4. Bireysel Şiddet İçerikli Haberdeki Sunma Biçiminde Magazinleşmiş Bir Söylem Tarzının Yer Alması ve Yazılı Basında Bu Söylemin Hissedilir Ağırlığı
Bu çerçevede, kitle iletişim araçları, şiddet olaylarını yansıtırken abartma ve saptırmalara başvuran ve olay üzerinde yoğunlaşarak, onu, içinde bulunduğu toplumsal koşullar içinde açıklamaktan çok, bireysel psikolojinin etkenleriyle açıklayarak ve sonuçta, bireyin, şiddete dayalı insan-insan arası ilişkileri içinde barındıran ve haklılaştıran bir toplumsal realite etiğini kabul etmesine yol açacak biçimde bir haber diliyle örülü bir sunumu yeğledikleri görülmektedir. Gittikçe artan ve birbirine benzerlikler göstermeye başlayan bu sunumda, neredeyse gündelik hayatın söylemine denk düşecek bir biçimde avami ve lumpen bir dili içinde barındıran magazinleşmiş bir söylem tarzının etkinlikle kullanıldığı söylenebilir. Böylece, bu söylem tarzının sadece şiddet içerikli haberlerde değil, politik içerikli haberlerde de başat konuma geldiğini görmekteyiz. Özellikle bu durumu başlıklarda gözlemlemek mümkün: Söz konusu başlıklama tekniği olarak Ahmet Oktay önemli bir saptamada bulunuyor: “Giderek enformatif (bilgi verici) olmaktan çıktı başlık, imajinatif (hayal kurdurucu) bir içerik kazandı. Önceleri başlık, haber duyurulacak olayı hemen açığa vururdu. Oysa günümüzde bu uygulama terkedilmiş bulunuyor. Okuyucu, başlığı baktıktan sonra haberi kafasında kurmakta, boyutlarını genişletmektedir denilebilir. Örneğin, artık şöyle atılıyor başlık; ««Adalet Sancılı»», ««Memura Bir Parmak Dal»». Başlık yapımında fiilin kaldırılışı, tamamlama işlevini okura bırakma isteğinin doğal uygulaması elbet. Bu sayede okur habere karşı kışkırtılmış da oluyor; Nedir bu sancı diye merak uyandırıyor. Gerçi ««üst başlık»» ve ««spotlar»» da anlatmaktadır memura yeterli düzeye zam yapılmadığını ama, okur iç sayfaya geçtiğinde ayrıntıları öğrenebilecektir” (Oktay 1987: 108-109).
Ahmet Oktay, kitlesel başlık diye tanımladığı bu yöntemin olumlu ve olumsuz yanlarını şöyle sıralamaktadır. “Kitlesel başlık, ister istemez, halk dilinin, hatta argonun sözcüklerine başvurmaktadır zaman zaman ve bu yanıyla muhalif bir boyut oluşturduğu izlenimi vermektedir. Evet, bu pahalılıkta memura ««bir parmak bal»» çalınmıştır. Gel gelelim, aynı başlık bir halk deyiminden yaralandığı için, o deyimin kullanıla kullanılan edindiği anlamını da yedeğinde çağrıştırmaktadır. Çünkü, çalınan, bir parmak da olsa baldır. Bu bakımdan, başlığın, iktidarın icraatına eleştiriyel bakış getirdiği kadar o eleştiriyi anında hafiflettiği de söylenebilir. Yetersizdir ama yine bir şeyler yapılmıştır. Düşünülmektedir memur. Bunlar yöneten/yönetilenler ilişkisi bakımından tartışılması, irdelenmesi gereken sorunlar olarak belirmektedir. Bu tür başlığın vurgulanması gereken bir özelliğini daha yeri gelmişken vurgulamak gerekir: Haberin yorumuna dayanıyor bu başlık. Bu tutumun kimi yerde saptırıcı olabileceğini işaret etmek zorunludur. Çünkü; bazen başlığın haberdeki hiçbir öğeyi dışa vurmadığı görülüyor. Ayrıca, yorum, gündelik değer yargılar, basmakalıp bakış açıları içinde gerçekleştirildiğinden, gazete başlıklarının birbirinin kopyası olduğu izlenimini doğuruyor” (Oktay 1987: 108-109).
Bu durumla ilgili gazetelerden örnekler; “Emlak Bankası deniz, Yemeyen Domuz. Emlak Bankası dosyası açıldıkça sokaktaki sıradan vatandaşın dışında herkesin avantadan pay aldığı büyük bir soygun-yolsuzluk sistemi ortaya çıkıyor” (Sabah, 13.05.1992, s.1). “Vah uyanıklar! İstanbul’a gelen bazı milletvekillerinin otel indirimleri kaldırıldığı için, Türkiye’nin en pahalı hastanesini sağlık kontrolü bahanesiyle otel gibi kullandıkları ortaya çıktı” (Hürriyet, 07.08.1992, s.1). “100 milyarlık projede okus-pokus. Gizli eller, inşaat başlamadan bir tesisin kullanım alanını esrarengiz şekilde büyüttü” (Hürriyet 22.09.1992: 1). “Vergi ödemeyene devletten ödül. Cumartesi açıklanacak ekonomik paketle vergi affı getiriliyor. Vergisini ödemi yenlere kolaylık sağlanarak para cezaları hafifletilecek” (Hürriyet 16.01.1992: 1). “Çağlar ‘Ben de vergi kaçırdım’. Demirel’in sağ kolu, kabinenin en zengin adamı, Devlet Bakanı Cavit, Hürriyet’in sorularını açık yüreklilikle yanıtladı, ‘Ticaretle belirli bir yere gelinceye kadar kurallara uymuyorsunuz. Verginizi tam vermiyor, bazı yerlerden kaçırıyorsunuz. Aksini söylersek yalan olur. 80 öncesine kadar ben de buna dahildim. 80’den sonra, büyüdükten sonra... hele politikaya atıldıktan sonra, her şey yasaldır” (Hürriyet 22.12.1991: 1). “Hayırlı işler Cavit Bey. Devlet Bakanı Cavit Çağlar, ‘paramız çok’ diyen petrol zengini Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev’e, Bursa’daki fabrikasında ürettikleri malları överek pazarlamasını yaptı” (Hürriyet 05.08.1992: 1). “ ‘Bunlar götürmeye alışmış. Herhalde şimdi götüremiyorlar ve huzursuz oluyorlar’ Dum Dum Kurşunu adı verilen köşede şu spotlar seçilmiş; “ ‘Babalarına dua etsinler. Otursunlar oturdukları yerde, oturup babalarına dua etsinler’. ‘Durmadan zam yapıyor. Sen arabaya her ay zam yapacaksın. Sormazlar mı... 4 aydır ne enflasyon var da zam yapıyorsun?’. ‘Kendilerini ne sanıyorlar? Ne zannediyor bunlar kendilerini? TÜSİAD nedir? Bir kulüp. Biz ülkeyi kulübe mi yönettireceğiz?’ ‘Rahmi Efendi’nin yatı. Rahmi Efendi, binecek yatına okyanuslarda gezecek, sonra kalkıp Türkiye’yi yönetecek’” (Hürriyet 13.09.1992: 1). “ ‘Yüzsüzler’. Devlete trilyonlarca vergi borcu takan yüzsüzler, vergi affını hiçe saydılar. Devlet, 27 trilyonluk vergi alacağının, af ilan etmesine rağmen ancak yüzde 20’sini geri alabildi. Sadece İstanbul’da 670 kişi, 7.2 trilyonluk vergi borcunu ödememekte direniyor” (Hürriyet 06.05.1992: 1). “Vay... Vay... Vay. Ve sonunda SHP bombası da patladı. Göknel’in evinde Mehmet Moğoltay ve SHP İstanbul İl Başkanı Çengel’i maaş bağlandığını gösteren belge ele geçti. Maliye ve İçişleri Müfettişleri dün beş saat boyunca evden alınan bu belgeleri inceleyince, SHP’yi altüst edecek belgeyi buldular: 1. Moğoltay’a 150 milyon lira aylık maaş bağlamış. 2. Müthiş bir iddia daha: 29 gazeteciye de maaş. 3. Kendisini desteklemeyen SHP’den intikam mı alıyor?” (Hürriyet 18.08.1993: 1). “Al bu zammı başına çal! İş bırakmalar, yürüyüşler; sadakaya memur öfkesi. Kamu çalışanları bugün yurt çapında eyleme geçiyor. Eylemlerde “grevli toplu sözleşmeli sendika” talebini öne çıkaracağı belirtilen kamu çalışanlarının, düşük memur maaşlarını da protesto edeceği bildirildi” (Aydınlık 15.07.1993: 1). “Hababam sınıfı kabine gibi. Bakanlar da, Hababam Sınıfı’ında olduğu gibi birbirlerine ad taktılar. Bu lakaplar, o bakanın başına dert olan icraatını simgeliyor. Bunlardan en ilginç olanları CMUK Seyfi (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’ndaki büyük mücadelesi nedeniyle Adalet Bakanı Seyfi Oktay’a takılan lakap), İLO Mehmet (T.B.M.M.’ndeki ilk İLO sözleşmeleri oylamasında yeterli çoğunluk bulunamamasını sorun edip, istifa aşamasına kadar gelen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Moğoltay’a takılan lakap), VIDIMIK Tansu (Son dönemde Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK) çıkarması yüzünden Devlet Bakanı Tansu Çiller’e takılan lakap), Hayret Hikmet (Yılın büyük bölümünü yurt dışında geçirdiğinden Bakanlar Kurulu toplantılarına çok az katılan ve bu nedenle görüldüğünde, “Hayret Hikmet de geldi” sesleriyle karşılanan Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’e takılan lakap), Taka İbrahim veya Kaptan-ı Derya (Denizcilikten sorumlu olacağı belirtildiği halde hala bakanlığının kuruluş yasası Bakanlar Kurulu’na bile getirilmeyen Devlet Bakanı İbrahim Tez’e takılan lakap), 900’lü Yaşar (900’lü ‘Alo’ hatları nedeniyle Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu’ya, bakan arkadaşları tarafından takılan lakap), E.T. (E.T. adlı ünlü filmdeki uzaylıya benzemesi nedeniyle Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’ye takılan lakap)” (Hürriyet 26.12.1992: 1). “Moral bin beş yüz. Polisin terör örgütlerine ard arda ağır darbeler vurması ve teröristleri bir bir ele geçirmesi halkın moralini düzeltti” (Sabah 19.04.1992: 1). “Palavra... Palavra... Palavra... İsimli Basın Toplantısı. Demirel, ‘Fitnenin kökü çok iyi anlaşılmıştır. Bu terörün odaklarını da, nereden beslendiklerini de biliyoruz’ Palavra. Demirel, ‘Bu işin sonu yok. Eşkıya ya devlete uyar ya da uydururlar. Caniler kesinlikle tesirsiz hale getirilecek’ Palavra. Demirel, ‘Terör, geçmiş yıllarda dağlara taşlara kök salmış, halkı arkasına almış. Halkı devletin yanına alacağız’ Palavra” (Hürriyet 25.08.1992: 1). “Çağlar; Yavşak Mesut. Çağlar, siyaset tarihinde görülmemiş bir üslupla, Yılmaz’a savaş açtı. Mesut Yılmaz için “Yavşak” ve “Kumarbaz” dedi. “Mesut denen yavşakla bundan sonra boğuşuruz. Bundan sonra her konuşmamla ona hep yavşak diyeceğim. Mesut kumarbazdır. Bu adam kim yahu? Beni konuşturmasın, sokağa çıkamaz hale getiririm. Ben her şeyimin hesabını veririm. O benimle uğraşamaz. Mesut Efendi’ye sorun bakalım, mebus parası ile mi geçiniyormuş? Mebus parası, karısının döpiyes bus parasına yetmez” (Hürriyet 30.03.1993: 1). “Mesut Yılmaz’dan cevap: ‘Cavit kendi başına savaş açamaz. Herhalde babasından saldır işareti aldı. Biz, Bursa’da Cavit Bey’in altını oyacağız. Herhalde ona da çok sinirleniyor’ dedi” (Hürriyet 30.03.1993: 1). “Özal, ‘İndirsinler de görelim’ dedi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, DYP ve SHP’nin Çankaya’yı boşaltarak kendisini düşürme planına meydan okudu. Özal, ‘Ben buna güler geçerim. Hadi bakalım, indirsinler de görelim’ dedi” (Hürriyet 22.10.1992: 1). “Özal’dan Yılmaz’a ‘Sen Korkaksın’. Cumhurbaşkanı Özal, T.B.M.M. Başkanı Cindoruk’la Güneydoğu’ya gidecek olan ANAP lideri Mesut Yılmaz’ı ağır dille suçladı ve ‘Güneydoğu’ya niye tek başına gidemiyor?’ diye sordu” (Hürriyet 09.09.1992: 1). “Demirel Özal için fino köpeği dedi mi? Amerika’nın ciddi gazetesi Washington Post, Demirel’in, Amerika’nın “fino köpeği” olmayacağını söylediğini yazdı ve “fino köpeği” sözü edilen ile de Özal’ı kastettiğini söyledi” (Hürriyet 23.02.1992: 1). “Tansu Hanım süs köpeği. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı olarak hükümete giren Tansu Çiller’in yetkilerini, Başbakan Demirel tek tek budadı” (Hürriyet 16.01.1992: 1). “Politika ağzını bozdu. Özal, ‘Babasının ismi olmasa Erdal İnönü fizik profesörü bile olamazdı. Hesap soracakmış. Hadi ordan’. İnönü, ‘Ben dekanken Özal matematik dersi veriyordu. Üniversitede hiçbir şey öğrenmemiş. Sonra Semra Özal cahil’. Semra Özal, ‘Erdal İnönü konuşma özürlü... Demirel hangi yüzle oy istiyor?’. Demirel, ‘Çankaya’nın sakini. Cüce... Yılmaz bana çatmasın, sigara kağıdına çeviririm... Ceketinizi almışlar şimdi pantolonunuza geldi’. Erbakan, ‘Demirel Bush’un sevgililerinden birisi... Yılmaz kısa pantolonlu 23 Nisan Başbakanı... SHP ve DSP mahalle çocuğu... Özal şortla askeri birlik denetliyor... Pavyon kadınlarıyla yol açıyorlar’” (Milliyet 09.10.1992: 1). “Bu valiyi atın gitsin! 12 gün önce Bölge Valiliği’ne atanan Konya Valisi Necati Çetinkaya’nın, görevi teslim alacağı gün, politikaya atılacağını açıklayarak 15 gün izne çıkması şok yarattı” (Hürriyet 17.08.1992: 1). “Kaldırın şu pisliği. İstanbul, Ankara ve İzmir’de çöp dağları yükseldikçe yükseliyor. Sorumsuz sendika, beceriksiz belediyeler, vurdum duymaz hükümet, elbirliğiyle halkın sağlığını tehlikeye sokuyor” (Hürriyet 11.08.1992: 1). “Kaldırın şu fabrikaları. Sularımız, sanayinin kurbanı. Musluklarımızdan akan suya tüm uyarılara rağmen arıtma tesisi kurmayan 933 endüstriyel tesis her gün tonlarca zehir katıyor” (Günaydın 22.08.1993: 1). “Demirel; ‘Vatandaş enflasyona alıştı. Su gibi para harcıyor. Talep çok’ dedi” (Hürriyet 01.06.1992: 1). “Baba, 9 trilyon için dokuz doğuruyor. Hükümet 500 günlük icraat politikasının en kritik günlerini bu hafta yaşayacak” (Hürriyet 18.02.1992: 1). “Ekonominin tepesinde kavga var. Saraçoğlu, Çiller’in ayağına bastı... Merkez Bankası’nda dedikodularla ilgili soruşturma başlatılınca Saraçoğlu patladı, enflasyonda farklı tarih verdi” (Günaydın 27.02.1992: 1). “Demirel Hükümeti’nin Ulaştırma Bakan Topçu, top gibi patladı!. “Tansu Çiller, trilyonluk cep telefonu projesini Amerikalı dostlarına peşkeş çekmeye hazırlanıyor”. DYP’li Ulaştırma Eski Bakanı Yaşar Topçu şöyle devam etti: “Benim dönemimde yapılmış hiçbir çürük çarık iş yoktur. Devleti ve yasaları koruyacağım diye önüme gelen herkesle kötü kişi oldum” (Meydan 19.07.1993: 1)
Bu enforme ediş biçiminin etkileri konusunda Ünsal Cekay şunları söylüyor; “Profesyonel etik açısından gazetelerdeki bir azınlık son on beş yıldan beri bir yandan popüler kültüre müsamaha gösteren, hoşgörüyle bakabilen bir anlayış yumuşaması içindeymiş gibi gözüküyor, öbür taraftan da fiilen bu yayın politikalarına baktığımız vakit seçkinci bir tavrın başat duruma geldiğini görüyoruz. Örneğin şöyle popüler gazetelere, Hürriyet’e, Günaydın’a, Güneş’e baktığımız vakit, politik haberlere doğrudan doğruya bu politiktir diyebileceğimiz, aslında neyin politik neyin politik olmadığını anlamak için çok daha geniş düşünmek gerekir... Bu politiktir dediğimiz haberin dışındaki –artık şimdilerde onun da içinde yer aldığı/benim eklemem- bütün muhtevasında son derece avami bir dil kullanımı, hatta lümpen bir dil, lümpen bir eda var. Bu lümpen eda aslında geniş kitlenin, okuyucu kitlesinin politik bilincinin belirlenmesinde o yukarıdaki nezih, terbiyeli, önemli, hayatımızın önemli bir yanı olduğunu hatırlatmak için değişik bir üslupla yazılmış politik mesajlardan çok daha etkileyicidir... Lümpen eda hem yalnızlık duygusunu, hem sahipsizlik duygusunu, hem etrafa husumetle bakma ve herkesin bize de husumetle bakma zannını arttırıyor... Gazetenin bu yayıp politikası on, on beş yıllık bir dönem sonunda Türkiye’de artık gazete okuyucusu diye bir şeyin kalmamasına yol açabilecek bir boyuta gelmiştir” (Hürriyet 05.01.1990: 1).
“Bu sunum şeklinde dikkat edilmesi gereken ön önemli boyut ise; toplumsal realiteye hem husumet duyma, hem de onu değiştirememek şeklinde yaşanan baskıcı, yıldırıcı ve şiddet dolu insan ilişkileri içindeki kültür ortamında, hakkını elde etmenin, statünün, yükselmenin ve sorunları çözmenin yasal yollar dışında ve kendi adalet anlayışı içinde güçlü olanın iş bilenin uyguladığı şiddeti meşru görmemize, ona boyun eğmemize yol açan ve sonuçta, kendi geleceğini ve mutluluğunu kendi dışında şekillenen mekanizmalara bırakarak, toplumunda, siyasetin de nesnesi oldukları ve toplumu yönetme işini kendilerinin dışındaki “yönetim” görevini üstlenmiş profesyonel kadrolara bıraktıkları bir sistemi, kendi ellerimizle oluşturmamıza katkıda bulunan bu sunum şeklinin içinde yer aldığı magazin kültürünün kendisi olmaktadır” (Oskay 1983: 42).
Bu kültür devam ettiği sürece, “Bizi aşağı konumlarda tutan toplumsal realiteyi değiştiremememizin sonucunda kendimizi horlama isteği de duyuyoruz. Bu ise, bizden daha güçlü olanların bizim üzerimizde uyguladığı şiddeti meşru görmemize, siyaseti güçlü ve bilgili gözüken ehline bırakmamıza neden oluyor (Orta sınıfın alt katmanlarının faşizmin söylemine denk düşen bir gündelik hayat dili içinde yaşadığını gösteren son araştırmalarda bunu gösteriyor.)” (Oskay 1992 a: 8-11).
“İtalyan ve Alman faşizmlerinin kitlesel taban bulmadaki başarının nedenlerini inceleyen Amerikan yeni siyaset bilimcilerinin 1976’dan bu yana belirttikleri gibi totaliter siyasi hareketlerinin kalabalıkların yaşadığı sorunları gündelik hayatın söylemiyle ifade etmeleri, iktidarlara gelişlerinde önemli rol oynamıştır. Bu açıdan düşünürsek, magazin kültürünün, kitleler için nitelikli kültür ürünlerinin tüketicisi olma yolunda doğru atılmış bir adım olduğu şeklindeki aydınlarımız arasındaki genel kabul irkiltici bir sabitleştirme sayılabilir.” (Oskay 1989: 12)
Bu çerçeve içinde, çağdaş toplumlara geçişten itibaren kültürün hızla görselleşmesi nedeniyle ve bugün dünya ülkelerinde yazılı basının genel haber dolaşımı içindeki oranını % 10 olduğu düşünülecek olursa, Basın 80-84 içinde, Türkiye’deki yazılı basının okumaya fazla zaman ayıramayan okuyuculara “kitleler böyle istiyor” gerekçesinin altına sığınarak bu eğilimi bizzat kışkırtmaları içeriği popülerleştirilmiş ve de boşaltılmış (hatta yalan/uydurma) haber ve fotoğraflarla örülü magazinal bir söylem yoluyla seslenmeleri, bir anlamda, yazılı basının bu alandaki sorumluluğunu göz ardı etmesi, beraberinde önemli sorunlara yol açabilir. Bilinmelidir ki; “Doğru haberin iletilmesi, okura ulaştırılması süreci de sorumluluk gerektiriyor. Kitleselleşme zorunluluğu ve görselleşme eğilimi, bugün Türkiye gibi okuma-yazma oranı hala düşük bir ülkede daha da ciddiye almayı gerektiriyor, haber dilini ve haber sunumunu” (Oktay 1997: 110).
Buna rağmen, yaşanan umutsuzlukların, yıkımların, hayal kırıklıklarının, sıkıntıların yani, eleştirilmesi gereken bir çok sorun ve konu alanının, hem onu yaratan sistemle olan dolaylı veya dolaysız nedensellik ilişkilerini vermekten hem de bunların çözümüne ilişkin bilgilendirme yeteneğini kazandırmaktan uzak bir biçimde, gündelik hayatı ilgileri ve değer yargılarıyla dolu bir söylemle dile getirilmesi sonuçta, bu sorunların olağanlaştırılmasına, ve kültürel yönden normalizasyonuna yol açabilmektedir. Zaten, konu ve sorunlara, toplumsal realitenin olağan saydırdığı belirli bir bakış açısı içinde bakmak ve anlamak durumunda kalan okura, bunun dışında, yaşamı eleştiriyel bir boyutta düşünebilme ve algılayabilme yeteneği kazandıracak bir söylemle seslenmek, temel kaygıları “daha çok okur/daha çok tiraj ve doğaldır ki daha çok kar” olan gazete yönetimince “itici” geleceği düşünüldüğünden, basının böylesi bir söylemi değiştirmesi de pek mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, dile getirdiğimiz sorunların çözümünü özellikle basının içinde kalarak arayan ve de onun genel toplumsal sistemle olan ilişkilerini göz ardı eden ve sununla birlikte kitlelerin toplumun gidişatı hakkında bilgilenebilme, görüşlerini dile getirebilme ve iletişim sürecine yaygın ve derinlemesine bir biçimde katılabilmesini engelleyen toplumsal yapının değiştirilmesi gereğini dikkate almayan görüşler, saptamalar ve öneriler anlamlı ve tutarlı olamayacaktır.
Dostları ilə paylaş: |