Benim gözümden) doğANŞEHİR ve 93(1877) muhacirleri



Yüklə 2,37 Mb.
səhifə14/55
tarix30.07.2018
ölçüsü2,37 Mb.
#63474
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55

- ARTVİN ve KÖYLERİNDEN GELENLER -

1-Faik Okumuş ve oğulları (Talat, Feyzi) 2-Ali Erdem ve oğulları(Fuat,Cemal) 3-Şirin Ali Erdem ve oğulları(Turgut, Faruk) 3-Mirali Erdem ve oğulları (Hasan, Muhammet) 5-Mukim Torun ve oğulları 6-Nevzat Kaya ve oğlu (Secarettin) 7-Şahin Erdem ve oğulları (Erol, Birol, Gürol) 8-Nafiz Genç(Öğret.) 9-Ayhan Altun(Öğret.) 10-Saydan Altun(Öğret.) 11-Yener Yıldırım(Öğret.)12-Mecit Seç-kin(Cami İmamı) ve oğulları (Mehmet, Serdar(Öğret.) 13-Fikri Genç (Müs-dahdem) 14-İskender Aslan ve oğlu Selahattin(Öğret.) 15-Rüstem Aslan ve oğulları(Cihat, Ethem, Nebi) 16-Alaattin Aslan 17-Osman Kambur ve oğlu Halit 18-Binali Yılmaz ve oğulları Şemsettin,Vezir(Gardiyan), Cemal (Em. Asb.), Kemal ve Kadir.

VİRANŞEHİRDE YAŞANMIŞ İLGİNÇ OLAYLAR

Tatar ailesinden Besni’li Ahmet, ayakkabı tamirciliği işi ile uğraşmaktadır. Besni’de çokça bu işle uğraşan insan vardır. Dolayısiyle pek fazla kazanç temin edemekmektedir. Duyduğuna göre yakınlardaki Subatra’(Viranşehir)ya çok sa-yıda Kars ve Artvin yöresinden muhacir gelerek yerleşmiştir. Oralar aslında Besni bey’inin mülküdür. Kendisine ihtiyaç duyulabileceğini ve iyi iş yapabi- leceğini tahmin edip, gelip oraya yerleşerek kendi işine koyulur.Viranşehirde evlendiği İbrahim-Adile kızı Zöhre’den olma Mustafa Tatar, Hacı Ahmet Yal- vaç, Pakize Canpolat, Emine Turan ve Ahmet’in sonraki eşinden olma doğuştan özürlü Mahmut, muhacirlerin bir arada bulundukları Viranşehir’de yaşamlarını sürdürürler. Hepsi, özürlü Mahmut hariç, burada evlenip yuva kurar ve çağa, ço-cuğa karışırlar. Mustafa babası gibi ayakkabı tamirciliği ile uğraşmaktadır. Mustafa ile kardeşi Hacı Ahmet arasında geçen bir ilginç hadiseyi anlatmadan geçemeyeceğim. Doğanşehir’de particilik çok keskin bir şekilde yaşanmaktadır. Özellikle seçim arifelerinde (C.H.P ve D.P.) ayrımı, en yakınları bile birbirine düşürmektedir. Mustafa koyu bir D.P.li, Hacı Ahmet ise koyu bir C.H.P.lidir. Sırf bu yüzden birbirlerine dargındırlar. Ve hiç konuşmamaktadırlar. Konuş-tuklarında ise kavgalıdırlar. Öyleki bir gün, H.Ahmet, kardeşine kızarak soyadı-nı değiştirmek üzere Kaymakamlığa başvurur. Kaymakamın, hangi soyadı al-mak istediğini sorması üzerine de: “- Kardeşimle aynı soyadını kullanmayayım da hangisi olursa olsun, demesi üzerine, Kaymakam; “ Ben Isparta’nın Yalvaç ilçesindenim. Bu ismi soyadı olarak almak ister misin?” teklifine, Hacı Ahmet: “Kabülümdür Kaymakam bey” demesi üzerine “Yalvaç” soyadı tescillenmiş olur. Bundan sonra kardeşlerden Mustafa “ Tatar”, Hacı Ahmet ise “ Yalvaç” soyadını kullanır olmuşlardır. Bu dört kardeşin bağlı oldukları aile fertleri ile ilgili bilgiler “Kim kimdir? Kimin nesidir?” diye belirlenen ikinci bölümde Tatar- Yalvaç- Canpolat ve Turan hanelerinde ele alınacaktır.

Siyaset ayrımcılığı sadece bu iki kardeşle sınırlı değildir tabiî ki. Aileler arasın-da, mahalleler, kahvehaneler arasında da bu durum belirgin bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Özellikle seçim zamanları, bu ayrımcılık keskin bir şekilde yaşa-nır. Bazen yaralamalı kavgalar bile olmuştur. Bu partisel ayrımcılık, ilçenin ge-lişmesine de sekte vurmuştur. Şöyleki; bir taraf, ilçe için yararlı bir iş yapmaya kalksa, diğer taraf, bozmaya çalışmıştır. Böyle olunca da yapılması düşünülen hizmetler, diğer ilçe insanları tarafından değerlendirilmiştir. Bu durumların oluş-masında, insanlar arasında yaşanan kışkançlık, çekememezliğin etken olduğunu görmekteyiz. Kahvehane işleten C.H.P. li Hacı Ahmet’in müşterileri kendi parti-sinden olanlardır. Oraya başka bir D.P.li giremez. Daha doğrusu girmek iste-mezler. Hatta kahvehanenin önünden geçerken bakmamak için kafalarını çevi-rirler. Demokrat Partililerin de Belediye Başkanlığını aldıkları 1955 yılından iti-baren bir kahvehaneleri olmuştur. Oraya da hiçbir C.H.P. li giremez, daha doğ-rusu girmelerine müsaade edilmez ve hatta tepki gösterilir, hakaret edilirler. Bahsi edilen bu kahvehane “ Kristal “ adı ile tanınmış olup adeta Doğanşehir muhacirleriyle özdeşleşmiştir. Belli bir zamandan sonra buraya her partiden ve kesimden insan rahatlıkla girip çıkmıştır. Burası muhacirlerin kesin adres yeri-dir. Aranan kişinin mutlaka bulunacağı yada bilgi alınacağı yerdir. Diğer bütün kahvehaneler zamanla kapanmış ve ortadan kalkmış olmasına karşın, Kristal Kahvehanesi hala işlevini; eskimiş, çürümüş olmasına rağmen, ufak tefek tami-ratlarla devam ettire gelmektedir.

PAYTONDAKİ İKİ KADIN

Besnili Ahmet ve Zöhre’den olma erkek kardeşler arasındaki farklılıklar, kız kardeşler Pakize ve Emine arasında da gözlenmektedir. Pakize biraz kaba yapılı, daha büyük olmasına rağmen hareketleri ve konuşmalarından cahil kaldığı belli olurken, Emine, daha aklı başında, oturmasını kalkmasını ve konuşmasını bilen, olgun bir kadın görünümündedir. Dini konularda, eşinin hafız olması münase-betiyle, bilgi ve söz sahibidir. Güzel sesi ile okuduğu Kur’an’ı dinlemeye doyum olmazdı. Çocuklara karşı çok sevecendi. Onu tüm çocuklar ben de dahil çok se-verdik. O, bizim cici annemizdi. Pakize hala ise, cahilliğine rağmen konuşma-ları ve hareketleriyle insanları güldürme ve eğlendirme becerisine sahipti. O muhacir şivesiyle öyle tatlı konuşurdu ki, herkes onun konuşmasını dinlemek için can atardı.

Emine teyzenin Malatyada evli kızları ve torunları vardır. Bazı zamanlar onları ziyaret etmek ihtiyacı duyar. Aslında bu, kızları ve torunlarının ısrarlı da- vetleri üzerinedir. Bir defasında kardeşi Pakize ile beraberce gitmeyi planlarlar. Bu birlikte yapacakları Malatya ziyaretini, bir zamanlar Erzurum Atatürk Üni- versitesinde birlikte tahsil yaptığımız torunlarından Özgül’ün anlatımından nak-ledelim. Pakize ve kardeşi Emine; kızları, torunları ve yeğenlerini ziyaret etmek üzere Malatya’ya gelirler. O zamanlar taksicilik yaygın değildir. İnsanlar bir yerden bir yere gitmek için, mutlaka paytonlara binmeleri gerekmektedir. Bunlar da öyle yaparlar. Payton hareket eder ama, Pakize teyze, sağa sola bakıyor, bir şeyler mırıldanıyor, durmadan kıpırdanıyor yerinde adeta duramıyor. Bu durum üzerine, dayanamayan Emine teyze “ Bacı ne oluyor sana, ha bire mırıldanmak-ta, kıpırdamaktasın ?” diye merak içinde sorar. Pakize teyze bir süre durduktan sonra, başını yana çevirerek yine söylenmeye başlayınca, Emine teyze yine atılır. Ne olduğunu anlamaya çalışır. İkazı üzerine Pakize hala iyice boşalır. “Gız Emina heç mi farketmiyersin? Şu yanımızda oturan gariler hep bize bakı-yirler daha, gözlerin kördüür! Şunlara bak şunlara, aynı da bizim gibi de geyin-mişler gııız! Yoğ olasıcalar, sanki bizi yasliyirler.” Emine teyze merakla “ Hani nerde bacı? diye sorar. Pakize halanın canı iyice sıkılmıştır. Ve hiddetle “Aha bak yanımızda oturiyirlar. Heç mi farkına varmiyirsin!” Emine teyze dönüp baktığında yandaki aynada kendi görüntülerini görünce, kıkır kıkır gülmeye baş-lar. Pakize hala, daha da sinirlenmiştir. “ A ha şimdi naya güliyirsin? Ben na havadayım, san na havadasın?”... Emine teyze gülme krizinden kurtulunca “Bacıı, o dediğin gariler kimdir biliyirsin?” Kaşlarını çatan Pakize teyze “ Kim-dur ki gııız?” diye sorar merakla. Emine teyze “ Hele eyice bak bakam kimdir onlar?” Pakize hala bu ikaz üzerine dikkatlice bakar aynaya ve “ Gız Emina, yoksa bizmiyuh o garilar” deyince, ikisi birden katıla katıla gülerler. Pakize hala birden ciddileşerek,“ Gız Emina sakın çocuklara bundan bahsetmeyesin! Ma-balım boynuna ha” der.

Ne ise, payton evin önünde durur ve inerler. Eve birlikte çıkarlar. Büyük bir bir coşku ve sevinçle karşılanırlar. Karşılıklı hoşbeş sırasında, Pakize hala kim-senin görmez tarafından, Emine teyzeyi olanları anlatmaması hususunda işaret yolu ile ikaz eder. Ama bu anlatılmayacak bir olay mı? Bir süre sonra, Pakize teyzenin olmadığı bir anda Emine teyze, olanları kızlarına ve torunlarına anlatın-ca evde adeta kızılca kıyamet kopar. Gülüşmenin, kahkahanın ardı önü yoktur-dur. Gürültü patırtı üzerine içeri giren Pakize hala, Emine teyzeye dönerek ” Gız yoğolmuyasıca! Anlattın değil mi çocuklara?...

AMCAYA VERİLEN CEZA

-- Türkmenoğlu ailesinden İbrahim ve Hüseyin, Vanda yaşamlarını sürdürmekte iken, kardeşlerden İbrahim seferberlik için askere alınır. Ancak İbrahim geri dönemeyecektir, zira şehit düşmüştür. Eşi Hüsnüye ve tek oğulları Ahmet ortada kalmıştır. Herşeyden yoksun olarak yaşamak çok zordur. Bu sıkıntıyı Hüsnüye ve oğlu Ahmet yoğun olarak yaşamaktadır. Oysaki İbrahim askere alınmadan önce, kardeşi Hüseyin ile birlikte ortak bir bakkal dükkanı işletmektedirler. İbrahim askere giderken eşi ve oğlunu kardeşine emanet etmiş, onların her türlü ihtiyaçlarının karşılanması hususunda sıkı tembihatta bulunmuştur. Ancak Hüs- nüye ve oğlu sıkıntı içinde yaşamakta ve fakat Hüseyin’den hiçbir yardım gö- rememektedirler. Çektikleri sıkıntıya fazla dayanamayan Hüsnüye, oğlu Ahmet’ i, yiyecek bir şeyler vermesi için amcası Hüseyin’e gönderir. Ahmet, amcası ta-rafından terslenir ve kendisine hiçbir şey verilmez. Duruma fazla içerleyen Ah-met, hırsla eve gelip babasından kalma çifteyi alarak, doğru amcasının dük- kanına gider, bütün saçmaları amcasının üzerine boşaltır. Korkusundan Van’ı terk eden Ahmet, önce Malatya’ya, bilahare Viranşehire gelip yerleşir. Zaman- la evlenip yuva kuran Ahmet’in, Şahabettin adında bir oğlu olur. Ahmet bir süre sonra eşi ve çocuk yaştaki oğlu Şahabettin’i yüzüstü bırakarak,Viranşehri terk eder. Bir süre sonra annesi de ölen Şahabettin, tamamen ortada kalmıştır. Hoddi Ahmet ile evli olan teyzesi Nazlı, onu himayesine alır. Şahabettin, çiftçilikle uğ-raşan Hoddi Ahmet’in yardımcısıdır artık. Teyzesi Nazlı’nın, kalaycılıkla uğra-şan Nuri’ye kaçması üzerine sıkıntıya düşen Şahabettin, bir süre daha Hoddi Ahmet’in yanında kalır. Askerlik çağına gelen Şahabettin, görevini tamamlayıp tekrar Doğanşehire döner ve belediyede hizmetli olarak işe başlar. Çalışmaları sırasında belediye zabıta memuru Mahmut Şen’in, bir gün kendini azarlaması ve kovması üzerine işini terk eder. Bir gün, o zamanlar Belediye Başkanı olan Esat Doğan’ın “ Oğlum neden işe gelmiyorsun? demesi üzerine, durumu kendine açıklar. Bu duruma çok canı sıkılan Esat Doğan “ Yarın hemen göreve başlı- yorsun tamam mı?” demesi üzerine tekrardan görevine döner Şahabettin. Ken-dinin de bulunduğu bir ortamda Mahmut Çavuş’u yanına çağıran Belediye Reisi Esat Doğan “ Yahu Mahmut, sen bu yetimi niye kovarsın , benim bu durumdan niye haberim yok? Ne istersin bu yetimden? Böyle durumda olanlara elimizi uzatmamız gerekirken, biz onları kovuyoruz, bu ne demektir ? şeklinde uyar-ması üzerine, gururu okşanan Şahabettin, emekli oluncaya kadar görevini sür-dürür. Bu arada kendinden yaşlı Gülizar ile evlenen Şahabettinin Süleyman ve Kazım adında iki oğlu ve Şerife adında bir kızı olur.

SEYFULLAH’IN GÜCÜ

Viranşehire sonradan gelen ailelerden biri de Posof’un Civana (Binbaşı Emin Bey) köyünden gelen Kocahocagillerden; Seyfullah ve kardeşleri Nazım Oğhan Hoca ve Asım Hocadır. Bunlar aslında Mevlüt ve Ruşenden olma 8 kardeştirler. 1) Musa 2) Seyfullah 3) Müşdak 4) Asım 5)Molla Resul 6) Habip 7) Nazım 8) Şeteret. Diğer kardeşler memleketten ayrılmazlar. Sadece kız kardeş Şeteret, 1965 yılında oğlu Memduh ile birlikte Doğanşehire gelir. Viranşehir’e gelen 3 kardeş, nahiye müdürü olan Molla Refet’in huzuruna çıkarlar. Sözcülüklerini yapan Seyfullah Yörük; “ -Müdür bey, biz Posof’un Cilvana köyünden geli-yoruz. Bize yardımda bulununuz, yol gösteriniz demesi üzerine, müdür; “ -Sizler Cilvana’dan kimlerdensiniz? diye sorar. Seyfullah;“-Bize Kocahocagiller derler. Müdür Molla Refet hemen atılır: “-Haydi ordan!... Siz beni Cilvana’yı bilmez, Kocahocagilleri tanımaz mı sanırsınız? Kocahocagiller çok kuvvetli, babayiğit insanlardır. Senin bir karış boyun var. Bir üflesem devrilirsin be demesi üzerine, Seyfullah gülümseyerek; “ -Bey, öyle demeyin. Boyumuz kısa, yapımız ufak tefektir ama, gücümüz kuvvetimiz yerindedir evvel Allah… Molla Refet onu şöyle bir süzer ve; “ -Sen ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın. Madem öyle, şu duvarı sırtlayıp yıkabilir misin? Bu söz üzerine Seyfullah duvara omuzu ile hafifçe yüklenir yüklenmez, duvar büyük bir gürültüyle yıkılıverir. Müdür Molla Refet bir duvara bir de Seyfullah’a bakar ve; ”- Tamam anlaşıldı, güçlü kuv-vetlisin. Peki, neden boyun böyle kısa kaldı senin? “-Ne yapayım bey, Allah da beni böyle yaratmış, diye cevap verir Seyfullah.

Bu üç kardeş böylelikle Viranşehire yerleşmiş olurlar. Kardeşlerden Asım Hoca, ilk evliliğini Molla Mustafa Genç ve Asife’den olma Hatice ile yapar. Altı aylık evli iken Hatice vefat eder. İkinci evliliğini cami hocalığını yaptığı Elmalılı ?… ile yapar ve bu evlilikten bir kız çocukları dünyaya gelir. Kardeşlerden Nazım Hoca Viranşehirde yaşamını sürdürür. Nefesi güçlü bir hocadır. Dini konularda talebeler yetiştirir. Hastalıklarına çare arayanlar soluğu Nazım Hocanın yanında almaktadırlar. Nazım Oğhan Hoca, Memet Şükrü ve Hanife’den olma Fatma ile hayatını birleştirir. Bu evlilikten; 1)Seyfidar 2)Neslihan 3)Tahir dünyaya gelir.

Gelelim şimdi Seyfullah Yörük’e… Seyfullah amcayı çocukluk yıllarımdan tanırım, ancak birebir görüştüğüm ve konuştuğum olmamıştır.Tanıdığım ve hatırladığım kadariyle oldukça kısa boylu ve tıknaz biri idi. Onunla ilgili anla- tılanlar ilginç olduğu için hep belleğimde kalmıştır. Elini sıktığı kişinin par- makları birbirine yapışırmış. Elini veren kolunu kurtaramazmış. Bunun içindir ki kimse kendisiyle tokalaşmaya cesaret edemezmiş. Birgün, ayakkabıcılık yapan bir tanıdığının elini öyle bir sıkmış ki, elini bir türlü kurtaramayıp, acısından bağırmaya başlamış. Seyfullah’ın; “ -Ulan bana bir çift ayakkabı vermezsen elini bırakmam demesi üzerine, ayakkabıcı; “ -Ulan yeter bırak elimi. Bir çift ayakkabı değil, dükkan senin olsun, yeter ki bırak elimi, demek zorunda kal-mıştır…

SEYFULLAH’IN BEDEL PEHLİVAN İLE SINAVI

Seyfullah Yörük’ün memlekette iken, saray pehlivanı olarak ün yapan Bedel Pehlivan ile tanışması ilginçtir.

Bedel Pehlivan artık yaşlanmıştır. Ancak gücü kuvveti hala yerindedir. Atı ile bir yerlere giderken, koltaşı atarak yarışan gençleri görünce onlara yaklaşır. “-Verin şu taşı, bir de ben deneyeyim, der. Gençler taşı ihtiyara uzatırlar ve bir yandan da küçümseyerek gülüşürler. İhtiyar Bedel Pehlivan, taşı şöyle bir kav- rayarak öyle bir fırlatır ki gençlerin gözleri faltaşı gibi açılmış, hayretlerini giz-leyememişlerdir. Zira ihtiyarın fırlatıp attığı taş, kendilerininkinin çok çok ileri-sine düşmüştür. Gençler mahçup, hayret ve şaşkınlıkla; “ -Vay be ihtiyar, sen neymiş sen! derler. Gençlerden biri de Seyfullah Yörük’tür. İhtiyarın yanına yaklaşarak; “ -Güreşten de anlar mısın emmi? diye sorar. İhtiyar; “-Elbette anla-rım. Gençliğimde eyi bir güreşçiydim demesi üzerine, Seyfullah; “ -Benimle güreş tutarmısın emmi? Güçlü, kuvvetli bir ihtiyar olduğunu anladık. Bakalım güreşte de marifetli misin? diye sorar. Seyfullah, onu yeneceğinden emin, taş atmadaki mahcubiyeti gidermek ve hayıfını almak düşüncesindedir. İhtiyar, bir eliyle atının yularını tutmaktadır, “ -Haydi gel bakalım der, Seyfullah’a. Sey-fullah ise canı sıkın bir vaziyette: “ -Emmi sen hele şu atını ağaca bir bağla da, öyle tutalım, der Seyfullah. İhtiyar yerinden teprenmeden ve elini yulardan bı-rakmadan; “ -Gerek yok. Ben bu halimle de seni haklayabilirim, der ihtiyar.

Bu kadarı da fazla diye düşünen Seyfullah, büyük bir hırs ve hınçla saldırır ve ne olduğunu anlamadan kendini yerde bulur. Düştüğü durum ve arkadaşlarının alaylı gülüşlerine sinirlenen Seyfullah, ihtiyara dönerek; “ -Bir daha tutmak ister misin ihtiyar? diye sorar. Bedel, gülümserek; “ -Olur delikanlı, ama bu sefer biraz daha dikkatli ol tamam mı? diye sorar. Seyfullah daha temkinli ve var gücü ile saldırırsa da, kendini bir anda yine yerde bulur. Gençler özellikle de Seyfullah, büyük şaşkınlık içerisindedirler. Seyfullah; “ -Yahu emmi, sen kimsin Allahaşkına? Beni bu havalide yıkan, şimdiye kadar hiç çıkmadı. Sen bu ihtiyar halinle hemi de tek kolunla, beni iki defadır haklayıverdin der. İhtiyar, kendin-den emin; “ -Bana Bedel Pehlivan derler evlat. Bu söz üzerine, gençlerin hayret ve şaşkınlığı daha da artmış olarak; “- Sen şu meşhur saray pehlivanı Bedel Pehlivansın öyle mi? diye sorar gençler. “-He ya, ben, o saray pehlivanı Bedel’ im der ihtiyar. Seyfullah; “- Sen ki gerek Osmanlı ve gerek Rusyada şan ve şöhret sahibi olmuş, büyük bir pehlivansın. Senin sırtını şimdiye kadar ne Os-manlıda ve ne de Rusya’da hiç kimse yere getirememiş. Senin ihtiyarlığın değil, ölün bile rakiplerini korkutmaya yeter. Sana yıkıldığım için hayıflanıyor ve üzülüyordum. Ancak şimdi ise, seninle güreşmiş ve sana yıkılmış olmaktan mut-luyum ve gururluyum, demiştir.

YEMEN HARBİNE KATILAN MUHACİR DOĞANŞEHİR’LİLER

Akali Çavuş(Öztürk) Osmanlı Döneminde Yemen’de savaşırken, 9 hemşe- risinin daha Yemen’e geldiğini duymuş, heyecanlanmış ve sevinmiştir. Hemen yanındaki askerlerden 9 tanesini, hemşerilerini sırtlayarak yanına getirmesini emreder. Askerler hemen gösterilen yere ulaşırlar. Askerlerden her biri, gelenleri sırtlar ve Akali Çavuş’a ulaştırmaya çalışırlar. Geriye Seyfullah ve çelimsiz bir asker kalır. Seyfullah askere şöyle bir bakar, canı acır. Gel bakalım bin sırtıma der. Asker şaşırır olur mu, molur mu demesine fırsat bırakmadan, askeri sırtla- dığı gibi koşar adım alır götürür. Yemen Harbine katılan muhacir Doğanşehir’ lilerden; Doğan ailesinden Mevlüt- Durdu ailesinden İzzet -Özel ailesinden Kamil ve oğulları Mahmut, Ömer ve Hasret şehit düşmüşlerdir.-Öztürk aile- sinden, Akali Çavuş-Özel ailesinden Hacı Ahmet( Kendisi seferberlik yıllarında İngilizlere esir düşmüş ve İngiltere’ye götürülmüş, akabinde bir yolunu bularak ülkesine dönmeyi başarmıştır.)- Durak ailesinden Hacı Abbas-Yörük ailesinden Seyfullah – Varol ailesinden Eşref sağ salim memlekete dönebilmişlerdir.

Anılarla kendisinden övgü ile bahsettiğimiz Seyfullah Yörük, ilk evliliğini Aslan-Aslı kızı Hüsne ile yaptı. Eşi ölünce, yine eşi Molla Memet Şükrü’nün ölümü üzerine dul kalan Hanife ile yapmıştır. Bu evlilikten; 1)Gülhanım 2)Me- met 3)Gülperi dünyaya gelmiştir. Hanife’nin Molla Memet Şükrüden olma 2 kızı vardır. Kızlardan Ayşe; Emin Çavuş Kabakaş ile, Fatma ise; kardeşi Nazım Hoca ile evlidir.

Diğer gaziler kendi aileleri( Öztürk-Özel-Durak) içinde değerlendirilecekler- dir. Ancak konunun önemine binaen, şu kısa açıklamayı yapmayı uygun bul- maktayım. Özel ailesinden baba Kâmil başta olmak üzere dört oğlu(Mahmut-Ömer-Hasret-Hacı Ahmet) ile birlikte bu harbe iştirak etmiş, sadece oğul Hacı Ahmet, İngilizlere esir düşüp İngeltere’ye götürülmüş, sonra bir yolunu bularak memlekete geri dönebilmiş, diğerleri şehit düşmüştür. Bir aileden baba dahil dört oğul birden harbe iştirak etmişlerdir. Onları, tümü ile savaşa iştirak etme-leri için kimse zorlamamıştır. Olsa olsa gönül rızalığı ile harbe katılmışlardır. Bu aile fertlerinin vatan ve millet adına yaptıkları bu fedakarlıklarını takdirle kar-şılamak gerekir herhalde …

-VİRANŞEHİRDE İLK TREN ve GOGOP OĞLU HASAN -

Gogopoğlu Hasan, 93 muhaciri olarak Posof’un Satlel köyünden gelerek diğer muhacirlerle birlikte Viranşehir’e yerleşen, gogopgiller diye anılan ailenin bir sonraki jenerasyonnun bir ferdidir. Kendisi, askerden yeni dönmüştür. Gerek arkadaşları ve gerekse konu-komşu, hısım akrabalar kendisine geçmiş olsuna gelmektedirler. Hasan, askerlik görevini yapmış olmanın haklı gururunu yaşa-maktadır. Askerlik ona çok şey öğretmiştir. Görmediği ve bilmediği çok şey hakkında bilgi sahibidir artık. Memlekette askerliğini yapmayana adam gözüyle bakılmamakta ve toplum içinde bir saygınlığı bulunmamaktadır. Askerliğini ta-mamlayıp evine döndüğüne göre, kendisini adam yerine koyarlardı artık, diye düşünmektedir. Bu duygu ve düşünce içerisinde, ayakları yere daha sağlam bas-makta, kendine daha bir güven duymakta, yolda gururla daha bir dik yürümek-tedir. Askerlik kendine çok iyi yaramış, kilo alarak tavlanmış ve kendini çok güçlü hissetmektedir artık.

Tam bu anda dikkatimi çekmiş olan bir hususa değinmek isterim. Askerlik görevinin insanlara çok değerli şeyler kazandırdığını gözlemledim. Gerek tavır ve davranışları ve gerekse beden yapıları itibariyle olumlu manada çok farklı olmaktadırlar. Bu durum sadece benim değil tüm herkesçe böyle algılanmakta-dır. Askerlik görevini yapmış olmanın önemsenmesi bu olsa gerek. İnsan, asker-liğini bitirip gelen gençleri tanımakta zorluk çekmektedir. Dünyadan bihaber ve çelimsiz bir vücutla askere uğurlanan gençler, döndüklerinde bambaşka bir insan olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Hiç unutmam Hasan Türker kapı komumuzdu. Çelimsiz bir gençti. Askerlik dönüşünde onu tanımakta çok zorluk çektik. Bam-başka, adam azmanı biri olmuştu adeta. Bundan dolayıdır ki ondan sonra “ Çam Hasan” olarak ün yapmıştır. Rahmetli babam, bazen askerliğinden bahsederken, askerlik bana çok iyi gelmişti ve kendimi çok güçlenmiş hissediyordum. Yürür-ken yolun, ayaklarımın altında çatırdadığını hissederdim sanki, derdi. Bu duru-mu ben şuna bağlamaktayım. Tabiiki bu eski dönemlerle ilgili. Anne-baba ve çevre baskısı altında yetişen, doğru düzgün bir şeyler kursağına girmemiş olan gençler, askerlikte disiplinli, hareketli ve düzenli bir yaşam ve her övün önlerine gelen karavana ile tıka basa karınlarını doyurdukları içindir ki bu durumlara gelebilmektedirler.

Ne ise biz yine dönelim Gogop Hasan’a… Askerliğini yapmayana kız dahi verilmediği bir ortamda, askerliğini bitirmiş olmanın rahatlığı ve haklı gururu ile, şimdi herkesin ve özellikle kızların dikkatini çekme adına, gerek giyim-kuşam ve gerekse tavır ve davranışları ile, yolda yürürken ve birileriyle konuşur-ken daha bir özen göstermektedir kendine. Koskoca İzmir’i görmüş ve oranın havasını teneffüs etmiş olmanın ayrıcalığını yansıtması gerektiğine inanmakta, bilgi ve görgüsünün farklılığını gösterme adına daha bir dikkat etmektedir.

O dönemler insanların özellikle yaşlıların, bir araya gelip sohbet ettikleri “ Köy odaları” olurdu. Bu odalar daha ziyade, toplumda itibar sahibi ağa konumundaki insanların sorumluluk ve tabiyeti altında olurdu. Buraları, sadece yaşlı insanların bir araya gelip sohbet ettikleri yerler olmayıp, aynı zamanda civar yörelerden gelen misafirlere de açık olurdu. İtibarlarına düşkün olan ağalar, bu yerlere ge-rekli özeni göstererek, gelen insanları memnun etmek adına hiç bir çaba ve mas-raftan kaçınmazlardı. Otel gibi kalınacak bir yerlerin olmadığı böylesi mekan-lar, gelip de burada kalmak zorunda kalanlar için bulunmaz bir nimet olurdu… Bu odalara çocuklar ve askerliğini yapmamış gençler giremezlerdi. Oraları, ço-cuklar ve gençlerce, acaba oralarda neler konuşuluyor, neler yapılıyor? diye merak edilirdi. Hem buralara adım atmak, oradaki insanların arasına karışmak ve hem de bir an önce evlenmek adına, askerlik görevinin aradan çıkarılması amaçlanırdı. Gogop oğlu Hasan’ın da böylesi bir düşünce içinde olduğu kuşku- suzdu. Görevini tamamlamış, bilgi ve görgü birikimi ile memleketine dönmüş ve önündeki bütün engeller kalkmıştır artık…

Hasan, artık görevini tamamlamış olmanın haklı gururu ile, bir zamanlar merak ettiği ve içine giremediği köy odasından içeri çekinerek de olsa adımını atıverdi. İçeride sohbet etmekte olan yaşlılar; “ -Ooo gogopoğli !.. Hoş geldiiin. Geçmiş olsun. Eskerliğini bitirdin de buralara girer oldun hemiii!... Hasan biraz çekingen ve utangaç tavırla; “ -Hee emmiler. Çok şükür, askerliğimi bitirip sağ salim döndüm. (Bir diğer yaşlı oradan atılır): “ -Gogop oğli, yeduğun, içtiğun senin olsun. Neler yaptın, neler gördün anlat hele bir yol. (Hasan aynı tavır ve saygı ile): “ -Ne anlatayım size emmiler, askerliği yaptık döndük işte. (Bir diğe-ri): “ -Ola gogop oğli san esgerliğini İzmirde yaptın hemii? İsminu duymuşuh, böyük bir şeher herhal. Bizim burada şimdilerde trenden mirenden bahsederler. Böyle şeyleri ilk defa duyuyiruh. Sen orada görmişsundur, habarın vardur. Neme nem bi şeydur bu tren?...( Hasan’ın ürkekliği geçmiştir. Adam yerine konulup, bir şey sorulmaktadır. Kendisine güven gelmiştir. İşte tam fırsat, ken-disini kanıtlamalı, ne çok şeylerden bilgi sahibi olduğunu göstermelidir. Sesine bir düzen vererek): “ -İzmiiir çoook böyük bir şeher emmiler. İçinde gabolur-sunuz, yolunuzu şaşırırsanız var ya. Orada tren de var, vapur da var, her şey var vesselam…Trene gelince benim de kulağıma çalındı. Buradan tren geçeceğimiş. Madem ki treni çok merak etmektesiniz size anlatayım bari. (Kalkar, sobanın yanında duran maşayı alır gelir yaşlıların yanına)

-Bakın emmiler. Bu maşayı tiren yolu farzedin.Tiren yolu da aynen bu şekilde maşanın kolları gibi, paralel olarak uzayıp gider.(Yaşlılar pür dikkat kesilmiş Hasan’ın anlattıklarına odaklanmışlardır. Şaşkındırlar. Anlatılanlara bir mana verememektedirler. Akılları da yatmamıştır ama, yine de dikkatle dinlemeye de-vam ederler) Hasan daha bir iştahla anlatmaya devamla: “ -Trenin aynen bizim kağnılar gibi tekerlekleri var. Ama onlar safi demirden haa. İşte tren denen şey, yere döşenmiş iki ince demirin üzerinden akar gider. (Kendisini dikkatle izle-yenlerden biri, anlatılanlara bir anlam verememiş ve aklı da yatmamıştır. Müs-tehzi bir tavırla: “ -Ola Gogopoğli, san esgerde eyi martaval atmayı öğrenmişsin ha!... Olur da bu gaden olur. Biz kağnıyı koca yolda doğri düzgün yürütami-yiruh, san goca treni ince demir üzerinde yürütiyirsin. Heç olacağ işmidur bu?... O zaman devrulmaz mı bu zıhım?... (Hasan’ın bu sözler üzerine morali bozul-muş, canı sıkılmıştır ): “ -Vallaha billaha öyle emmiler, iki gözüm önüme aksın ki doğri soyliyirim. (Bir diğer yaşlı gülümseyerek) : “ -Hele anlat hele anlat gogopoğli, bahak ki daha ne yumurtlıyacağsın. Sanki bizler eskerlik yapmaduh. Sanki Ay’dan galduh. Treni, mireni bilmezuh ama, bizim de bilduğumuz çok şey vardır herhalım. (Hasan’ın canı iyice sıkılmıştır. Bir ara çekip gitmek gelir içinden, fakat büyüklere karşı ayıp olur diye izahatına devam eder): “ -En önde lokomotif denen kocaa bir makine var. Arkasına da 5-10 tana de vagon taktı-mıydı, üzerlerindeki yüklerle birlikte alır götürür istenen yere. (Meraklı bir ihti-yar Hasan’a biraz daha sokularak): “ -San şimdi diyirsinki gogopoğli, bu tren, üzerlerinde bir sürü yük olan vagonlari, iki ince demir üzerinden çekip götiriyir. Pekii, heç bir yerde gadanıp galmiyir mi, misal. yohuş yohari çıkarken? (Bir diğer yaşlı): “ -Ola gogopoğli, Maşallah yolları demirden döşedun. Pekey, tekerlekleri de demirden mi bu tiren denen zıhımın? (Hasan iyice bunalmıştır. Biraz da kızgınca ): “ -He emmi, yolları da demirden, trenin tekerlekleri de demirden. Heç yorulmadan, heç bir yerde gadanmadan, yohuş yoharı da, bayır aşağı da gider gelir hep, tamam mı? Haydın bana eyvallah, deyip ayağa kalktı-ğında ise, bir diğer ihtiyar; “ -Ola Gogopoğli bizi eyi eğlendirdun sağ olasan. Senin anlattuklarına gargalar bile güler. Biz lazım olduğunda, bir el gadar demir için taa Entep’lere gidiyuruh, zorunan bulup alıp gatiriyuruh. San tuttun yolları demirden döşadun. Tren ve vagonlarının tekerleklerini demirden yaptun. Bu heç olacak işmi dur? Bu gaden demuri bu devlet nereden bulacah ki?...


Yüklə 2,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin