EL-HALÎM (C.C.)
“Gerçek hilm sahibi.”
Hilm, hiddet ve gazabın zıddı. Yumuşak huyluluk, mücrimlerin cezasını vermeye ve hepsini kahretmeye gücü yetip dururken bunu yapmamak, suçlular hakkında yumuşak davranmak ve cezalarını hemen vermeyip tehir etmek, geriye bırakmaktır. Suçluyu cezalandırmağa güç ve kuvveti olmayan acize halım denmez. Nice acizler vardır ki eğer ellerinde bir kudret bulunsa beden üstünde baş bırakmazlar.
Yüce Allah, Halîm'dir. Ve şöyle buyurur:
“Eğer Allah, insanları, yaptıkları günahlar yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Lâkin onları belli bir müddete kadar geciktirir.” 122
Gerçek böyledir. Allahü Teâlâ, her günah işleyeni anında yakalayıp ceza verse, âlemde kimse kalmazdı. O, kullarına hilm ve keremle muamele eder. Düşmanlarının bile rızkını ayağına gönderir. Cenab-ı İbrahim'e hurma verdiği gibi, Nemrut'un sofrasından zeytini eksik etmez. Halbuki insanların yaptığı hataları, isyanları, günahları görür. Günahın üzerine bir perde çeker. O kula mühlet verir, tevbe etmesini bekler. Tevbe edenleri bağışlar, fakat günahta ve isyanda İsrar edenler de cezasız kalmaz. Bununla beraber dilerse onları da affeder.
Bir düşünelim ki bizim isyansız günümüz, dakikamız var mı? Âlem dolusu halk başını almış felâketin kucağına gidiyor, meydanlarda şeytanlar zıplıyor; kumarlar, içkiler, zinalar bir taun gibi beşeri sararken, evet, öyleyken, Yüce Yaratıcımız kullarını helak edivermiyor. O'nun bu suretle mühlet vermesi büyüklüğünün şanı olduğu gibi, kulları için de bulunmaz bir nimettir.
O halde, nimetin kadrini bilmeli, bu mübarek nimetten faydalanmalıyız. Yaptığımız yanımıza kâr kalıyor diye şımarmaktan, gurur ve kibire kapılmaktan sakınmalıyız. Allahü Teâlâ bize hilmle nasıl muamele ediyorsa, biz de onun kullarına öyle davranmak durumundayız. Vurucu, kırıcı, kavgacı insanlardan kimseye bir fayda gelmez.
İnsanlığın baharı şefkat ve merhametle tüllenecektir. Diğer çırpınışlar beyhudedir.
Evet:
Bu nasıl bir dünya ki, beşer birbirini yer,
Merhamet bilmeyene acır mı göktekiler? 123
EL-AZÎM (C.C.)
“Çok azamet sahibi.”
Bu ism-i şerîf, Allahü Teâlâ'nın azamet ve kudretini ifade ediyor. Azamet, büyüklük, ululuk demektir. Gerçek mânâda büyüklük Allah'a mahsustur. O, bir anda gökleri yere indirmek kudretine mâliktir. Yerler, gökler, güneşler, aylar, yıldızlar, denizler, ırmaklar O'nun emrine râm olmuştur ve her şey O'nun büyüklüğüne şahittir.
O, İlâh olarak tek ve benzersiz olduğu gibi, kudret ve azametiyle de tekdir. O'nun dengi ve benzeri yoktur. Büyükler de O'na muhtaçtır, küçükler de... Padişahlar O'nun kapısında gedâ olmayı devlet bilmişlerdir.
İnsanların birbiri aralarında “Şu şöyle büyük, böyle ulu, bir tane” demeleri, kendileri gibi beşer arasında büyük mânâsını taşır. Yoksa Allahü Teâlâ karşısında bir zerre bile olamaz. Meselâ: Fatih Sultan İstanbul'u fethedip çağlar açtığı için ona, en büyük padişah gözü ile bakıyoruz. İşte onun bu büyüklüğü bize göredir. İnsanlar arasında büyük demektir. Yoksa Allah'a karşı ancak aciz bir kuldur.
Alemde ardı arkası kesilmeden akıp duran hadiselere can gözü ile nazar ettiğimizde Cenâb-ı Hakk'ın kudret ve saltanatını daha güzel anlarız. Âleme çiçekler dolu bir baharı Allahü Teâlâ'dan başka kim hediye edebilir? Kayaların ciğerinden ırmakları kim çağlatabilir? Kim bir damla suya peri gibi güzellik vermeye kadirdir?
Kim, bir kabuktan ibaret olan yumurtanın içinde, kupkuru bir şeyde civcivlere hayat bahşeder? İşte bütün bunlar Yüce Allah'ın büyüklüğünün birer tecellîsidir.
Kafası olup da aklı olmayan nice insanlar vardır ki kâinatı tabiat sopası zanneder. Bir sopa bile kendiliğinden meydana gelemeyeceğine göre, bu muazzam gökler, bir ışık çağlayanı olan güneş nasıl tesadüfün eseri olur? İnsanda kafanın büyüklüğü bir şey değildir, o kafanın içinde akıl olmalıdır. Kabak da büyüktür, ama içinde beyin yoktur.
Şimdi şu mısralar yerinde olur:
O, bir şeye “Ol!” desin; herbir şey başkalaşır
Canlı cansız her varlık, O'nun mührünü taşır!
Ceylân, arı, kuş, böcek, keklik, güvercin, serçe, şahin hep O'nun çemeninde yaylamakta, insan O'nun mülkünde mekân tutmakta. Yaşayanlar, O'nun fazl u keremiyle ömür zincirini sürüklemekte. Ölenler O'nun emriyle toprağa serilmektedir. O'nun azamet ve büyüklüğünü görmek için insanın kendi yaratılışına bakması kâfi... Onu da, kendi aklını da inkâr edene ben nasıl adam derim ki?..
Ve Kur'an-ı Kerim'in şu mübarek âyeti gönüllere pırıltılı şelâleler halinde akmakta ve rabbinin kudretinden desenler sunmaktadır:
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeyleri denizde akıt(ıb taşıy)an o gemilerde, Allah'ın yukarıdan indirip onunla yeryüzünü, ölümünden sonra, dirilttiği suda, deprenen her hayvanı orada üretip yaymasında, gökle yer arasında (Hakkın emrine) boyun eğmiş rüzgârları ve bulutları evirip çevirmesinde aklı başında) olan bir kavim için nice âyetler (Allah'ın varlığına, birliğine ve kemâl kudretine delâlet eden bir çok alâmetler) vardır.” 124
Diller O'nu övmede, kullar O'nu bilmede acizdir. O, kendisini nasıl övüp sena ediyorsa öyledir. O'nun kudret ve kemâlinin eteğine hiç kimsenin eli erişemez. Akıllar ve fehimler onu kemâliyle idrak edemezler. Bana burada sadece şöyle demek düşüyor:
Bulut, yağmur, dolu, şimşek,
Kar, sana şahid Allah'ım.
Sensin Hâlık, sensin bir tek,
Har, sana şahid Allah'ım!
Melek, hurî, insan, cin hep,
Ceylân, arı, keklik, akrep,
İnkâra yok ki bir sebep,
Mâr, sana şahid Allah'ım!
Sen var ettin, çifti, teki,
İmkânsızdır, inkâr ne ki?
Yumurtanın içindeki,
Zar, sana şahid Allah'ım!
Güneş, ay, yıldız, hava, su,
Bülbül sesi, gül kokusu,
Bütün âlemler dolusu,
Nar, sana şahid Allah'ım!.. 125
Dostları ilə paylaş: |