BEKÂR68 BEKÂYÎ
(ö. 1003/1595) Divan şairi. İznik'te doğdu. Rızâ Tezkiresfne göre asıl adı Mehmed'dir. Cimri Çingân lakabıyla tanınan bir macuncunun oğlu olduğundan Macuncuzâde diye de anılmaktadır. İyi bir medrese tahsili gördü. Ayrıca zamanının âlimlerinden Hocazâde Kurt Çelebi'den ders aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra 30 akçe aylıkla Manisa medreselerinden birine tayin edildi. Orada Sultan 111. Murad'a hocalık yapmış olan İbrahim Efendi'den ders aldı. Şehzadeliğinde bir ara Manisa sancak beyliği yapan Murad'la hocası İbrahim Efendi vasıtasıyla yakın münasebetleri oldu. 111. Murad'ın 8 Ramazan 982'de (22 Aralık 1574) tahta çıkması münasebetiyle takdim ettiği arzuhal üzerine 40 akçe ile İstanbul'da Merdümiyye Medre-sesi'ne tayin ediidi. 1576'da Beşiktaş Hayreddin Paşa Medresesi'ne naklolundu. Ekim 1580'de Minik Ali Çelebi'nin yerine Sahn Medresesi'nde görevlendirildi. Daha sonra kadılık mesleğine geçerek 1581 Haziranında Vankulu yerine Selanik, ertesi yıl Şems Efendi yerine Galata kadısı oldu. 1583'te azledildiyse de iki yıl sonra tekrar aynı vazifeye getirildi. Ocak 1586'da Arapzâde Efendi yerine Üsküdar kadısı oldu. İki yıl geçince azledildi. Haziran 1592'de aynı göreve iade edildi. Üç dört gün sonra tayin edildiği Mekke kadılığına gitmek istemeyince istifa etmiş sayıldı. Kaynakların çoğunun bildirdiğine göre 2 veya 3 Cemâziyelevvel 1ÛO3'te (13 veya 14 Ocak 1595) ailevî bir sebepten dolayı İstanbul'daki evinde fecî bir şekilde öldürüldü.
Ölüm tarihiyle ilgili olarak S. Nüzhet Ergun'un Rızâ Tezkiresi'ne atfen, "Rıza 7ezMresi'nde ve ondan naklen Mus-tafa Mücib Tezkiresi'nöe şairin on yıl sonra ölmüş olarak gösterilmesi yanlıştır" ifadesinin69 matbu Rızâ Tezkiresi'y\e karşılaştırıldığında hatalı olduğu görülmektedir. Çünkü matbu Rızâ Tezkiresi'nüe de (s, 20) şair için verilen ölüm tarihi diğer kaynaklarla aynıdır. Ancak şairin vefatı için Osmanlı MüelliüerVnde yanlış olarak 980 (1572) tarihi gösterilmektedir (II, 97), A. Sırrı Levend de büyük bir ihtimalle Osmanlı Müelliflerimden naklen aynı yılı vermektedir.70
Tezkireler Bekayfnin şiirdeki kudreti hakkında fazla bir şey söylememekte, mevcut şiirleri ve manzum eseri Gül ü Bülbül incelendiğinde ise vezin ve kafiyeye hâkim olduğu görülmektedir. Kullandığı dil zamanına göre oldukça sadedir.
Eserleri:
l- Gülü Bülbül. Mesnevi tarzında ve aruzun "mefâîlün mefâîlün feû-lün" kalıbıyla yazılmış 935 beyitlik didaktik bir eserdir. İstanbul Üniversitesi71 ve Üsküdar Selim Ağa kütüphanelerinde72 kayıtlı iki nüshası bilinmektedir. Eserin 1565 veya 1572 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Türkân Meriç eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır73.
2- Şirvan Şah ve Şemâyii Bânû. A. Sırrı Levend'in Bekâyî'ye nisbet ettiği bu eser74 üzerinde Metin Karadağ bir doktora ön çalışması yapmıştır.75 Bu çalışmada eserin Bekâyrye ait olduğu hususunda kesin bir hükme varıia m ayacağı belirtilmektedir. A. Sırrı Levend'in, yazma nüshanın kapağında bulunan ve metin içinde de geçen, "Ey Bekâyî, sureta yârimden ayırdı felek/ Meânîde etti dünyâda varımdan cüda" beytinde "Bekâyî" mahlasının kullanılması sebebiyle bu kanaate vardığı ifade edilmektedir76. Aşk konusunun işlendiği eser mensur bir hikâye olup yer yer manzumelerle süslenmiştir. Hikâyede XVI. yüzyıl edebî nesir dilinin kullanılması yanında zaman zaman halk deyişlerine de yer verilmiştir. Bugün bilinen tek nüshası, Sa-fer 1165'te77 istinsah edilen ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi'nde bulunan yazmadır.78 Bu iki eser dışında kaynaklarda Bekâyî'nin bir divanından bahsedilmekte ise de henüz herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.
Bibliyografya:
Kınalızâde, Tezkire, I, 220; Seyyid Mehmed Rızâ, Tezkire, İstanbul 1316, s. 20; Sicili-i Os manî, II, 22; Osmanlı Müellifleri, II, 97; Ergun. Türk Şairleri, II, 694-696; Levend. Türk Edebiyatı Tarihi, s. 140, 143, 170; Türkân Meriç, İz-nikii Bakâyi'nin Gül ü Bülbül Mesneüisi'nin Transkripsiyonu ue Kısaca Tedkiki79, İÜ Edebiyat Fakültesi Türkiyat Araştırma Merkezi, T, nr. 486; Metin Karadağ. Şirvan Şah ile Şemail Bânû Hikâyesi üzerinde Bir Araştırma80, Atatürk üniversitesi, Ed.Fak.; "Bakâyî", TDEA,
BEKİR B. ABDULLAH EL-MÜZENÎ
Ebû Abdillâh Bekr b. Abdillâh b. Amr el-Müzenî el-Basrî (ö. 108/726) Muhaddis ve fakih tabiî.
Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Hasan-ı Basrî gibi sahâbî ve tabiîlerden hadis rivayet etmiş, kendisinden de Sabit eî-Bünânî, Süleyman et-Teymî, Katâde. Âsim el-Ahvel rivayette bulunmuştur. Çok hadis rivayet ettiği kaydedilmişse de Ali b. Medînî onun elli kadar hadis naklettiğini belirtmiştir. Rivayetleri Kütüb-i Sitte'üe yer almıştır.
Hakkında verilen bilgiler Bekir b. Abdullah'ın zühd ve takva sahibi bir fakih, sika* bir râvi ve ibretli nasihatlarıyla çevresine müessir olmuş bir vaiz olduğunu göstermektedir. Zenginler gibi giyinir, gönüllerini almak maksadıyla fakirlerle sohbet ederdi.
Kader konusunda münakaşa edildiğini duyduğu zaman bunu dinlememek için kalkıp iki rek'at namaz kılmayı tercih eden Bekir b. Abdullah, doğru olması halinde sevap kazandırmayan, yanlış olması halinde insanı günaha sokan su-izandan sakınmayı ısrarla tavsiye ederdi.
Bibliyografya:
İbn SaU et-TabakâL, VII, 209-211; el-Cerh oet-ta'dO, II, 388; Ebû Nuaym. Hilye, II, 224-232; Mizzî. Tehztbul-Kemâl, IV, 216-219; Ze-hebî, A'lâmü'n-nübelâ*, IV, 532-536; a.mlf., el-Kâşif İLecne), !, 108; İbn Hacer, Tehztbü't-Tehzîb, I, 484-485; Şa'rânî, et-Tabakât, I, 30-31; Münâvî, ei-Keoâkib, 1, 90.
BEKİR HAKİ EFENDİ
(1882-1975) Son devir din âlimlerinden.
Dağıstan'ın Karabağ eyaletinde doğdu. Babası Safîoğullan'ndan Molla Ah-med, annesi Medine Hanım'dır. İlk tahsilini önce babasından, sonra Karabağ'-da Seyyid Abdülaziz Çelebi'den gördü. Burada Arapça ve Farsça gramer bilgilerinin yanı sıra din ilimlerinin tahsilinde temel sayılan metinleri okudu. 1900 yılında ailesiyle birlikte hicret ederek önce Van'a, sonra Tokat'a gitti; ailesi Zile ilcesine baölı Tevfikive kövünde iskân edildi. Bekir Hâki o tarihte Tokat müftüsü olan Hacı Osman Efendi'nin derslerine devam ederek icazet aldı. Bundan sonra İstanbul'a gitmek istediyse de o sıralarda taiebe-i ulûmun İstanbul'a gitmesine izin verilmediğinden bu arzusunu ancak 1912'de gerçekleştirebildi. Tokat'ta çok iyi yetişmiş olan Bekir Hâki Efendi, gerek disiplinli çalışması gerekse zekâsı sayesinde, talebelik hayatının bundan sonraki bölümünde girdiği her seviyedeki imtihanı üstün derecelerle kazanmıştır.
İstanbul'un Süleymaniye semtindeki Yoğurtçuoğlu Medresesi'ne yerleşerek Fatih dersiamlarından Muharrem Lutfi Efendi'nin derslerine devam etti ve Haziran 1912'de ondan icazet aldı. Aynı yıl İstanbul'da ilk defa açılan Medresetü'l-vâizîn imtihanını kazandı. 28 Haziran 1913'te Meclis-i Kebîr-i Maârifte açılan imtihanı birincilikle kazandığı için Maârif Nezâreti tarafından Üsküp Dârül-muallimîni edebiyyât-ı Fârisiyye hocalığına tayin edildiyse de bazı sebeplerden ötürü bu göreve gidemedi. 1914 yılında açılan "ruûs imtihanı"nı üstün başarı ile kazanarak müderris unvanını aldı ve 27 Eylül 1914 tarihinden itibaren Beyazıt Dârülhilâfet-İ Aliyye Medresesi ikinci sınıf birinci şube sarf ve lügat müderrisliğine tayin edildi. Bir yandan da Mek-teb-i Kuzât'a yazılarak 26 Haziran 1915'-te buradan mezun oldu, böylece nâib (kadı) olma hakkını kazandı. 14 Mayıs 1917'de Muhallefât-ı Umûmiyye Kas-samlığı dördüncü sınıf kâtipliğine, 18 Ağustos 1918'de Dârülhikmet-i İslâmiy-ye ikinci sınıf kâtipliğine. 22 Eylül 1920'-den itibaren de İstanbul Kadılığı ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 15 Kasım 1920'de ise önceki memuriyeti olan Dâ-rülhikmet-i İslâmiyye ikinci sınıf kâtipliğine tekrar getirildi. 12 Ağustos 1922-de Mahmud Paşa Mahkeme-i Şer'iyye ikinci sınıf kâtipliğine tayin edildi. 28 Kasım 1923'te İbtidâ-i Dâhil Medresesi fe-râiz ve intikal müderrisi, 26 Ocak 1924'-te ise Sahn Medresesi belâgat-ı Arabiy-ye müderrisi oldu. 4 Kasım 1924 tarihinde tevhîd-i tedrisat kanunu ile medreseler lağvedilince görevine son verilen ve çok yetersiz olan dersiam maaşıyla geçinmek zorunda kalan Bekir Hâki Efendi İstanbul Barosu'na bağlı olarak dokuz yıl avukatlık yaptı.
Soyadı kanunundan sonra Yener soyadını alan Bekir Hâki Efendi, 15 Haziran 1939'dan 1949'a kadar İstanbul Müftülüğü müsevvidliği yaptı. Bu tarihte kendi isteğiyle emekli oldu; daha sonra üç yıl kadar Süleymaniye Kütüphanesi'nde tasnif işinde çalıştı ve 1953'te buradan da ayrıldı. Aralık 19S4'te tekrar memuriyete dönerek altı yıl süreyle Eminönü müftülüğü yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra İstanbul Müftüsü Ömer Na-suhi Bilmen Diyanet İşleri başkanlığına getirilince Bekir Hâki Efendi 15 Haziran 1960'ta vekâleten, on beş gün sonra da asaleten onun yerine tayin edildi. Fakat dönemin İstanbul valisi ile ezanın Türkçe okunması konusunda ağır bir tartışma yapması üzerine 2 Mayıs 1961'de görevinden alınarak İstanbul Müftülüğü raportörlüğüne getirildi. Bunun yanı sıra Ağustos 1961'den itibaren İstanbul merkez vaizliğine başladı. Bu dönemde Şeh-zadebaşı ve Fâtih camilerinde verdiği vaazlara kalabalık ve seçkin bir cemaat devam etmiştir. Raportörlük görevinden Nisan 1964'te ayrılan Bekir Hâki Efendi Aralık 196S'te yeniden İstanbul müftülüğüne vekâleten tayin edildi ve 11 Kasım 1966'ya kadar bu görevde kaldı. Bundan sonra Ocak 1972'ye kadar İstanbul merkez vaizliğine devam etti. İlerlemiş yaşının da etkisiyle bu tarihte resmî görevlerden ayrıldı. 4 Mart 1975'te doksan üç yaşında vefat etti ve Edirnekapı Kab-ristanı'na defnedildi.
Üstün bir zekâ ve güçlü bir hafızaya sahip olan Bekir Hâki Efendi medrese sisteminin gereği olarak İsîâmî ilimlerin her dalıyla İlgilenmişse de özellikle hadis ve Arap edebiyatı alanlarında otorite sayılmış, Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Kendisi rindmeşrep ve mahviyetkârdı. Bundan dolayı son derece mütevazı bir hayat yaşadı. Son devir Osmanlı âlimlerinin çoğu gibi ne yazık ki o da eser vermemiştir.
Bibliyografya:
Albayrak, Osmanlı Ulemâsı, 11, 9-10; a.mlf., "Merhum Bekir Haki Efendinin Hayatı", Diyanet Gazetesi, sy. 114, Ankara 01.04.1975.
Dostları ilə paylaş: |