak unutulmamalıdır ki özeleştirel değerlendirmeler yapma ihtiyacımız, “kendimizi günah keçisi yapmak için değil”, ne yapacağımızı bulmak içindir. Rüzgarın sağdan estiği, toplumun gericileştirildiği, egemenlerin zaferlerini ilan ettikleri bir dönemde direnmek, “devrimci siyaseti” sürdürmekle mümkündür. Bugünün verileri üzerinden “ütopyalarımızı” belirlemek, “neyi ne kadar başarabileceğimizi tartışmak”, hedeflerimizi belirsizleştirmekten öte bir anlam taşımaz. Eğer ihtiyacımız olan şey kitlelere devrimin güncelliğini göstermekse, “devrimcilerin varlığı” bunun en somut kanıtı olmalıdır.
Bugün tarih, her şeyden daha fazla devrimcilere ihtiyaç duyuyor. Ülkede yaşanan politik gerilimlerin tek çözümünün bir devrimle mümkün olduğu gerçeği, en çok egemenlerin sahte zafer anlarında belirginleşiyor.
Yapmamız gereken tartışmaların yoğunlaşması gereken iki nokta vardır: Birincisi, tüm bu olumsuzluklara rağmen, gençlik mücadelesini hangi eksende örgütleyeceğimizin, somut biçimlerini oluşturmaktır. İkincisi ise belirlediğimiz politik çizginin devrimci bir tarzla hayata geçirilmesi nasıl mümkündür?” sorusunun yanıtının, yaşamdaki karşılıklarını oluşturmaktır. Irkçılık sivil faşist saldırganlık özelleştirme karşıtı bir mücadele çizgisini hayata geçirmemiz gerektiği zorunludur. Ancak bilmemiz gereken, şimdiye kadar pratiğimize egemen olan tarzla yeni dönemin örgütlenemeyeceğidir. Kabaca, hareketin yükseliş dönemlerinde baktığımızda bile, hangi tarzın başarıya ulaşabilme şansı olduğunu görebiliriz. Her koşulda kendi mücadelesinin olanaklarını artıran, ve bu olanakları devrimci bir eylem çizgisinde birleştiren bir pratik çizgi, bugün gençlik mücadelesine kazandırılması gereken özelliklerin başında gelmektedir. Bulunduğu konumu doğru bir biçimde kavrayan ve attığı her adımı bütünlüklü bir politik çalışma içerisinde anlamdıran bir tarz, yeni dönemin mücadele dinamiklerini değerlendirebilmemiz açısından zorunludur. 68’leri yaratan şey, Dev-Gençlilerin emperyalizme karşı mücadeleyi sadece okullarında değil, her alanda bizzat örgütlemiş olmalarıdır. Örnekleştirilmesi gereken tarz , tam da budur. Yaşamın her alanını, kendi siyasi çizgisinin kurucu zeminlerinden birisi haline getirmek...
Okulların kapandığı, gençlik mücadelesinin yoğun bir pratik çalışma içerisinde olmayacağı yaz döneminde, geçen dönemin derslerinin ışığında bir biriktirme çalışmasının yaşanması zorunludur. Yeni dönem gençlik mücadelesini örgütlemek, ancak bu dönemin gerektirdiği özellikleri kazanmakla mümkündür. Pratik atılganlık, politik tutarlılık, faşizme karşı her alanda hesaplaşmayı önüne koyan, kendi politik faaliyetini her koşulda istikrarlı bir biçimde sürdüren bir mücadele tarzı hem kendimizin, hem de yarattığımız süreçlerin genel özellikleri olmak zorundadır.
Bugün devrimcilerin, akılcılıktan çor isyankarlığa ihtiyacı vardır. Oluşan statükoların parçalanması Türkiye devrimci mücadelesinin yüz akı olan Dev-Genç ruhuna sahip çıkanların mücadelenin ön saflarındaki yerlerini almalarıyla sağlanacaktır.
SERMAYA SAYDIRILARINA FAŞİZME IRKÇILIĞA KARŞI
Sermaya saydırılarına faşizme ırkçılığa karşı
İnadına mücadeleyi örgütleyelim
Geçtiğimiz dönemde, özelleştirme, faşizm, şovenizm ve seçim gündemleri, gençlik mücadelesinin çatışma gündemleri olarak karşımıza çıktı. Gençlik hareketi, bu gündemlerin tek bir potada eritildiği bir mücadele programının yaratılması gerektiğine ilişkin bir öngörüye sahip olmasına rağmen, bu öngörünün hayata geçirildiği bir pratik sergilemekten uzaktı.
Gençliği etrafında toplayabilecek tek yönlü bir gündemin geçmiş dönemde yaşanan harç zamları gibi olmaması, gençlik muhalefeti için tam bir çıkışsızlık yarattı. Böyle bir gündemin eksikliğini giderebilecek pratikpolitik kıvraklık gösterilemedi. Üniversiteye karşı geliştirilen saldırının tek bir programın parçaları olduğu anlatılamadı ve üniversiter talepler, bu saldırıya karşı tek bir mücadele programının parçaları olarak ifade edilemedi. Ülkedeki ve üniversitedeki sorunlara, halkın ve üniversitelinin taleplerinin birliği ekseninde müdahale edilemediğinden ve cephe tarzı çalışmalar yeterince örgütlenemediğinden; sürece damgasını vurabilecek etkin bir gençlik muhalefeti de yaratılamadı.
Öğrenci koordinasyonlarında örgütlülük ve etkinlik anlamında bir gerilemenin yaşandığı bu süreçte, sağ revizyonistlerin ve sol sekter anlayışların yanlış bir mücadele tarzını örgütleyebilme zeminleri genişledi. Gençlik mücadelesini “dar grup” çıkarlarına göre örgütlemek isteyen bu anlayışlar, bu süreçte hareket zeminlerini ortaklaştırarak kutuplaştılar. Yasalcı sağ anlayışlar pek “sesisedası” çıkmayan bir tarzı hayata geçirirken, diğer gençlik grupları ise, “dar grup” çıkarlarına hizmet edecek, sürekliliği olmayan bir birlik (Devrimci Öğrenci Gençlik Platformu) kurdular. Oluşma gerekçeleri, gençlik mücadelesinin ihtiyaçları üzerinden şekillenmeyen bu ortaklıklar doğal olarak, gençlik mücadelesinin krizini aşmak noktasında bir anlam ifade etmedi. Aksine böylesi ilkesiz birliktelikler gençlik hareketinin parçalı yapısını güçlendirerek, yaşanmakta olan krizi derinleştirmektedir. Nitekim 6 Kasım eylemlerinde gözlendiği gibi; örgütlenme ve mücadele tarzı konularında bu hatalı anlayışı yaymakta ısrarcı olan bu siyasi yapılar, kendi dar grupları ile gerçekleştirdikleri eylemleri gençlik mücadelesinin kazanımları olarak ifade ederek, işi gençlik mücadelesinin tüm politikpratik birikimlerini yok saymaya kadar vardırdılar.
Öğrenci gençliğin, sivil faşist harekete karşı mücadelesini belirleyen en önemli olay Abdullah Öcalan süreci oldu. Öcalan’ın Roma’da olduğu süreçte yoğun bir sivil faşist saldırı dalgasıyla karşı karşıya kalan gençlik hareketi, yaratılan şovenizm dalgasını biraz olsun kırabilecek bir teşhir pratiği bile sergileyemedi. Başından beri, antifaşist hareketi, sivil faşist saldırılar karşısında bir aktif savunma hattı yaratarak örgütlemeyi alışkanlık haline getirmiş olan gençlik muhalefeti, muhalif öğrencileri “halkların kardeşliği” talebiyle, bu şovenist ve ırkçı dalganın karşısına dikmekte başarılı olamadı. Üniversitenin eşitlik, özgürlük ve barış talebi, diğer alanlardaki muhalefet dinamiklerinin talepleriyle ortaklaşan ve diğer üniversiter taleplerle bütünlük arz eden bir gündemdir. Ancak gençlik muhalefeti bu ortaklığı yaratmak konusunda elinden geleni yapmadı.
Egemenlerin hakimiyetinde gelişen seçim sürecinde, muhalefet dinamiklerinin “suçlu psikolojisi” içerisine girmeleri, rejimin etkinlik alanını daha da genişletti. “Rejim polisiyle, medyasıyla, askeriyle sokakları kapattı, en meşru eylemlere bile müdahele etmekte zorlanmadı.” Egemenlerin uyguladığı sıkıyönetimle beraber, öğrenci hareketi, dile getireceği talepleri netleştiremediği ve bunlar ekseninde doğru bir tarz yaratamadığı için en meşru ve haklı taleplere dayanan eylemler gerçekleştirildiğinde dahi öğrencilerin katılımı ve birliği sağlanamadı. Koordinasyonun 24 Aralık’ta Beyazıt’ta gerçekleştirdiği Serkan Eroğlu’nun öldürülmesi ve Maraş katliamı protestosu, Beyazıt’taki 16 Mart ve Abant İzzet Baysal Üniversitesi’ndeki Kenan Mak’la ilgili eylemleri, devletin saldırgan tavrını ve öğrenci hareketinin eksikliklerini göstermeleri bakımından önemlidir. Özellikle 16 Mart gibi üniversite gençliği için özel öneme sahip olan bir gündemin birimlerde yeterince örgütlenmemesi ve içeriğinin bugünün mücadele gündemleri doğrultusunda doldurulaması, gençlik hareketinin yaşadığı krizin boyutlarını gösteriyordu.
Bu dönem, uzun bir süredir yaşanmakta olan bir temsil kriziyle taçlanan ekonomikpolitiktoplumsal bir buhranın, her alanda devlet baskısı ile kendisini gösterdiği bir süreç olarak yaşanmaya devam ediyor. Toplumsal muhalefette uzun bir süredir yaşanmakta olan krize, solun Kürt sorunundaki bu yeni sürecine, doğru bir tarzda taraf olamaması da eklenince, egemen sınıflar bu sürecin tek hakimi olmakta zorlanmadı. Bu döneme damgasını vuran en önemli olgu ise, egemenlerin uyguladıkları baskı ve sindirme politikasının da gerekçesi olan “sistemin topyekün krizi”ni aşmak için gerçekleştirilen seçimler oldu.
Kışladaki Hesap, Sandığa Uymadı
Egemenler, seçimden, savaş rejimini istikrarlı bir şekilde uygulayacak bir parlemento aritmatiğin çıkacağı beklentisi içindeydiler. DSP’nin birinci, ANAP’ın ikinci, MHP’ninse barajı aşıp yeni savaş politikalarını hayata geçirecek bu hükümetin ortağı olacağı planlanmıştı. Fakat MHP %18’lik bir oy oranı ve ilk kez oy kullananların da %3040’ının oyunu alarak, savaş rejimi politikalarının meyvasını en çok toplayan parti oldu.
Seçimden böyle bir tablonun çıkacağını tahmin edebilmek için ileri görüşlü olmaya ihtiyaç yoktu. Egemenlerin bizzat ordu eliyle yürüttüğü laikşeriatçı saflaşmasından türeyen “cumhuriyetçi faşist” dalgayı arkasına alan DSP ile, Öcalan’ın “tarihi” Roma yürüyüşü ve Türkiye’ye teslim edilmesi sürecinde yükseltilen “şovenistırkçı” rüzgarla yelkenlerini şişiren MHP’nin seçimin galipleri olacağı aşağı yukarı görülüyordu. Ama sol açısından, bunu görüyor olmanın, sürece müdahele etmek noktasında ne kadar anlamlı olduğu tartışma götürür. Bu sürecin baş aktörü her ne kadar oligarşi olsa da, yaşanmakta olan politiktoplumsal sağcılaşmaya karşı mücadele etmek yerine gayrı meşru bir seçim için çalışmayı tercih eden sol anlayışlarla, Kürt milliyetçiliğinin öne çıktığı bir politik hat izleyen PKK’nın ardına takılan sol anlayışların böylesi bir tablonun oluşmasındaki katkılarını gözardı etmemek gerekiyor.
Ülkenin seçim sürecine girmesi, bu dönemde gençlik mücadelesinin üniversitenin ve halkın talepleri etrafında bir pratik program çıkarabilmesi ve mücadelenin ülke düzeyinde birleştirilebilmesi konularında önemli bir olanak doğurdu. Egemenlerin krizden çıkış için halkı bir basamak olarak kulanmaya çalıştıklarının teşhir edilebilmesi açısından çok uygun olan bu zeminde, İstanbul Üniversite Öğrenci Koordinasyonu’nun önüne “Kral Çıplak” adlı bir kampanyası koyması; politik anlamda doğru bir adımdı. Eksik kalan kısmı ise bu kampanyanın pratik adımlarının yeterince hayata geçirilememesi oldu. Bir seçim boykotunu da hedefleyen “Kral Çıplak” kampanyası, geniş bir zamana yayılmasına rağmen, birimlerin kendi yerellerine yönelik taleplerinin ortaklaştırılmasında bile etkisiz kaldı. Bu kampanyanın ayakları olarak örgütlenen iki merkezi eylemden biri olan Maçka Demokrasi Parkı’ndaki “Suç Ortağı Olmayacağız” eylemi ise, eylemin yerellerde karşılık bulan bir kampanya tarzında örgütlenmediğinden beklenen ilgiyi görmedi ve etkiyi yaratamadı. Ülke gündemine gereken müdahaleleri yapamayan gençlik muhalefeti, yılın son büyük eyleminde bunun sonuçlarıyla karşılaştı.
1 Mayıs sürecine, bir tarafta seçimin derdine düşen, diğer yanda ise sadece Kürt sorununa çözümün değil, sorunun bir parçası olarak endekslenen siyasi anlayışlarla girilince; 1 Mayıs, emekçilerin ve öğrencilerin ülkeye dair taleplerini ifade ettikleri bir araç olarak işlevlendirilemedi. Bu siyasi yapılara, bu gündemi kazasızbelasız geçiştirme anlayışı egemen olunca, 1 Mayıs, polisin sıkı denetimi altında, devletin “Ben güçlüyüm” mesajını verdiği bir süreç olarak yaşandı.Seçimin hemen ardından girilen 1 Mayıs süreci, öğrenci hareketi açısından da, büyük ölçüde seçim sonuçlarının gölgesi altında geçti. Öğrenci hareketinin yaşadığı etkisizliğe, 1 Mayıs’ın genel anlamda politik bir içerikten yoksun olarak örgütlenmesi de eklenince, öğrenci gençlik seneyi, moralsiz bir şekilde kapattı.
Gençlik mücadelesi, yaşadığı saldırıların yoğun olması nedeniyle geçtiğimiz yıl, genel olarak savunma çizgisinde ilerleyen bir pratik sergilemişti. Bu yıl ise, neredeyse bu savunma çizgisinde bile muhalefet etme niteliğinden uzak bir davranış içerisindeydi. Herşeyden önce, bu dönemde sistemin saldırılarının azalmadığını bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Öğrenci hareketinin dibe vurmasının gerekçesi, karşısında mücadele edeceği bir düşmanın olmaması değil, aksine, giderek yoğunlaşan bir saldırı dalgasına karşı hamle yapmak yerine, “hiç değilse günü kurtaralım”lara hizmet eden savunma reflekslerini kullanmayı bile bir kenara bırakarak geri çekilmesidir. Bunun en önemli gerekçesi ise, gençlik içerisindeki siyasi anlayışların hemen hepsinin, kendilerini bir sonraki döneme sağ salim taşıma derdine düşmeleridir. Bu davranışın çok iyi tahlil edilmesi, öğrenci hareketinin geleceği açısından önemlidir. “Bugünün muhalefetini yarına erteleme” anlayışının altında yatan, yüksek sesle söylenmeyen bir “teslimiyet”tir. Başta emek hareketi olmak üzere ülkedeki bütün muhalefet hareketlerinin egemenlere karşısında bir yenilgi içerisinde olduğu açıktır. Toplumsal mücadeleler tarihi yenilgilerle doludur ve yenilgiyi kabul etmeden; nedenlerini ortaya koymadan bu durumu değiştirme olanağına sahip olunamayacağı açıktır. Ancak bugün sola egemen olan anlayış, “yenilginin bilincinde olmak”la açıklanamaz. Muhalefet hareketleri gelişim süreçlerinde kırılmalar, yani yenilgi dönemleri yaşayabilirler ancak, bu yenilgi dönemleri “muhalif olma”yı erteleme dönemleri değil, aksine egemenlerin tüm üstünlüğüne rağmen, daha sonraki dönemin muhalefet hareketini kurmak için gerekli olan mücadele araçlarını ve biçimlerini inatla ve kararlılıkla savunma dönemleri, yani biriktirme dönemleridir. Bu nedenle bugün solun içine düştüğü, kendi kabuğuna çekilme anlayışı, “teslimiyet”i de beraberinde getiren bir çürümedir. Bu çürümenin doğrudan sonucu; toplumsal muhalefetin bir savaş rejimi muhalefeti, yani giderek sınırları rejim tarafından belirlenmiş düzen içi bir muhalefet olması, rejimin doğrudan denetimi altındaki muhalefet biçimleri ve örgütlenmelerinin güçlenmesidir. Yeni dönem muhalefetinin sistem içi araçlarla kurulması yenilgiyi baştan kabul etmek olacağından, solun yaşadığı bu çürüme ve yozlaşmanın aşılması, sistem karşıtı yeni bir öğrenci hareketinin yaratılması için de gerekli olan temel görevlerden biridir.
Gençlik muhalefeti krizinin diğer bir gerekçesi ise, birimlerdeki gündelik etkinlikle, toplumsal muhalefetin genel politiktoplumsal gündemi arasında istikrarlı ve verimli bir birliktelik kurulamamasıdır. Toplumsal muhalefetin krizi sorunu ise, başından itibaren, toplumsal muhalefet dinamiklerinin devrimci bir politik mücadelenin bileşenlerine dönüştürülememesi sorunudur. Bu nedenle gençlik muhalefetinin krizini aşma tartışması, toplumsal muhalefetin kriziyle birlikte tartışıldığında anlamlı olacaktır.
Gençlik muhalefetinin bu kadar etkisiz ve hareketsiz olmsının önemli nedenlerinden bir tanesi de kuşkusuz, sol’a hakim olan moral bozukluğuydu. Öğrenciler attıkları her adımdan çok büyük karşılıklar beklediler, karşılık alamayınca da bu küçük adımları atmaktan da vazgeçtiler. Yapılacak merkezi eylemler yapılması gerektiği için yapıldı. Yerellerdeki çalışmalar ise, öğrenci kitlelerini pek etkilemeyeceği üzerinden gözardı edildi. Elbette kimseden sessoluk çıkmayan dönemde sokağı zorlamaya çalışmak çok anlamlıydı fakat, buna gerçek anlamını verecek olan başta yapılması gereken ve çok önemli olan yerel çalışmalardı. Çünkü yaşadığımız günlerde, atılacak her küçük adımın büyük önemi var ve bu kısa vadeli pratikler, orta ve uzun vadedeki sıçramaların yapı taşları olarak algılanmalı. Bu nedenle, yarının mücadelesini örmek noktasında hayati öneme sahip olan bu pratiklerde ısrarcı olmak öğrenci hareketinin özneleri açısından kaçınılmaz görevlerin başında gelmektedir.
Öğrenci hareketini içinde bulunduğu krizden çıkaracak temel ilkelere yakından bakıldığında, bunların geçen yıllarda “cephe” ve “koordinasyon”a biçimini veren ilkeler olduğu görülücektir. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi önümüzdeki dönemde de, tüm birimlerde cephesel birlikleri yeniden inşa etmek ve koordinasyonu bu birlikler üzerinden örgütlemek yerine getirilmesi gereken temel görevlerden biridir. Bunda şaşılacak birşey yok. Çünkü gençlik muhalefetinin yaşadığı sorun; mücadele araçlarının yanlış olması değil, bu araçların nasıl değerlendiril(me)diğidir.
Gençlik hareketi, toplumsal muhalefetin ortak mücadele gündemleri olan ırkçılık, şovenizm, faşizm, özelleştirmeler ve yeni sermaye saldırısı gibi gündemler ekseninde sistem karşıtı bir mücadeleyi yükseltebildiğinde yaşamakta olduğu bu krizi aşacaktır. Bu noktada öğrenci hareketinin karşı karşıya olduğu en büyük sorun, düzen dışı ve sistem karşıtı mücadele pratiğinin oldukça kısıtlı olmasıdır. Öğrenci hareketi sistemle cepheden karşı karşıya gelmeyi göze alamayan hiçbir muhalefet hareketinin emekçilerin ve öğrencilerin taleplerini yükseltme şansına sahip olamayacağının bilinciyle hareket etmeli ve bu nitelikteki bir muhalefet etme eyleminin gerektirdiği özel mücadele biçimlerini ve araçlarını geliştirmelidir. Bu mücadele pratiğinde, ülkedeki muhalefet dinamikleriyle ortaklaşan bir tarzın geliştirilmesi, bugüne kadar biriktirilmiş olan mücadele araçları ve biçimlerini de yeniden işlevlendirecektir.
HABERLER....
KRAL ÇIPLAK KAMPANYASI
Seçimlerin ülkenin gündemine yerleşmesi ile beraber afişleri ve reklamlar ile, “aydınlık bir
Türkiye için sandığa” yalanları ile çevremizi kirleten, beyinlerimize ve geleceğimize saldıranlara karşı İstanbul Üniversite Öğrencileri Koordinasyonu, 9 Nisan’ da Maçka Demokrasi Parkı’nda idi. KRAL ÇIPLAK kampanyası çerçevesinde “Eşitliği, Özgürlüğü, Barışı Resmediyoruz” diyerek kendi düşlerini, hazırladıkları panolara resmetmek isteyen öğrencilerin karşısında yine malum KRAL vardı. Yapılan basın açıklamasından ve gözaltında öldürülen Süleyman Yeter’ in eşi Ayşe Yumli Yeter’ in konuşmasından sonra resim yapmak isteyen öğrencilere saldıran polis 15 öğrenciyi ve Ayşe Yumli Yeter’i gözaltına aldı.
“Suç Ortağı Olmayacağız” pankartı ile faşizmin ve şovenizmin sandığına oy atmayacaklarını söyleyen öğrencilere polisin tavrı alışılan gibiydi. Çünkü bu ülkede suç ortağı olmamak suçların en büyüğüydü.
KRAL ÇIPLAK kampanyası çerçevesinde yapılan bir diğer etkinlikte referandumdu. “Sandığı Sandık Sandık... Sandık Değil Miğfermiş” diyerek okullarında kendi sandıklarını kuran öğrenciler kendi seçimlerini yaptılar. İstanbul’daki üniversitelerde yapılan toplam 900 anket çalışmasından çıkan sonuç ise, kralın çıplak olduğu gerçeğiydi.
MMO ÖĞRENCİ KURULTAYI YAPILDI
Makine Mühendisleri Odası’nın Öğrenci Üye Kurultayı 8 Mayıs 1999 tarihinde Ankara TÜBİTAK toplantı salonunda yapıldı. Endüstri, İşletme, Uçak-Uzay ve Makine Mühendisliği öğrencilerinin “Nasıl Bir Üniversite, Nasıl Bir Mühendislik Eğitimi, Odanın mesleki ve toplumsal hayattaki yeri” başlıklarını tartıştıkları kurultayın 20 Mart 1999’da yapılması planlanıyordu. Ancak seçim nedeniyle ülkenin içinde bulunduğu hassas durumu(!) ve YÖK’ün üniversitedeki olaylar üzerine “izin verilmemesi” yönünde yolunda görüş bildirmesi gerekçesiyle kurultayın tarihi İçişleri Bakanlığı’nca ertelenmişti. 8 Mayısta yapılan kurultaya İstanbul, Ankara, Bursa, İzmit, Eskişehir, Diyarbakır, Adana, Balıkesir, Edirne, Kırklareli, Mersin, Denizli ve Trabzon illerinden üniversiteli öğrenciler katıldı.
Kurultayın ilk bölümünde “Nasıl Bir Üniversite İstiyoruz?” başlıklı tartışmada, daha önce okullarda tartışmalar ile oluşan taslak, büyük ölçüde kabul gördü. Demokratik üniversite programına dair talepler, Trabzon’dan gelen katılımcılar dışında tüm delegelerce kabul edildi. Diyarbakır’dan gelen heyetin “Savaş Koşullarında Eğitim” başlıklı sunumu, dinleyicilerin yoğun alkışları ile karşılandı. Bu sunum üzerine divana bir mesaj gönderen Trabzon heyetinin, Diyarbakır heyetinin sunumunu “Ülkemizde bizim bildiğimiz bir savaş yoktur, terör ve terörle mücadele sorunu vardır.” diyerek cevaplaması, salonda protestolara neden oldu. Trabzon heyetinin demokratik üniversiteye dair talepleri içeren sonuç bölümüne dair olumsuz tavrı üzerine İstanbul heyetinden söz alan bir delege, Kurultay Taslak Metini’nden Makine Mühendisleri Odası’nın çalışmalarına dair “Oda çalışmalarını halktan, emekten demokrasiden yana yurtsever ve anti-emperyalist anlayışla yürüten” cümlesini göstererek Trabzon heyetinden faşist düşüncelerini yaymak için bu kurultaya gelenlerin, bu demokratik kitle örgütü çatısından faydalanamayacaklarını söyledi ve salonu terk etmelerini istedi.
“Nasıl Bir Mühendislik Eğitimi” tartışmalarında yine Trabzon hariç tüm illerden heyetler, taslağın, ‘sermaye için değil, halk için mühendislik eğitimi’ merkezli tartışmaları doğrultusunda görüş bildiren İstanbul heyetinden bir konuşmacı, bilginin metalaşması, yeni gelişmeler ile ilgili bir konuşma yaptı ve eğitimde özelleştirme sürecinin bilginin metalaşması sürecinin bir parçası olduğunu vurguladı. Bu tartışmalardan sonra Trabzon heyeti, salonu terk etti. Kurultay, son gündem maddesi tartışmalarından sonra tüm heyetin katıldığı bir şenlikle son buldu. Kurultayın sonunda tüm heyetler, bir sene sonraki kurultayı daha geniş bir öğrenci kitlesine yayma sözü ile ayrıldılar.
FAŞİZMİN SEÇİM BAŞARISI
Sosyalist İktidar Partisi’nin 17 Nisan günü Ümraniye’de yapılan seçim mitinginden sonra, MHP’lilerin ve polisin parti konvoyuna saldırması sonucu tekstil işçisi Hüseyin Duman öldürüldü. Yakın mesafeden ateş açılarak öldürüldüğü belirlenen Duman’ın cenazesi, 19 Nisan’da Yenibosna’da yapıldı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin önünde başlayan törende polisin ve özel timin yoğunluğu dikkat çekti. Adli Tıp’tan Yenibosna Cemevi’ne giden 2500 kişilik topluluk, “Katil polis, katil MHP”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarını attı.
Hüseyin Duman, 21 Nisan günü İ.Ü. Merkez Kampüs’te yapılan, yaklaşık 100 öğrencinin katıldığı bir forumla anıldı.
Yine 21 Nisan günü SİP tarafından yapılan açıklamada, Duman’ın katilinin, bir MHP yöneticisi olduğu ve polis tarafından korunduğu belirtildi.
İTÜ’DE ŞENLİK VAR
13. Geleneksel İTÜ Şenliği, Maçka, Taşkışla, Gümüşsuyu, Maslak Kampüslerindeki öğrencilerin ve kulüplerin katılımıyla 7-14 Mayıs tarihleri arasında İTÜ Maslak Kampüsü’nde, İTÜ Öğrencileri imzasıyla yapıldı. İTÜ’ de özelleştirme ve sosyal olanakları kısıtlama projesinin adı olan Atılım 2001 projesine karşı bütünlüklü bir karşı duruşla örgütlenen şenliğin sloganı “Üniversiteler Bizimdir” oldu. İTÜ genelinde öğrencilerin katılımıyla düzenlenen toplantılarda 7-14 Mayıs tarihleriyle ilgili her öneri ortak bir üretimle değerlendirilip hayata geçirildi.
Tüm İstanbul’ dan üniversite öğrencilerinin katılımıyla 7 Mayıs açılış, 14 Mayıs kapanış konserleri düzenlendi. Amatör müzik grupları, rock grupları ve ülke çapında tanınmış grup ve sanatçıların verdiği konserlere 1500-2000 kişi katıldı. Şenlikte “Üniversiteler Bizimdir Bizimle Özgürleşecek” , “Yaşasın Halkların Kardeşliği” , “Faşizme Karşı Omuz Omuza” gibi tüm öğrenci muhalefetine mal olmuş sloganlar atıldı. Ayrıca konser alanında İTÜ öğrencileri imzalı “ Zamanı Özgürce Yaşamaya” , “Parasız, Polissiz, Bilimsel, Anadilde, Demokratik Eğitim İstiyoruz” , “Tutsak Öğrencilere Özgürlük” , “Yetki ve Karar Hakkı İstiyoruz” pankartları açıldı.
Bu sene dördüncü defa kurulan çadır kampı, yine İTÜ Rektörü iken sivil faşistler tarafından öldürülen Ord. Prof. Bedri Karafakioğlu’na atfedildi. Şenlik boyunca tüm etkinlikler yine kamp alanında gerçekleştirildi. Gerçek bir üniversiteli kimliğiyle, yaşadığımız dünyaya, ülkeye ve yaşam alanı olan üniversiteye dair belirli konu başlıkları altında yetkin kişilerin katılımıyla tartışmalar düzenlendi. Gündüz etkinliklerinde öğrencilerin geniş katılımıyla “ Nasıl bir üniversite, Nasıl bir mühendislik eğitimi”, “Kosova ve son gelişmeler” , “Milliyetçilik ve barış politikaları” , “Uluslararası yatırım anlaşmaları, MAI” panelleri yapıldı. Akşamları kampta davetli konuklarla birlikte ateş başı söyleşileri yapıldı. (“ Anadolu insanı ve tarihi” , “Şiir”, “ Dil ve kültür asimilasyonu “, “ Sinema ve toplum “, “Popüler kültür” , “ Kadın sorunu”) Ayrıca şenlik kapsamında film gösterimleri, düşünce özgürlüğü konulu bir karikatür sergisi, kitap sergisi, piknik yapıldı.
Şenlik organizasyonu yapılırken özellikle halkların kardeşliği olgusunun işlenmesinden dolayı rektörlük, bürokratik sebepleri bahane ederek şenliği engellemeye çalıştı.
***
Öğrenci hareketi saflarındaki nicel ve nitel gerileme düzenlenen şenlikte kendini göstermiştir. Özellikle Öğrenci Meclisi Kulübü’nün “13. Geleneksel İTÜ Şenliği(!)”ni kendi imzasıyla örgütlemesi ve rektörlüğün verdiği olanaklardan daha fazla yararlanmak için gösterdiği politik esneklik, rektörlüğün kendi istediği tarzda bir şenliği tekrar yaratma amacına hizmet etmiştir.
Gruplara bütünsel bir şenlik örgütlenmesi konusunda güvenmediğini belirten bu arkadaşlar, acaba ayrı örgütledikleri şenliğin tamamen bir grubun şenliği haline dönüştüğünün farkında değiller mi?
Alternatif bir kültürü ve yaşam tarzını tüm öğrencilere sergilemek amacıyla kurulan çadır kampı yine birçok eksikliği içinde barındırarak tam bir kollektif yaşam, iş bölümü oluşturmaktan yoksundu. Dar bir insan grubu üzerinden yürüyen pratik işler, sonuçta büyük çoğunluğun kampı bir tatil mekanı gibi kullanmasına yol açtı.
İnisiyatif dışı atılan sloganlar, sadece kendi grubunun kullanımına açık yiyecek, giyecek ve çadırlar bu şenlikte de gençlik mücadelesi saflarında demokratik bir üniversite yaratmak yolunda kitle çalışmasının hala bazı gruplar tarafından yanlış algılandığının ve yaratılan birlikteliklerin ilkelerine ne kadar riayet edildiğinin göstergesi oldu ve bu sorunların çözümü de başka bir şenliğe kaldı.
Dostları ilə paylaş: |