Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə54/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   80

38- İMAMIN ATANMASI


Daha önceki derste, masum imam atanmadan peygamberliğin son bulmasının ilâhî hikmete aykırı olduğunu, ebedî ve cihanşümul İslâm dininin mükemmelliğinin ancak Hz. Resulullah'tan (s.a.a) sonra onun yerine liyakat sahibi bir halifenin tayin edilmesiyle mümkün olabileceğini, bu halefin nübüvvet ve risalet dışında Hz. Resulün (s.a.a) bütün ilâhî sorumluluklarını üstlenmesi gerektiğini açıklamıştık.

Bu gerçeği Kur'ân-ı Kerim ayetleriyle, Sünnî ve Şia tefsirlerinde geçen hadislerde görebilmek mümkündür.

Bu cümleden olmak üzere Maide Suresi 3. ayette şöyle buyrulur:

Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip beğendim…

Bütün müfessirlerin ittifakıyla, Veda Hacc'ında ve Hz. Resululla-h'ın (s.a.a) vefatından sadece birkaç ay önce nazil olmuş bulunan bu ayette, kâfirlerin İslâm'a zarar verebilme ümitlerini artık tamamen yitirmiş oldukları vurgulanmakta ve bunun ardından "Bugün dininizi kemale erdirip üzerinizdeki nimetimi tamamladım." buyrulmaktadır. Bu ayetin nüzul sebebi hakkında aktarılan çok sayıdaki rivayetler; "kâfirleri İslâm'a zarar verebilme konusunda artık tamamen ümitsizliğe düşüren" bu "kemale erdirip tamamlama"nın, Yüce Allah tarafından, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halefinin belirlenip atanmasıyla gerçekleşmiş olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir. Çünkü İslâm düşmanları, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra (özellikle onun erkek çocuğu olmamasını dikkate alarak) İslâm'ın lidersiz ve ümmetin başsız kalacağı ümidine kapılmışlardı ve böylece bu dinin giderek zayıflayıp yok olacağını umuyorlardı; ama Hz. Resulullah'ın (s.a.a) halefinin belirlenip atanmasıyla yüce İslâm dininin kemale ermiş ve ilâhî nimetin tamamlanmış olduğunu gören kâfirlerin bu umutları suya düşmüştür.[1]

Söz konusu olay kısaca şöyle gerçekleşmişti: Hz. Resulullah (s.a.a) Veda Haccı'ndan dönerken bütün hacıları "Gadir-i Hum" denilen yerde toplayıp uzun ve etraflı bir hutbeden sonra "Ben, Rabbim tarafından sizin veliniz (sorumlunuz ve lideriniz) değil miyim?" diye sordu.[2] Herkes bir ağızdan onu onaylayıp olumlu cevap verince yanında bulunan Hz. Ali'nin (a.s) kolunu kaldırıp "Ben kimin mevlası (velisi) isem, bilin ki Ali de onun mevlasıdır." buyurdu ve Hz. Ali'nin (a.s) Yüce Allah tarafından velayete atandığını ilân etti. Bu ilânın ardından orada bulunan herkes Hz. Ali'ye (a.s) biat etti, ilk biat edenlerden biri de İkinci Halife Ömer oldu ve Hz. Ali'ye (a.s) biat ederken "Oh! Oh! Ya Ali, kutlarım seni, ne mutlu sana, benim ve kadın-erkek bütün müminlerin velisi oldun!" dedi.[3]

Maide Suresi'nin 3. ayeti işte bugün nazil olacak ve Yüce Allah "bugün dininizi kemale erdirip üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçip beğendim" buyuracak ve Hz. Resulullah (s.a.a) tekbir getirerek "Peygamberliğinin tamamlanması ve Allah'ın dininin kemali benden sonra Ali'nin velayetiyledir!" diyecekti. Hameveynî gibi Ehlisünnet ulemasının büyüklerinden ulaşan bir rivayette şöyle deniliyor: Bu sırada Ebubekir'le Ömer ayağa kalkarak "Ya Resulullah! Bu velayet sadece Ali'ye mi mahsustur?" diye sordular, hazret (s.a.a) "Ali ve kıyamete kadarki vasilerime mahsustur!" buyurdu, "Vasileriniz kimlerdir?" diye sorduklarında Hz. Resulullah (s.a.a) şu cevabı verdi:

Kardeşim Ali ümmetim arasında benim vezirim, vasim ve halifemdir ve benden sonra her müminin velisidir. Sonra oğlum Hasan, sonra Hüseyin, sonra da Hüseyin'in neslinden dokuzu, biri diğerinden sonra imamdırlar. Kur'ân onlarla beraberdir, onlar da Kur'ân'la beraberdirler. Kevser Havuzu başında bana kavuşuncaya kadar Kur'ân'dan ayrılmazlar, Kur'ân da onlardan ayrılmaz![4]

Birçok rivayetten anlaşıldığı kadarıyla Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali'nin (a.s) imamet ve velayetini açıklamak için daha önceden görevlendirilmiş, ama insanların bunu kendi şahsi görüşü zannederek ona inanmamasından çekinmişti. Bu nedenle söz konusu görevi iblağ etmek için uygun bir ortam aramaktayken "Ey Elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bu görevini yapmayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz, Allah, kâfir olan bir topluluğu hidayete erdirmez." ayeti nazil oldu.[5] Böylece diğer ilâhî mesajlarla aynı satıhta olan bu mesajın tebliğinin önemi vurgulanmış, bu mesajın tebliğ edilmemesinin bütün ilâhî risaletin mesajlarının tebliğ edilmemesi demek olacağı hatırlatılmış, bu arada bu tebliğin insanlara ulaştırılmasının doğurabileceği tehlikelerden Hz. Resulullah'ı (s.a.a) bizzat yüce Allah'ın koruyacağı da müjdelenmiştir. Bu ayetin inmesiyle birlikte Hz. Resulullah (s.a.a) uygun ortamın oluştuğu ve bu tebliği daha fazla ertelemenin doğru olmayacağı kanaatine vararak Gadir-i Hum'da bu görevi tamamladı.[6]

Bu arada şunu hemen hatırlatmakta yarar var: Söz konusu olayın Gadir-i Hum'da bulduğu şekil, Hz. Ali'nin (a.s) velayet ve imametinin resmen ilân edilmesi ve Müslümanların ona biatinin sağlanmasıdır. Yoksa bu ilk ilân değildi; nitekim Hz. Resulullah (s.a.a) risaleti boyunca bunu defalarca ve çeşitli şekillerde halka duyurmuş ve Hz. Ali'nin (a.s) kendisinin halefi, vekili ve vasisi olduğunu çeşitli münasebetlerle ilân etmişti. Mesela bi'setin ilk dönemlerinde "Öncelikle en yakın hısım ve akrabalarını uyar." ayeti nazil olduğunda[7] bütün akrabalarını toplamış ve onlara "Aranızdan davetimi ilk kabul edecek olanınız benim halifem olacaktır." buyurmuş ve bütün mezheplerin ittifakıyla orada bu çağrıya olumlu cevap veren ilk ve yegâne şahıs Hz. Ali (a.s) olmuştur.[8]

Yine "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin…" ayeti[9] nazil olup da "ulu'l-emire" (emir sahibi olanlara) itaatin farz olduğu ve bunun bizzat Hz. Resulullah'a (s.a.a) itaatle özdeş sayıldığı ilân edilince sahabeden Cabir İbn Abdullah Ensarî, Hz. Resulullah'tan (s.a.a) "Kendilerine itaatin, size itaat sayıldığı bu emir sahipleri kimlerdir?" diye sormakta ve hazret (s.a.a) şu cevabı vermektedir:

Ya Cabir, onlar benden sonraki halifelerim ve Müslümanların imamlarıdırlar, ilki Ebu Taliboğlu Ali'dir; ondan sonra Hasan, sonra da Hüseyin'dir, ondan sonra oğlu Ali, sonra onun oğlu olan ve Tevrat'ta adı Bâkır olarak geçen Muhammed'dir, ey Cabir sen onu göreceksin, gördüğünde benim selâmımı ona ilet; ondan sonra oğlu Cafer Sâdık'tır, sonra onun oğlu Musa, sonra onun oğlu Ali, sonra onun oğlu Muhammed, sonra onun oğlu Ali, sonra onun oğlu Hasan, ondan sonra da adı ve künyesi benimle aynı olan yeryüzünde Allah'ın kullarına hücceti (Hüccetullah) Bakıyyetullah olan oğludur…[10]

Bu hadiste Hz. Resulullah'ın (s.a.a) haber verdiği olay gerçekleşmiş ve Cabir, İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) imamet dönemine kadar yaşayıp onu görmüş ve ceddi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) selâmını ona iletmiştir.

Bir başka hadiste Ebu Basir'den şöyle rivayet olunmaktadır: İmam Cafer Sadık'tan (a.s) "ulu'l-emr"le ilgili ayeti sorduğumda "Hz. Ali'yle Hz. Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olmuştur." buyurdu. Müslümanların, Kur'ân-ı Kerim'in Hz. Ali'yle onun Ehlibeyt'ini neden isim vererek insanlara tanıtmamış olduğunu merak ettiklerini söyledim, şöyle buyurdu:

Onlara de ki, namaz ayeti nazil olduğunda üç rekât veya dört rekât gibi bir rakamdan söz edilmemiş, bu namazların kaç rekât olduğunu açıklayıp tefsir etme görevi bizzat Hz. Resulullah'a (s.a.a) verilmiştir. Zekât, hac ve benzeri ayetler için de aynı durum söz konusudur. Aynı şekilde, bu ayeti de insanlara bizzat Hz. Resulullah'ın (s.a.a) tefsir etmesi gerekiyordu. Nitekim o da bunu yapmış ve "Ben kimin velisi isem, Ali de onun velisidir." buyurmuş, şöyle eklemiştir: "Benden sonra aranızda iki emanet bırakıyorum, bunlara uymaya özen gösterin: Allah'ın Kitabı ve Ehlibeyt'im. Rabbim Allahu Azze ve Celle'den bu ikisini Kevser Havuzu'nda bana kavuşturuncaya kadar birbirinden ayırmaması dileğinde bulundum ve Yüce Rabbim bu dileğimi kabul buyurdu. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın, onlar sizden daha bilgilidirler, onlar sizi asla hidayet kapısından çıkarmaz, asla dalalet (sapma) kapısından içeri sokmazlar." [11]

Yine, defalarca aynı mazmunda hatırlatmalarda bulunmuş, bu cümleden olmak üzere hayatının son günlerini geçirirken şunları vurgulamıştır:

Aranızda iki paha biçilmez emanet bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve soyum olan Ehlibeyt'im; bu ikisi Havuz'da bana kavuşuncaya kadar birbirinden ayrılmaz.[12]

Benim Ehlibeyt'im, Nuh'un gemisine benzer, bu gemiye binenler kurtulur, binmeyenler boğulur.[13]

Hz. Resulullah (s.a.a) birçok defa Hz. Ali'ye (a.s) "Sen, benden sonra bütün müminlerin velisisin." buyurmuş[14] ve daha onlarca hadiste bunları vurgulamıştır, biz burada bu kadarını aktarmakla yetiniyoruz.[15]


Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   50   51   52   53   54   55   56   57   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin