Yeşil Alanların Korunması: İki denize ve bunları bağlayan Boğaz'a kıyısı olan coğrafi konumu ve topografyası, İstanbul' da farklı ekosistemlerin gelişmesine olanak tanımıştır. Ormanlar, fundalıklar, bataklık ve kumullar, değişik flora ve faunanın barındığı ortamlardır. Yabando-muzundan sincaba, Tekirdağ çiğdemin-
den ıhlamura uzanan bu biyolojik zenginlik, kent içi parklarda ve korularda da kendini hissettirmektedir.
Kent insanının doğadan kopmasını engelleyen, kentin nefes almasını sağlayan, yörenin yağış rejiminin düzenlenmesinde önemli rol oynayan yeşil alanların tahribi, İstanbul'da, hava kirliliği, gürültü ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi sorunları daha da ağırlaştırmaktadır.
Hızlı nüfus artışı ve yoğun göçlerin yarattığı konut talebi, 1960 ve 1970'lerde, hazine arazilerinin ve koruma statüsüne sahip alanların gecekondular tarafından işgal edilmesine yol açtı. Daha sonra, kuzeydeki ormanları güvence altına alan nâzım planın iptalinin yamsıra, üst üste gelen imar afları, ıslah imar planları, yeşil alanlarda yoğun bir yapılaşma yarattı. Bu dönemde, yeşil alanların ikinci konuta açılmasıyla, Zekeriyaköy, Uskum-ruköy, Kilyos, Şile, Sarıyer ve Polonez-köy, doğal karakterlerini yitirdiler.
6831 sayılı Orman Kanunu'nun, orman alanlarını, orman sınırı dışına çıkarmada ve özel-tüzel kişilere tahsiste getirdiği kolaylıklar, özellikle Beykoz civarındaki ormanların hızla yok olması sonucunu doğurdu; uygulamada yasal sınırlar zorlandı; örneğin Saip Molla Özel Ormanı'n-daki yasal yüzde 6 yapılaşma oram, yüzde 35'e yükseldi.
Kent içi ve kentler arası ulaşım yollarının genişletilmesi ve sürat yollarının yapımının bu akslara çektiği konut alanları, ticaret merkezleri ve endüstri tesisleri, yeşil alanların bu amaçlarla kullanımı doğrultusundaki baskıyı da artırdı. İkinci Boğaziçi köprüsü ve bağlantı yollan, orman alanlarının yok oluşunda ö-nemli rol oynadı.
1984'te çıkarılan Maden Kanunu, her tür parlatılabilir taşı maden kapsamına alırken, işletme sahasından çıkan posaların değerlendirilmesine de olanak vererek, mermer ocağı ruhsatı ile taş, kum, çakıl işletme yolunu açtı. Böylece, Orman İdaresi'nce yakın zamanda ağaçlandırılmış alanlar da dahil olmak üzere, İstanbul orman alanlarının yansını oluşturan 60.000 hektarlık bir alan, bu kapsamda verilen işletme ruhsatlarına konu oldu. Maden yasası gereğince, işletme bitiminde arazinin ormanlaştırmaya hazır olarak Orman İdaresi'ne devredilmesi zorunluluğu ise, ruhsatların 10-60 yıl süreli olması nedeniyle pratikte işlerlik kazanamadı.
Bu yolla gerçekleşen orman tahribi, Kilyos-Karaburun kıyı şeridinin Kum-burgaz-Ağaçlı bölümünde en yoğun biçimde yaşandı. İstanbul'u besleyen linyit yataklarının yer aldığı bu alan, açık işletme sonucunda tamamen çölleştirile-rek, zengin bir doğal ortam yok edildi. Her metreküp linyiti elde etmek için çıkarılan 40 m3 moloz, kıyıya boşaltıldığı için, Karadeniz sahil şeridindeki balık yuvaları da tahrip oldu ve deniz yoğun biçimde kirlendi.
Marmara Denizi'nin doğal kıyı çizgisi, yerel yönetimlerin kente yeni yeşil
Özel
yerleşmelerin
tehdidi
altındaki
Ömerli Barajı.
Bünyamin Çelebi,
1994
alanlar sağlama girişimleri ile benzer biçimde bozuldu. Yapılaşma baskısının tükettiği kent içi yeşil alanların yeniden üretilmesi, kentsel çevre için bir kazanım sayılmasına karşın, kıyı çizgisindeki bozulmanın deniz ekolojisine olası etkilerinin gözetilmemiş oluşu, bilinçli çevrelerin tepkisine yol açtı.
Kan Atıklar: İstanbul'da günde ortalama 6.000 ton evsel katı atık üretilmektedir (bak. çöp). Bunlar, kaynakta hiçbir ayrım yapılmaksızın yerel yönetimlerce toplanarak, kent çevresinde bu amaca ayrılmış alanlara dökülmekte ve a-çıkta biriktirilmektedir.
Kentteki yüzlerce sağlık kuruluşunun her tür mikroplu (enfekte) ve toksik atığı da, evsel atıklarla birlikte toplanmakta, aynı yöntemlerle aynı alanlara yığılmaktadır. Toplanması, uzaklaştırılması ve depolanması sırasında hiçbir önlem alınmayan hastane atıkları arasında, yüksek dozda radyoaktivite içeren maddeler bile bulunabilmektedir.
Endüstriyel katı atıklar da İstanbul'da, evsel atıklarla birlikte ve herhangi bir özel önlem alınmadan toplanmaktadır. Bunlar miktar olarak evsel atık toplamına eşit ise de içerdikleri tehlikeli ve zararlı öğeler nedeniyle, çok daha büyük bir risk potansiyeli taşımaktadırlar. Cıva, kurşun, kadmiyum gibi toksik özelliği herkesçe bilinen maddelerin yamsıra, çok sayıda kirletici madde barındıran endüstriyel katı atıklar için henüz hiçbir yasal tanımlama ve sınırlama getirilmemiştir.
En büyükleri, Ümraniye, Yakacık, Halkalı ve Kemerburgaz'da bulunan ve hepsi de İstanbul'un su toplama havzaları içinde kalan katı atık biriktirme alanlarında, çevresel kirlenmenin hiçbir türüne karşı herhangi bir önlem alınmış değildir. Tabanları geçirimsizleştirilmediği için, çöplerin sızıntı suları, toprağı ve su kaynaklarını kirletmektedir. Yüzey sularının çöplük alanına girmesini önleyen bir drenaj sistemi ve setleme olmayışı, sızıntı sularının debisini artırmaktadır. Çöplerin üzerlerinin açık oluşu, zararlı maddelerin kuşlar, kemirgenler ve memeliler aracılığıyla taşınmasını kolaylaştırmaktadır.
İstanbul'da çöp biriktirme alanları, yerleşim alanlarından yalıtılmış değildir. Bu konudaki yasal düzenlemelerin varlığı, soruna pratikte bir çözüm getirememektedir. Örneğin Yakacık Çöplüğü, yerleşim alanları ile iyice iç içe kalınca, İl Çevre Kurulu'nun karan ile kapatılmış, o-nun yerine devreye sokulan Aydınlı Çöp-lüğü'nün kısa sürede dolması sonucu, sorun yine çözümsüz kalmıştır. Bu iç içeliğin yarattığı tehlikelerin en somut örneği, Nisan 1993'te yaşanmış, Ümraniye Çöplüğü'nde oluşan metan gazının patlaması sonucunda gecekonduların ü-zerine yıkılan çöp dağı, 39 kişinin ölümüne yol açmıştır.
İstanbul çöpleri, biriktirme alanlarında da geri kazanımlara olanak verecek sistematik bir ayrıma sokulmamaktadır. Çöp biriktirme alanlarının yarattığı önemli ve yaygın çevre sorunlarından biri de kokudur. Bu alanların seçiminde rüzgâr yönü hesaba katılmadığı için, özellikle organik atıkların çözünmesinden kaynaklanan koku, yaz aylarında, kentin büyük bir bölümünde etkili olabilmektedir. Ayrıca kent içinde çöplerin geçici biriktirme noktalarında yakılarak imha edilmeleri, hava kirliliğini artırmakta, içerebilecekleri toksik parametreler nedeniyle, çevrede yaşayanlar, özellikle de yaşlı ve çocuklar için bir risk oluşturmaktadır.
Hava Kirliliği: Hava kirliliğine katkıda bulunan üç temel kaynak -evsel ısıtma, ulaşım araçları ve endüstri- sürekli artarken, yoğun yapılaşma ve yeşil örtünün azalması gibi nedenlerle kent meteorolojisini karakterize eden güneş radyasyonu, sıcaklık, rüzgâr hızı, bağıl nem ve bulut kapalılığı gibi parametreler de bugün fazlasıyla olumsuz etkiler altındadır ve kentin havası yüksek düzeyde kirlenmiştir.
İstanbul'un hava kirliliğinde en ağırlıklı etmen evsel ısıtmadır. Yakma sistemleri ve yakıt üzerinde ciddi bir denetim yoktur. Kentin yakıt gereksiniminin yüzde 90'ını gideren Kilyos-Karaburun sahil bandı linyitleri, kentin hava kirliliğinin oluşmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. Yüzde 30 oranında rutubet, yüzde 23-35 mineral madde ve ortalama
Dostları ilə paylaş: |