Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə51/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   80

Bir Şüpheye Cevap


Yukarıdaki açıklamalardan sonra şu gerçek ortaya çıkmış oluyor: Peygamberliğin son bulmasının nedenleri vardır ve bunların başında Hz. Resulullah'la (s.a.a) halef ve yarenlerinin onun risaletini bütün insanlığa duyurabilmeleri gelmektedir. İkincisi, onun getirdiği semavî kitap her nevi müdahale, tahrif ve bozulmaya karşı garanti altına alınıp korunmuştur ve son olarak da: Yüce İslâm şeriatı kıyamete kadar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek güç ve kapasiteye sahiptir.

Ancak, bu son konu hakkında şöyle bir soru sorulabilir: Geçmişte sosyal ilişkilerin genişleyip karmaşık bir hal alması, yeni hükümler getirilmesini veya mevcut hükümlerin değiştirilip düzeltilmesini gerektirdiği ve bu nedenle başka bir peygamberin gönderilmesi icap ettiği gibi, Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra da önemli değişimler yaşandığı ve sosyal ilişkiler iyice karmaşık bir hal aldığına göre bütün bu değişimlerin yeni bir şeriatı gerekli kılmadığını kim söyleyebilir?

Cevap şudur: Daha önce de belirttiğimiz gibi; ne tür değişimlerin temel kanun ve prensiplerin de değişmesini gerektirdiğinin tayin ve teşhisi, alelade insanların gücünü aşan bir olaydır. Zira insanoğlu ilâhî hüküm ve prensiplerin neden ve hikmetlerine vakıf değildir; bu nedenle de biz, ancak İslâm dininin ebediliği ve Hz. Resulullah'ın da (s.a.a) son peygamber olmasını dikkate alarak İslâm'ın temel hüküm ve prensiplerinin değişmesine asla gerek duyulmayacağını kesinlikle söyleyebiliyoruz.

Bu arada, yeni kanun ve kurallar konulmasını gerektiren birtakım yeni sosyal gelişmelerin vuku bulduğu da inkâr edilemez, İslâm şeriatında bu tür yenilik ve teferruatlarla ilgili hüküm ve prensipler öngörülmüş olup salahiyet sahibi kimseler bunlarla ilgili kanun ve kuralları koyabilir ve uygulayabilirler. Bunların tafsilatı İslâm fıkhıyla ilgili kaynaklarda "İslâm devletinin yetkileri" (masum imam ve veliyy-i fakih) bahsinde bulabilmek mümkündür.


Sorular:


1- İslâm'ın ebediliği ispatlandıktan sonra hatemiyyet konusuna girmeye ne gerek vardır?

2- Hatemiyyeti Kur'ân delilleriyle ispatlayınız.

3- Söz konusu delillerle ilgili şüpheler nelerdir? Cevaplayınız.

4- Hatemiyyete delalet eden delillerden üçünü sıralayınız.

5- Peygamberler silsilesi, neden Hz. Peygamber'in gelmesiyle son bulmuştur?

6- Peygamberliğin son bulması, ilâhî bilimlerden yararlanma yolunun tıkanması mı demektir? Neden?

7- Hz. Peygamber'in zuhurundan sonra vuku bulan sosyal değişimler yeni bir şeriat gerektirmez mi? Neden?

8- Toplumun yeniliklerle ilgili kanun ve kurallara duyduğu ihtiyaç nasıl karşılanabilir?


36- İMAMET

Giriş


Hz. Resulullah (s.a.a) Medine'ye hicret edip bu şehrin samimi ahalisinin muhacir Müslümanlarla ona kucak açması ve bu nedenle de "ensar" lakâbıyla onurlandırılmasının ardından Medine'de İslâm devleti ve İslâm toplumunun ilk nüvesini oluşturarak yönetimi bizzat ele aldı. Mescid-i Nebi Yüce Allah'a ibadet edilen, İslâm tebliğinde bulunulan, halka çeşitli eğitimlerle öğrenim hizmetinin sunulduğu bir mekân olmanın yanı sıra bu şehre hicret eden muhacir ve fakir Müslümanların da sığınağıydı, bu Müslümanların malî ve ekonomik durumuyla burada ilgileniliyordu. Aynı şekilde bu cami Müslümanların yargı merkezi ve ihtilafların giderildiği yerdi de; savaş cephesine gönderilecek kuvvetler, lojistik hizmetler ve devlet yönetimiyle ilgili diğer bütün kararlar bu camide alınıyordu. Tek cümleyle, halkın din ve dünya işlerinin tamamı burada ve bizzat Hz. Resulullah (s.a.a) tarafından idare ediliyordu. Müslümanlar Hz. Peygamber'in (s.a.a) bütün emirlerini can kulağıyla dinleyip itaat etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Zira Yüce Allah ona mutlak itaatin bütün Müslümanlara farz olduğunu[1] emretmekle kalmamış, ayrıca siyasî, askerî ve yargı konularıyla ilgili bütün mevzularda da onun vereceği karar ve emirlere göre davranılmasını defalarca vurgulamıştı.[2]

Başka bir deyişle Hz. Peygamber (s.a.a) efendimiz nübüvvet ve risalet makamı gereği, İslâm hükümlerini öğretme ve uygulama görevinin yanı sıra; yargı, askerî komuta vb. sorumlulukların gereği olan İslâm devletinin başkanlığı gibi ilâhî bir görevi daha yerine getirmedeydi. İslâm dini nasıl ibadî ve ahlâkî görevlerin yanı sıra siyasi, ekonomik, hukuki vb. hükümleri de içeriyorsa; Hz. Peygamber de tebliğ, eğitim ve öğretim görevlerinin yanı sıra Yüce Allah tarafından ilâhî kanunları uygulamak ve devlet yönetimiyle ilgili bütün sorumluluk ve vazifeleri üstlenmekle de yükümlüydü.

Bütün insanlığa kıyamete değin liderlik ve kılavuzlukta bulunma iddiasındaki bir dinin bu tür konulara kayıtsız kalamayacağı ortadadır, bu dinin esaslarınca kurulan bir toplumun bu tür siyasi ve idarî sorumluluklardan soyutlanamayacağı da bellidir ve bu tür sorumluluklar "imamet" konusunun teferruatıdırlar. Ancak, önemli olan, Hz. Resul-i Ekrem'den (s.a.a) sonra bu makama kimin gelmesi, bunu kimin tayin etmesi ve İslâm toplumunu kimin yönetmesi gerektiğidir.

Allah Teâla bu makam ve görevi Hz. Resulullah'a (s.a.a) verdiği gibi, ondan sonra da başkalarına vermiş midir ve İslâm'da devlet başkanlığı görevi ancak Allah'ın atamasıyla mı meşrudur; yoksa Yüce Allah bu makamı sadece Hz. Resulullah'a (s.a.a) vermiş ve onunla sınırlamış olup, ondan sonra devlet başkanını (imamı) bizzat halkın mı belirlemesi gerekmektedir? Esasen, halk böyle bir hakka sahip midir, değil midir?

Şia'yla Sünnî arasındaki en önemli ihtilaf konusu da işte budur… Yani Şiîler, İslâm devletinin başkanlığı olan imametin ilâhî bir makam olduğuna ve bu nedenle de bu makamın ancak gerekli salahiyeti haiz kimselere Yüce Allah tarafından verildiğine, Yüce Allah'ın da Hz. Resulullah (s.a.a) vasıtasıyla bunu yapıp ondan sonra Müminler Emiri Hz. Ali'yi (a.s) onun halifesi olarak atadığına, bunu, Hz. Ali'nin (a.s) evlatlarından 11 imamın izlediğine ve onların da imametle görevlendirilmiş olduğuna inanırlar. Ehlisünnet ise imamet makamının da tıpkı nübüvvet ve risalet makamı gibi, Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra artık son bulduğuna ve onun ölümünden sonra imamın tayininin halkın uhdesine bırakıldığına inanır. Hatta bazı Ehlisünnet uleması, halka silah zoruyla musallat olan birine de itaatin farz sayıldığı görüşünü savunmaktadır.[3] Bu tür görüşlerin zorbalarla zalimler ve sahtekârların işini ne kadar kolaylaştıracağı, suiistimale meydan vereceği, Müslümanların dağılıp parçalanmasına ve nihayet mahvına yol açacağı ortadadır.

Gerçekte Ehlisünnet, ilâhî tayinle gerçekleşmeyen bir imameti meşru saymakla, aslında dinle siyasetin ayrılması yolunda ilk adımı atmış oldu. Şia inancına göre bu, İslâm'ın gerçek çizgisinden ayrılmasına ve Müslümanların, yaşamın bütün boyutlarında Yüce Allah'ın emirleri doğrultusunda yaşamlarını düzenleyebilmesine engel olan en büyük sapma ve en büyük hataydı. Aynı şekilde, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) irtihalinden sonra Müslümanlar arasında baş gösteren ve göste-recek olan binlerce sapma ve hatanın menşei de budur…

Bu nedenledir ki her Müslüman, bütün taklit ve taassuplardan uzak bir şekilde bu konuyu ciddiyetle incelemeli ve hak mezhebi doğru teşhis ederek hakkı var gücüyle savunmalıdır.[4]

Ne var ki, bunu yaparken İslâm düşmanlarının çeşitli mezhepler arasındaki ihtilafları kendi lehlerine kullanabilecekleri bir ortam yaratmamaya, farklı mezheplerin Müslümanlarını karşı karşıya getirmemeye, Müslümanların saflarında çatlaklar yaratmamaya, Müslümanların kâfirlere karşı birlik ve beraberliğini zedelememeye, kısacası bütün bir İslâm dünyasının çıkarını ve maslahatını gözetmeye özen gösterilmesi gerektiği de unutulmamalıdır. Aksi takdirde bunun faturasını bütün Müslümanlar ödeyecek, İslâm toplumunun zaafa uğratılmasından başka hiçbir yararı olmayacaktır. Ama, Müslümanların birlik ve vahdetinin korunması da, hak mezhebin bilinip tanınması yolunda gerekli inceleme ve araştırmalarda bulunulmasına mâni olmamalı, imamet konularının incelenmesi için sağlam ve sağlıklı bir atmosfer oluşturulabilmelidir. Zira bu meselenin doğru şekilde halledilmesi Müslümanların kaderini değiştirecek, dünya ve ahiret saadetine kavuşulmasını sağlayacaktır.

 

[1]- Âl-i İmrân, 32, 132; Nisâ, 12,14,69, 80; Mâide, 92; Enfal, 1, 20, 46; Tevbe, 81; Nur 51,54, 56; Ahzab, 66, 71; Hucurat, 14; Fetih 16, 17; Muhammed, 32; Mücadele, 12; Mümtehine, 12; Teğabun, 12; Cin, 23.



[2]- Âl-i İmrân, 152; Nisâ, 42, 59, 65, 105; Mâide, 48; Hacc, 67; Ahzab, 6,36; Mücadele, 8, 9; Haşr 7.

[3]- bk. el-Ahkamu's-Sultâniyye, Ebu Ye'lâ; es-Sevâdu'l-A'zam, Ebu'l-Kasım Se-merkandî, s.40-42 (tercümesi) .

[4]- Büyük İslam bilginleri bu konuda çeşitli dillerde ve türlü yöntemlerle sayısı binlerce cildi bulan kitaplar yazmış, hakkı ve hakikati arayanlara inceleme ve araştırma yollarını tamamen açmayı başarmışlardır; birkaç örneği şunlardır: Abakâtu'l-Envâr, el-Gadir, Delailu's-Sıdk, Gayetu'l-Meram, İsbâtu'l-Hüdat.

Mütalaa için fazla vakit ayıramayanlara bir Sünnî âlimiyle bir Şia âlimi arasındaki çok ciddi yazışmaları içeren el-Müracaat'la, Asluş-Şia ve Usulihâ adlı kitapları okumalarını tavsiye ederiz.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin