Bakirköy ruh ve siNİr hastaliklari hastanesi


ÇİÇEKÇİLİK 510 511 ÇİÇEKÇİLİK



Yüklə 7,48 Mb.
səhifə120/134
tarix27.12.2018
ölçüsü7,48 Mb.
#87102
1   ...   116   117   118   119   120   121   122   123   ...   134

ÇİÇEKÇİLİK

510

511

ÇİÇEKÇİLİK

istanbul'un en eski çiçek mağazalarından Sabuncakis'in serasında Yorgi Sabuncakis çiçekleri sularken, 1939.



Oristi Sabuncakis arşivi

lar. Hasbahçe çiçekleri, gedik nizamlı 17 dükkânda satılmaktaydı. Pek çok amatör çiçekçi ise nadide ve şifalı çiçekler yetiştirip bunları dönemin hükümdarına, vezirlerine sunarak ödüller almaktaydılar. Çiçek meraklıları, bir sümbül soğanına ya da reyhan tohumuna, yasemin dalına yüksek bedeller ödeyerek yeni türler yetiştirmek için yarışmaktaydılar, istanbul konaklarının ve saraylarının harem bahçeleri "cenneti anımsatan" tarzda çiçeklerle bezeliydi. Dış dünyaya kapalı bu bahçelerde cariyeler, kadın efendiler de çiçekçiliğe ilgi duymakta ve bu tür uğraşılarla vakit geçirmekteydiler. Harem taşlıklarında ve odalarında saksı çiçekçiliği: yapılıyordu, istanbul evlerinde ise ailenin şurup, reçel gereksinimini karşılamak için aşı gülleri yetiştiriliyordu. Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eyüp bostanlarında okka gülü yetiştirildiğini, gül mevsiminde Eyüp'te Yâvedud semtinde şafakla başlayan gül pazarı kurulduğunu, bu pazarın mevsim boyunca sürdüğünü yazmaktadır. R. Cevad Ulunay bir yazısında çocukluğunda gördüğü Eyüp sırtlarındaki fulya tarlalarını anlatır.

İstanbul'a özgü bir çiçekçilik geleneği de her yıl düzenlenen çiçek sergileriydi.

Kadıköy iskele Meydam'ndaki çiçekçiler.



Bünyad Dinç

Bu sergilerde "başgüzide" "aşağı güzide" gruplamaları yapılır, en iyi çiçek yetiştirenler ödüllendirilirdi. Ayrıca sergilerde dereceye giren çiçekler için devrin şairleri "bahariye'lerinde övgüler yazarlardı. İstanbul toplumunun ortak tutkusu o-lan çiçekçilik yaygın bir sanat ve işkolu konumunu aldıktan sonra IV. Mehmed döneminde (1648-1687) "Çiçek Encü-men-i Dânişi" ya da "Meclis-i Şükûfe" denen bir tür çiçek enstitüsünün kurulmuş olması ilginçtir. Mehmed Remzi Efen-di'nin Mizanü'l-Ezhâr adlı yazma eserinde çiçek encümeni için ayrıntılı bilgiler vardır. Çiçekçibaşı Solakzade Çelebi' nin başkanlığında, Tezkireci Memikza-de, Hacı Mehmed Efendi, Defterdarzade, İbrahimpaşazade Mehmed, Zeki Ali Efendi, Arif Efendi, Eyüplü Veli Efendi, Yıl-dızzade Çelebi, Davudpaşazade gibi devrin ünlü çiçek uzmanlarının ve meraklılarının katıldığı bu kurulda, üretilen yeni türlerin kokuları, renkleri, biçimleri hattâ vazodaki görünüşleri inceden inceye tetkik edilmekte, buna göre yeni çiçeklere değer biçilmekte, ad verilmekte, bu münasebetle çiçek sohbetleri, tartışmaları yapılmaktaydı. Ahmed Rasim ise, Tarih ve Muharrir adlı eserinde, o devrin rei-

sülküttabı Sarı Abdullah(-») Efendi'ye bir fermanla "çiçekçiler başbuğluğu" sanının verildiğini, çiçek encümeninin ise o zaman henüz Avrupa'da bile benzeri olmayan bir "institut d'horticulture" (bahçe ve çiçek enstitüsü) olarak hizmet ettiğini anlatmaktadır. Şükûfe-i Musavvere adlı yazma eserde de çiçeğin ve çiçekçiliğin İstanbul'daki önemsenişi "Tanrının kullarına iyiliklerinden birisi de çiçeklerdir. Bunlarla duyularımız, ruhumuz, can ve gönül gözümüz mutluluk bulur. Büyük şeyhler, ulu bilginler, saygın beyler hep çiçeğe sevgi beslemişlerdir..." sözleriyle vurgulanmaktadır.

Gerek çiçek encümenince gerekse "mu-cid" denen yeni çiçek türlerini bulanlar-ca çiçeklere verilen isimler de yüzyıllar boyu ilginç bir liste oluşturmuştur. 15. yy'dan beri bilinenler genelde Türkçedir. Örneğin, gülhatmi, çuhaçiçeği, zambak, kokulu menekşe, bahar ağacı, süsen, gül, sümbül, ağlayangelin, düğünçiçeği, şen-likgülü... bunlardandır. Sonraki yüzyıllarda gelincik, hasekiküpesi, bahçe açalya-sı, cezayirmenekşesi, salkımlı sümbül, hercaimenekşe gibi yeni çiçek adları ile Anadolu kökenli cücemoru, kızılbıyıklı, keresteci, pençe, büyükal. erikdibi, ka-laycıbeyazı vb bu listeyi zenginleştirmiş-tir. Buna karşılık çiçek encümeninden verilen ya da sanatkâr çiçekçilerin uygun gördüğü çiçek adları genelde Farsçadır: Behçet-i çemen, berk-i rânâ, nihal-i gülsen, menba-ı hayat, nahl-i erguvan, gül-i sadberk, zerrin-i âlem-ârâ, ebr-i bahar, bedr-i şevk, sim-endâm, anber-riz, zülf-i perişan, a'vize-i gülsen, feyz-i letafet vb. Bunlar arasında rensuyu, vilayetbeyi, şampadişahı, frengistanşenliği, onikitaş, tunasuyu, şenlikgülü, acemşahıkızı ado-nis, vankıralı vb ilginç benzetmelere de rastlanır. Lale(-<) ise önemsenişi, türleri ve adları ile İstanbul çiçekçiliğinde ilk sırayı almış ve bir döneme (Lale Devri) a-dını vermiştir.

Âşık Çelebi'nin Meşairü'ş-Şuam adlı tezkiresinde tanıttığı en eski İstanbul çiçekçisi Efşancı Mehmed, olasılıkla 15. yy sonlarında yaşamış; bahar, yasemin, menekşe yetiştirip satmış, Ef şancı Bağçesi denen ve İstanbul'daki ilk çiçek çiftliği olan bahçeyi kurmuştu. İstanbul çiçekçileri arasında ad bırakanlardan bir diğeri Karabalizade'dir (ö. 1535). Çiçekçilik fennini (tekniklerini) bahçesinde açtığı özel bir okulda öğreten Karabalizade ile çağdaş bir başka İstanbul çiçekçisi yeniçeri kökenli Aşkî'dir. Bunun Üsküdar' da, denize yakın bahçesi bir çiçek cen-netiymiş. Bazen gençler burada eğlenceler düzenlerlermiş.

Tezkire-i Şükûfeciyan (Şükûfename) adlı eserde, "mucid" ya da "sahib-i tohum" denen daha birçok İstanbul çiçekçisinin adları yer almaktadır. Eserin yazarı Mehmed bin Ahmed Ubeydî Efendi, 202 şükûfeciyi tanıtır. Bunlar arasında lale, fulya ve zerrin meraklısı Şeyhülislam Ebussuud Efendi de (ö. 1574) vardır. Sün-bülname, Şükûfename, Revnak-ı Bostan adlı eserlerde, çiçek ekimi, dikimi, bakı-

mı ve çiçeklerin faydaları hakkında, deneyime dayalı bilgiler vardır. Fennî Mehmed Çelebi'nin (17. yy'm sonu) Tuhfe-tu'l-İhvan adlı manzum eseri de çiçeklerden söz eder. Başka bir şükûfename-nin yazarı olan Ali Çelebi ise "Kıyamette çiçeklerle haşrolmayı" dilemiştir.

İstanbul'da muhtelif dönemlerde yetişmiş ve geçimim buna bağlamış uzman çiçekçiler vardı. Örneğin Uzun Ahmed (18. yy'm başı) lale ve sümbül uzmanıydı. Çağdaşı Eyübefendizade Hüseyin Ağa, Bâkizade Mehmed Efendi de yeni laleler, sümbüller, zerrinler yetiştirmişlerdir. Bâkizade, sonradan siklamen denen bu-hur-ı meryem adlı sümbülün yetiştiricisi-dir. Belgradî Ahmed Kâmil Efendi ise Lale Risalesinde çiçeklerin kökenlerini sınıflandırmıştır. Çiçek meraklısı kadınlardan 18. yy'm başında Azizî Hatun'un elde ettiği zerrine "Aziz-i Süleymanî" denmiştir. Çağdaşı Fatma Hatun ise "gi-ritlalesi" denen ünlü çiçeği üretmiştir.

Çiçek ve çiçeklik İstanbul yaşamını ve kültürünü çok yönlü etkiledi. İlkin, İstanbul'daki "fenn-i ezhar", uzun zaman Avrupa'daki "flori-culture"den daha ileri düzeydeydi. Diğer yandan çiçekçilik, geniş pazarı ve ilgi alanı ile İstanbul'da başlıbaşına bir sektördü. Günlük hayatı, folkloru, edebiyatı, Divan şiirini ve müziği doğrudan etkilemekteydi. Dolaylı olarak da hat, tezhip, cilt, dekorasyon ve dokuma sanatları için esin kaynağıydı. Çiçeklerin biçimleri, renkleri bu alanlarda üsluplaşmaktaydı. Şairler, en sanatlı dizelerini çiçek mazmunlarıyla süslemekteydiler.

Çinicilik, billuriye (cam ve kristal), oymacılık ve ahşap işlerinde de çiçekçilik doğrudan veya dolaylı etkiliydi. Varlıklı aile evleri, çiçek tutkusunu yansıtan lalezâr, gülzâr, yaseminlik, limonluk, kameriye, bahçe odası vb zenginliklere sahipti. İç mekânlar yılın dört mevsimine göre saksı ve vazo çiçekleriyle bezenmekteydi. Duvarlara kalem işi çiçek sepetleri işleniyordu. İstanbul efendilerinin bir zevkleri sarıklarının arasına bir mevsim çiçeği iliştirmekti.

Düğünlerde, tebriklerde ve bayramlarda şekerleme ve meyve sepetleriyle birlikte çiçek sepeti göndermek de bir İstanbul geleneğiydi. Çoğu zaman davetler de vazoda ya da laledanlıkta çiçeklerle yapılıyordu. Bu gelenek Osmanlı sarayı için de geçerliydi. Örneğin 1768' de Şah Sultan'ın Nişancı Emin Paşa ile düğünlerinde damadın saraya gönderdiği hediyeler arasında "şekerleme bahçeleri, onbeşer tabla meyve-i hüşk ve kırkar sepet meyve-i ter ile onar tabla şükû-fe (çiçek)" de vardı. D'Ohsson, İstanbul' da ileri gelenlerin birbirlerine her vesileyle çiçek hediye ettiklerini, sadrazamın ise bir protokol gereği olarak saray haremine değerli çiçekler gönderdiğini yazar. Bunun gibi cuma selamlıklarında^) cami mütevellisinin, hünkâr mahfilinde padişaha çiçek sepetleri sunması ve bunların saray haremine gönderilmesi de bir gelenekti. Elçiler, padişahın

veya sadrazamın katına çıktıklarında diğer birçok hediyeyle birlikte İstanbul çiçekçilerinden temin ettikleri nadide çiçekleri de sunmaktaydılar. Yine, sefaret yazlıklarına yakın mesirelere biniş(->) düzenlendiğinde de çevredeki elçilerin sepetlerle padişaha meyve ve çiçek göndermeleri âdetti.

18. yy'm sonlarına değin önemini koruyan çiçekçilik için tek olumsuz bakışınSeyyid Vehbî'den (ö. 1809) gelmiş olması dikkat çekicidir. Vehbî, Lutfiye-i Veh-bîye adlı manzum eserinde kuşçuluğuve çiçekçiliği zararlı heveslerden sayar.Kentteki çiçekçilerin durumlarını anlatır,kiminin adının "laleci"ye çıktığını, kiminin ise çiçek ekmek için burunlarını topraktan kaldırmadıklarını, bazılarının saksı saydıklarım, kimilerinin de övünmektutkusuyla "aman bu ne güzel çiçek!" dedirtecek yeni türler yetiştirdiklerini yazar.Vehbî'ye göre Tanrı eseri kırların doğallığı yeterlidir. Sümbüller, güller koklan-malı, fakat bunlara tutulunmamalıdır.

19. yy'da giderek önemini yitiren çiçekçilik, Rumeli göçmenlerinin, Arnavutbahçıvanların ve Çingenelerin ilgi alanında kaldı. Çiçekçi dükkânları da azaldı. Bunun yerine, küfe ve sepetle seyyarçiçekçilik yaygınlaştı. Üsküdar'daki geleneksel çiçekçiler pazarı da önemini yitirdi. İskelelerde, Karaköy ve Eminönüile Beyoğlu'nda sergi dükkâncıkları kurulmaya başlandı. Bunların sepetle gezen çığırtkanları da semtleri dolaşmaktaydılar. Ada vapurlarında ise daha çokmanolya ve mimoza satılırdı. 20. yy'm başında İstanbul çiçekçiliği daha da söndüve savaş yıllarının yoksul çiçekçileri, eski sepetlerde ölgün karanfiller, sümbüller satmaktaydılar. Buna karşılık, Beyoğlu'nda modern çiçekçi dükkânları açılmıştı. Önceki yüzyılda, kentin Aksaray, Sultanahmet, Fatih, Ayasofya ve Tahtakalesemtlerinde varlıkları saptanan 80 dola-

yındaki eski çiçekçi dükkânının çoğu ise kapanmıştı.

20. yy'm ortalarına doğru çiçekçilik yeniden canlanma gösterdi ve Çiçekçiler Derneği kuruldu. 1964'te bu sektör, "köklü çiçek ve tohum üzerine iş yapanlar" ve "kesilmiş sap üstünde çiçek satanlar" olarak ikiye ayrıldı. Birincilerin başlıca merkezi halen Mısır Çarşısı yanındaki çiçek pazarıdır. Kesilmiş sap üstünde çiçek satanlar ise Çiçekçiler Kooperatifi' ne bağlıdırlar. 1960'lara değin İstanbul' un bellibaşlı büyük çiçek mağazaları ise yerli Rumların elindeydi. Bunlardan, Lotus Çiçek Mağazası, Gül Çiçekevi, Fulya Çiçekevi, Sabuncakis, Koço ve Kamelya çiçekevleri en tanınmışlarıydı.

Günümüzde İstanbul'un çiçek yetiştirilen bölgeleri arasında başta Yalova, Beykoz, Silivri, Pendik (Kurtköy), Kartal (Sultanbeyli) ve Büyükdere-Bahçeköy yer almaktadır. En çok yetiştirilen çiçekler gladiol 11.484.000, karanfil 10.601.000, gül 6.531.000, kasımpatı 3.828.000, lil-yum 643.000, sümbül 497.000, gerbera 55.000, lale 409.000, kala 195.000, orki-de-katlea 7.000, antoryum 7.500 adet; kır çiçeği 616.000, frezya 442.000, hüsnüyu-suf 347.000, saraypatı 205.000, astormer-ya 497.000, ğibsofilya 102.000, kuşkonmaz 110.000, asperangoz 143.000, iris 30.000, ponpon 100.000, anemon 48.000 demet; siklamen 36.000, afrikamenekşe-si 64.806, simbityum 7.932, açalya 8.451 saksı bir yıl zarfında satışa arz edilmektedir. Bunlar, kooperatifçe ilkin çiçek borsalarında pazarlamr. Günlük fiyatlar buralarda oluşur. Toptancılara geçen çiçekler çiçekçi dükkânları ve açıkta çiçek sergileyenlerce satışa sunulur. En büyük çiçek borsası Nakkaştepe'dedir. Kadıköy, Hasanpaşa, Bakırköy, Merter ve Akat-lar'da da borsalar vardır. İstanbul'da tüketilen çiçeklerden ayrıca yurtdışına da kargo uçakları ile önemli miktarda çiçek



ÇİFTE GELİNLER TÜRBESİ

512


513

ÇİFTEHAVTJZLAR KASRI

'• "o.-.' -.-î%^ss^g^^^^>Hji^^ss^^;^;.rf^^i^^feji^s^^^^



Çifte Saraylar

Bugün Mimar Sinan Universitesi'nin kullanımında bulunan Münire Sultan (solda) ve Cemile Sultan sarayları. Erdal Aksoy

ihraç edilmektedir. Ancak bu pazar, Antalya ve İzmir çiçek üretim bölgelerinden istanbul'a sevk edilen çiçeklerle beslenmektedir. Hollanda, Almanya, ingiltere, Fransa, son yularda Japonya ve Uzakdoğu, istanbul çiçek ihracatçılarının müşterileri arasındadır.' Dünyanın istenen her yerine siparişle çiçek gönderme işini ise Uluslararası Çiçekçiler Örgütü Interflora organize etmektedir. İstanbul'da çiçekçilikle uğraşan yaklaşık 1.500 kişi ve ortaklık, 3-100 dolayında da satış yeri vardır.

Çiçekçilik sektörü, ağırlıklı olarak kesme çiçekçiliğe dayanır. Bu alan, düğünlere, cenazelere, tören ve açılışlara, kutlamalara, ziyaretlere, çelenk, düğün çiçeği, buket, aranjman, saksı çiçeği vb hazırlar. İkinci sırayı ise süs ve salon bitkileri almaktadır.



Bibi. Mehmed bin Ahmedü'l-Ubeydî, Netayi-cü'l-Ezhâr (Tezkire-i Şükûfeciyan), Millet Ktp., Ali Emiri Bölümü, no. 162; Derviş Süleyman el-Mevlevî, Çiçek Risalesi, Topkapı Sarayı Ktp., Halil Edhem Arda Bölümü, no. 39; Hıfzı, Selâhi, Hüseyin, Sünbülname, Topkapı Sarayı Ktp., Hazine, no. 413; Seyyid Vehbî, Lutfiye-i Vehbî, ist., 1205; M.^D'Ohsson, XVIII. Yüzyıl Türkiyesinde Örf ve Adetler, îst., ty., s. 152-155; Cevad Rüşdü, "Türklerde Çiçek Zevki, Azizî Kadın, Fatma Hatun", Edebiyat-ı Umumiye Mecmuası, no. 5 (1332), s. 118-120, ist., 1332; "Türklerin Millî, Bahar Çiçeklerinden Sünbül" ae, no. 13, s. 250-253; Cevad Rüştü, "Çiçek Edebiyatımız", ae, no. 4-35 (1333), s. 150-152, İst.', 1917; Ali Rıza, Bir Zamanlar, 62; Erdoğan, Bahçeler-, O. Ş. Gök-yay, "Divan Edebiyatında Çiçekler", ÎT, no. 76, 30-33; M. Ş. Ülkütaşır, "Çiçek Encümeni", Türk Kültürü, no. 74, s. 160-163; N. Atasoy, "Türklerde Çiçek Sevgisi ve Sanatı", Türkiye-miz, S. 3 (Şubat 1971), s. 18; Y. Demiriz, Osmanlı Kitap Sanatında Naturalist Üslupta Çiçekler, ist., 1986, s. 9-14; "Osmanlı Devrinde Çiçek", Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, İst., 1938, s. 46-51.

NECDET SAKAOĞLU



ÇİFTE GELİNLER TÜRBESİ

Eyüb Sultan Camii dış avlusunun kuzeyindeki hazirede yer alan türbelerden biridir. Çifte Gelenler Türbesi olarak da tanınır.

Yapı kitabesi yoktur. Kesin tarihi bilinmemekle birlikte yapı ve süsleme özelliklerine dayanılarak 16. yy'm başlarına tarihlendirilebilir. Alışılmadık mimarisi ile dikkati çeken türbenin kime veya kimlere ait olduğu hakkındaki bilgiler kesin değildir. Mezar kitabelerinin en eskisi "Mihr-i Han-ı Şehrade"ye ait olup 1519 tarihlidir ve türbenin 16. yy'in başlarına kadar dayandığını gösterir. Diğerlerinde ise "Şatuh binti Han" ve "Say Han" gibi Türkiye'de alışılmamış isimler bulunmakla birlikte bu kimselerin kişilikleri hakkındaki bilgilerimiz yeterli değildir. Bu türbede gömülü olanların Kırım Hanları (Giray) hanedanına mensup oldukları yolundaki rivayette bir gerçeklik payı bulunduğu tahmin edilebilir. 1957 tarihli bir tamir kitabesi vardır.

Düzgün sekizgen planlı olan yapı iki katlıdır. Alt kat bir çeşit kriptadır. Kubbesi, üst katta zeminin ortaya doğru yük-



Çifte Gelinler Türbesi

Nazım Timuroğlu, 1994

selmesine neden olmaktadır. Alt kat kü-feki taşından, düzgün sekizgen şeklinde ve basit fakat temiz bir işçilikle meydana getirilmiştir. Burada üç mezar bulunmaktadır. Üst kat mermer şebekelerle çevrili bir teras gibidir. Sekizgenin bir kenarı, yapıya hâkim görünüşteki taç kapıya ayrılmıştır. Zengin silmeli dış şovenin yukarısında kabartma rumîler vardır, iç sö-veler ise serpantin breşinden ve sadedir. Kemerin yukarısında 1957 tamiriyle ilgili bir yazı vardır. Sekizgenin geri kalan yedi kenarında, desenleri birbirinden farklı geometrik şebekeler bulunur. Zemini ortaya doğru hafifçe yükselerek ortada düzgün sekizgen bir platforma varır. Buradaki mermer lahtin, kime ait olduğunu veya tarihini belirtecek hiçbir yazı yoktur.



Bibi. Akakuş, Eyyûb Sultan, 172-175; Demiriz, Türbeler, 25-28; Haskan, Eyüp Tarihi, I,173-174. . .

YILDIZ DEMİRİZ



ÇİFTE SARAYLAR

Abdülmecid'in (hd 1839-1861) kızları Cemile ve Münire sultanlara yaptırılan sa-hilhaneler, Fındıklı semtinde, Meclisi Me-busan Caddesi üzerinde yer alırlar. Bu yapılar günümüzde Mimar Sinan Universitesi'nin kullammındadır.

Yapımına 1856'da başlanan, 1859'da inşaatı tamamlanan Çifte Saraylar'dan, Fındıklı'daki Molla Çelebi Camii'ne yakın olanı Cemile Sultan'indir (ö. 1915). Abdülmecid'in üçüncü kadını Düzdüdil Kadın'dan (ö. 1845) Beylerbeyi Sarayı'n-da(->) 1843'te doğan Cemile Sultan, Mah-mud Celaleddin Paşa (ö. 1884) ile evlendirilir. Saray inşaatının düğün tarihine kadar bitirilmemesi üzerine Emirgân'da-ki Mısırlı İsmail Paşa Yalısı kiralanır, ancak altı ay sonra inşaatın tamamlanması

üzerine Cemile Sultan ve eşi saraya yerleşirler. Cemile Sultan'ın ölümü üzerine saray, Dervişzade Ahmed Paşa ile evli olan Nazime Sultan'a geçer. Çırağan Sa-rayı'mn(->) yanması üzerine, 1913-1920 arasında Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan çalışmalarım bu sarayda sürdürür. 1926'da Güzel Sanatlar Akademisi'ne devredilen bina l Nisan 1948'de büyük bir yangın geçirir. Bu yangında kütüphanede bulunan kıymetli kitaplar, öğrenci kayıtlarına ait dosyalar, ders malzemeleri, tabloların yanısıra, Milli Mimari Semineri çalışmalarına ait çok sayıda rölöve yanar. Yangından sonra mimarlık bölümü o ders yılını, Fındıklı'daki ilkokul binasında tamamlar. Mimarlık bölümü dışındaki bölümler ise bahçede bulunan, yangından kurtulan binalara yerleştirilir. Sarayın yıkılan orta kısmı tamamıyla boşaltılır ve S. H. Eldem tarafından hazırlanan proje doğrultusunda yeniden düzenlenir ve 23 Nisan 1953'te eğitime başlanır.

Çifte Saraylar'dan diğeri ise Münire Sultan'ındır (ö. 1862). Abdülmecid'in altıncı kadın efendisi Verdicenan'dan (ö. 1889) Topkapı Sarayı'nda, 1844'te doğan Münire Sultan, Fatih'teki, Gülüştü Kadın Efendi Türbesi'ne gömülmüştür. Önce İlhami Paşa, sonra İbrahim Paşa ile evlendirilen Münire Sultan'ın 18ö2'de ölmesi üzerine, önce Abdülaziz'in kızlarından Saliha Sultan, daha sonra ise II. Mahmud'un (hd 1808-1839) kızı Âdile Sultan bu sarayda yaşarlar.

Âdile Sultan'ın 1899'da ölümü üzerine saray, Abdülaziz'in damadı Ahmed Zülküfl Paşa'ya geçer. Cumhuriyet döneminde bir müddet III. Kolordu Komutanlığı Karargâhı olarak kullanılan bina 1943-1952 arasında edebiyat fakültesi o-larak kullanılır. 1970'e kadar Atatürk Kız Lisesi olarak kullanılan saray, bu tarihten itibaren Mimar Sinan Üniversitesi' ne devredilir ve restorasyon çalışmalarına başlanır. S. H. Eldem tarafından hazırlanan proje doğrultusunda düzenlenen binada 21 Kasım 1975 tarihinde eğitime başlanır.

Onarım öncesi planlar incelendiğinde, iki yapının da denize paralel yerleştirildiği ve bu düzenin iç mekâna da yansıdığı görülür. Simetri eksenlerinin kesiştiği orta alanda büyük ve denize paralel dikdörtgen formda bir sofa dikkati çeker. Orta sofa ikişer direklikle yan sofalara açılır. Odalar, deniz ve kara cephelerine dizilmişlerdir ve geometrik tavan süslemelerine sahiptirler. Simetrik ve ak-siyal cephe düzenlemelerinin hâkim olduğu yapılarda ampir formlar dikkat çeker; üçgen alınlıklar, kat silmeleri gibi. Her iki yapıya da S. H. Eldem'in projelendirdiği onarımlar sırasında yüksek giriş saçakları eklenmiştir.

Çifte Saraylar'ın yakın çevresinde bulunan, 1957'deki yol genişletme çalışmaları kapsamında yıkılan yapılar da şunlardır: Hatuniye Mescidi ve Tekkesi, Arap Ahmed Paşa Kütüphanesi ve Türbesi, ha-zire, çeşme ve sebil; Molla Çelebi Ha-

mamı. Bu yıkımlardan kurtulabilen Zevki Kadın Sıbyan Mektebi, halen Mimar Sinan Universitesi'nin kullanımındadır. Mimar Sinan Universitesi'nin mekân sıkıntısını giderebilmek amacıyla, Çifte Saraylar ile Meclisi Mebusan Caddesi arasındaki bahçede, projeleri S. H. Eldem tarafından hazırlanan oditoryum ve bir idare binası inşa edilmiştir.

Bibi. M. Cezar, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi, İst., 1971, s. 115; Güzel Sanatlar Eğitiminde 100 Yıl, İst., s. 15; Tuğlacı, Balyan Ailesi, 58; Unsal, Eski Eser Kaybı, 50. OĞUZ CEYLAN

ÇİFTE SULTANLAR TÜRBESİ

bak. KOCA MUSTAFA PAŞA KÜLLİYESİ



ÇİFTEHAVUZLAR

Kadıköy'de bir semt. Bağdat Caddesi'nin her iki yanına düşen, ama daha geniş kısmı caddenin güneyinden Marmara De-nizi'ne dek olan alanı kaplayan, doğusunda Göztepe, güneydoğusunda Caddebostan'ın güney ucu, batısında ise Se-lamiçeşme ile çevrili bulunan ve bugün kuzeyde demiryoluna kadar uzanan Çif-tehavuzlar'm tarihi çok eskilere gitmez. Yüzyılımızın başlarında geniş çayırlarla kaplı olduğundan Kadıköy yakasındaki mesirelerden birisiydi. Burada Ragıp Paşa, Cemil Paşa (Öp. Dr. Cemil Topuzlu) Hacıbekirzade'nin ün salmış köşklerinin yanısıra çeşitli köşkler ve yazlık ikametgâhlar da bulunuyordu. Semtin adı ya bu köşklerin bahçelerindeki havuzlardan gelmektedir ya da II. Abdülhamid döneminin erkânından Cemal Paşa'nın -eski söylenişiyle- Caddebostanı'ndaki Çifteha-vuzlu Köşk'ten kaynaklanmaktadır, çünkü (eski) Caddebostanı iskelesi ile Fener-yolu'ndaki (eski) demiryolu (hatboyu) arasında uzanan ve dolayısıyla doğu-batı doğrultusunda semti kesen yolun adı Çif-

tehavuzlar Caddesi'ydi (şimdi Cemil Topuzlu Caddesi).

Cumhuriyet döneminde burada kagir ya da beton köşkler, villalar inşa edilmiştir. 1950'li yılların sonlarında Bağdat Caddesi genişletilip, asfaltlandıktan sonra Kızıltoprak ile Bostancı arası sayfiye olmaktan çıkarken, cadde boyunca sıralanan tüm semtler gibi Çiftehavuzlar da beton apartmanlarla dolmuş ve nüfus yoğunluğu bir hayli yüksek olan bir yere dönüşmüştür.

Günümüzde Büyük Kulüp adım taşıyan Cercle d'Orient'ın(->) yazlık şubesi yakın yıllara değin semtin Marmara sahilinde, karadan yüksek duvarlarla çevrili, plajlı, motor iskeleli geniş bir alanı kapsamaktaydı. Denizin doldurulmasıyla sahil yolunun geçirilmesinden sonra burası birçok üyesi için eski önemi azalmış olarak daha küçük bir mekânda faaliyetini sürdürmektedir. Halen mülkiyeti Banker Kastelli'ye (Cevher Özden) ait olan, fakat herkesçe eski sahibinin adıyla Ali İpar'ın köşkü diye bilinen kuleli, ahşap Osmanlı yapısı semtin en güzel binası-dır. Ayrıca Celâl Bayar ve Selahattin Be-yazıt'ın villa tipi kagir konutları da Çifte-havuzlar'ın adı duyulmuş bahçeli yapıla-rındandır.

İstanbul'a seferleri olan bellibaşlı otobüs firmalarının servis aracı işlettikleri Bağdat Caddesi yazıhaneleri son yıllarda Çiftehavuzlar'da toplanmışlardır.

İSTANBUL

ÇİFTEHAVUZLAR KASRI

Belgrad Ormam'nda, "Karanlık Bent" o-larak da adlandırılan II. Osman Bendi' nin üzerinde yer almaktaydı.

Bir biniş kasrı niteliğinde olan bu yapı, aynı yörede bulunan birçok benzeri gibi III. Ahmed (hd 1703-1730) tarafın-

dan 1717'de inşa ettirilmiş, 18. yy'm sonlarına doğru harap düşen köşk 1797'de III. Selim (hd 1789-1807) tarafından esaslı bir onanma tabi tutulmuştur. Köşkün adı, III. Ahmed döneminde, birbirine yakın olan II. Osman Bendi ile III. Ahmed Bendi'nden dolayı bu çevreye "Çiftehavuzlar" denilmesinden kaynaklanmaktadır. Tespit edilemeyen bir tarihte ortadan kalkan köşkün, Başbakanlık Osmanlı Ar-şivi'nde, 1797 onarımına ilişkin belgeler arasında yer alan planından hareketle S. H. Eldem'in hazırlamış olduğu bir plan restitüsyonu bulunmaktadır.

Dış hatları itibariyle merkezi sofalı ve üç eyvanlı bir yapı görüntüsünü veren köşkün merkezinde dikdörtgen planlı bir sofa yer almaktadır. Bu sofaya açılan girişin önünde iki yandan basamaklarla çı-

Çiftehavuzlar Kasrı'nın planı. Eldem, Köşkler ve Kasırlar



ÇİNGENELER

514

515

ÇİNGENELER

Sulukule yerleşik hayata geçen çingenelerin oturdukları yerlerden biridir (solda). Müzik ve eğlence çingenelerin yaşamında önemli bir yer tutar (üstte). Cumhuriyet Gazetesi Arşivi (sol), Sabrı Koz koleksiyonu (sağ)

kılan bir sahanlık bulunmakta, girişin karşısındaki duvarda, aynı eksen üzerinde hünkâr odasına açılan kapı yer almaktadır. Sofanın sağına, arşivdeki planda "ağalar mahalli" olduğu belirtilen maiyet odası, soluna da, bir hela-abdestlik birimi ile donatılmış ve ayrıca hünkâr odası ile irti-batlandırılmış bulunan namaz odası yerleştirilmiştir. Köşkün barındırdığı her üç odanın da dikdörtgen açıklıklı çok sayıda pencere ile aydınlatıldığı ve sedirlerle donatıldığı tahmin edilmektedir. Bibi. Eldem, Köşkler ve Kasırlar, I, 192-193. M. BAHA TANMAN


Yüklə 7,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   116   117   118   119   120   121   122   123   ...   134




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin