El-MUIZZ (C.C.)
“Dilediğini dilediği şekilde aziz kılan, izzet veren.”
Cihanı bir hikmet üzere yaratan Allah, yine hikmeti icabı dilediğine izzet ve şeref verir. Dilediği kulunun başını göklere değdirir, dilediğini de bundan mahrum eder.
İzzetin zıddı zillettir ki, alçaklık manasınadır. İzzet, ulaşılması zor olan bir mertebedir. İzzet, kibirden ayrı bir şeydir. Ebu Hafs es-Sühreverdi demiştir ki:
“İzzet, kibrin dışında bir şeydir. Çünkü izzet, insanın kendi nefsinin hakikatini tanıması ve onu acele kısmetler için hakarete düşürmeyip kerim ve kıymetli tutmasıdır. Nitekim kibir insanın kendini bilmemesi ve onu kendi mevkiinin üstünde tutmasıdır. İzzetin zıddı zillet kibrin zıddı da alçak gönüllülüktür.”
İnsanı izzete, şerefe, şana ulaştıracak da Allah Teâlâ'dır, zillete düşürecek, hor ve hakîr kılacak da yine O'dur. Bunlar hep, Hâlik-ı Kerim Hazretlerinin mahlûkatı üzerindeki tasarrufları cümlesindendir.
Nihayetsiz kudret sahibi olan Allah, izzete, şerefe lâyık olan kullarını da bilir, zillete lâyık olanları da... İstediği kuluna izzet verir, onun şanını artırır, o kul da insanlar arasında vekar sahibi olur. Yüzünü kara edecek hiçbir işde ve harekette bulunmaz. Daima rabbinin emrinde, resulünün yolunda ömür nefeslerinin incilerini toplar. O'nun dünyası da, ahireti de bir çiçek bayramı haline gelir. 103
EL-MÜZİLL (CC.)104
“Dilediğini zillete düşüren, hor ve hakir eden.”
Allahü Teâlâ dilediğini aziz ve şerefli kıldığı gibi, zelil ve hakir de edebilir. Allah'ın hor ve hakir ettiğini kimse aziz kılamaz, İzzet ve şerefe ulaştırdığını da bütün âlem bir araya gelse zelîl edemez.
Aziz ve celil olan Allah, öyle bir kudrete mâliktir ki, onun vurduğu damgayı insanın yüzünden silmek imkânı ve ihtimâli yoktur. İzzet, Allah'ın kullarına verdiği bir şeref, bir irfan olduğu gibi, zillet de bir perişanlık ve mahrumiyettir.
Gönülleri dünya hırsı ile yanıp tutuşan, bütün dünyayı yutuversem diye boğuşan ve insanlık şerefini ayaklar altına alan niceleri vardır ki, bunlar zillet bataklığından kendilerini kurtaramazlar. Elleri bir hayıra uzanmaz, kimsenin yarasına merhem sürmezler, bir yetimin gözyaşını dindirmezler. Bunların bütün gayesi ve şiarı, dünyadır. Dünya gelirine sahip olmak için de her pisliğe dalıverirler. Böylece izzet ve şeref elden gider. Mahşerde de yüzleri kara olur.
Can gözüne marifet sürmesi çekilen bir müslüman dünyanın fani ve geçici nimetleri, makam ve mevkileri için ona buna boyun eğip zillet göstermez, o sadece rabbinin huzurunda eğilir. Rabbi de onu aziz kılar.
Hatırımda kaldığına göre şöyle bir hadise vardır. Muhiddin Arabî Hazretleri naklederler:
“Bağdat'ta bir camide namaz kılmıştım. Namazdan sonra müezzin:
“Ey Müslümanlar, dedi, siz nasıl insanlarsınız? Burada bir garip adam öldü, üç gündür cenazesi duruyor. Kimse sahip çıkıp da adamın cenazesini kaldırmadı. Haydi biraraya gelin de şu garibi kabre götürelim.”
Bunun üzerine üç-beş kişi toplandı, ben de aralarına karıştım ve o zavallı adamın bütün hacetlerini görüp kabre götürdük. Cenaze kabre indirildiğinde avucuma bir tutam toprak aldım, toprak elimde ona sokuldum, toprağa okuyup üfleyip adamın yüzüne gözüne saçtım ve:
“Ey garip adam, dedim, hor ve hakir oldun, zillete uğradın. Bende okunmuş 70 bin kelime-i tevhid vardı. Onu senin ruhuna bağışlıyor, sana hibe ediyorum. Haydi Allah'ın rahmeti üzerine olsun!”
Adam gözlerini açıp bana sert sert baktı da dedi ki:
“Vah sana! O'nunla olan hiç zillete düşer mi? Fakat bu konuştuğumuz söz ikimiz arasında kalsın!”
Anladım ki, o garip bildiğimiz adam bir Allah dostudur...”
İnsanlardan öyleleri vardır ki, görünüşte belki hor hakirdir, ama Allah indinde aziz ve şereflidir. Allah ile olan zillete düşmez. Yüzünü rabbinin dergâhına tutan hiçbir saadetten mahrum kalmaz. Çünkü her türlü izzet ancak Allah Teâlâ'nındır ve Allah'ın emrindedir.
Dünya ve ahirette izzet ve şeref isteyenler ona dönsün. Ve zalimlerin zilletle nasıl yere geçtiğini görsün de zalimlere meyletmesin...
Zenginler fakir, kaviler zayıf, pehlivanlar yenik, diriler ölü düşebilirler.
Asırlar geçti bitmez: Kavga, nefret, didişmek,
Tek çare biliyorum, Allah aşkında pişmek!.. 105
ES-SEMÎ' (C.C.)
“Hakkıyla işiten”
Kullarına gözler, gönüller, kulaklar bahşeden Allah her şeyi hakkıyla işitir. Hiçbir ses, hiçbir nefes ona gizli kalmaz. Denizin tâ derinliklerindeki bir mahlûkunun hacetini işittiği gibi, yüreklerimizin kıpırtılarını da işitir. Dağ, duvar, mesafe, kasa, kese, su, ateş, hiçbir şey onun işitmesine perde olamaz.
Daha evvelce de ifade ettiğimiz gibi Yunus Aleyhisselâm balığın karanlık midesinde ve deryaların dibinde rabbine iltica etti. Allahü Teâlâ da ona hemen imdat eyledi
Bir de şu var: Allah'ın birisini işitmesi, ötekilerinin sesini duymasına engel olamaz. Milyarlarca mahlûk aynı anda ona seslenseler, hepsini aynı derecede açık ve hiç eksiksiz işitir. O'nun işitmesi, bizim gibi kulak ile de değildir. Hiçbir şeye benzemez. Ona gaflet arız olmaz.
Ve Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle:
“O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür.” 106
“O'nun misli, aynısı bir şey bulunması şöyle dursun, Ona benzer bir şey bile yoktur. “Vehüve's-Semîü'I-Basîr”
Ve O, öyle Semî' öyle Basîr'dir. Yani misli olmayan işitici ve görücüdür. İşitilmeye uygun olan şeylerin bazısını değil hepsini işitir, görülenlerin ve varlıkların tamamını görür, hem insanlarda olduğu gibi dış dünyadan duygu organlarının etkilenmesi yolu ile değil, sonradan olma durumundan hayal kurma ve vehmetmekten uzak ve ezelî bir idrak ile bilerek işitir ve görür.” 107
Kulakları gözleri yaratan ve onları mülkünde tutup idare eden, elbette her şeyi kemâliyle bilir, işitir ve görür. Aciz bir karıncanın bile haline vâkıftır. Yürekteki niyetleri, kıpırdanışları, kimin ne istediğini hep bilir, kendisine yönelişleri, yapılan niyazları işitir, bütün ihtiyaçları görür ve gözetir.
Her gün beş vakit namazda ve tam kırk defa “Semiallâhü limen hamideh = Allah kendisine hamd edenin hamdini işitir.” diyoruz. Çok kere bunu gafletle tekrarlayıp duruyoruz. Allahü Teâlâ'nın işitmesi bizim işitmemize asla benzemez. Bizim bir şeyi işitmemiz için bir takım sebepler gerek. Yüce Allah'ın işitmesi ise hiçbir şarta, hiçbir kayda tâbi değildir. Bir kimse sesini yükseltse de, gizlese de fark etmez. Rabbi onu işitir ve her halini görür.
Bir lâhza şu âleme nazar kılalım: Kâinatta şu anda milyarlarca işitilecek hadiseler vuku bulmaktadır. Milyarlarca can zaman ırmağında akıp gitmektedir. Hadiselerin arkası hiç kesilmeksizin devam etmektedir. Bu hadiseler bugün de başlamış değil, ezelden ebede kadar an-bean mekiklerden çözülen iplikler gibi akıyor akıyor. İşte bunların zerresini kaçırmadan, hiç biri ötekine mani olmadan hepsini birden kemaliyle işitmek Cenâb-ı Hakk'ın şanındandır ve O Semî'dir. Eğer bir mahlûkunun sesini işitip diğerininkini işitmeyecek olsa, o zaman o Rab olmazdı.
Bütün âlem halkı O'nun kuludur, bütün canlıların rızkını O verir, bütün niyaz edenlerin duasına icabet eden O'dur. Artık O'nu bırakıp fanileri kendilerine ilâh edinenler hayatî yorgunluklarını cehennemin ateşten duvarlarına yaslanarak gidereceklerdir. Vah onlara!..
Rabbim, benim yolumu yüce dağlardan aşır.
Eğer lütfün olmazsa ayaklarım dolaşır!
Gecenin eli sende, gündüzün eli sende,
Nice gözler vardır ki, hikmetinden kamaşır!.. 108
Dostları ilə paylaş: |