Anayasamızın 141. maddesinde: “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” denmektedir. Bu hükmü bertaraf edecek; buna istisna getirebilecek bir yasama, yürütme ya da yargı tasarrufu düşünülebilir mi? Anayasa koyucu yurttaşlarına bununla yanlış bir şeyi söylemiş olabilir mi? Hangi makam ya da konum bu hükmü geçersiz ya da etkisiz kılmaya yönelik bir kamu yetkisi kullanabilir?
Gerekçesizliğe İtiraza Gerekçesiz Ret
“Dosyanın incelenmesinden, olayda yukarıda anılan kanun hükmünde öngörülen şartların gerçekleşmediği anlaşıldığından (…) istemin reddine karar verildi”: Bu ifade bir gerekçe midir? Bu ifade bir yargı kararının gerekçesi olabilir mi? Mahkemenin “dosyanın incelenmesinden” gerçekleşmediğini anladığı koşulların ne sebeple gerçekleşmemiş olduğunu (olayları ve normları mantıksal bir tutarlılık içerisinde ilişkilendirerek) temellendirmesi, bunu bir gerekçe düzeninde ifade etmesi gerekmiyor mu? Dava taraflarının ve kamunun bu nedenleri layıkıyla bilmesi, anlayabilmesi, böyle bir sonucu birlikte çıkarsayabilmesi gerekmiyor mu? Öngörülen şartların hangi sebeple gerçekleşmediğini düşündüğünü mahkeme açıkça belirtmekten hangi nedenle kaçınmayı zorunlu görebilir? “Açıkça hukuka aykırılığı” ileri süren ve gerekçelendiren tarafın bu iddiasının mahkemece gerekçesiz biçimde yerinde görülmemesinin, davanın adalete ve hakikate uygun biçimde seyrini ciddi biçimde zorlaştıracağını görmemek mümkün müdür? Ret nedenleri sayılmalı ve yeterince açıklanmalıdır ki, davacı bu nedenlere karşı nihai hükme yardımcı olabilecek daha aydınlatıcı bilgiler ve belgeler sunabilsin. Yanlış anlaşılan veya yeterince anlaşılamayan konuları açıklayabilsin.
Taraflara bu hakkın tanınmamasının haklı gerekçesi ne olabilir? İş yükünün ağırlığı, yargıçların konu hakkındaki bilgisizliği, konu üzerine yeterince düşünmeye istek ve imkânlarının bulunmaması ve başkaca nedenler böyle bir “adil yargılanmama”nın mazereti olabilir mi? Bu tür nedenlerle davaya bakmaya imkân bulunmadığını söylemek daha doğru olmaz mıydı? Olmazdı, çünkü mahkeme davaya bakmaktan imtina edemez. Temel bir hukuk kuralıdır bu. Yargıç gerekçesiz karar verebilir mi? Hayır. Bu da bir önceki kadar temel bir hukuk kuralıdır.
Yürütmenin durdurulmasında yargıç ciddi bir açıklama yükü yüklenirken, talebi reddinde bu yükü taşımamaktadır. Yargı idareye borçlu olduğunu niçin yurttaşa da borçlu olamaz? Gerekçe hakkı hukuk devletinin gereği değil midir? Anayasamız böyle demiyor mu? İlgili kanun hükmünden ancak yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi durumunda gerekçe gösterileceği, talebin reddi durumundaysa buna gerek bulunmadığı sonucunu çıkarmak ciddi bir hukuk metodolojik hatadır. Talebin reddi halinde anayasa gereği gösterilmesi gereken gerekçe, yürütmenin durdurulması kararında da aranmakta, yasa koyucu bu gereği pekiştirici bir ifadeyle dile getirmiş bulunmaktadır. Bunu bir istisna gibi anlamak mümkün değildir.
Açılan davanın dava edilen idari işlemin yürütmesini kendiliğinden durdurmadığına dayanarak, talebin reddi kararının bir gerekçeye ihtiyaç duymadığını ileri sürmek mantıksal bir kısa devredir. Yürütmenin durmayacağı kuralının bir istisnası bulunmasaydı, böyle bir talep yasadışı sayılacaktı ve talebin reddinde yasanın zikri yeterli bir gerekçe oluşturacaktı. Ancak burada yanıtı beklenen soru, “hukuka açık aykırılık ve giderilmesi imkânsız zarar” iddialarının mahkemece niçin varit görülmediğidir. Anayasanın emrettiği “gerekçe” mahkemenin, kararında bu sorunun yanıtını vermesidir.
“Öngörülen koşulların gerçekleşmediği anlaşıldığından” ibaresiyle yüzümüze çarpan şey bir “gizli gerekçe”dir. Bu, sözde bir gerekçedir. Tarzı, mahkemelerin sanki bir “gerekçeyi susma” imtiyazının bulunduğunu ihsas ediyor. Anayasanın emrettiği “Gerekçe”; mahkemenin karardan önce görüp anladığı şeyi kararında açıkça ve yeterince zikrederek tarafların bunları bilmek ihtiyacının karşılanmasını; kararların akla uygunluğunun denetlenebilmesini; böylelikle “Hukuk Güvenliği”nin gerçekleşmesini hedeflemektedir. İtiraz dilekçesinde yer alan bu sözler hiç söylenmemiş gibi, Bölge İdare Mahkemesi de; “Dava dosyasının incelenmesinden olayda her iki koşulun birlikte gerçekleşmediği anlaşıldığından” diyerek ultra tasarruflu ve çok aydınlatıcı bir ret kararı vermiştir.
Gerekçe yazmaya hali vakti olmayan yargıçlarla yıkılır bir ülke!
Formun Üstü
Bilim Teknik 19.06.2009
HUKUK POLİTİKASI
Hayrettin Ökçesiz
hayret@akdeniz.edu.tr
Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi 24 Haziran’da İstanbul’da “Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek: Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar” konulu bir semineri gerçekleştirecek...
Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek
...İoanna Kuçuradi, Kemal Köymen, Özdemir Özok açış konuşmalarını yapacaklar. Mehmet Moğultay, Betül Çotuksöken, Devrim Ulucan, Ülkü Azrak, Süheyl Batum oturum başkanları olarak katılacaklar. Programda yer alan konuşmacılar ve konularıysa şöyle:
Ofer Raban, “Sivil Hakları Korumada İkili Anayasal Sistemlerin Yararları ve Tehlikeleri”; İbrahim Ö. Kaboğlu, “Olağan Dönemde Anayasa Yapmanın Zorlukları: Anayasanın Dayandığı Temel İlkeler Üzerine Oydaşma Sorunu”; Ece Göztepe, “Çokboyutlu Hukuk Düzleminde Temel Hak ve Özgürlüklerin Korunması Meselesi”; Hayrettin Ökçesiz, “Hukuka Felsefe Düşünmek”; Oktay Uygun, “Çağımızın İnsan Onuruna Yönelttiği Tehditler Karşısında İnsan Haklarının Önemi”; Gülriz Uygur, “İnsan Hakları Bağlamında Hukuki Bakış”; Kennet Einar Himma, “ABD Anayasası ile Pozitivizmin Tanıma Kuralı Arasındaki İlişkiyi Anlamak: Anayasa Teorisi ve Genel Hukuk Bilimi”; E. Bertil Oder, "Temel Hakların Yargısallaşması ve Kuramsal Sorunlar: Türkiye Örneği”…
Seminer başlığında yer alan “Hukuk Felsefesini Yeniden Düşünmek” ibaresini okuduğumda, onun bize bugün, “hukuka yeniden bir felsefe düşünmek”; belki “yeni bir felsefe düşünmek” gereksinimiyle karşı karşıya bulunduğumuzu anlatmaya çalıştığını düşündüm. “Hukuk Teorileri, İnsan Hakları ve Anayasalar” diyerek ardından gelen kısımsa ciddi bir sıkıntıya işaret eder gibi görünüyordu. Öte yandan bu seminer başlığını; düşünülmüş hukuk felsefelerinin, philosophia perennis anlamında, geleceğe yansımasını sağlamak bakımından, felsefe yapmayı sürdürme çabası olarak da anlamak mümkündü. “hukuk felsefesini yeniden düşünmek” belki bunlardan daha başka bir kaygıyı duyumsamamızı bekliyordu…
Bu sanıların her birinin isabetli ve gerçek olduğunu söylemekte bir sakınca bulunmuyor: Hukuka yeniden bir felsefe düşünüldüğü bir dönemdeyiz. Hukuka yeni bir felsefe arayışı içerisindeyiz. Bu gayretin aslında, süregiden felsefenin doğal akışında kendi mütevazı yerini almak durumunda olduğunu biliyoruz. Nihayet, kendisinden bunca uzak düştüğümüzü gördüğümüz bu yerde hukuk felsefesini yardıma çağırmamız gerektiğini bilgeler bize ısrarla söylüyor.
Geçen yüzyılın “biçimsel hukuk devleti” çerçevesinde gerçekleşen pozitivist ve kavramcı hukuk uygulamasına yeni ve farklı bir doğal hukukçu yelpazede mücadele verilmişken; bugün yeniden biçimselleşmiş bir hukuk devleti olgusu çerçevesinde aynı tutumlarla, küreselleştirmenin taşeronluğu rolünün biçildiği bir hukuka yine felsefeyle karşı durmak gereksinimi duyulur olmuştur. Çünkü bu yeni aşamada karşı taraf da kendi silahlarının meşruluk kılıflarını felsefeye sipariş vermekle meşguldür.
Görülüyor ki, hukuka yeniden felsefe düşünüldüğü, her kesimin yeni bir felsefe arayışı içerisine girdiği bir yüzyıldayız. Hukukun yeniden felsefeyle düşünüldüğü bu aşama yeni doğum sancılarının yaşandığı bir siyasal, toplumsal gerçekliğin zorunluluklarına bakmamızı emrediyor. Yargıcın işi zorlaşıyor. O yeniden özgürlüğe mahkûm ediliyor. Memur olmanın cennetinden yeniden kovuluyor.
Aslında kalıplar değişmiyor. Tahakkümün mantığı, tutkusu ve düzeneğiyle, karşı koymanın ruhu ve yazgısı bildik bir çarkın gerçekliğini asla unutturmuyorlar... Hukuka felsefe düşünmek, başka toplulukların giriştiği ve filozofların hukukun niteliğine ilişkin düşündüklerinden ve düşünmelerinden farklı bir arayışı dile getiriyor. Bu topluluklar siyasetçiler, yargıçlar, diğer uygulamacılar, dogmatik hukuk bilimcileri, bunlara benzer başkaca “eylem-kurgu” aktörleridir. Bunların yaptıkları, aradıkları felsefe, güdülenme bakımından, kendilerinden yoğun biçimde yararlanmalarına rağmen, daima filozoflarınkinden başka bir şey olmuştur. Bu, kuramsal ilgiyle düşünülenlerin, eylemsel bir kaygıyla gözden geçirilmesidir.
Bu anlamda hukuka felsefe hep düşünülmüştür. “Hukuk” aslında çıplak bir olgudur. Toplumsal yaşamı biçimlendirir, yönlendirir, iktidar kalıplarını kurar, kurgular. Sayısız örnekleriyle, kimilerinin karşısında ve gözünde asar, keser, kırar, döker… Nihayetinde “herkese hakkını verir” (suum cuique). O bir olgudur. “hukuk” olup olmadığını biz tartışır dururuz. Bu olgunun egemenleri güçlerini pekiştirmek için bu tartışmaya müdahale etmeyi konumlarının önemli bir yönü olarak görürler…
Ben de bildirime bu sözlerle başlayacağım.
Bilim Teknik 05.06.2009
Geçen yazımda yaşanılası bir Dünya’nın “Özgür Yargıç”ın, “Özerk Birey”in ve “Egemen Halk”ın emekleriyle kurulabileceğini düşündüğümü söylemiştim. Bunların her birinin, diğerlerinin bilincinde, ruhunda derinliğine kök salmakla gerçeklik kazanacağını da söylemeliyim. Halk yargıcı peygamber postuna oturturken, o lojmanda oturmayı yeğ tutuyorsa, böylesine bir sorumluluğu algılayabilecek bir özgürlük bilincinden çok uzaklarda demektir.
Özgür Yargıç
Her yönüyle “memur yargıç”tan söz ediyorum. Batı’da 20.Yüzyılın başlarında oluşturulmuş bir yargıç tipinden… Yani, yalnızca bize özgü değil.
Özgürlük cesaret ister; bilmek, bilgelik ister; gayret, özveri ister; vicdan ister. Özgürlük eşitlik, kardeşlik ister; umut, inanç ister. Sessiz, sedasız bir sevgi ister en durusundan, havamız, suyumuz gibi. Özgürlük adalet ister. Dayanışma ister tüm bunlar uğruna.
Kimdir öyleyse özgür yargıç? Bir yargıç böyle bir özgürlüğü düşleyebilir mi, düşleyebilmeli mi? Biz, hepimiz onu olabilir miyiz? Birbirimize yargıç isek, ancak böyle biri olabilmekten gayrisi bize cehennem değil midir? Sartre’ın dediği o cehennem yani. Yargıç özgür değilse o bir cehennemdir. Ama önce kendine...
Antidemokratik düzenlemelerle kuşatılmış bir halkın sözde temsilcilerinin salt çoğunluğuna dahi gerek duymayan yasama normlarıyla gecelerin karanlığında geçirilen “yasa”lara körü körüne itaati bir yargıç en üstün vazife sayıyorsa, bu itaatin kendi bilincine bir deli gömleği gibi geçirilmesine izin verebiliyorsa, varlığının yegane sınırı olarak bu itaati tanıyorsa, o bir köle yargıçtır. Onun itaati bir kadavra itaatidir. Oysa, yargıç yasanın kölesi değil, efendisi olmalıdır. Efendisidir zaten. Çünkü ona anlam verendir. Anlam veren, hükmeder. Yasaya, reddetmeye varana değin anlam vermeye cesareti bulunmayan yargıç, bu yasaları yapanların gönüllü kölesi olmaya kendini ayar etmiş biridir yalnızca. Anlam özgürlük ister.
Yıllar önce bir adalet bakanı, “adalet kördür, ama topal değildir” demişti: Hiç bir anlamı göremeyecek denli kör bir adalete bakanından böylesine bir avuntu… Şimdilerdeyse en lüksünden bir yüksek mahkeme binasının önünde kör olmadığını öğrendiğimiz bir afetin gözlerinin bu kez iyice açılmış olmasıyla, yargıçlarımızın işi nasıl kavradıklarını gözlemliyoruz. Bu sözlerime kızacaklarsa, önce gidip o plastik yığınını belediyenin çöp kamyonuna fırlatmalılar. Sonra her söz benim kabulüm. İlk taşı hiç günahı olmayan atsın. O dahi bu taşa uzanırken ne denli günahkar olduğunu kendi içinde duyumsayacaktır. Justitia’nın göz bandının; gördüğü, algıladığı her hakkı, kimin üzerinde olursa olsun, koşulsuz, kayıtsız tanıyıp koruyacağı güvencesinin bir simgesi olduğunu kim bilemezdi ki!
Özgürlüğün sınırlarını çizmeye pek hevesli olduğumuzu biliriz. Özgürlüğü, olanaklarını değil, sınırlarını düşünerek kavramaya çalışırız. Kulluğun, köleliğinse olanaklarını ararız, sınırlarını sormayız. Özgürlüğün insanı olmayı düşünmek, buzullar ülkesinde yapayalnız kalmak gibi titretir bizi, ürpertir içimizi. Ama yargıç olmak özgür olmaktır: Önce kendine özgür, eğer başkasına yargıç olmak istiyorsan.
Almanya’da öğrenciliğim sırasında, hukukçuların, “adalet istiyorsun, ama sana yalnızca karar verebilirim” anlamında alaysamalı sözler söyleyerek içlerini rahatlattıklarını görürdüm. Sağda solda bilim kurgu gibi; olay verilip, karar çıkartılan makinelerden söz edilirdi. Sonuçta yargıçların birer yargı otomatına dönüştüğü üzerine pek çok şey yazılıp çizilirdi.
Geçen yüzyılın son yıllarında medeni haklar savunucusu Doğu Alman bir kadın, B.Bohley utanç duvarı yıkıldıktan sonra, acı bir sitemle “adalet istiyorduk, hukuk devleti verdiler” diyerek dinmez bir özlemi, onarılamaz bir düş kırıklığını, belki hâlâ tartışılacağını bilmeden, Batı Almanların yüzüne çarpıvermişti. Nerde, hangi ülkede bu sözlere kimse katılamaz?
Özgür yargıç belki bir ütopyadır. Ruhunda özerk bireyin hükmettiği; egemen halkın yasalarına medeni bir itaat(sizlik)le bağlanmayı seçmiş; böyle bir halkın özerk bireylerinin yetiştirdiği özgür yargıç belki kimseye henüz bir gerçeklik değildir, ama hepimize bir özlem olamaz mı? Tüm bunların farkında olan bir yargıç, hiçbir şeyi beklemeden kendi içinde ve işinde özgür olmayı isteyemez mi?
Formun Üstü
Bilim Teknik 22.05.2009
HUKUK POLİTİKASI
Hayrettin Ökçesiz
hayret@akdeniz.edu.tr
HFSA Çevresi’nin her yıl bir üniversite kentinde düzenlemeyi amaçladığı ve bu yıl Eskişehir Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı’nın değerli öğretim elemanları Yrd. Doç. Dr. A. Haluk Atalay, Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul Uzun ve Arş.Gör. Kasım Akbaş tarafından 30 Nisan – 2 Mayıs 2009 tarihinde gerçekleştirilen “Yargı: Kurallar, Kurumlar, Kararlar” konulu ikinci kolokyumunun tebliğcileri ve tartışma konuları şöyleydi:
Hukuk, Daha Çok Hukuk
Prof. Dr. Vecdi Aral (Yeditepe Üniv.), Yargı Bağımsızlığı - Arş. Gör. Dr. Ülker Yükselbaba (İstanbul Üniv.), Dworkin'in Kurallar Modelini Değerlendirme: Kurallar ve İlkelerin Yargılamada Kullanılması- Öğr.Gör.Dr. Nazime Beysan (Doğu Akdeniz Üniv.), Hohfeld’in Hak Kavramı Analizinin Hukuki Muhakemede Kullanılması - Arş. Gör. Gökçe Çataloluk (Bilgi Üniv.), Luhmann’ın Sistem Teorisinde Mahkemelerin Rolü - Arş. Gör. Halit Uyanık (İstanbul Üni.), Kurumsallaşmış Bir Normatif Sistem Olarak Hukuk ve İkincil Eylem Sebepleri- Prof. Dr. Abdullah Dinçkol (Doğuş Üniv.), Karar Verme Sürecinde Hükmün Oluşması ve Hâkimin Fonksiyonu - Prof. Dr. Yasemin Işıktaç (İstanbul Üniv.), Hukukta Boşluk ve Takdir Yetkisi - Yrd. Doç. Dr. Eylem Ümit (Ankara Üniv.), Hâkimler Hakkaniyetten Ne Anlıyorlar?- Arş. Gör. Sercan Gürler (İstanbul Üniv.), Çağdaş Hukuk Felsefesinde Formalist Yaklaşımlar ve Ernest Weinreb - Doç. Dr. Mustafa Tören Yücel (Çankaya Üniv.), Türkiye’de Yargının Yapısal Analizi- Doç.Dr. Ali Şafak Balı (Selçuk Üniv.), Yargılamanın İşlevselliği -Doç. Dr. A.Ulvi Türkbağ (Galatasaray Üniv.), Bir Karar Örneğinde Postmodern Yargılamanın Olanaklılığı Sorunu- Ar. Gör. Dr. Şule Şahin Ceylan (Marmara Üniv.), Uyuşmazlık Çözümünde Yargı Alternatifleri - Yrd. Doç.Dr. Vahap Coşkun (Dicle Üniv.), Anayasanın Değişmez İlkeleri ile Demokrasi Arasındaki Gerilim - Arş.Gör.Dr. Serkan Gölbaşı (İstanbul Üniv.), Bentham'ın Düşüncesi Bağlamında Cezalandırmanın ve Ceza Yargılamasının Rasyonalleşmesi - Arş.Gör.Dr. Aydan Ömür Surlu (Ankara Üniv.), H.L.A. Hart’ta Yargıcın Takdir Hakkı – Arş.Gör.Ceren Akçabay (Marmara Üniv.), Yargı ve İnsan Haklarının Liberal Yorumu - Yrd. Doç. Dr. Sevtap Metin (İstanbul Üniv.), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Bio-Etik Sorunlar - Ar. Gör. Zeynep İspir (Ankara Üniv.), Bir Etik İlişki Olarak Yargıçlık ve Hüküm Verme: Edebiyatta Hukuk Aracılığıyla Bir Değerlendirme - Ar. Gör. Emine İrem Akı (Çağ Üniv.), Bir Edebiyat Eseri Olarak ‘Reis Bey’ Örneği Üzerinden Endüktif Muhakeme Yönteminin İncelenmesi - Ar.Gör. Harun Bodur (Erciyes Üniv.), Adalet Tanrıçası Themis…
Ben de (katılamadığım için okunmasını rica ettiğim) açış konuşmamda bir kısmıyla şu düşünceleri dile getirmiştim:
“Programı incelediğimde ve her bir bildiri konusunun derinliğini görmeye çalıştığımda, biraz önce sözünü ettiğim yetkinliğin kanıtlarını da gördüm. Eskişehir’de sürükleyici bir çalışmanın içerisinde buluyoruz kendimizi.
Yargı bağlamında bu iki gün içerisinde bu bildirilerle önümüzde açılacak geniş ufukta ben de şimdiden, yaşanılası bir dünyanın; özgür yargıcın, özerk bireyin ve egemen bir halkın gerçekliği ölçüsünde olanaklı bulunduğunu görü
yorum. Bunların serap olmadığını, bunlara cesaretimizin bulunması gerektiğini düşünüyorum. Bu öznelerin bu yetenekleriyle yetkin etkileşimlerinin olanaklı kılınmasının sonuçlarının yaratacağı siyasal-toplumsal yaşamı doğrusu merak ediyorum. Bu yaşamın şimdilik epeyce uzağında bulunduğumuzu biliyorum.
Ne yargıç özgür, ne birey özerk ne de halk egemen. Ne devlet hukuk devleti, ne siyasal işleyiş demokratik… Küresel görünümün karartılan bu yanını en azından ülkemiz için aydınlatmak gerekiyor. Yargının kurallarının, kurumlarının, kararlarının; öznelerinin bu sıfatlarının sahihliği açısından da sorgulanması, yanıtlarının buradaki bildirilerde verilebilmesi umudundayım.”
Bugün şu satırları eklemek istiyorum: Siyaset doğası gereği çoğuldur ve böler. Çözümlerin arandığı siyasetin ayrıştırdığını hukuk (yerine göre siyasetle düşüp kalksa bile), gözleri ne kör ne de açık olan bir tanrıçanın anaerkil düzeninde, özgürlük ve eşitlik uğruna birleştirir. Erdemlerini takdir ettiğimiz demokratik siyasetin ataerkil kısa devrelerinin adalete dayatılmamasının yararlarını miyop siyasetçiler görebilecek midir? Anayasal Yargıya radikal boyutta el atmayı düşünen hükümet partisine bu uyarıyı yapmak gerekiyor.
Bilim Teknik 08.05.2009
HUKUK POLİTİKASI
Hayrettin Ökçesiz
hayret@akdeniz.edu.tr
“Mahkeme, ‘Hisarçandır Köyü’nden geçen yüksek gerilim elektrik iletim hattı projesinin teknik yönden uygun çizildiği, başka bir yerden geçirilmesinin planlama ilkelerine ve kamu yararına uygun olmadığı anlaşıldığından (…)’ diyerek yürütmenin durdurulması talebini reddetmiştir.”
Yargıçları İkna Edemeyen Sözler
“(…) proje iptali istemiyle açılan bu davada söz konusu olan proje Çevresel Etki Değerlendirmesinden kaçırılmış bir projedir. İlişkin bulunduğu, 1983 tarihli ‘Çevre Kanunu’ bu tür projeler için ÇED raporunu zorunlu kılarken, bu kanuna göre 1997 tarihinde çıkarılmış ilgili yönetmelikteki, ‘bu yönetmeliğin yayımından önce güzergah belirlemesini gerektiren faaliyetlerden, ilgili mevzuat gereğince güzergahı belirlenen veya yatırım programına alınan (…) enerji nakil hatları (…) faaliyetlerine bu yönetmelik hükmü uygulanmaz’ maddesine dayanarak muafiyet belgesi düzenlenmiştir.”
“(…)Mahkemenin bir idari işlemi, yasaya aykırı bir yönetmeliğe uygun olduğu için yasal sayması mümkün müdür?”
“Son olarak, (…) kimi taleplerimi ve düşüncelerimi Anayasa’nın yurttaşlara çevrenin korunması konusunda verdiği görev ve yetki çerçevesinde yeniden dile getirmek istiyorum:
Enerji nakil hatlarının ülkemizde yol açtığı orman yangınları konusunda mahkemenin Orman Bakanlığı’ndan bilgi almasını talep ediyorum. 2008 yazında Manavgat bölgesinde 14 milyon ağacın ve köylerin mahvına yol açan yangının nedenleri için de yine Orman Bakanlığı’ndan bilgi edinilmesini talep ediyorum. Hisarçandır köylülerinden de birkaç yıl önce köylerindeki orman yangının nasıl çıktığının sorulmasını talep ediyorum. Bu hatların köylerin içerisinden, çifter çifter geçirilmesinin sağlıksal ve toplumsal, çevresel etkilerinin ve sonuçlarının uzmanlarına, üniversitelerimize sorulmasını talep ediyorum. Orman yangınlarına yol açan diğer enerji nakil hatları için dahi aynı bilirkişi raporu ve aynı mahkeme kararı verilmiş olabilirdi. Bunları hâlâ tutarlı, duyarlı, rasyonel ve yeterli belgeler olarak görebilecek miyiz?”
“(…)Alternatif enerji nakil yollarının pahalı olduğundan söz ediliyor. Neye göre pahalı olduğunu söylemeden bu tür bir açıklamanın bir yanlışı gizlemek zannı altına gireceğini bilmek gerekir. (…) bir şehir kadar enerji sarf ettiği söylenen yedi yıldızlı yabancı sahipli otellere sorunsuz enerji nakli için ormanlarımızın yakılması, hayvanlarımızın ve insanlarımızın sağlıklı yaşam haklarının ellerinden alınması daha düşük bir maliyet midir?”
“Çevreyi devasa boyutlarda tahribinin artık uluslararası bilimsel çalışmalarla saptanmış bulunduğu bu turizm sektörünün, ayrıca geri kalmış ülkelerde uluslararası kapitalin elinde, yol açtığı sömürüye de dikkat çekmek gerekiyor. Çoğunlukla sendikasız ve kimi durumlarda sigortasız işgücüne ödediği mütevazı ücretten gayrı kazandığını yurtdışında tutan bu anamalcıların gereksindikleri enerji için biraz daha fazla ödemelerini, bu tür enerji nakil hatlarının bu tahribatlara, sağlık sorunlarına yol açmayacak biçimde kurulmasını kendilerinin finanse etmelerini istemenin haklılığını; buradaki gibi broşür bilirkişi raporlarıyla akademisyenleri suçlayarak ve susturarak haksız ve afaki göstermenin haksızlığını anımsatmak isterim.”
“(…) Mahkemeler ormanlarımızı, tüm canlımızı cansızımızı korumak için bu sözlerden daha iyi kanıtlar bulabilirler, bulmalıdır. Ben yalnızca üzerime düşeni yapmak istedim. Buradaki kaygının yargıçlarca anlaşılmasını arzuladım. Yangın mevsimi geldiğinde ormanlar kendi alevleriyle konuyu daha iyi aydınlatacaktır. Hattın ormansız bölgelerden ya da yeraltından geçirilmesinin iddia edilen sözde yüksek maliyetten başka tutarlı bir gerekçesi
bulunmamaktadır. Bu maliyet dahi yukarıda dile getirmeye çalıştığım trajik sonuçlar bakımından kamu yararını temellendirmeye yeterli değildir. Tehlikeyi yaratanın, tehlikenin vuku bulmaması için her türlü önlemi alması çağdaş sorumluluk hukukunun temel çıkış noktasıdır. Yangınlarda Orman Bakanlığı’na her defasında tazminat ödendiği, güzergâhın bakanlıktan kiralandığı, açılan güzergahın yangınları önlediği biçiminde getirilen açıklamaların ciddiyet ve sorumluluk duygusundan ve bilincinden ne denli uzak bulunduğunu hepimiz görebiliriz. Kapsamlı bir ÇED raporu her şeyi gerektiği gibi ortaya koyabilirdi. Paranın yenilip, içilmeyeceğini pek çok değeri kaybettikten sonra bu kişiler daha iyi anlayacaklardır.”
Bu itirazı Bölge İdare Mahkemesi de yerinde görmedi.