Şüphesiz ki batının dayattığı modernizm klasik toplumları tehdid eden ve bu toplumları modernitenin ölümün eşiğine getirdiği gelişmiş toplumların akıbetine duçar kılan, en büyük tehlikedir. Sömürge ülkelerinde modernizm bizzat sömürgecilerce dayatılırken tarih boyunca sömürgeleştirilmemiş klasik toplumlarda ise, bu siyaset bir başka şekilde ve farklı ambalajlarla takib edilmiştir. Bu ikinci grupta yer alan toplumlarda modernizm kalkınma, medeni ve uygar düzeye erişme, çağı yakalama gibi cazib ambalajlarla kabul görmüştür. Şimdi insaf ile bakacak olursak bundan elli yıl önce mi insanımız daha mutluydu yoksa şimdi mi sorusuna cevap vermekte zorluğa düştüğümüzü görürüz. Şüphesiz ki bundan elli yıl önceki insanımızın da bir takım problemleri vardı. Ama bu problemlerin hiç birisi, modern insanın problemleri kadar karışık, ağır ve içinden çıkılmaz problemler değildi. Elli yıl önceki insanlar oldukça sade bir hayat içinde temiz hava, sağlıklı su, kokusuz ve dumansız bir çevrede yaşamanın keyfîni yaşarken, modern insan bu en temel dünya nimetlerinden dahi mahrum bir halde yaşamaktadır. Modern insan, bugün artık eski günlerin özlemini duymaktadır. Makina sesleri arasında neredeyse deliye dönerken dağlardaki sessizliği, sadeliği özlemektedir. Modern insan en son model arabasıyla trafik canavarı pençesinde ruhi depresyonlar geçirirken, kırdaki güzel atlara özlem duymaktadır. Modern insan çeşmeden akan kanalizasyon sularını andıran sular karşısında, köy ve kırlardaki kaynak suların hasretiyle yanıp tutuşmaktadır. Bugün artık istirahat ve dinlenmek için beş yıldızlı otellere, baş döndüren gökdelenlere gidenler çok gerilerde kaldı. Bugün modern insan dinlenmek için köylere kırlara, ormanlara gidiyor. Ambalajlı süt yerine sağarak elde ettiği sütten içmek istemektedir. Modern fırınlarda pişen ekmekler yerine, ateş üzerinde pişen sac ekmekleri arzulamaktadır. Giyim tarzları bile değişmeye başladı artık. En modern ülkelerden gelen turistlere bir bakın, bizim buradaki modern ayaklarına yatan aydınlarımızın yanından dahi geçmekten ürktüğü Osmanlı elbiselerini, klasik giyim-kuşamları almakta ve giymektedir. Artık turistler modern restoranlara da değil, klasik zevklerle donanmış sâde birimlere yönelmektedir.
Bütün bunlar modernizmin insanları mutlu edemediğini ve hatta insanı bizzat kendisine yabancılaştırdığını göstermektedir. Artık eski dostluklar, iyilikler, yardımlaşmalar birer öykü olarak kaldı hatıralarda. Modern insan yedi-sekiz yıl yan yana çalıştığı bir insanı bir daha gördüğünde tanımayacak kadar dalgın, düşünceli ve neşesiz bir haldedir. Artık bir kahvenin de kırk yıl hatırı kalmadı.
İnsanlar arasında ikram denilen olay kalktı gibi. Kısacası modernizm insanı mutlu edemedi. Teknoloji sağ eliyle insana verdiklerini kat kat olarak sol eliyle aldı. Şimdi bütün bunları niye anlattık ki?
İran'da da son zamanlarda teknoloji harikası Japonya aldatmacasına karşı ilginç bir özlem var. Hep Japonya konuşulmaya başladı. Televizyon filmlerinde bile Japon filmleri baş sırada yer aldı. Bütün bunlara gerekçe olarak da Japonya'nın kültürel dejenerasyona uğramadan moderniteyi yakalamış olması allandıra ballandıra anlatılır. Halbuki bu büyük bir yanılgıdır. Japonya gençleri de artık sefilleşiyor, diskolarda barlarda Batı tarzı tişörtlerle sabahlara kadar dans ediyorlar. Japonya'daki aç insanların sayısı da oldukça kabarık. Yani Japonya bu hususta hîç bir zaman örnek olamaz bize. İran aydınlarından bazısı bunu dile getirmekte ve modernite putuna karşı ülke idarecilerini uyarmaktadırlar. Şah zamanında bile Kum'da modernizmin yan etkileri yokken inkılab sonrası Kum'da bugün bunun etkileri görülmeye hissedilmeye başladı. Bir ilim şehri olan Kum'da Amerikan tarzı tişörtlerin satılması, aşın derecede kozmetik ürünlerin tüketilmesi ve dekolte elbise satan şık mağazaların mantar gibi her yerde karşımıza çıkması düşündürücü bir olay. Daha 5-6 yıl öncesine kadar gençlerin ilimle meşgul olduğu Kum'da bir çok genç fesada müptela olmuş, Türkiye ve diğer ülkelerden kaçak olarak ülkeye sokulan porno filmlerini gizlice seyrediyorlar. Elbette ki idareciler ülkenin modernleşmesini isterken, bunların da olmamasını istiyorlar. Ama bu çok zor bir olaydır. Batı teknolojisi ile kültürü bir bütündür. Teknoloji kendisiyle beraber bir kültür ve ahlak anlayışı da getirir. İstatistiklere göre İran'da suç oranının en fazla olduğu şehrin de Kum olması inkılab dostlarını oldukça rahatsız etmiştir. Tehlike canlan çalınmaya başladı artık. Nitekim bu yüzden bir takım önlemler alınmaya başlandı. Eskiden sadece harem bölgesine sokulmayan çarşafsız kadınlar, artık Kum şehrine sokulmamaya ve uyarılmaya başladı. Kum şehri bir ilim şehridir ve ilim şehri olarak da kalmalıdır. Ama elbette ki bu modernizm tehlikesi sadece Kum'u değil, İran'ın her yerini tehdid etmektedir. Hatta bizzat inkılap için tehlike teşkil etmektedir. Geç de olsa bunun farkına varılmıştır. Bunu hızla telafi etmek gerekir. Modern bir hayat yerine, halkın en temel ihtiyacı olan konut, su ekmek, doğal gaz vb. şeyleri temin etmeye çalışılmalıdır. Bugün İran'da tam otomatik çamaşır makinesi veya çift kapılı buzdolabı olan aileler parmakla sayılabilecek kadar azdır. Halkın en doğal ihtiyacı olan konut, su, elektrik vb. şeyleri temin etmeden, modern ürünlerin reklam ve imalatıyla uğraşılması ve insanlara örnek olarak Japonya ekonomisinin gösterilmesi büyük bir yanılgıdır. Bugün modernizmin ilk kurbanı olan Tahran 'daki boşanma oranı, tüm dünyada ilk sıralarda yer almaktadır. Bu yüzden bana kalırsa inkılabı ne Amerika ne de başka bir güç tehdid etmektedir. Amerika ve diğer güçler inkılabı tehdid etmekten çok daha küçüktür. Bugün inkılabı tehdid eden en büyük tehlike, karınları aç olan insanlara son model arabaları taşıyan modernizmdir. Bunu sadece ben değil, bir çok İranlı aydın da dile getirmektedir. Allah'ın izniyle eğer inkılab bu tehlikeyi de atlatırsa artık rahatça Necib Fazıl'ın şu sözünü terennüm edebilir:
"Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes Ey kahpe rüzgar, artık nereden esersen es,"
İran halkı özellikle de modernizm bataklığına düşmemiş bölgelerdeki insanlar imrenilecek derecede bir sade ve rahat hayat yaşamaktadırlar. Yani bizim kaybettiğimiz ve sadece hatıralarda sakladığımız o eski tertemiz duygulu samimi ve fedakar insanları İran'ın her yanında görmek mümkün. Bu insanlar günlük ihtiyaçlarını karşılamak için bir-kaç saat çalışıyor sonra ailesi, çoluk çocuğuyla birlikte oluyor. Kitap okuyor, dinleniyor, çocuklarının eğitim ve terbiyesiyle meşgul oluyor, akrabalarını yakınlarını komşularını ziyaret ediyor, camilerde, toplantılarda bir araya geliyor, acı ve sevinçlerini paylaşıyorlar. İran lokantalarında genellikle bir-iki çeşit yemek olur sadece. İran halkı bizler gibi mideye, dünyasına düşkün bir halk değil. Oldukça tabii ve gösterişten uzak bir halkdı. Bir parça ekmek ve bir bardak suyunu alıp bir köşede yemek yiyen bu insanlara özlem duymamak mümkün mü? Akşama kadar tıka-basa sıcak yemek ve fabrika ürünü içeceklerle karnını dolduran modern ve gösteriş meraklısı insan, böylesi sade ve gösterişsiz insanlara hasret duymaktadır. Yaz boyunca tatilde ailesiyle birlikte yol kenarlarına, kaldırımlara parklara ve ormanlıklara battaniyesini sererek yatan ailelerin sadeliğini sevmemek mümkün mü? Beş yıldızlı otellere rağbet eden, dolayısıyla imkanı olmadığı için de tatile çıkmayan, hele hele parklarda yatmayı ar kabul eden bizim insanımız, ne yazık ki bu sadelik ve ihlası da anlamayacak derecede kaba ve haşin. Hemen "Bu halk deli yahu, insan hiç sokakta yatar mı?" diyerek karşı çıkıyorlar. İdareciler halkını modernizm bataklığına düşmekten kurtarmalı, bu sade, insancıl ve gösterişsiz hayatın idamesini sağlamak için elinden geleni yapmalıdır. Yoksa dünyanın sadeliğe özlem duyduğu bir zamanda, bundan uzaklaşmak akıl işi olamaz.
Dostları ilə paylaş: |