ÇİNGENELER
Çingenelerin İstanbul'a hangi tarihlerde ve nasıl yerleştikleri hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır. Yapılan alan araştırmalarında, büyük çoğunluğunun Balkan ülkeleri ile Ege'nin doğu ve batı sahillerinden göç ettikleri tespit edilmiştir.
11-12. yy Bizans belgelerinde "athin-ganoi" diye adlandırılan Çingeneler, Kons-tantinopolis'e, İmparator IX. Konstanti-nos MonomahosC-t) (hd 1042-1055) tarafından getirtilmişlerdi. Görevleri, soyluların katıldığı av partilerinde yaralanan vahşi hayvanları öldürmekti. Ünlü yasa yapıcı Balsamon'un yazmalarında (1180' ler) Çingenelerden, sihirbaz, falcı ve yılan oynatıcılar diye söz edilir. Aynı türden nitelemeler, Patrik I. Atanasios'un (ö. 1310) yazılarında da tekrarlanmıştır. Bazı belgelerde, hırsızlık, dilencilik ve kara büyücülükle uğraştıklarından söz edilen Bizans Çingeneleri, ayrıca elek yapımcılığı, demircilik ve nalbantlık da yaparlardı.
Evliya Çelebi ise Seyahatnamesinde Çingenelerin İstanbul'a Gümülcine'den ve Menteşe (Muğla) Sancağı'ndan II. Meh-med (Fatih) (hd 1451-1481) tarafından getirtilip yerleştirildiklerini kaydeder.
İstanbul Çingeneleri, çoğunlukla kentin kırsal alanlarıyla, sur diplerine ve kenar mahallelerine yerleşmişlerdir. Toplum yapısı olarak ilk başlarda göçebe ve yarı göçebe olan Çingenelerin zaman içerisinde yerleşik hayata geçtikleri görülür. Bugün İstanbul'da ve çevresinde yerleşik düzene geçenler kadar, konar-göçer yapıyı sürdüren oba Çingeneleri de vardır. Yerleşik düzene geçmiş olan Çingeneler, Sulukule, Balat, Ayvansaray, Kasımpaşa, Kuştepe semtleri ile Gaziosmanpaşa'nın Sarıgöl, Üsküdar'ın Selamsız, Kasımpaşa'nın Ziba ve Hacıhüsrev, Beyoğlu'nun Sazlıdere, Büyükdere'nin Ça-yırbaşı mahallelerinde oturmaktadırlar. Göçebe veya yarı göçebe kültürü sürdüren oba Çingenelerinin yaşadıkları yerler ise, Kâğıthane, Merter, Ümraniye, Halkalı, Küçükbakkalköy, Beykoz semtlerindeki çayırlık ve sulak alanlardır. Yerleşik gruplarla göçebeler birbirlerini pek benimsemediklerinden bugüne kadar u-zun süreli birliktelikler yaşayamamışlar-dır. Geçimsizliklerinin özünde yerleşiklerin göçebeleri hor görmeleri yatar. Kendilerini "Roman" oldukları için daha asil
gören yerleşik düzendekiler, göçebeleri basit yaşantılarından ve yaptıkları işlerden dolayı Çingene olarak'nitelerler. Bunlardan ayrı olarak, Batı Anadolu ve Akdeniz Bölgesi'nden gelen ve Çingenelerle akrabalıkları tam olarak aydınlığa kavuşmamış olan Abdallar her iki grup tarafından da dışlanmaktadır. Yalnız müzikle uğraşanların birbirlerine yakınlık gösterdikleri görülür. 25-30 yıldan beri İstanbul'a göç eden Abdallar da kentin kenar mahallelerine yerleşmektedirler.
Çingeneler bulundukları ülkenin ve birlikte yaşadıkları toplumun dil, din ve âdetlerine kolaylıkla uyum sağlarlar. Ancak geleneksel kültürlerini, yaşam felsefelerini sürdürmekten de geri kalmazlar. Dünyanın birçok yerinde hemen hemen aynı yaşam felsefesi ile yaşayan Çingenelerin en belirgin özellikleri özgür ve bağımsız olmak, geleceğe yönelik kaygılardan uzak durmak, gününü gün etmek şeklinde özetlenebilir. Bu yaşam tarzı çoğu kez bulundukları ülke insanları tarafından toplumdışı sayılmalarına neden olmaktadır. İstanbul Çingeneleri de bu yaşam tarzından ötürü toplumdı-şına itilmişlerdir.
Diğer yörelerde olduğu gibi İstanbul Çingenelerinin de kendi aralarında konuştukları, "Romani" veya "Romanca" adı verilen bir dilleri bulunmaktadır. Geniş bir kullanım alanı olmasına rağmen sözcük hazinesi dar olan bu dil, yaklaşık olarak 150 kadar sözcüğü kapsar. Gramer yapısı olarak Türkçe ile hemen hemen aynıdır. İstanbul merkez olmak ü-zere, Trakya ve Güney Marmara Çingenelerinin kullandıkları sözcükler, sözcük-lerdeki vurgular bir kısım ortak özellikler gösterir. İzmir Çingeneleri de bu ağız biçimine yakın bir dille konuşmaktadırlar. Romancanın İstanbul argosuna kazandırdığı sözcük ve deyim sayısı da bir hayli fazladır.
Çingeneleri meslek gruplarına göre sınıflandırmak, toplumsal yapılarını tanımak açısından da en sağlıklı yoldur. Türkiye'de yaşayanların genelinde olduğu gibi İstanbul Çingeneleri arasında da müzisyenlik, görsel ve dramatik sanatlardan çengilik ve köçeklik, ayı oynatıcılığı, maymun ve kukla oynatıcılığı, çiçekçilik, demircilik, falcılık, büyücülük, sepetçilik, kalaycılık, çöp toplayıcılığı gibi meslekler sürdürülmektedir. Her meslek grubu kendisi dışında yer alan mesleği küçük görür ve alay eder. İşte bu sebepten dolayı İstanbul'daki Çingenelerin oturdukları semtler, yaptıkları işlere ve meslek gruplarına göre ayrılmaktadır. Kasımpaşa ve civarında müzisyenler, falcılar, büyücüler, demirciler; Sulukule, Balat ve Ay-vansaray'da eğlence hayatına yönelik çalışanlar (müzisyen, dansöz vd); Kuştepe' de çiçekçiler, ayıcılar; Halkalı ve Ümraniye'de çöp toplayıcılar yaşamaktadır. Bunun yanında Küçükbakkalköy, Ümraniye, Kâğıthane gibi meslek gruplarının karışık olarak bulunduğu semtler de vardır. Hemen her semt ve mahallede birkaç müzisyen mutlaka bulunur.
Çingeneler, "çeribaşı", "voyvoda", "kral", "reis" adını verdikleri başkanlarının idaresi altında yaşamlarını sürdürürler. Kabilenin mutlak hâkimiyeti bu şahıslardadır. Her Çingene grubunun ayrı bir çeribaşısı, her cerihasının da ayrı bir bölgesi vardır.
Çingenelerin dini hakkında bilgi edinmek sosyal yaşamlarının araştırılması kadar kolay değildir. Çeşitli ülkelerdeki Çingenelerin bulundukları ülkenin dinini ve mezhebini kabullendikleri bilinmektedir. Türkiye Çingenelerinin büyük çoğunluğu Müslümandır. İstanbul Çingeneleri arasında Hıristiyan olanlar da vardır. Eremya Çelebi Kömürciyan 17. yy'ın ortalarında Kumkapı'da ve Topka-pı'da oturan ve "Posa" adı verilen Ermeni Çingenelerden söz eder. Evliya Çele-bi'ye göre Çingeneler, "kâfirler ile kızıl yumurta, Müslümanlar ile kurban bayramı, Yahudiler ile kamış bayramı yapan" bir kavimdir. Osmanlı kaynaklarında da bunlara "Kıptî-i Müslim" denilmesi, birçoğunun eskiden beri Müslümanlığı kabul etmiş olduğunu gösterir. İs-tanbul'dakilerin birçoğu mezhep olarak Hanefîliği benimsemiştir. Bir kısmının Bektaşî olduğu söyleniyorsa da bu konu hakkında ayrıntılı bilgi yoktur.
Çingeneler diğer toplumlarla iç içe yaşamalarına rağmen evlilik ilişkilerinde dışa kapalıdırlar. Bu sebeple genetik ö-zelliklerini koruyabilmiş ender kavimler arasında yer alırlar. İstanbul Çingenelerinde evlenme âdetleri yerli halktan pek farklı değildir. Çeyiz dizme, hamama gitme, düğün ve gerdek törenleri çoğunlukla aynıdır. Ancak bir Çingene düğü-nündeki eğlence, neşe ve gösterişe yerli halkın ulaşmasına imkân yoktur? Günlerce süren ve kapalı mekânlardan sokaklara taşan bu törenlere eski İstanbul'un Balat, Ayvansaray, Lonca, Sulukule, Kasımpaşa, Ortaköy gibi semtlerinde sık sık rastlanmaktaydı. Günümüzde de evlilik ve sünnet düğünleri için eğlenceli törenler sürdürülmektedir.
İstanbul Çingenelerinin kadınları arasında kavga etme geleneği çok yaygındır. Çeşitli nedenlere bağlı olarak çıkan bu kavgalar çoğu kez gösteriş ve böbürlenme havasına dönüşmektedir. Yerli halkın, Çingene kadınlarına kavga çıkartmaları için para verdikleri, hattâ kavgaları alevlendirmek için bahşiş attığı çok olmuştur. Çingeneler (müzisyenler hariç) genellikle basit ve dökük kıyafetleriyle tanınırlar. Yaptıkları işler de temiz giyinmelerine imkân vermez. Erkeklerin kıyafetleri kadınlara göre daha sade ve gösterişsizdir. Kadınların kıyafetlerinde canlı, göz alıcı renkleri seçtikleri görülür.
İstanbul Çingeneleriyle Trakya Çingeneleri arasında bugün de süregelen ortak gelenekler vardır. Müzikle uğraşan kesim dikkatle incelenecek olursa, bunların Trakya Çingeneleriyle olan yakınlıkları hemen fark edilir. Mesleği çalgıcılık ve çengilik olanların bir kısmı da Bursa, Balıkesir, Çanakkale illerinin çeşitli ilçelerinden göç edenlerdir. Müzik ve
raksı meslek edinmiş kişi ve gruplar ö-bür Çingenelere oranla daha yüksek bir yaşama düzeyine erişmişlerdir. Sulukule, Selamsız ve Kasımpaşa, müzisyen Çingeneleriyle ün salmış İstanbul semtlerin-dendir. Özellikle Sulukule yetiştirdiği usta sazende ve hanendeleriyle İstanbul'un eğlence hayatına katkılarda bulunmaktadır. İstanbul'un en iyi dansözleri de yine buradan yetişmektedir. Geleneksel hayatım hâlâ canlılıkla sürdüren Sulukule'de, genç kızlara doğdukları günden başlayarak çengi olabilmeleri için gerekli şeyler öğretilmektedir. Çengiler, "oryantal dans" ya da "göbek havası" adı verilen ve daha çok Arap kökenli bir oyun tarzı ile oynarlar.
Sulukule Çingenelerinin dans ve müziği eğlenceye yönelik bir faaliyet olarak sürdürmelerine karşılık, Kasımpaşa, Balat, Ayvansaray ve Selamsız'da yaşayanların durumu biraz daha farklıdır. Buradakiler icra ettikleri müziğin sanat yönüne ağırlık vermişler ve çalgılarında virtü-özlük düzeyine ulaşmışlardır. İstanbul' un en ünlü davul, zurna, klarnet, keman, kanun, ud çalıcıları bu semtlerde yetişmiştir. Çingeneler arasında bugün daha çok, keman, cümbüş, kanun, ud, klarnet, darbuka, çömlek, bongo, tef, zil gibi sazlar kullanılmaktadır. Türk müziği saz gruplarına Çingenelerce sokulan ve Batı orkestralarında kullanılanlardan farklı olarak sol tonuna göre düzenlenen klarnetin usta çalgıcıları da yine Çingenelerdir. Çingeneler klarnete, "gırnata" veya "granet" derler. Klarnetin İstanbul'daki ünlü icracıları Klarnetçi İbrahim Efendi, Camba Mestan ve Şükrü Tunar'dır. Eski Çingenelerin ceste, kudüm gibi sazları çaldıklarını ve bunların usta icracılarını Evliya Çelebi'den öğreniyoruz. Evliya Çelebi, çöğüre benzeyen çeştenin Balat Çingenelerince kayışla boyna asılıp,
Eyüp, Kâğıthane ve başka mesire yerlerinde çalındığını, ayrıca bu sazın üstatlarının Deli Hüsam, Kemal Çingene ve Zorlu Recep olduğunu yazar.
Bugün Türkiye'de yaşayan Çingene müzisyenlerin hemen tamamı Türk müziği ile uğraşmaktadır. Çingeneler gittikleri yörelerin yerel ezgilerini çalıp söyler. Kasaba ve köylerde, davul, zuma, klarnet, cümbüş, darbuka çalar, daha çok eğlenceye yönelik müzik icra ederek geçimlerini sağlarlar. Eskiden Üsküdar Selamsız Çingeneleri kaba zurna adını verdikleri büyük zurnalar ile hem halk ezgilerini, hem de klasik şarkıları çalarlardı. Selamsız'da, Zurnazen Emin, oğlu Ferhat, Şaban Usta, Arap Mehmet eski zurnacıların en tanınmışlarındandı. Çingeneler şehirlerde ve büyük yerleşim merkezlerinde, Türk müziğinin "sanat müziği" denilen kolu içerisinde yer alan yeni eserleri, ince saz takımlarıyla icra ederler. Çingene müzisyenler arasında hanendelik, saz sanatçılığının yanında çok sönük kalmıştır. Ancak sarayın ince saz takımlarına kadar yükselen bazı hanendeler de vardır. Ayvansaraylı Kurban İbrahim Bey, Mehmed Bey, Hurşid Efendi bunların en tanınmışlarındandı. Hanendelik ve sazendeliğin yanında Türk müziğine besteleriyle katkıları bulunan Çingene müzisyenler de vardır. De-nizoğlu Ali BeyC-»), Şükrü Tunar ve Haydar Tatlıyay bu bestecilerin en tanınmış-larındandır.
Çingenelerin şehirlerde ve kırsal kesimde geliştirdikleri müzik türlerinden başka, kendilerine özgü bir müzik türleri daha vardır. Çoğunlukla yaratıcısı belli olmayan bu müzik, günlük olayları konu edinen, sade, canlı ve dinamik özellikler taşır. Aşk, sevgi, para, ayrılık gibi temalar mizahi bir üslupla işlenir. Çingeneler, şehirde sanat düzeyi yüksek müzikler ic-
ra etseler de, bu eserleri kendilerine özgü ağdalı bir tavırla çalarlar. Bunların çalgılarından çıkan ezgiler daima esnek bir yapıda çalınır. Hanendeler glisandolu (kaydırarak) okuyuşu tercih ederler. Sazendeler ise sözlü müzikteki boşlukları ritmik ve kıvrak saz parçalarıyla süslerler. 9 zamanlı usullerden aksak ve raks aksağının çabuk mertebelerini kullanırlar. Bunların yanında 2 ve 4 zamanlı u-sullerin kullanıldığı Çingene şarkıları da vardır. Çingeneler kendi halk ezgilerinde Türk müziği makamlarından, uşşak, hüseyni, hicaz, karcığar, rast, nihavent, nikriz gibi makamlar ile bu makamları hatırlatan çeşnileri kullanmaktadırlar.
Çingene asıllı müzisyenlerin birçoğu Türk müziğinin fantezi yönüne ağırlık vermiştir. 1950'den başlayarak ülkedeki toplumsal değişim ile İstanbul'daki hızlı ve çarpık şehirleşmenin sonunda "arabesk" olarak anılan yeni bir müzik türü oluşmuştur. Bu müzik türünün yaratıcıları değilse bile icracılarının çoğunluğu Çingene kökenli müzisyenlerdir. Çingene müzisyenler İstanbul'daki müzik piyasasında günümüzde de etkin bir rol oynamaktadırlar.
Edebiyatta, özellikle de hikâye ve romanda Çingeneler işlenmiştir. İlk olarak Ahmed Midhat Efendi'nin(-+) Çingene (1887) adlı hikâyesi görülmektedir. Burada, hikâyenin yanısıra Çingenelerin tarihleri ve kültürleriyle ilgili ciddi bir incelemeye dayanmayan yargılar da vardır. İstanbul Çingenelerinin yaşayışı, örf ve âdetleri Osman Cemal Kaygılı'nın(->) Çingene Kavgası (1916) adlı hikayesiyle Çingeneler (1939) ve Aygır Fatma (1944) romanlarında işlenmiştir. Bunlardan başka Sait Faik Abasıyanık(-+) "Mürüvvet", Sabahattin Ali "Değirmen", "Arap Hayri", Kemal Bilbaşar "Çingene Karmen", Kerim Korcan "Elmas", Selahattin Enis Ata-
ÇİNİLİ HAMAM
516
517
ÇİNİLİ KÖŞK
beyoglu(->) "Çingeneler", Hakkı Özkan '"Pembe" adlı hikâyelerinde, Melih Cevdet Anday da(->) Kaziye (1975) adlı romanında Çingeneleri konu almışlardır. Son yıllarda da Metin Kaçan Ağır Roman (1989) adlı eserinde istanbul Çingenelerinin yaşamlarını başarıyla yansıtmıştır. Ayrıca Tahir Alangu da Dünyada ve Bizde Çingene Hikâyeleri (1957) isimli bir antoloji yayımlamıştır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 307-309, 501; K. Striegler, "Çingâne Musikisi", Hayat Mecmuası, S. 26 (1927), s. 513-15; M. F. Köprülü, "Abdal", Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İst., 1935, s. 39-45; M. Bayrı, Halk Âdet ve inanmaları, İst., 1939, s. 163-173; O. C. Kaygılı, Çingeneler, ist., 1939; G. Turana, "Ba-lat'ta Paşa Hamamında Çingene Düğünü", TFA, S. 144 (Temmuz 1961), s. 2441; D. Ha-ciboğlu, "Çingeneler ve Çingenelik", Folklora Doğru, S. 21 (1972), s. 5-12; Kate McGowan, "Sing Gypsy, Dance Gypsy", Arabesque, VII (1982), s. 10-11; (Altınay), Onikinci Asırda, 198-199; Mantran, İstanbul, I, 63, 101, II, 101-102; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IH/2, 285, 309; N. Martinez, Çingeneler, İst., 1992, s. 29-37; N. Alpman, Çingeneler, ist., 1993, s. 41-45; O. Ergin, "Çingene Çehizi Gösterisi", TFA, S. 118 (Mayıs 1959), s. 1903-1905; U. Göktaş, "Kartpostallarda Çingeneler", ilgi, S. 74 (Yaz 1993), s. 11-15; R. E. Koçu, "Çingeneler", ISTA, VII, 3986-4006; M. Aksel, "Çingene Şalvarı", TFA, S. 311 (Haziran 1975), s. 7335-7337; M. Aksel, "Sulukule'den Direkle-rarası'na", TFA, S. 283 (Şubat 1973), s. 6552-6555; S. M. Alus, "Çingeneler", Tarih Hazinesi, S. 11 (Haziran 1951), s. 527-529; A. G. Paspati, Etudes sur leş Tchinghianes ou Bo-hemiens de l'Empire Ottoman, ist., 1870; G. C. Soulis, "The Gypsies in the Byzantine Em-pire and the Balkans in the Late Middle Ages", Dumbarton Oaks Papers, S. 15 (1961), s. 141-165.
MELiH DUYGULU
Çinili Hamam'ın planı. Ali Satın Ülgen, 1945
ÇİNİLİ HAMAM
Fatih Ilçesi'nde, Kırkçeşme Mahallesi'n-de, İtfaiye Caddesi ile Çinili Hamam So-kağı'nın kesiştiği noktada bulunmaktadır.
Barbaros Hayreddin Paşa tarafından, 1540-1546 arasında Beşiktaş'taki şimdi mevcut olmayan medresesine gelir sağlamak amacıyla Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. "Hayreddin Paşa", "Kaptan Paşa", "Tezgâhçılar" ya da "Zeyrek Çinili Hamamı" adlarıyla da bilinir, istanbul'da bulunan klasik Osmanlı üslubundaki hamamların en önemlilerinden olan yapı 1728 ve 1838'deki Cibali-Fatih yangınlarında büyük zarar görmüş, sonradan o-narılmıştır.
Çinili Hamam bir çifte hamam olarak inşa edilmiştir. Sokak kotunun yükselmesi nedeniyle hamam girişine birkaç basamaklı bir merdivenle ulaşılır. Erkek ve kadın kısımları planları itibariyle aynıdır. Yan yana inşa edilmiş kubbeli so-yunmalıklar, tonoz örtülü ılıklıklar ve haç-vari planlı sıcaklıklardan meydana gelen hamamın külhanı hazne önündedir. 19. yy'da soyunmalıklara ikişer katlı came-kânlar yapılmış, erkekler kısmındaki so-yunmalığın ortasına da mermerden, fıskiyeli bir havuz eklenmiştir. Sekizgen biçimli birer göbek taşının çevresinde düzenlenmiş olan sıcaklıkların köşelerinde kare planlı halvetler, bunların aralarında da eyvanlar bulunur. Sıcaklıklar bu planlarıyla dört eyvan, dört halvet şemasında düzenlenmiştir ve 22'şer kurnaya sahiptir. Kurnalardan birer tanesi giriş-çıkış eyvanlarında, diğerleri ise her birinde üçer tane olmak üzere, öteki eyvanlar ve
halvetlerde yer almaktadırlar. Helalar soğuklukların yan tarafiarmdadır.
Yapıya ismini veren çiniler bugün sadece erkekler kısmının sıcaklık bölümünde kalmıştır. Çiniler şeffaf, renksiz sır altında beyaz hamurlu olup mavi ve firuze boyalarla boyanmıştır ve koyu maviyle tahrirlenmiş süslemelere sahiptir. Halvet kapılarının yanlarındaki nişlerde dikdörtgen levhalar bulunur. Bu levhalarda ta' lik yazı ile yazılmış Farsça "hammamiye" mısraları yer almaktadır. Ayrıca kapıların üzerlerinde ve girişin karşısındaki eyvanda duvarın ortasında altıgen çini panolar bulunmaktadır.
Bibi. Glück, Bâder, 81-82, 170; E. Yakıtal, "Büyük Amiral Hayrettin Barbaros'un Vakfiye-namesi", Deniz Mecmuası, LVII/375 (1945), 43-51; Egli, Sinan, 134, no. 30; Eyice, istanbul, 57; ISTA, VII, 4014-4019; Müller-Wiener, Bildlexikon, 327; O. Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, ist., 1986, s. 532; Kuran, Mimar Sinan, 92, 389; Ş. Yetkin, "Çinili Hamam", DlA, VIII, 337.
ŞERARE YETKİN
ÇİNİLİ KARAKOL
Üsküdar Bağlarbaşı, Selami Ali Mahalle-si'nde, Gazi Caddesi ile Yeni Dershane Sokağı'nın kesiştiği mevkide yer alır.
Karakol binasının kapısının üzerinde yer alan Abdülmecid'in (hd 1839-1861) tuğrasının altında dört beyit halinde kitabesi bulunur. Bu kitabeye göre yapı, Abdülmecid tarafından, Selimiye Kışlası' nm yenilendiği 1258/1842'de, hassa askeri müşiri Rıza Paşa zamanında, hassa askerleri için yaptırılmıştır.
iki sıra tuğla, bir sıra taş malzemenin kullanılmasıyla inşa edilmiş olan karakol binası, genel olarak "T" planlıdır.
Karakol binasının, mermer söveli kapısının önünde, her iki yandan onar basamakla yükseltilmiş, mermer bir giriş sahanlığı bulunur. Sahanlık dört mermer sütuna oturan düz bir çatı ile örtülüdür. Çatı üstte korkuluklara sahipse de herhangi bir kapı açıklığının bulunmamasından dolayı balkon olarak kullanılmaz. Merdiven korkulukları sahanlık kotuna kadar yükseltilmiş ve böylelikle basamaklar ön cepheden gizlenmiştir. Korkuluk başlarına, örtüyü taşıyan dört sütundan daha kısa fakat aynı üslupta mermer sütunlar konmuştur ve başlık kısımları hafifçe oyularak küçük birer su haznesi oluşturulmuştur.
Karakol binasında pencereler, hafif yuvarlatılmış tuğla kemerler altında taş sövelidirler ve kemer alınlıkları tuğla dolguludur. Pencereler ön ve yan cephelerde her iki kat seviyesinde de simetrik olarak yerleştirilmiştir. Bu simetri sadece yapının ön kütlesinde, sağ cephede alt kat seviyesinde bir pencere eksik olması dolayısıyla adet olarak, sol cephede ise yine alt kat seviyesinde iki pencerenin daha küçük tutulması dolayısıyla ebat olarak farklılıklar gösterir.
Binanın arka cephesine bitişik, malzeme ve üslup olarak aynı, fakat ana kütleden daha alçak tutulmuş bir bölüm vardır. Bu bölümün Yeni Dershane Soka-
Çinili Karakol
Yavuz Çelenk, 1994
ğı'na bakan cephesinde, sonradan tuğla ile örülerek kapatılmış bir kapı yer alır. Aynı cephede iki, Gazi Caddesi'ne bakan cephede dört pencere aynı üslup özellikleriyle yer alır.
Ayrıca bu bölüme yakın zamanda eklenmiş, aynı yükseklikte ama aynı genişlikte olmayan ek bir mekân daha vardır.
Karakol binasının Gazi Caddesi tarafındaki cephesinin karşısında, kitabesi bulunmayan bir mezar vardır. Bibi. Raif, Mir'at, 144; Konyalı, Üsküdar Tarihi, II, 398-399.
REZAN ÇELEBİ
ÇİNİLİ KÖŞK
Beşiktaş Sarayı'nm(->) Beşiktaş'a en yakın olan yapısıydı. "Çinili Mabeyn-i Hümayunu", "Kaşili Köşk", "İran Köşkü", "Acem Köşkü" olarak da bilinmektedir. 1854-1855'e kadar ayakta olan köşkün yerine Dolmabahçe Sarayı'nın(~») müştemilatından olan ve bugün Beşiktaş Emniyet Amirliği olarak kullanılan yapı inşa edilmiştir.
1679-1680'de Beşiktaş Sarayı'na ek olarak, IV. Mehmed (hd 1648-1687) tarafından inşa edilen köşk, 17. yy sivil mimarisinin karakteristik bir örneğidir. Daha sonraları sık sık tamir edilen köşkün asıl yapısı fazla değişmemişse de 1748 ve 1776 tamirlerinde iç yapısının, 1808-1809 tamirlerinde de dış düzenlemesinin değiştiği anlaşılmaktadır. 18. ve 19. yy'larda sarayı ve özellikle Çinili Köşk'ü öven Avrupalı gezgin ve yazarlar köşkün canlı tasvirlerini yapmışlar; ayrıca Beşiktaş Sara-yı'nı gösteren gravürlerde de köşk sık sık resmedilmiştir. Köşkün ayrıca 1853-1855 arasında, tam yıkım öncesinde Ro-bertson tarafından çekilmiş bir de fotoğrafı bulunmaktadır. Bu yazılı ve görsel kaynaklardan hareketle S. H. Eldem köşkün bir restitüsyonunu hazırlamıştır.
Çinili Köşk, bir büyük divanhaneyle (kasr-ı hümayun) ona eklemlenen ve deniz yönünde manzara ile bütünleşen üç çıkma ile dördüncü ve arka cephedeki servis odalarından oluşuyordu. Eldeki dokümanlar, köşkün büyük divanhanenin ortasından geçen esas eksene göre aksiyal, belki de simetrik olduğuna işaret etmektedir. Servis alanı ile divanhane arasında iki havuz yer almaktaydı.
Çinili Köşk, pencere sayısı ve içindeki su motiflerinin bolluğu ile emsallerinden ayrılır. Öyle ki Melling köşkteki su elemanlarının sayısını "ifrat derecesinde" olarak tanımlamıştır. Köşkte 50 civarında pencere çeşmesi, birkaç duvar selse-bili ve 2 fıskiyeli havuz olduğu tespit e-
Melling'in Beşiktaş Sarayı'nı betimleyen deseninde Çinili Köşk, 18. yy. Ara Güler fotoğraf arşivi
dilmektedir. Ayrıca beyitler, kitabeler, tavan süslemeleri, nakışlar ve tabii iç mekânı baştan aşağı kaplayan mavi çiniler, köşkün zengin ve karakteristik süsleme elemanlarıydı. Ancak köşkün içini gösteren gravürlerden anlaşıldığı üzere, iç mekân son derece ferahtı. Bazı çini örnekleri E. Collinot ve A. de Beaumont tarafından tespit edilmiş ve S. H. Eldem tarafından tanıtılmıştır.
Çinili Köşk'ün görsel tasvirlerinde dış cephede üç sıra pencere görünmektey-se de, kasır iki katlı ve kagir bir yapıydı. Dış duvarlar alt katta taş idi; ancak iki sıra pencereli üst kat, saçağa kadar çini kaplıydı. İki tarafta yan çıkmaların ardında revaklar bulunuyordu ve bu direklikler dış merdivenle ulaşılan yan girişleri örtüyordu. Merdivenler doğrudan rıhtıma inmekteydi.
Kasrın dış görünüşünü etkileyen bir unsur da çatı kubbeleriydi. Ortadaki diğerlerinden daha büyük ve fenerlikli olmak üzere toplam 9 adet kubbe, planı yansıtmaktadır, ancak bu kubbelerden ortada olanı hariç diğerleri strüktürel değil sembolik niteliktedir. Orta kubbenin, üzerinde bulunduğu kareyi tam doldur-maması ve çok daha küçük çapta olması, diğer taraftan çatının duvarların üzerinde saçak biçiminde çıkıntı yapması, yapıya ahşap karakteri vermektedir. II. Mahmud dönemindeki (1808-1839) onarımlar sırasında gravürlerde görülen kubbeler kaldırılarak yekpare bir çatı yerleştirilmiştir.
Bibi. d'Ohsson, Tableau- Melling, Voyage; C. Pertusier, Atlas des-promenades dans Constantinople et sur leş rives du Bosphore, Paris, 1817; A. de la Motraye, Travels through Europe and into Part of Africa with Proper Cuts and Maps Containing a Great Variety of Geographical, Topographical and Political Observations on those Parts of the World; es-pecially on Italy, Turkey, Greece, Crim and Noghaian Tartaries, Circassa, Sweden and Lapland, Londra, 1723; Eldem, Köşkler ve Kasırlar, II, 124-150.
TÜLAY ARTAN
ÇİNİLİ KÖŞK
Topkapı Sarayı(->) manzumesinin bir parçasını oluşturan ve II. Mehmed (Fatih) tarafından yaptırılan köşk.
Çinili Köşk, sonradan Topkapı Sarayı olarak adlandırılan Saray-ı Cedid'in (Yeni Saray) birinci avlusundan Haliç girişine doğru inen yamacın üzerinde 8777 1472'de inşa edilmiştir. Giriş cephesinin arazi seviyesinden pek yüksek olmayışına karşılık Halic'e bakan arka cephesi oldukça yüksektir. Mimarı bilinmemektedir.
II. Mehmed (Fatih) döneminin (1451-1481) tarihini yazan Tursun Bey, Çinili Köşk'ü "sırçadan yapılmış bir yer"e benzetmektedir. IV. Murad zamanında (1623-1640) köşk içinde bazı yemliklerle, park tarafındaki odalardan soldakinde, ayna taşında tavus kuşu kabartması bulunan bir çeşme yapılmıştır. Çeşmenin iki tarafına yerleştirilmiş kitabelerden birinde de Çinili Köşk'e Sırça Saray denilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |