•* Orj. Fash masel. F.K. Robinson tarafından 1875-76 yıllarında yayınlanan A Glossary of Words Used in the Neighbourhood o/Whitby (Whitby Yöresinde Kullanılan Kelimeler Sözlüğü)'nden yararlanan Bram Stoker, burada "fuss myself'in Whitby lehçesindeki hali "fash masel"i kullanmıştır.
-141-
hanım. Bütün bunlar eski püskü inançlar. Dikkat edin, hiç olmadı demiyorum, benim zamanımda olmadı, diyorum. Bütün bunlar ziyaretçiler ve gezginler falan için iyi hoş da sizin gibi hoş, cici bir hanımefendiye hiç yakışmıyor. York ve Leeds'ten* gelen, her zaman tütsülenmiş ringa balığı yiyip, çay içen ve ucuz oltu taşı almak isteyen o ayakçı turistler** inanır bunlara. Ben şahsen, onlara bütün bu yalanlan söyleme zahmetine kimin katlandığını merak ediyorum -gazeteler bile saçma sapan laflarla dolu." Onun ilginç şeyler öğrenebileceğim iyi biri olduğunu düşündüm, bu yüzden ona eski günlerdeki balina avcılığı konusunda bana bir şeyler anlatıp anlatmayacağını sordum. Tam başlamaya hazırlanıyordu ki, saat altıyı vurdu ve bunun üzerine ayağa kalkıp şöyle dedi:
"Şimdi eve doğru yola çıkmalıyım, küçük-hanım. Torunum çay hazır olduğunda bekletilmekten hoşlanmıyor ve benim de topallaya topallaya o kadar çok basamağı inmem epey zaman alıyor ve küçükhanım, o saate kadar karnım da guruldamaya başlıyor."
Topallaya topallaya uzaklaştı, merdivenlerden inerken elinden geldiğince acele ettiğini görebiliyordum. Merdivenler bu yerin önemli bir özelliği. Kasabadan kiliseye kadar, yüzlerce basamak var -kaç tane olduğunu bilmiyorum- ve çok zarif bir kavisle yukarı
* İngiltere'nin kuzeyindeki büyük endüstri şehirleri.
** Orj. Feet-folks, zengin gezginlerin aksine arabayla değil de yürüyerek seyahat eden turistler için kullanılan aşağılayıcı argo sözcük.
-142-
tırmanıyorlar; eğim o kadar az ki, bir at bile kolayca merdivenlerden inip çıkabilir. Sanırım eskiden manastır ile bir ilgileri varmış. Ben de eve gideceğim. Lucy annesiyle birlikte misafirliğe gitti, bunlar sadece saygı ziyaretleri olduğu için ben gitmedim. Bu saate kadar eve dönmüşlerdir.
1 Ağustos- Buraya bir saat önce Lucy ile birlikte geldim; benim yaşlı dostum ve her zaman ona katılan iki arkadaşıyla birlikte çok ilginç bir sohbete daldık. Yaşlı dostumun onların Bay Kâhin'i* olduğu çok açık ve zamanında çok diktatörce bir kişiliği olmalı, diye düşünüyorum. Hiçbir şeyi kabul etmiyor, herkesi tersliyor. Açık açık tartışamadığı zaman onlara sataşıyor ve sonra karşısındaki-lerin sessizliklerini, kendi görüşlerinin kabul edildiği şeklinde yorumluyor. Lucy, beyaz bahçe giysisi içinde çok sevimli görünüyor; buraya geldiğinden beri teni güzel bir renk aldı. Oturduğumuzda, yaşlı adamların hiç vakit kaybetmeden gelip onun yanına oturduklarını fark ettim. Yaşlı insanlara karşı öyle tatlı ki; sanırım hepsi oracıkta ona âşık oldular. Benim yaşlı dostum bile direnemedi ve onunla zıtlaşmadı, ama bana iki kat fazla yüklenmeye başladı. Konuyu söylencelere getiriyorum ve hemen atlayıp bir çeşit vaaz vermeye başlıyor. Bunu hatırlamaya çalışıp buraya yazmalıyım:
* Orj. Sir Oracle. Shakespeare'in Venedik Tacirfndeki Gratiano'nun sözlerinden... I, I, 93. "Ben Bay Kâhin. / Ve ağzımı açtığımda havlamasın hiçbir köpek!"
-143-
"Hepsi saçmalık, işte bu; aynen öyle, başka bir şey değil. Lanetler, hayaletler, cinler, ölüm habercileri, ifritler ve bunlarla ilgili her şey yalnızca çocukları ve yarım akıllı kadınları çığlık çığlığa bağırtmak için uydurulmuş şeyler. Şimdi sabun köpüğünden başka bir şey değiller! Onlar ve bütün korkular, işaretler ve uyarılar, hepsi papazlar ve kötü niyetli mürekkep yalamışlar ve demiryolu çığırtkanları tarafından yarım akıllıları korkutmak ve insanlara yapmak istemeyecekleri şeyleri yaptırmak için uydurulmuştur. Düşününce kan beynime sıçrıyor. Ne tuhaf, sanki gazetelere yalanlar basmaları ve vaaz verirken yalan söylemeleri yetmiyormuş gibi bir de bunları mezar taşlarına kazımak istiyorlar. İstediğin yere bak; şu taşların hepsi gururla başlarını kaldırmış gibi dimdik duruyorlar ya, aslında üzerlerine yazılan yalanların ağırlığıyla devriliyorlar. Hepsinin üzerinde "Burada bilmem kimin bedeni yatıyor" ya da "Bilmem kimin kutsal anısına" yazıyor, ama neredeyse yansının içinde beden meden yok ve bırakın kutsallığı, kimse anılarına birazcık olsun aldırmıyor. Hepsi yalan, öyle ya da böyle yalandan başka bir şey değil! Hadi bakalım, Kıyamet Günü'nde kefenlerinin içinde yuvarlana yu-varlana buraya geldiklerinde ve hepsi ne kadar iyi olduklarını kanıtlamak için mezar taş-lannı sürükleye sürükleye bir araya toplan-dıklannda acayip bir şamata çıkacak; bazıla-n denizin dibinde "yatmaktan kayganlaşmış ve uyuşmuş, incecik ve titreyen ellerle taşlarını tutamayacaklar bile."
-144-
Yaşlı adamın kendinden emin havası ve ahbaplannın onayını almak için çevresine bakınmasından "gösteriş yaptığını" görebiliyordum, bu yüzden devam etmesi için ortaya bir laf attım.
"Ah, Bay Swales, ciddi olamazsınız. Elbette ki, bu mezar taşlannın hepsi yanlış olamaz, değil mi?"
"Muhtemelen! Yanlış olmayan zavallı birkaç tanesi olabilir; insanları olduklarından da iyi göstermeye çalışanlar dışında, çünkü bir tas suyu deniz gibi gören insanlar vardır, yeter ki bu bir tas su onların olsun. Bunların hepsi yalan. Bir bak hele, sen buraya gelen bir yabancısın ve bu kilise bahçesini görüyorsun." Anlaşmanın daha iyi olduğunu düşünerek başımla onayladım, ama şivesini pek anlamıyordum. Kiliseyle ilgili bir şeyler olduğunu biliyordum. Devam etti: "Ve bütün bu taşların burada gömülmüş insanları dosdoğru anlattığını düşünüyorsun, değil mi?" Tekrar onayladım. "İşte yalan tam da burada başlıyor. Ne tuhaf, bu yataklardan, cuma gecesi, ihtiyar Dun'ın "bacca-kutusu" kadar boş olan bir sürü var." Arkadaşlarından birini dirseğiyle dürttü ve hepsi birden gülüştüler. "Ve hadi! Bunun aksi nasıl olabilirdi ki? Şuna, en arkadakine bir bak; git, oku!" Gidip okudum:
"Edward Spencelagh, usta denizci, Andres kıyılannda korsanlar tarafından öldürüldü, Nisan, 1854, set. 30." Geri döndüğümde Bay Swales devam etti:
"Acaba onu eve kim getirdi, buraya kim
-145-
gömdü? Andres kıyılarında öldürülmüş! Ve siz bedeninin orada yattığına inanıyorsunuz! Ne tuhaf, size kemikleri yukarıdaki Grönland denizlerinde yatan bir düzine isim verebilirim," -eliyle kuzeyi işaret etti- "ya da akıntıların onları nereye sürüklediğini söyleyebilirim. Taşlan hep buralarda. Genç gözlerinizle, buradan taşların üzerine küçük küçük yazılı yalanları okuyabilirsiniz. Şu Braithwa-ite Lowrey -babasını tanırdım, '20 senesinde Grönland açıklarındaki Lively'de kayboldu; ya da Andrew Woodhouse, 1777'de aynı denizlerde boğuldu; ya da John Paxton, bir yıl sonra Farewell Burnu'nda boğuldu; ya da ihtiyar John Rawlings, büyükbabası benimle açılırdı, '50 senesinde Finlandiya Körfezi'nde boğuldu. Sizce bütün bu adamlar İsrafil'in borusu öttüğünde koşa koşa Whitby'ye mi gelecekler? Pek sanmıyorum! Size söylüyorum, hepsi buraya geldiklerinde itişip kakışmaya başlayacaklar; eski günlerde buzun üzerinde yaptığımız kavgalar gibi; gün ışır ışımaz başlar, şafağa kadar birbirimize girerdik ve sonra da kutup yıldızının ışığında yaralarımızı sarardık." Bunun yöreye özgü bir şaka olduğu belli oluyordu; çünkü yaşlı adam bunun üzerine kıkırdadı ve arkadaşları da ona katıldı.
"Ama," dedim, "pek haklı sayılmazsınız, çünkü bütün o zavallı insanların ya da ruhlarının Mahşer Günü'nde mezar taşlarını da yanlarında getirecekleri gibi bir varsayımdan yola çıkıyorsunuz. Sizce bu gerçekten gerekli mi?"
-146-
"Peki, mezar taşları başka ne içindir ki? Cevaplayın bakalım, küçükhanım!"
"Akrabalarını memnun etmek için, sanırım." "Akrabalarını memnun etmek için, sanıyorsunuz!" Bunu büyük bir horgörü ile söyledi. "Üzerlerinde yalanların yazdığını bilmek akrabalarını nasıl hoşnut edecekmiş, üstelik buradaki herkes bunların yalan olduğunu bilirken?" Ayaklarımızın dibindeki bir taşı işaret etti; bir levha gibi yere serilmiş, üzerine de uçurumun kenarındaki, oturduğumuz sıra konulmuştu. "Şu kabir taşının üzerindeki yazılan oku," dedi. Oturduğum yerden harfler baş aşağı görünüyordu ama Lucy karşılann-da durduğu için eğildi ve okudu:
"'George Canon'un kutsal anısına, muhteşem bir diriliş umarak, 29 Temmuz 1873'te Kettleness'taki kayalardan düşerek ölmüştür. Bu taş, acılı annesi tarafından biricik, sevgili oğlu için dikilmiştir.' Annesinin tek oğ-luyrnuş ve kadın da dulmuş. Gerçekten de, Bay Swales ben bunda komik bir şey göremiyorum!" Bu yorumu çok ciddi ve sert bir tavırla yapmıştı.
"Komik bir şey görmüyorsun, ha! Ha! Çünkü sen acılı annesinin, ondan nefret eden bir cehennem kedisi olduğunu bilmiyorsun, çünkü oğlu çarpıktı, tam anlamıyla bir kötürüm -ve adam da annesinden nefret ediyordu ve annesinin, ona yaptırdığı hayat sigortasından annesi para alamasın diye intihar etti. Kargalan korkutmak için kullan-dıklan eski bir misket tüfeğiyle kendi kafasını uçurdu. Demek ki kargalar için değilmiş,
-147-
çünkü atsineklerini ve leş kargalarını getirdi. Kayalardan böyle düştü işte. Ve muhteşem bir diriliş umutlarına gelince, ben onu cehenneme gitmek istediğini söylerken kendi kulaklarımla duydum; çünkü annesi o kadar dindardı ki, cennete gideceği kesindi ve o da annesinin bulunduğu yerden hiçbir şekilde hayır görmek istemiyordu. Şimdi şu taş..." -konuşurken bastonuyla taşı dövdü- "her halü kârda bir araba yalandan başka bir şey değil mi? Geordie, kamburunun üzerinde mezar taşıyla oflaya puflaya gelip de taşın delil olarak kabul edilmesini istediğinde Cebrail gülmesin de ne yapsın!"
Ne söyleyeceğimi bilemedim, ama Lucy ayağa kalkarak konuyu değiştirdi:
"Ah, neden bütün bunları bize anlattınız? Burası en sevdiğim sıraydı, ama şimdi intihar eden birinin mezan üzerinde oturduğumu biliyorum."
"Bunun sana bir zararı dokunmaz tatlım ve kucağında böyle zarif bir kızın oturduğunu bilmek zavallı Geordie'yi sevindirebilir. Sana bir zararı dokunmaz. Ben burada aşağı yukarı yirmi yıldır oturuyorum ve bana hiçbir zararı olmadı. Sen altında yatan yalanlara kafanı yorma ya da altında ne yatmadığına! Bütün mezar taşlan toplanıp kaçtığında ve burası bir anız tarlası kadar çıplak kaldığında korkabilirsin ancak. Saat vuruyor, gitmeliyim. Saygılarımla, hanımlar!" Ve topallaya to-pallaya uzaklaştı.
Lucy ve ben bir süre oturduk, önümüzde uzanan manzara o kadar güzeldi ki, otururken
-148-
el ele tutuştuk ve bana Arthur ile yaklaşan evliliklerini yeni baştan anlattı. Bu yüreğimin biraz burkulmasına sebep oldu; çünkü tam bir aydır Jonathan'dan haber almamıştım.
Aynı gün - Buraya yalnız başıma geldim, çünkü çok üzgünüm. Bana mektup gelmemişti. Umarım, Jonathan'ın başına bir şey gelmemiştir. Saat şimdi dokuzu vurdu. Kasabada ışıkların dağınık bir şekilde yandığını görüyorum; bazen sokakların bulunduğu yerlerde sıra sıra, bazen de tek tük. Esk ırmağı boyunca uzanıyorlar ve vadinin kıvrımında kayboluyorlar. Manastırın yanındaki eski evin kara çatısı solumdaki manzarayı kapatıyor. Arkamdaki tarlalarda koyunlar ve kuzular meliyor ve aşağıdaki kaldırımlı yoldan bir eşeğin toynaklarının takırtısı geliyor. İskeledeki bando, tam vaktinde sert bir vals çalıyor ve rıhtımın ilerisinde bir arka sokakta toplanmış olan Kurtuluş Ordusu var. Bandoların ikisi de birbirini duymuyor, ama ben buradan ikisini de hem görüyor hem de duyuyorum. Jonathan'ın nerede olduğunu ve beni düşünüp düşünmediğini merak ediyorum! Keşke burada olsaydı.
DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ
5 Haziran - Renfield vakası, ben adamı anladıkça daha da ilginçleşiyor. Çok gelişmiş belli özellikleri var: bencillik, ketumluk ve azim. Keşke azminin amacını öğrenebilsey-dim. Kendine has bir planı var gibi, ama ne olduğunu henüz bilmiyorum. Buna karşılık
-149-
iyi bir özelliği de hayvan sevgisi, ama bunda da öyle ilginç değişimler yaşıyor ki, zaman zaman adamın sıradışı bir zalimliğe sahip olduğunu düşünüyorum. Tuhaf tuhaf hayvanlar besliyor. Şimdiki hobisi, sinek yakalamak. Şu anda o kadar çok sineği var ki, buna dostça müdahale etmek zorunda hissettim kendimi. Tahmin ettiğimin aksine öfkeye kapılmaması, meseleyi basit bir ciddiyetle karşılaması beni şaşırttı. Bir an düşündü ve sonra şöyle dedi: "Bana üç gün vakit verebilir misiniz? Hepsini temizleyeceğim." Elbette ki, vereceğimi söyledim. Onu gözlemlemeliyim.
18 Haziran - Şimdi de kafayı örümceklere taktı, bir kutunun içinde, kocaman kocaman bir sürü örümcek besliyor. Onları sinekleriy-le besliyor ve sineklerin sayısı kayda değer ölçüde azalıyor, ama yemeğinin yansını, odasının dışından daha fazla sinek çekmek için harcıyor.
i Temmuz - Şimdi de örümcekleri, sinekleri kadar büyük bir sıkıntı olmaya başladı ve bugün ona örümceklerden kurtulması gerektiğini söyledim. Bunu duyunca çok üzülmüş göründü, ben de bu yüzden, en azından bir kısmından kurtulmak zorunda olduğunu söyledim. Buna sevinçle razı oldu ve ben de ona sayıyı azaltması için öncekiyle aynı süreyi tanıdım. Onunla birlikteyken beni tiksindiriyor çünkü bir keresinde, odanın içinde vızıldayan, leş yemekten kocaman olmuş bir kurt sineğini yakaladı, birkaç saniyeliğine sevinçle iki parmağının arasında tuttu ve ben daha ne yapacağını tahmin bile edeme-
-150-
den sineği ağzına atıp yedi. Bunun için onu azarladım, ama o usulca bunun çok iyi bir yiyecek, aynı zamanda da çok besleyici olduğunu söyledi; bunun hayat, kuvvetli hayat olduğunu ve ona can verdiğini söyleyerek itiraz etti. Bu aklıma bir fikir ya da daha doğrusu kabataslak bir düşünce getirdi. Örümceklerinden nasıl kurtulduğunu izlemem gerek. Kesinlikle aklında derin bir problem var çünkü küçük bir not defteri tutuyor ve her zaman notlar alıyor. Defterin bütün sayfaları bir dizi rakamla dolu, bunlar genellikle gruplar halinde toplanmış ve sonra da toplamlar toplanmış; muhasebeciler gibi sanki bir hesabın "odak ayarını" yapıyor.
8 Temmuz - Tutarlı bir deliliği var* ve ak-lımdaki kabataslak fikir gittikçe daha da biçimleniyor. Kısa bir süre sonra gelişmiş bir fikre dönüşecek ve sonra, ah, bilinçdışı beyin faaliyeti! Bilinçli kardeşine haddini bildirmen gerekecek. Herhangi bir değişiklik olup olmayacağını görebilmek için birkaç gün arkadaşımdan uzak durdum. Hayvanlarının bazılarından ayrılıp yeni bir tane edinmesi dışında her şey eskisi gibi devam ediyor. Bir serçe yakalamayı başarmış ve bunu kısmen evcilleştirmiş bile. Evcilleştirme yöntemleri basit; çünkü örümcekler azalmış. Bununla birlikte, kalan örümcekler iyi besleniyor çünkü sinekleri hâlâ kendi yemeğiyle cezbederek getirmeye devam ediyor.
19 Temmuz- İlerleme kaydediyoruz. Arkadaşımın şimdi koca bir serçe kolonisi var ve
* Hamlet, 2, 2, 207.
-151-
sinekleriyle örümcekleri ise tükenmek üzere. İçeri girdiğimde koşarak yanıma geldi ve benden büyük bir iyilik, çok, çok büyük bir iyilik istediğini söyledi; konuşurken bir köpek gibi yaltaklanıyordu. Bu iyiliğin ne olduğunu sordum ve neredeyse kendinden geçercesine bir ses ve tavırla şunları söyledi:
"Bir kedi yavrusu; oynayabileceğim, eğitebileceğim ve besleyebileceğim güzel, küçük, bakımlı, oyunbaz bir kedi yavrusu!" Bu isteğe hazırlıksız olduğum söylenemez, çünkü evcil hayvanlarının sayısının ve çeşitliliğinin nasıl arttığını görmüştüm, ama güzel, evcil serçe ailesinin de sinekler ve örümceklerle aynı şekilde yok olmasına göz yumamazdım, bu yüzden araştıracağımı söyledim ve bir yavru yerine büyük bir kediyi tercih edip etmeyeceğini sordum. Cevap verirken şevki onu ele verdi:
"Ah, evet, bir kedim olmasını isterim! Kediyi reddedersiniz diye kedi yavrusu istemiştim. Kimse benden bir kedi yavrusunu esirgemez, değil mi?" Kafamı iki yana salladım ve şu an için bunun mümkün olmadığından korktuğumu, ama bir bakacağımı söyledim. Suratı asıldı, gözlerinin içinde bir tehlike uyarısı vardı, çünkü aniden, öldürecek gibi kızgın bir şekilde yan yan baktı. Adam gelişmemiş bir cinayet manyağı. Onu yeni tutkusu üzerinden sınayacağım ve nasıl sonuçlanacağına bakacağım; o zaman daha çok şey öğrenebilirim.
Akşam 10 - Onu tekrar ziyarete gittim ve bir köşede oturmuş, kara kara düşünürken
-152-
buldum. İçeri girdiğimde kendini, önüme atıp diz çöktü ve kurtuluşunun buna bağlı olduğunu söyleyerek bir kedi almasına izin vermem için yalvardı. Ama ben kararlıydım ve ona bir kedisi olamayacağını söyledim. Bunun üzerine tek kelime etmeden gidip oturdu ve onu bulduğum köşede tırnaklarını kemirmeye başladı. Sabahleyin erkenden onu tekrar göreceğim.
20 Temmuz - Renfield'i çok erken, daha hastabakıcı ziyaretlerini tamamlamadan gördüm. Uyanmış, bir ezgi mırıldanıyordu. Sakladığı şekerini pencerenin önüne serpiyordu; belli ki tekrar sinek yakalama işine dönmüştü ve buna neşeyle, iyi bir ruh haliyle başlıyordu. Etrafa bakınıp kuşlarını aradım ve onları göremeyince nerede olduklarını sordum. Arkasını dönmeden cevap vererek hepsinin uçup gittiğini söyledi. Odanın içinde birkaç tüy ve yastığının üzerinde de bir damla kan vardı. Hiçbir şey söylemedim, ama gidip bakıcıya, gün içinde adamla ilgili garip bir şey olursa bana bildirmesini söyledim.
Sabah 11 - Bakıcı gelip bana Renfield'in çok hasta olduğunu ve bir sürü tüy kustuğunu söyledi. "Sanırım, doktor," dedi, "kuşlarını yemiş, onları alıp çiğ çiğ yemiş!"
Akşam 11 - Bu akşam Renfield'e onu uyutacak ve cebinden fark ettirmeden not defterini almamı sağlayacak kadar kuvvetli bir uyuşturucu verdim. Son zamanlarda beynimdeki düşünce tamamlandı ve teorim kanıtlandı. Bu adam özel bir tür manyak katil. Onun için yeni bir sınıflama icat etmem gere-
-153-
kecek ve ona zoofaus (hayat-yiyen) manyak diyeceğim; arzu ettiği, elinden geldiğince çok hayatı soğurmak ve bunu gittikçe artırmak için elinden ne geliyorsa yaptı. Bir örümceğe bir sürü sinek ve bir kuşa bir sürü örümcek verdi ve sonra bir kediye bir sürü kuş yedirmek istedi. Bundan sonraki adımı ne olacaktı? Bu deneyi tamamlamaya değerdi sanki. Yalnızca yeterli bir sebep olsaydı, yapılabilirdi. İnsanlar, canlı hayvanlar üzerinde yapılan deneylere küçümseyerek bakmışlardır, ama bugün varılan sonuçlara bir bakın! Bilim, neden en zor ve hayati açıdan en önemli alanlardan biri olan beyinle ilgili olarak gelişmesin? Sadece böyle bir beynin sırlarını ele geçirebilseydim -bir tek akıl hastasının bile imgelemine giden anahtarı elde edebil-seydim- kendi bilim dalımı Burdon-Sander-son'un fizyolojisinin ya da Ferrier'in beyin bilgisinin* yanında hiç kalacağı bir düzeye ilerletebilirdim. Yalnızca yeterli bir sebep olsaydı! Bu konu üzerinde çok fazla düşünmemeliyim, yoksa fikrin cazibesine kapılabilirim; iyi bir amaç terazinin ibresini benden yana çevirebilir, ben de doğuştan sıradışı bir beyin değil miyim?
İnsan ne kadar güzel mantık yürütüyor! Deliler bunu kendi kafalarına göre yapıyorlar.
Burdon-Sanderson (1828-1905): Kalpten gelen elektrik tepkilerini ilk defa ölçen İngiliz doktor. David Ferrier (1843-1928): Maymunların beyin yapıları üzerine deneyler yapan doktor. Bu iki doktor da deney için canlı hayvan kesimi karşıtları tarafından eleştirilmiş ve 1876 Hayvanlara Zulüm Yasası uyarınca Ferrier aleyhinde dava açılmış, ama beraat ettirilmiştir.
-154-
Acaba bir insanın kaç yaşama eşdeğer olduğunu düşünüyor, eğer böyle bir şey varsa. Hesabını eksiksiz bir şekilde kapatmış ve bugün yeni bir sayfaya başlamış. Kaçımız hayatlarımızın her bir günü yeni bir sayfaya başlıyoruz?
Bana öyle geliyor ki, bütün hayatım dün bu yeni umudumla son buldu ve ben de gerçekten yeni bir sayfa açtım. Büyük Kâtip hesabı toplayıp defteri kebirimin kâr-zarar hesabını çıkarana kadar bu böyle olacak. Ah, Lucy, Lucy, sana kızamıyorum; mutluluğu senin mutluluğun olan arkadaşıma da kızamıyorum; ben yalnızca umutsuzca beklemek ve çalışmak zorundayım. Çalışmak! Çalışmak!
Keşke buradaki deli dostum gibi bir amacım olsaydı; çalışmamı sağlayacak, iyi, bencilce olmayan bir amaç; işte bu gerçekten de mutluluk olurdu.
MINA MURRAY'İN GÜNLÜĞÜ
26 Temmuz - Endişe içindeyim ve hissettiklerimi burada dile getirmek beni yatıştırıyor; insanın aynı anda hem kendi kendine fısıldaması hem de dinlemesi gibi. Aynı zamanda, steno simgelerinde, bunu yazı yazmaktan farklı kılan bir şey var gibi. Lucy ve Jonathan için üzülüyorum. Bir süredir Jo-nathan'dan haber almamıştım ve kaygılıydım; ama dün her zaman çok nazik bir insan olan sevgili Bay Hawkins bana ondan gelmiş bir mektup gönderdi. Ona yazıp Jonat-han'dan haber alıp almadığını sormuştum ve
-155-
o da yeni aldığı bir mektubu zarfın içinde yolladığını söylemiş. Drakula Şatosu'ndan yazılmış yalnızca bir satırlık bir mektup ve eve dönmek üzere yola çıktığını yazıyor. Bu hiç Jonathan'm tarzına benzemiyor; anlamıyorum ve bu beni huzursuz ediyor. Sonra Lucy, çok iyi, ama son günlerde uykusunda gezinme alışkanlığını edindi tekrar. Annesi benimle bu konuda konuştu ve her gece odamızın kapısını kilitlemeye karar verdik. Bayan Westenra uyurgezerlerin her zaman evlerin çatılarına çıkıp uçurum kenarlarında yürüdükleri ve sonra aniden uyanıp her tarafta yankılanan umutsuz bir çığlıkla aşağı düştükleri gibi bir fikre kapılmış. Zavallı kadın, doğal olarak Lucy için endişeleniyor; bana kocasının, yani Lucy'nin babasının da aynı alışkanlığa sahip olduğunu anlattı, geceleyin kalkıp giyiniyor ve kimse onu durdur-mazsa dışarı çıkıyormuş. Lucy sonbaharda evlenmiş olacak, daha şimdiden elbiselerinin ve evinin nasıl düzenleneceğini planlamaya başladı. Onu anlıyorum, çünkü ben de aynısını yapıyorum, sadece Jonathan ve ben hayata çok daha sade bir şekilde başlayacağız ve idare etmeye çalışacağız. Bay Holmwood -Lord Godalming'in tek oğlu, saygıdeğer Arthur Holmwood- çok kısa bir süre içinde buraya gelecek; şehirden ayrılma fırsatı bulur bulmaz; çünkü babasının sağlığı pek iyi değil ve sanırım, sevgili Lucy, o gelene kadar dakikaları sayacak. Onu kilise avlusunun bulunduğu uçurumdaki banka götürmek ve ona Whitby'nin güzelliğini göstermek istiyor.
-156-
Onu huzursuz edenin beklemek olduğunu söyleyebilirim; Bay Holmwood geldiğinde iyileşecektir.
27 Temmuz - Jonathan'dan hâlâ haber yok. Onun için çok endişelenmeye başladım, ama neden, bilmiyorum; tek bir satır olsun, yine de keşke yazsaydı. Lucy her zamankinden daha fazla yürüyor ve her gece onun odada dolaşırken çıkardığı seslerle uyanıyorum. Neyse ki hava çok sıcak da üşütmüyor; yine de endişe ve sürekli uykumdan uyandırılmak beni etkilemeye başladı, ben de ger-ginleşiyorum ve uyuyamıyorum. Tanrıya şükür ki, Lucy'nin sağlığında bir bozulma yok. Bay Holmwood aniden, hastalığı ciddileşen babasını görmesi için Ring'e çağrılmış. Lucy onu bir süre daha göremeyeceği için üzülüyor, ama bu görünüşünü etkilemiyor; hafif kilo aldı ve yanakları çok güzel bir gül pembesine dönüştü. Artık eskisi gibi kansız görünmüyor. Bunun hep böyle sürmesi için dua ediyorum.
3 Ağustos - Bir hafta daha geçti ve yine Jonathan'dan haber yok, hatta kendisinden haber aldığım Bay Hawkins'e bile yazmamış. Ah, umarım hasta değildir. Yoksa kesinlikle yazardı. Son mektubuna bakıyorum, ama bu beni tatmin etmiyor. Sanki o yazmamış, yine de onun el yazısı. Yanılmanın imkânı yok. Lucy dün gece uykusunda pek fazla dolaşmadı, ama üzerinde anlamadığım tuhaf bir dik-katlilik var; uykusunda bile beni izliyor sanki. Kapıyı deniyor ve kilitli olduğunu görünce odada dolanarak anahtarı anyor.
-157-
6 Ağustos - Üç gün daha geçti ve hâlâ haber yok. Bu şüpheli bekleyiş korkunç bir hale gelmeye başladı. Nereye yazmam ya da nereye gitmem gerektiğini bilseydim, daha huzurlu olurdum; ama son mektubundan beri kimse Jonathan'dan haber almamış. Tann'ya bana sabır vermesi için dua etmek zorundayım. Lucy her zamankinden daha çabuk heyecanlanıyor, ama bunun dışında iyi. Dün gece hava bozacak gibi görünüyordu ve balıkçılar fırtına çıkacağını söylediler. Bunu gözlemlemeye çalışmalı ve havadaki işaretleri öğrenmeliyim. Bugün gri bir gün ve güneş, Kettleness üzerindeki koyu bulutların içinde saklanmış. Her şey gri -griliklerin ortasında zümrüt gibi görünen yeşil çimenler dışında; gri topraklı kaya ve en ucundaki güneş ışınlarıyla hafif renklenen gri bulutlar, kumlu noktaların gri parmaklar gibi uzandığı gri denizin üzerinde asılı. Deniz, sığlıklara ve kumluklara gümbürtüyle çarpıyor, gürlemesi içerilere doğru sürüklenen deniz, sislerinde boğuluyor. Ufuk, gri sisin içinde kayboluyor. Her şey çok büyük, bulutlar, dev kayalıklar gibi üst üste yığılmış ve denizin üzerinde kötü bir şeylerin habercisi gibi derin bir "mırıltı"* var. Kumsalda tek tük karanlık şekiller görünüyor, bunlar bazen yarı yarıya sisin içinde kalıyor ve "yürüyen ağaçlar gibi insanlar"a** benziyor. Balıkçı tekneleri aceleyle eve dönmeye
Dostları ilə paylaş: |