Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə25/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   74

Sosyal etkinlikler


 

Bir toplumun dinamik canlı ve hareketli kalması için yevmullah'a ihtiyacı vardır. Nedir bu yevmullah? Yevmullah toplumların hayatında önemli bir yer tutan günlerdir. Müslümanlar için bu günlerin hayati önem ve değeri vardır. Örneğin bir cuma günü yevmullah'tır. Müslümanlar bu günde hep bir araya gelir, dertleşir, acı ve sevinçlerini paylaşırlar. İslami bir toplumda cuma imamları, insanlara dünyadaki gelişmeleri aktarır, ümmetin şuurlaşmasını sağlar. Dolayısıyla yevmullah müslümanlar için birlik ve beraberliğin sağlandığı günlerdir.

İtiraf etmek gerekirse bu günler bizlerde hemen hemen yok gibidir. Ne peygamberin doğumu ve ne de vefatı bizi enterese etmemektedir. Bizlerde hiç bir etki uyandırmamaktadır. Kısacası biz ne kimseler için ağlıyoruz ve ne de gülüyoruz. Ağlamak ve sevinmek duygularını kaybetmiş durumdayız. Dolayısıyla da ölü bir toplumuz. Hiç bir hareket noktasına sahib değiliz. Başımızı sallayıp maaşımızı aldık mı başka bir şeyle iştigali abes görmeye başlar bir hale geldik.

Bir cuma namazını bile yola yola ne hale getirdik. Her sokakta bir cuma namazı kılınıyor. Halbuki bu fıkhı açıdan bile doğru olmayan bir uygulamadır. Cuma namazlarının bir yerde kılınması gerektiği halde, bugün her camide cuma namazı kılınmaktadır.

Ama İslamî İran'da durum böyle değildir. Toplumu ayakta tutan, genç dinamik ve hareketli kılan sayısız etkinlikler vardır. Örneğin peygamber ile imamların doğum ve vefat günlerinde, hep bir araya geliniyor acılar ve sevinçler paylaşılıyor. Camilerde konuşmalar yapılıyor. Kısacası Yaşar Kaplan'ın dediği gibi gerçekten de bir şenliktir inkılab. Özellikle Cuma akşamlan halkın büyük bir bölümü bir büyük camilerde toplanarak Hz. Ali'nin Kümeyi b. Ziyad'a öğrettiği irfanı ve ahlaki duayı hep birlikte saatlerce gözyaşlarıyla büyük bir vecd içinde okuyor, sabahlıyorlar. Kilometrelerce uzaklarda olanlar kalkıp bu merkezlere geliyor. Özellikle de Ramazan günleri tümüyle ihya edilmektedir. Halk sabahlara kadar dua ve yakârışlarda bulunmaktadır. Bilhassa Ramazan'ın son on günü tüm ülkede bir kaynaşma başlıyor. Camiler tıklım tıklım doluyor, yer bulmakta zorluk çekiliyor. İtiraf etmek gerekirse İran halkım böylesine terbiye eden de bu toplantılar ve etkinliklerdir. Halk sık sık bir yerlere toplanıyor, bir şeyler etrafında kenetleniyor. Özellikle de Aşure günleri tüm İran bir Kerbela havasına bürünüyor. Muharrem ve Sefer aylan boyunca hiç kimse düğün yapmaz, eğlenmez ve geziye çıkmaz. Herkes mateme bürünüyor. Tüm halk yas tutuyor.

Radyo ve televizyonlardaki programlar bile yas ve matem dolu. Zaten Iran toplamıma böylesine terbiye eden de bu gösteriler olmuştur. İran halkı her yıl Muharrem ve sefer ayında Hz. Hüseyin'e biat ederek Yezit’lerden beri olduklarını ilan ederler. İnkılab bile hep Aşara günlerinde gelişmiş filizlenmiş ve neticeye ulaşmıştır. Şah da en çok Aşure’den korkardı. Zira Aşure bir devrimdir.

Hareket, enerji, ve kıyamdır. Aşure’de oturma, gevşeklik, yılgınlık ve bitkinliğe yer yoktur. Şimdi bir halk düşünün: Her hafta Cuma akşamlan sabahlara kadar Allah'a dua ederek gözyaşı döküyor, topluca ağlıyor. Cuma günleri hep bir yere toplanıp birlik içinde Allah'a ibadet ediyor ve kafirlere karşı gövde gösterisi yapıyor. Peygamber ve İmamların doğum ve vefat günlerinde, belirli yerlerde toplanacak acı ve sevinçlerini paylaşıyorlar. Yılda bir defa Ramazan ayı boyunca yine camileri dolduruyor ibadetlere yöneliyor, sabahlara kadar Allah'a dua ve yakarışlarda bulunuyor. Ayrıca Muharrem ve Sefer aylan boyunca sevinmiyor, düğün yapmıyor doğru dürüst gülmüyor bile. Bu iki ay boyunca her şeyiyle hüznünü, öfkesini ortaya koyuyor. Şimdi böyle bir halkı hangi güç yıkabilir? Bu insanlar herhangi bir şeyle korkutulabilir mi?

 

Bu toplumda tembellik, uyuşukluk, gaflet vücuda gelir mi? Yıl boyunca gelse de bu "yevmullah" denilen günlerde tüm paslar giderilir insan yeniden doğmuş gibi olur. Hiç unutmam, bir arkadaş İranlı bir müslümana "siz niye bu kadar merasim düzenliyorsunuz?" diye sorunca o İranlı müslüman şöyle dedi: "Biz sevdiğimiz insanların doğum ve vefat günlerinde bir araya geliyoruz. Acı ve sevinçlerimizi paylaşıyoruz. Ama ya sizler? Sizler ne yapıyorsunuz? Sözde Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı sevdiğinizi söylersiniz, ama bunların doğum ve vefat tarihlerini bile bilmezsiniz. Peygamber'in doğum ve vefat gününde dahi fazla bir şey yaptığınız yok. Sonra da kalkmış sevgi iddiasında bulunuyorsunuz. İnsan hiç sevdiği insanın ölüm gününde düğün yapıp sevinir mi?"



Evet gerçekten de ne kadar doğru sözlerdi bunlar.

Mecazi aşıklar bile sevgilisini bizim Peygamberi sevdiğimizden çok daha fazla sevmektedir. Mecazi aşıklardan birinin sevgilisinin ayağına diken batsa, kan ağlar. Ama bizler peygamberin torununun başının kesildiği gün Aşure tatlıları dağıtıyoruz. Bayram yapıyoruz. Bunlar müslümana yakışır mı? Allah katında bunların hesabı sorulmayacak mı sanıyoruz. Allah'ım Sen bizlere acı ve bizleri bu gaflet uykusundan uyandır.

 

Ali Şeriatı ve Ayetullah Mutahhari


 

Bilindiği gibi Ali Şeriatı ile Üstad Mutahhari uzan bir süre Hüseyniye-i irşad'da birlikte çalışıyorlardı. İlk önceleri oldukça samimi ve birbirine yakın idiler. Ama bir müddet sonra aralarına kara kedi girdi, fikri ayrılıklar ortaya çıktı. Bu fikri ayrılıklar yüzünden Hüseyniye-i irşad'ın kurucularından sayılan Mutahhari, 1972 yılında buradan ayrıldı. (Erzyabi-i Münasebat-i Fikri-i Şeriatı ve Mutahhari) Elbette ki Mutahhari, Ali Şeriati'ye karşı iki farklı şekilde yaklaşıyordu. Halkın geneline hitap ederken vahdet ve beraberliğin bozulmaması için maslahatı gözeterek konuşurdu. Ama özel konuşmalarında Üstad Ali Şeriati'ye oldukça sert çıkışlar yapıyordu.

Evvela söylemek gerekirse Ali Şeriati, gerçekten hem dinin doğru anlaşılması ve hem de Batı'nın hakkıyla tanınması hususunda oldukça az bir fırsata sahipti. Ama bu Şeriatı’nın fikri açıdan hiç bir şey ortaya koyamadığı manasına da değildir. Özellikle İran'da komünizm putunu yıkmada Şeriatı büyük bir rol oyna: mistir.

Bazılarının dediği gibi "bir santimlik bir okyanus" idi Şeriati. Her şeyden önce Şeriati topluma ideolojik bir kimlik kazandırmak ve kendisi de ideolog olmak istiyordu. Halbuki bir ideoloji, belirli bir fikir ve düşünce çerçevesinde değerlendirilmezse insanı büyük bir açmaza sokar. İdeolojiler kültürün hizmetinde olursa faydalıdır. Aksi taktirde yarardan çok zarar getirir.

Bu şahsiyetlerin her ikisi de genç nesle hitap ediyordu. Her ikisinin babası da alimdi ve her ikisi de Horasan'da dünyaya gelmişti. Üstad'ın (Mütahhari'nin) babası aynı zamanda alimlerin elbisesini giyerken, Doktor'un (Şeriatı’nın) babası alim olmasına rağmen üniversitelerde öğretim görevlisi olduğundan bu elbiseyi giymemeyi uygun görmüştü. Mutahhari yıllarca dini medreselerde okudu. Doktor ise ilmini daha çok resmi devlet okullarından edindi. Üstad fıkıh, tefsir ve felsefe dalında uzman birisiyken Doktor, özellikle de felsefe ilminden mahrum biriydi. Ama buna karşılık Dr. Şeriatı Batılı sosyal bilimcilerin görüşlerini çok iyi biliyordu. Elbette ki Şeriatı’nın bu bilgisi de o kadar derin ve temelli bilgiler değildi. Şeriati dini bir platformda yer almasına rağmen materyalist fikirlerle de tanışıklığı bulunan bir düşünürdü. Bu hususta bir takım yanlışlıklara düşmesinin nedeni de bu olayları derin bir temele dayanmayan bilgilerle tahlil etmeye kalkışmasıdır. Nitekim Dr. Şeriati bazı yerlerde protestanizm'i kabul ederken, bazı yerlerde de açıkça reddetmiştir. Bu hususta "Rönesans'ın iktisadi kökeni" (s. 67) adlı eseri ile Mecmua-i Asar (24/s. 76) eserine müracaat eden herkes Doktor'un bu paradoksunu açıkça görür. Doktor'un bu çelişkisi bir çok yerde göze çarpmaktadır. Hatta bazıları bu hususta Doktor'u belirli ilkelere inanan ve tüm fikirlerini bu ilkeler çerçevesinde geliştiren bir düşünür olarak kabul etmiyorlar. Şeriatı'yi çeşitli hususlarda bir takım önerileri bulunan ıslahatçı olarak görüyorlar.

Ama Üstad Mütahhari uzun yıllar ilim havralarında Ayetullah Burucerdi, İmam Humeyni ve allame Tabatabai gibi büyük alimlerden ilim tahsil etmişti. Hem müçtehit idi ve hem de İslam felsefesinde görüş sahibi büyük bir filozoftu. Tefsir ve tarih dallarında da büyük bir ilme sahipti.

Çağdaş İran Edebiyatı hem Nasyonalizm'den hem de Marksizm'den etkilenmişti. Diğer İslam toplumlarında olduğu gibi Nasyonalizm, dine karşı büyük bir savaş başlattı ve sonunda da dini sosyal hayatın tümüyle dışına itti. Adalet aşığı insanlar toplumda haklarını arayan bir dinin kalmadığını görünce ilk etapta kendi inanç ve geleneklerine ters de gelse hemen Materyalizm'e sarıldılar. Bu bağlamda hem Dr. Şeriati ve hem de Üstad Mütahhari daha çok işte bu dindar ama Komünizm tutsağı kuşağa seslendi. Dr. Şeriati bu genç kuşağa İslam'ı sunarken belli bir çerçeveye riayet etmek zorunda görmüyordu kendini. O daha genç genç nesli İslam'a cezbetmek ve onlara İslam'ın çağdışı olmadığını ispat etmek için çalışıyordu. Bu arada bir takım yanlışlıklara düşmesi de doğaldı. Ama Mütahhari her şeyden önce bir alimdi ye İslam'a uymak zorunda hissediyordu kendini. Daha çok İslam'dan sapıtmamasına özen gösteriyordu. Yani Dr. Şeriati geleneksel din anlayışına karşı çıkıp bir takım hurafeleri temizlemeye çalışırken bir takım yeni hurafelerin ortaya çıkmasına fazla dikkat etmiyordu. Ama Üstad Mütahhari hem eski ve hem de yeni her türlü hurafelere karşı çıkıyor, İslam'dan zerre miktarı sapılmasına rıza göstermiyordu. Üstad Mütahhari din ve felsefe uzmanıydı. Dr. Şeriati ise sosyolog ve bir yere kadar da tarihçi birisiydi. Bu cihetten inkılab öncesinde Üstad Mütahhari yeni genç nesil üzerinde fazla bir etkinliğe sahib olamadı. Dr. Şeriatı’nın de din ve asil dini düşünce planında uzman bir insan olmadığından gittikçe dinin asil manasından uzaklaşmasına neden oldu.

Bilindiği gibi komünizm daha çok sosyal bir olgudur. Felsefi görüş olmaktan uzak bir realite olmakla birlikte Materyalizm bir yere kadar bu boşluğu doldurmaya çalışmıştır. Ama bu, komünizm'in felsefî bir görüşü olmadığı manasına değildir. Daha çok komünizmin felsefi görüşü de sosyal görüşünün etkisinde kalmıştır.

Elbette ki bir görüşü ele alırken onun sosyal realitesini sosyolojik cihetini ele almaktan daha çok felsefî verilerini ve düşünsel cihetini ele almak gerekir. Ama düşünceden daha çok duygularının etkisinde kalan genç nesil bu yüzden komünizmi sosyolojik açıdan ele almış, felsefî açılarına teveccüh etmemiştir. Dolayısıyla Dr. Şeriati de komünizmi sosyal bir realite olarak algıladığı için genç nesil üzerinde inkılab öncesi oldukça etkili olmuştur. Ama inkılab sonrası görüyoruz ki heyecanlan dinen ve düşünmeye başlayan genç nesil Şeriâtı’nin etkisinden kurtularak Üstad Mütahhari'ye teveccüh etmeye başlamıştır. Bugün İran'a giden herkes halk üzerinde Üstad Mütahhari'nin Dr. Şeriati'den çok daha etkili olduğunu görecektir. Bu olay aslında düşüncenin duygulara, realitenin romantizme galebesidir. Mütahhari dinin herhangi bir şeye ulaşmak için bir araç olarak kullanılmasına asla izin vermiyordu. Allah'ı insana kurban eden bir anlayışa kesinlikle karşıydı. Ama Şeriati gerçek bir dini eğitime sahib olmadığı için İslam'ı da bir ideoloji olarak algılıyor ve İslam'ın sosyal adaletin temini yolunda araç olarak kullanılmasına olumlu bakıyordu. Şeriati dine dışarıdan bakarken dindışı bir platformda eğitim görmüşken, Mütahhar dindışı olanlara dışarıdan bakmış, dini bir platformda yetişmişti.

Bizim velayet-i fakih görüşümüzün haklılığı burada bir kez daha açıkça çıkmaktadır. Tüm ömrünü dini havzalarda İslami ilimleri tahsil etmekle geçiren insanın, tüm ömrünü Batı stili eğitim kurumlarında dine karşı bir ortamda geçiren insandan üstünlüğü belli ve kesin bir şeydir. "Ev halkı evde olanları başkalarından daha iyi bilir/' Bu gerçek Ehl-i Beyt ile diğerleri arasındaki farkı da ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla diyoruz ki İslam inkılabı eğer İmam Humeyni, Dr. Beheşti, Bahuner, Mütahhari, Tabatabai vb. alimlerin elinde değil de Şeriati, Bazurgan, Beni Sadr, Abdülkerim Sürüş vb. aydınların elinde kalsaydı kesinlikle bu inkılab birkaç ay sonra biter ve yok olurdu. Zira kaptanı mahir olmayan bir gemi daima batmaya mahkumdur. Özellikle de büyük fırtınaların koptuğu bir denizde mahir bir kaptanın varlığının zaruret aklın en açık hükümlerinden biridir.

Nitekim bizzat Mütahhari de Ali Şeriati ve Muhammed İkbal


gibi aydınların yaptıkları bir takım hatalarının nedenini iki şeye
dayandırıyordu.

Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin