İTÜ MAÇKA: İSYANA DEVAM
Toplumsal muhalefet ve öğrenci hareketi açısından yoğun gündemlerle dolu Mart ayında sokağı seçen, meydanları özgürleştiren Maçka Öğrenci Cephesi, bu yoğun ayın son gündemi olan 21 Mart’ta Maçka’ya isyanını sarı, kırmızı, yeşil renkli afişleriyle taşıdı. Ne var ki insana düşman faşizmin halklara ve hakların simgesi olan renklerine dahi tahammülü yok. Afişimiz, bir öğrencinin şikayetiyle bölüm başkanı tarafından indirildi. Bir sene boyunca Maçka Öğrenci Cephesi’nin yaktığı isyan ateşiyle hareketlenen, yaratığımız geniş hareket alanının bir yerlerinde kendini ifade edecek bir şeyler bulan Maçka’lı arkadaşlarımızla renklerin biraradalığına dahi tahammülü olmayan zihniyete karşı afişin geri alınması için bir eylem örgütledik. Afişi yönetime bildiren öğrenci fakültenin içinde “tüm Türkiye halklarından” özür diledi ve bunun ardından 75 kişilik toplulukla yönetim katına çıkıldı. Görüşmeyi dahi kabul etmeyen yönetimin tavrı sonucu aynı renklerle, aynı afişi asmak üzere okuldan ayrıldık. Bu arada polisle işbirliği konusunda uzman olan yabancı diller bölüm başkanı Selime Sezgin 3 öğrencinin okul çıkışında gözaltına alınmasına bizzat polisi çağırıp öğrencileri hedef göstererek sebep oldu. Ertesi gün İşletme ve Hazırlık öğrencileri olarak 100 kişi yönetim katında arkadaşlarımızdan haber alıncaya dek oturma eylemi yaptık. Arkadaşlarımızın serbest bırakılması üzerine eylem bitirildi. 1 sene boyunca harekete geçirmeye çalıştığımız hazırlık bölümü öğrencilerinin bu eylemlerde kendilerini özne olarak görmeleri, bizim açımızdan önemli bir kazanımdı.
6 Mayıs’ta Denizler’e olan devrim sözümüz, sloganlarımızla, marşlarımızla Maçka’da düzenlediğimiz anmayla 100 kişilik bir topluluğun ağzğndan bir kez daha tekrarlandı.
Ve yaşam bize aldırmadan akıp gidemedi Maçka’da! Paylaştığımız isyandı, bu yüzden biz çoğaldık, bu yüzden isyanımız çoğaldı.
Ve şunu söyleyerek bitiriyoruz bir dönemi: Verdiğimiz nefes, isyanın nefesiydi bir dönem ve bu uzun tatilde soluyacağımız hava bu nefesle dolu olacak.
HACETTEPE’DE FAŞİST SALDIRI
18 Nisan seçimleri sonrasında MHP’nin %18’e varan oyları gerici-faşist kesimleri cesaretlendirdi. İlk patlamasıysa üniversitelerdeki muhalif öğrencilere satırlı bıçaklı saldırılar oldu. Bu sahneyi gerek Bahçelievler’de 7 TİP’li öğrencinin katledilmesiyle gerekse Bolu’da bir üniversite öğrencisi olan Kenan Mak’ın öldürülmesiyle görmüştük. Anlaşılıyor ki MHP’nin değişimi sadece ambalajda, içindekiler bölümüyse hep aynı. Bunun en yakın örneğiyse 26 Nisan ’99 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Adalet Meslek Yüksek Okulu’nda kendini gösterdi. Eli bıçaklı faşistlerin polisi ve okul yönetimini de arkalarına alarak muhalif öğrencilere saldırması bu sahnelerin üniversitelerde daha bir çok kez yineleneceğini gösteriyordu. Peki bu saldırganların bu kadar cesur olmasının sebebi neydi? Bir öğrenciyi komaya sokacak, dört öğrenciyi de çeşitli yerlerinden yaralayacak cesareti nereden alıyorlardı. Bunun cevabı katliamlarının sistem tarafından meşrulaştırılmasıdır. Olay o kadar ileriye gitti ki hastanedeki arkadaşlarını ziyarete gidenler bile polis-faşist işbirliği ile dövülebiliyordu. Eli bıçaklı faşistler her zaman olduğu gibi, polis tarafından ifadeleri bile alınmadan serbest bırakıldı, muhalif öğrencilere faşist saldırı yetmiyormuş gibi bir de okul idaresi soruşturma açarak yine faşistleri haklı çıkarmaya çalıştılar. Faşizmin değiştiğini iddia edenler olsa da bu saldırılar faşizmin hiç bir zaman değişmeyeceğini kanıtlıyor. H.Ü AMYO bunun seçimlerden sonra ilk örneği. Faşizmin daima kılık değiştirerek bulunacağına inanan ve bunun bilincinde olan üniversitedeki muhalif öğrenciler tıpkı AMYO’daki gibi üniversitelerde gerici-faşist zihniyetin barınmasına asla izin vermeyecek. Bizler AMYO’da “Faşizme Karşı Omuz Omuza’’ ve “Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız’’ şiarını yükselttikçe yaşam alanlarımızdan biri olan üniversitelerimizde gerici-faşistler de asla olmayacak.
ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ’NDE FAŞİST SALDIRI
U.Ü. AOS kampüsünde Nisan ayının son haftası bir faşistin kantine girip, devrimci-demokrat öğrencilere küfürler etmesi sonucu, devrimci öğrenciler tarafından cezalandırıldı. Bunu bahane eden faşist çeteler ertesi gün ülkü ocaklarında toplanarak, 50 kişilik bir grupla fakültemize girmeye çalıştılar. Yolda gördükleri birkaç arkadaşımıza saldırıp ağır şekilde yaraladılar. Bunun üzerine 100 kişilik bir öğrenci topluluğunu karşılarında görünce kaçtılar. Olaya mahalle halkı da destek vererek faşizme karşı mücadelede yalnız olmadığımızı gösterdiler. Bu faşist abluka dağıtılacak. Faşizme karşı omuz omuza!
‘’KUŞLAR KAFES ARIYOR”
Karşı koyuşta düşlere, umuda, inada, çok iş düşüyor. Ülkemizin aydınlık yüzü umutlarımız...düşlerimiz. Yolunu her daim bulup, ama mutlaka bulup yerleştirmek için dağların, kentlerin kalbine direnişi, umudu; ‘insan’ dedik, ‘özgürlük’ dedik, ‘barış’ dedik. Beytepe Öğrenci Cephesi, ‘halksız demokrasi’nin seçim sandığına konulduğu günlerde ironi ve metaforlarla yüklü bir kampanya yürütmeye çalıştı: KAFESLER KUŞ ARIYOR! Yazılamalar ve ardından afişlemelerle başlatılan kampanya öğrencilerin kafasında ilginç çağrışımlar uyandırdı. Ülkede ve üniversitede 19 Nisan sabahı oluşacak havanın tasvir edilmeye çalışıldığı kampanyada “insan, emek, özgürlük, ülkede ve üniversitede demokrasi” diyenlerin geleceklerine sahip çıkacakları, örgütlülüklerini yaratması gerekliliği vurgulandı. Seçimler sonrasında ise ‘Emek ve Halklar kardeştir.Tarihin kafes kırıcıları, 1 Mayıs’ta Ankara ‘ minvalinde ırkçılık, faşizm karşıtlığında 1 Mayıs’a evrilen kampanya, alanda karşılığını da buldu. Tarihin kafes kırıcıları, özgürlük sevdalıları 1 Mayıs’a ‘ÜLKEMİZİ VE ÜNİVERSİTELERİMİZİ SATTIRMAYACAĞIZ’ Beytepe Öğrenci Cephesi pankartıyla Koordinasyon kortejinde yerini aldı. Tekrar gördük ki, demokratik öğrenci hareketinin eyleminin ve örgütlenmesinin sürekliliğinin sağlanabilmesinin meşru-militan ve bağımsız bir hattın gerekliliğini çok yakıcı bir şekilde tüm üniversitelerde hissettiriyor.
IŞIKLARI YOLUMUZU AYDINLATIYOR
Tarih kanla yazılmıştı 30 Mart 1972’de Kızıldere’de. “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyerek haykıran yüreklerin kararlılığı; bir yenilginin değil, Türkiye devrimci hareketlerinin yolunu aydınlatan bir ışığın, tarih sayfalarındaki onurlu yerini alışıydı. O gün Kızıldere’de savaşan bir avuç devrimci Türkiye halklarının kurtuluşu mücadelesinde, bu mücadelenin geleceğine dair bir şeyler anlatmıştı hepimize.
Bu onurlu günü anmak amacıyla 6 Nisan Salı günü, İ.Ü. Merkez Kampüs’te İstanbul üniversitelerindeki DEVRİMCİ GENÇLİK çiler biraraya gelerek, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önündeki forum alanında 30 Mart anması yaptılar. “Kızıldere son değil, savaş sürüyor” pankartı açılarak, devrim şehitleri için saygı duruşuyla başlayan anmada “Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş”, “Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor” sloganlarından sonra Kızıldere katliamıyla ilgili konuşmalar yapıldı ve şiir okundu. “Gündoğdu” ve “Dev-Genç” marşlarını söyleyen topluluk sloganlar attıktan sonra dağıldı.
1 MAYIS TESLİM OLMAYACAK
Tüm emekçilerin, ezilenlerin, birlik ve mücadele günüdür 1 Mayıs. Ancak bu söylemden emekçilerin ve ezilenlerin sadece 1 Mayıslar’da birleşebileceği ve ortak mücadele zeminleri yaratabileceği gibi bir anlam çıkarmak yanlış olur. 1 Mayıs tarihi anlamından dolayı, emekçilerin mücadelesinde özel bir gündemdir. Bütünlüklü bir mücadele programı içerisinde, ülke genelinde yaşananlara, varolan politik gelişmelere, emekçilerin, ezilenlerin cephesinden, alanlarda yükseltilecek bir cevabın, bir karşı duruşun günüdür. 1 Mayıs’ı bu anlamda değerlendirmek ve 1 Mayıs’a bütünlüklü bir mücadele programı içerisinde bakabilmek, bu günü daha anlamlı kılabilmek için önemlidir.
Ülkemizde yıllardır yaşanan 1 Mayıs pratiklerine baktığımızda; gerek yasaklı, gerekse izinli olduğu zamanlarda bu günün gerçek anlam ve önemine uygun bir şekilde, 1 Mayıs’ı emekçilerin ve ezilenlerin mücadele günü olarak alanlara taşıyabilecek bir deneyim uzun süredir yaşanamadı.
Bu olumsuzluğun nedenlerine bakarsak, emek örgütlerinin, demokrasi güçlerinin ve devrimci örgütlerin öznel tavırlarından, ülkede yaşanan dağınıklığa kadar pek çok neden sayılabilir. Devletin yıllardır sürdürdüğü baskı ve sindirme politikaları, sermayenin sınıf bilinci ve dayanışmasını yok etmeye yönelik geliştirdiği yeni stratejiler ve geleneksel emek örgütlerinin bu saldırılar karşısındaki acizliği ve tüm sınıfı kapsayabilecek, bütünlüklü bir emek mücadelesine kanalize edebilecek örgütlenmeler yaratamaması, işçilerinden kent yoksullarına kadar, ezilenlerin 1 Mayıs gibi bir gündeme dahi sahip çıkmamalarına ve mücadeleye olan inançlarını yitirmelerine neden olmaktadır.
Geleneksel sendikal yapıların içerisindeki yasalcı görüşün; sistemle hiçbir şekilde çatışmayı göze alamayan, ülke gündemine emekçilerin cephesinden, devrimci müdahalelerde bulunamayan söylemlerle 1 Mayıs örgütlemeye çalışmaları gerek niceliksel gerek niteliksel olarak, olumsuz yönde alana yansıdı.
Son birkaç yıldır klasikleşmiş bir görüntü olan “devrimci” 1 Mayıs, reformist 1 Mayıs görüntüsünün bu sene yaşanmaması da farklı bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Acaba reformistler “devrimci”leşti mi? Şimdiye kadar, kendi güçleri ölçüsünde “devrimci” 1 Mayıs’larını kutlayan geleneksel sol örgütlerin, sendikaların biraz geç kalmış bir şekilde başlayan 1 Mayıs tartışmalarına eklenmeleri, klasik eylem tarzlarından vazgeçerek onların yanında yer almaları biraz da olsa ortaklaştırılmış bir 1 Mayıs görüntüsü yarattı. Fakat dışarıdan bakan birisinin gözünde oluşan bu görüntü aslında bir “günah keçisi” aramaktan başka birşey değildi. Geleneksel sol örgütlerin, yapılan eylemlerdeki başarıları kendilerine, geri eğilimleri sendikalara ve yasal partilere ait görüntülermiş gibi sunmaları hemen her 1 Mayıs’ta alışılmış bir tarz olarak kendini göstermiştir. Bu 1 Mayıs’ın da farklı görüntüler oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Toplumsal muhalefetin gerilemeye başladığı dönemlerde, mücadelenin taleplerine ve ilkelerine dair bir uzlaşmadan uzak, samimiyetsiz ve kendi grup çıkarlarının ötesini göremeyen tarzlarla yürütülen birlik tartışmaları bu seneki 1 Mayıs’ın da kaderini belirledi. 28 Şubat süreciyle başlayıp 18 Nisan seçimlerinde açık bir şekilde kendisini gösteren ırkçı, faşist, özelleştirmeci dalga karşısında emeğin, özgürlüğün, eşitliğin, barışın cephesinden birşeyler söyleyebilmekten çok uzak olan bu seneki 1 Mayıs görüntüleri, bu dalganın karşısında durabilecek muhalif bir cephenin eksikliğini ve ihtiyacını gözler önüne serdi. Fakat alandaki ilkesiz ve taleplerde uzlaşmadan uzak olan birlik; emekçilerin, ezilenlerin cephesinden, ırkçılık ve özelleştirmelerle dolu olan politik atmosfere dair bir mücadelenin görüntüsü değildi.
Alanda bulunan üniversite öğrencilerinin dağınıklığı ise öğrenci örgütlerinin üniversiter örgütlenmeye dair yanlış tutumlarının sonucuydu. Birkaç öğrenci örgütlülüğünün kendi gruplarının pankartıyla gelmeleri, çoğunun hiç pankart açmayarak değişik yerlerde bulunmaları öğrenciler açısından olumsuz bir durumun göstergesiydi. Öğrenci örgütlülüklerinin bir sene boyunca sürdürdükleri politik çalışmalarının sonucunun kısmen bir göstergesi sayılabilecek olan 1 Mayıs’taki bu olumsuz görüntü, üniversitelerdeki hatalı ve eksik örgütlenmelerin bir ifadesiydi.
Sonuç olarak Türkiye’de solun ve toplumsal muhalefetin özetini görüntüleyen bir 1 Mayıs yaşadık. Toplumsal muhalefetin bu olumsuzluklarından dolayı, devlet geleneksel muhalefet günlerindeki birliği kırmada bir adım daha attı ve İstanbul’daki 15 bin kişilik 1 Mayıs görüntüsünün, toplumsal muhalefet güçlerinin kafasında bir soruyu gündeme getirmiş olması gerekiyor. “Acaba daha fazla dibe vurabilir miyiz?”
ANKARA’DA 1 MAYIS
1896 Şikago işçisinin direnişinden günümüz sınıflar mücadelesinin tüm keskinliğini resmeder mayısın ilk günü. Baskı, yağma, işten çıkarma, işkence, toplu katliamlar, darbe, provakasyon sıraya girer; ekmek kokan grevin, inatçı türkülerin, sokaklarda isyanın, kardeşçe yaşayan halkların, onurlu kalemlerin, ve insanca bir yaşamın önüne barikat kurar. Türkiye işçi sınıfı, yoksul halkı, ezilen kürtleri, toplumsal muhalefet güçleri; savaş rejiminin saldırı programını toplumsallaştırdığı, savaş siyasetinin kesintisiz sürdürüldüğü, Öcalan operasyonuna bağlı olarak ırkçı bir atmosferin yaratıldğı, halkların birbirine kışkırtıldığı bir karanlık tünelden ellerini bırakmış, birbirini bulamayan, korku ve geri çekilme duygusuyla girdi 1 Mayıs alanına ....
1 Mayıs; Ortadoğunun yeniden paylaşımında yaratılan Öcalan krizine yaslanmış ırkçı, savaşçı politikaların, onun arkasına gizlenmiş IMF patentli bir yağma programının ve hemen 19 Nisan’da göstere göstere bir araya getirilen tarihin en gerici, ırkçı,savaşçı bir 28 Şubat meclisinin gölgesinde yaşandı. 1 mayısın barış, emek, özgürlük kampı yine parçalı ve dağınık, kitle gücünü bir ölçüde yitirmiş, hazırlıksız, tartışmaları zayıf, yaşanan son sürecin tüm olumsuz sonuçlarından nasibini almış bir krizin içinden katıldı sınıfın “birlik, mücadele, dayanışma” gününe....
Ankara muhalefeti Türkİş’e bağlı sendikaların, KESK’in, DİSK’in çağrısıyla ortak 1 Mayıs tartışmalarını yürüttü. 1 Mayıs mücadele geleneği içinde inisiyatif sahibi her örgütün katıldığı toplantılarda “süreç ne olursa olsun 1 Mayıs 99’da alanlarda kutlanacaktır” söz birliğine varıldı. Fazlaca bir içerik tartışması yapılmadan Ankara’da 1 Mayıs hukuna da güvenilerek güvenlik, afiş, bildiri, basın açıklaması,radyo programları, izin vb gibi teknik, fiziki koşullar konuşuldu. Çağrı yapan sendikalar TMMOB ve Halkevleri toplantıda çogunluğun iradesiyle yürütmeye seçildi ve 5 örgütün oluşturduğu 1 Mayıs tertip komitesi çalışmaları yürüttü.Yapılan toplantılarda eksiklikler giderilirken, yaşanan en ciddi eksikliğin demokrasi platformu (ADP) olduğu dile getirildi. Ankara demokrasi ve emek güçleri bu eksikle 1 Mayısa girdiler....
Ankara vilayeti, polisi, ülkede estirilen bu baskıcı rüzgarı da arkasına alarak 1 Mayıs’ı ölü doğurtmaya çalıştı. Dar sendikal bir bayram etkinliğine sıkıştıran Emniyet, ilk girişimi olumsuz yanıtladı. medyanın görüntüleri, manşetleri, egemen söylemle ”hassas bir dönemden geçiyoruz” vurguları “izin verilmeyecek” propagandasının yapılması, emek örgütleri ile devrimcilerin arasındaki barikatın sağlamlaştırılması, Öcalan davasının 1 Mayısın hemen önünüdeki bir takvimde görülmesi, pazarlıksız Tandoğan Meydanı’nın dışında başka alanın önerilmemesi egemenlerin Ankara 1 Mayıs’ına bakışını özetler gelişmelerdi.
1 Mayıs Tandoğan alanında, Türkiye muhalefetinin görüntüsünü yakaladık. Geçen yıldan çok daha az bir kitlenin katılması ciddi bir erimenin göstergesi oldu. Kitlenin kortejlere dagılımı, kortejlerin ağırlığı ve pankartların arkasını dolduranların kategorik farlılığı dikkat çekiyordu. Emek örgütlerinin alana katılımı dibe vurmuştu. Emek hareketinin, işçi sınıfının yaşadığı kriz Tandoğan’da kendisini hissettirdi. Siyasi Partiler, 1 MAYIS’IN en kalabalık kortejlerini oluşturdular. HADEP’te ise her zaman görmeye alışık olduğumuz kadınlı çocuklu her yaştan kişilerin geldiği bir kortej yerine daha çok gençlerin oluşturduğu bir kitle göze çarptı. ÖDP, EMEP, SİP, DBP dışında bir de genel merkez kararı ile 250 kişilik CHP kitlesi alanda yer almıştı. Birliklerin, derneklerin, vakıfların da içinde olduğu demokratik kitle örgütleri içerisinde Halkevleri korteji en ağırlıklı korteje sahipti. Dergi pankartları ile alana çıkan sosyalistlerde de benzer kriz kendisini hissettirdi.
1 Mayıs’ın doğal bileşenleri olan öğrenci muhalefeti, pankart sayısının korunduğu buna rağmen kitlenin eridiği gerçeği ile karşılaştı. Geçliğin bir bölümü ise siyasal partiler ve dergi pankartlarını tercih etti. Her üniversiteden üçer beşer pankartın çıktığı öğrenciler korteji 1000-1100 kişilik bir kitleyi alana taşıdı. Kortejin önünü 400-500 kişilik coşkulu ve kitlesel bir katılımla Ankara Üniversiteleri Öğrenci Koordinasyonu oluşturdu. BARIŞ-ÖZGÜRLÜK-KARDEŞLİK, İSYAN KAZANACAK... pankartı arkasında Beytepe, Cebeci, HÜ AMYO, Merkez Kampüsü ve Gazi Üniversitesi cephe çalışmalarının yansıtıldığı birim pankartları vardı. Geçen yıllara oranla üniversiter muhalefete yönelik ilgisizlik muhalif öğrencilerin parti, örgüt pankartlarına yönelimi bugün her zamankinden daha fazla gençlik mücadelesinin önemini ve zorunluluğunu göstermiş oldu. Üniversitelerde etkin ve sahici bir muhalefet örmenin gerekliliği, geçliğin bağımsız politikasının oluşturulması, cephe mantığının kabul görmesi, kitle muhalefetinin ve onun demokratik, bagımsız, militan, kitlesel, meşru örgütünün üniversitede etkin bir çalışma tarzı olmasının önemi düzleminde öğrenci koordinasyonunun yürüyüş kolu; bu süreçte hem ideolojik-politik ısrarlı tutarlılığını hem de önümüzdeki dönem için umut verici bir başlangıç noktasını göstermiştir.
1 Mayıs eylemi önümüzdeki süreçte izlenecek devrimci hattın nasıl olması gerektiğine dair önemli ip uçları vermiştir. Sınıflar mücadelesinin güncel çatışmasını kavrayacak, muhalefet sahalarında dipten sahici bir çalışma biçimini başlatacak, toplumsal muhalefet güçlerinin birleşik eylemini ve zeminini oluşturacak bir gerekliliktir ihtiyaç duyulan.
Savaşa karşı barışın, ırkçılığa karşı kardeşliğin, birlik, mücadele ve dayanışmasına bu gün daha fazla ihtiyacımız var, çünkü teslim olmayacağız...
TÜRKİYE’DE 1 MAYIS
1 Mayıs, mitingleri, tüm Türkiye’de DİSK, KESK ve demokratik kitle örgütlerinin inisiyatifinde gerçekleştirildi.
Trakya Sendikalar Platformu’nun Lüleburgaz’da yaptığı eylem, daha önce yapılan başvuruda polisin izin vermemesine rağmen gerçekleşti. 1500 kişinin katıldığı eylemin sonunda Atatürk Anıtı’na çelenk konulacağı açıklanınca yolun üzerine barikat kuran polis, bir süre sonra barikatı açmak zorunda kaldı.
İskenderun’da DİSK, KESK, Halkevleri ve siyasi partiler tarafından düzenlenen yürüyüş, Atatürk Anıtı’nın önünde son buldu.
Malatya’da KESK tarafından düzenlenen eylem, Malatya Lisesi Meydanı’nda yaklaşık 500 kişiyle yapıldı.
Trabzon’da ise Cumhuriyet Caddesi’nde başlayan yürüyüş, Atatürk Anıtı’nda yapılan mitingle son buldu.
Muğla’da kutlamalar, Türk-İş’e bağlı Belediye-İş Sendikası’nın organizasyonunda gerçekleşti.
Adıyaman’da izin verilmeyen eylemi gerçekleştirmek isteyen eylemcilerden yaklaşık 60 kişi gözaltına alındı. Mitinge gitmek üzere yola çıkan bir çok kişi durdurularak geri gönderildi.
Bursa’da Sendikalar Platformu tarafından düzenlenen eylem, Kemal Bengü Bulvarı’nda başladı. Yaklaşık 2500 kişinin katıldığı yürüyüşten sonra Osmangazi Meydanı’da yapılan mitinge siyasi partiler de katıldı.
Adana’da DİSK ve KESK’in düzenlediği eyleme İHD, Demokrasi Platformu, Halkevleri, TMMOB ve siyasi partiler katıldılar. Alana çıkmayacağını açıklayan Türk-İş’e bağlı sendikalardan TÜMTİS ve TekGıda İş şubeleri mitinge katıldılar. Uğur Mumcu Alanı’nda toplanan eylemcilere seslenen KESK temsilcisi, çetelerle mücadele ve düşünce özgürlüğü mücadelesinin ertelenmemesi gerektiğine dikkat çekti. Mitingin sonunda Grup Yarın bir müzik dinletisi verdi.
Mersin’de DİSK, KESK ve Türk-İş tarafından düzenlenen eylem Cumhuriyet Alanı’nda yapıldı. Silifke’de Atatürk Anıtı önüne çiçeklerle “1 Mayıs” yazılmasından sonra Silifke Meslek Yüksek Okulu alanında gerçekleştirilen mitinge Taşucu Belediye Başkanı Emin Öz ve Akdere Belediye Başkanı Yaşar Akış da katıldı. Eyleme katılan 3000 kişi, miting boyunca sık sık “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı attılar. Fakat gösterilen eksiklik nedeniyle polisin yürüyüş güzergahını değiştirmesi engellenemedi.
Gaziantep’te KESK, DİSK ve Türk-İş’e bağlı sendikalar tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasına 250 kişi katıldı. Eylemde polisin yoğunluğu dikkat çekti.
Eskişehir’de 1 Mayıs KESK’in organizasyonuyla düzenlenen mitinge işçilerin katılımının ve coşkunun düşük olması dikkat çekti. Yaklaşık 1000 kişiyle gerçekleştirilen eyleme sendikalar, halkevi ve üniversite öğrencileri katıldı.
Hopa’da Halkevleri ve Eğitim-Sen Hopa şubelerinin düzenlediği eyleme katılan 400 kişi yapılan yürüyüşten sonra Hopa Meydanı’nda toplanarak miting yaptılar.
Kayseri’de Eğitim-Sen şubesinin düzenlediği eylem 300 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Diyarbakır’da yapılacak gösteriye izin vermeyen polis, eylemin yapılacağı yer olarak duyurulan Dağkapı Meydanı’nı kuşattı. Eylem saatinden önce Enerji Yapı Yol Sen basılarak yöneticileri gözaltına alındı, saat 12.30’da ellerinde karanfille eylem alanına doğru yürüyen sendika yöneticilerinden 20 kişi gözaltına alındı.
İZMİR ÖĞRENCİ HAREKETİNDE SON DURUM
İzmir Öğrenci Hareketinde Son Durum
Ülkemiz son dönemde birkaç önemli gündemi birarada yaşadı ve bu gündemler ardı ardına bize karşı gerçekleri gerek egemenlerin, gerekse de muhalefetin safından tekrar hatırlattıl. Gazi, 16 Mart, Newroz ve seçim gündemleri sonrası sol, toplumsal muhalefet dersinden bu yılki 1 Mayıs karnesini almayı bekleyecekti. Gerçekten her biri açısından farklı tartışmalar yapmak ve tarihsel planda irdelemek önemli olsa da, bu gündemleri güncel kılacak ve birbiri içine alacak tartışma başlıkları ve buna bağlı olarak mücadele programı belirlenmeliydi. Biz bu süreçleri-tartışma düzeyinde kavramış olmak bir yana -öğrenci hareketi dinamikleri içinde pratik-politik düzeyde yeterince örgütleyemedik. Serkan Eroğlu süreciyle taşıdığımız Demoktarik Üniversite talebi, Demokratik Türkiye çalışmasıyla buluşamadı. Çünkü İzmir’de öğrenci hareketi adına muhalefet etme iddiasında olan bazı gruplar tarafından kitle çalışmasının ilkelerine ve bunu yaratacak devrimci anlayışa yabancı bir eğilimle 16 Mart ve Newroz eylemlerini darlaştırarak sekter bir eyleme dönüştürüldü. Halbuki biz 16 Mart’ı gerek Beyazıt Katliamını gerekse Halepçe Katliamını tarihten alıp bugüne taşımak ve anlamlı kılmak istemiştik. Çünkü; öğrenci hareketine saldırıların katliamlar ve provakasyonlarla sürdürüldüğü, sendikacıların işkencelerle katledildiği, Kürt Halkına her fırsatta saldırıldığı bir dönemde egemenlerin onurlu insanlarımıza ve yürüttükleri mücadeleye karşı verdiği savaşı, alışkanlıklarımızla değil, tarihsel bir hesaplaşmayı güncel tartışma düzlemlerinde aramımız ve örgütlememiz gerekliydi.
Medyanın halkları düşman etmek ve yeni kontrgerilla eylemlerine ve provakayonlarına önayak olmasıyla çığırından çıkan savaş rejiminin saldırı stratejisi karşısında güncel program ve politik hattan yoksun devrimciler paniğe kapılarak toplumsal devrim hareketinin tek dinamiğinin Kürt Sorunu sanma yanılsamasıyla faşizmin toplumsal tabanı şovenist ve kışkırtıcı söylemlerle örgütlenmesinin önüne geçmek için kitle temelinde örgütlemeyi önerdiğimiz “İnadına Halkların Kardeşliği Şenliği”ni reddettiler. 16 Mart’ta önceden yapılacağı kesinleşmiş ve çalışması başlatılmış alana taşıyarak öğrenci hareketinin yapacağı eylemin meşruluğunda eylem belirsizliği yarattılar. 16 Mart eylemini Serkan Eroğlu çalışmasıyla bütünleştirecek “16 Mart Tarih Değil Bugündür, Ama Yarın Asla” sloganıyla yapmış olduğumuz programın eylem ayağı öğrenci hareketini temsil etme iddiası kalmayan gruplar tarafından kırıldı. Slayt gösterimi, anlatı, müzik dinletisi ve bir anfi anmasıyla sınırlı kaldı. Aslında gelinen nokta, Kürt sorununda savaşa karşı barış talebinde ve şovenist kışkırtmalara karşı toplumsal mücadele temelinde örgütlenme eksikliği olan toplumsal muhalefetin durduğu yerdi. Aynı eylem 18 Mart’ta Newroz eylemi adıyla öğrenci hareketinde güncel hiçbir talebi karşılama kaygısı güdülmeden, hiçbir kitle çalışması yapılmadan ve hatta öğrenci gençliğin saldırılara karşı “Halkların Kardeşliği, Polis,Medya, MGK ablukasına hayır” diyebilme ihtimali aranmadan “feodal” ilişkileriyle yerel demokratik dinamikleri gözardı edip siyasal merkezlere adak adarcasına öncesi ve sonrasıyla Kürt sorununu da tartışmadan gerçekleştirildi. Eylem sonrasında polis kampüste terör estirdi, tüm kapılar tutuldu, kantinler basıldı. Sivil polislerin parmaklarının ucundan 60 öğrenci gözaltına alındı. 9öğrenci tutuklandı, 80 öğrenci hakkında eyleme katılma gerekçesiyle dava açıldı. DGM tarafından Öğrenciler, yasadışı örgüt propagandası yapmak, yardım ve yataklıktan yargılanmaya başladılar. Serkan Eroğlu sürecinden sonra bir türlü punduna getirip öğrenci hareketini altedemeyen polis, gerek gözaltı, tehdit ve baskılarla gerekse de idare ve ailelere gönderdiği mektuplarla psikolojik üstünlük sağladı. Ege kampüsü başta olmak üzere izmir öğrenci muhalefetinde moral bozukluğu yaşandı. 18 Mart eylemini yapanların büyük çoğunluğu okulu polisin saldırı ve provakasyonlarına açık bir konumda bırakarak kampüsü terkettiler. Okula gelmeyi tercih edenlerin herşeye rağmen okula gelmenin meşruluğunu (okula gelmek dahi meşru bir savunma haline gelmişti ne yazık ki!) Savunmaları da hiçbir şe yaramamıştı. Polise buradayız demekten öteye geçemeyen bu tavrın önündeki asıl engel, yaşadığımız sürecin politik ve ideolojik çözümlerini güncelleşterememiş dar ve geçici anlayışların hatalarıdır. Biz ise bu eylemin doğru bir anlayışla yapılmasını sağlayamadığımız gibi, eylemin sonuçlarıyla ortaya çıkan korku ve sinmeyi bertaraf edemedik. Polisin kampüste devrimci-demokrat öğrenciler üzerinde yarattığı baskıyı görmezden gelerek çalışma yapamazdık. Ancak bizzat eyleme katılanların kitle temelinde öğrenci hareketiyle bir ilişki kurmamaları ve bu oranda eylemin arkasını örgütleyememeleri, bizi de hareketsiz bıraktı. Bu sürecin kampüs üzerindeki tahribatını görmezden gelerek insanları daha geri çalışma düzlemlerine çağırmak ve sanki “Radikalizmin alternatifi pasifizmmiş”gibi davranmanın hatalı olacağının bilinciydeydik. Bu gerginlik bizi seçim döneminde pratik müdahalede bulunamayacak bir düzleme itti. Kimsenin hiçbir çalışma yapmadığı seçim süreci, kantin tartışmalarıyla ve İP’lilerin çalışmasına tavır gösterdiğimiz bir pratikle son buldu. 1 Mayıs’a hazırlanmanın bu yılki sürecin negatif bir ivmeyle bitirilmesini engelleyebileciği düşüncesiyle 1 Mayıs ve taleplerimize ilişkin tartışmalar yapıldı. “Demokratik Türkiye, Demokratik Üniversite İstiyoruz” pankartı başta olmak üzere Öğrenci Koordinasyonu ve Dernekler sırasıyla ortak kortej oluşturdu. Yaklaşık beşyüz kişinin olduğu öğrenci kortejinde Celal Bayar Üniversitesi Öğrencileri de vardı. Kortej önceden belirlenen ortak sloganları attı. “İnadına 1 Mayıs, İnadına İsyan” “ Yaşasın Halkların kardeşliği” “Bu abluka dağıtılacak” “Susma Haykır Halklar Kardeştir” “Gericiliğe, Faşizme, Emperyalizme Karşı Tek Yol Devrim” ve Türkiye devriminin önderleri çin “Mahir Hüseyin Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganları atıldı. Gerek öğrenci kortejinde, gerekse de diğer sendikaların, kitle örgütlerinin ve partilerin kortejindeki boşluklar son dönemde yanıtsız kalan saldırıların izleriydi adeta. Geçen yılki kitlenin yarısından daha az bir kitlenin katıldığını düşünürsek, kriz bahanesiyle işten atılan binlerce emekçinin neden 1 Mayıs’a gelmediğinin, sendikaların neden bu kadar kırılgan ve örgütsüz olduğunun, öğrenci hareketinin zaaf ve öngörüsüzlüklerinin özeleştirisini toplumsal muhalefetin dinamikleri adına toplumsal devrim iddiasını ve programını sürdüren devrimciler yapmak zorundadır. İzmir’de öğrenci hareketi ve toplumsal muhalefet kabuğunu kıracaktır, kırmak zorundadır. “ İnadına İsyan, İnadına Devrim” “Zaman insanlık için bir ayıraç değildir, olmamalıdır da. Devrimin ayı, günü, saati olmayacaktır. Çünkü,devrim sabırlı olduğu kadar acelecidir de. Özgürlük sonsuz kışkırtıcılıkla yaşatacaksa bizi, yani güneş gibi artık bir halk heran isyan edebilir.
Dostları ilə paylaş: |