ADANA 1938
Adana, okalüptüs ağacına benzer. Yaprakları, doğanın yedi rengini her mevsim taşır. Gövdesi, ara renklerle ebrulu yumak. Gölgesi bol, dalları salkım söğüt gibi yerlere ulaşır. Gövdesi sağlam, boyu uzun.
Rüzgarda ırgalanışı oylumlu, uzun boylu agül yanaklı, gülgümü kerakeli, mor hareli nesimi şiir gibi gelir bana.
E. Aydın, 5Mayıs1996
DEMİRYOLLARI
Şu radyoculara şaşmamak elde değil. Hele hele T.R.T gibi has kumaş olanlar.!
Birkaç gün önce bir konuşmanızı dinledim tren yolları üzerine.
Benim çocukluğumda doğrular tek ve güçlü olurdu. Doğruyu Ankara ölçer, biçer, halkına duyururdu. Bize, onu katmerleştirerek uygulamak kalırdı. Yeni yazı günlerini anımsarım...
Onuncu yıla gelindiğinde, Ankara şahlanıyor bütün yurdu ayrıcalıksız gözetiyordu. Onuncu yıl marşı Ankara’nın verdiği tek doğru senetti. Tilcik tilcik sözcük, tümce tümce yaşanan, inanılan tek doğruydu. Aynı zamanda komut kadar açık ve sağlamdı.
Neler oldu bizlere, böyle rüzgarda savrulup duruyoruz.!
Devletimiz devletlikten, hükümetimiz hükümetlikten, medyamız medyalıktan uzak kaldılar.
Bu kadar yaşamsal olduğu kanıtlanmış demiryollarının üzerinde gereğince konuşan yazan olmuyor. Düşünen yok gibi.!
Daha anlaşılmazı, az bir çabayla, o kadar çok yapılabilir gözüküyor. Bu cennet vatana hep birlikte düşman mı olduk yoksa?
Radyo konuşmanız beni çok etkiledi.
Darısı sağır sultanlarımıza.!
Saygılar, teşekkürler.
E. Aydın, 10Ekim1998
UZAYIP GİDEN TREN YOLLARI
2Temmuz2000 İstanbul Sirkeci garında, duygusal bir olay yaşandı. Türkiye'de Cumhuriyetlin kuruluşuyla önem kazanan, ulusun büyük bir gereksinimine yanıt veren, köylünün, kentlinin, sevgilisi olarak uzayıp giden tren yolları; kapitalizmin azgın canavarı, karayollarına yenildi, o gün bu güne değin, trafik kazalarında bir Çanakkale savaşları kadar insanımız hiç yere, gittikçe artarak ölüyor, ölüyor.
Demiryolları özlemi, nostaljisi, ülkeyi ayağa kaldırmışken Boray Uras, Hilmi Çamurdan, Edirne'den Ardahan'a raylar üzerinden aylarca süren bir tepki yürüyüşü başlattı. Otoyol gitsin, ölüm bitsin. Doğayı kesmekten yaralamaktan geri dönülsün, otomobil çöplüğü istemiyoruz. Çöplükte ölmek istemiyoruz diyorlar, ulusun isteğine sözcü oluyorlardı. Ced sözcüsüydüler.
Sirkeci garı yurdun dört bucağına yolcu taşır, dört bucaktan gurbetci getirir, trenler yolcunun seyyar evidir günlerce.
Orada oturulur, orada yenir içilir, uyunur, gezilir. Pencerelerden yolculuk boyu, yurt doğası izlenir mevsim mevsim. Bir çay içimi durulan istasyonlar yerleşik halkın günlük gezi yerleridir. Yöresel yaşamı vurgulayan ev yiyecekleri, işleri bir andaç gibi sunulur anıtlaşır. Vagonlar bir evdir, konuklarla dolu.
E. Aydın, 2Temmuz2000
SEVERKEN DÖVMEK ÜZERİNE
BİR ÖZELEŞTİRİ.
İslamiyet’te ve Osmanlı’da, büyüklük mertebesine ulaşmış kişiler genellikle büyük olarak ölürler, öldükten sonra da yerleri tabularca korunurdu. Genelde bu böyleydi, istisnalarda olmuştu ama sayıları çok değildi.
Cumhuriyetle beraber biz Türk’lerde, büyük yeme hastalığı belirdi.
İnsan kendi kendine soruyor, büyüklerimiz mi kapasitesiz, yoksa biz mi beğeni özelliğinden yoksunlaştık?.
Sade vatandaş, doyumsuz esnaf, tüccar hakkına razı değil. Öğrenci öğrenmemekte direniyor, öğretmen yetersiz deniyor. Seçilmişlerin, seçenleri, onların gereksinimlerini bildikleri yok. Siyasiler ülkenin öz sorunlarını tanıyamıyorlar, uzman kadrolar daima teorik, pratikten haberleri yok. Anlaştığımız tek nokta hepimiz bu ülkeyi canımız gibi seviyoruz.
E. Aydın, 10Aralık1991
BAŞLIKSIZ
Pınar sözcüğü halk arasında (göze) oluşumu itibariyle temiz, ilk çıkış kaynak demektir. Pınarlar sürekli akışlarıyla durulur, suyu arınır. Kıymeti artar. Sağlam bir pınar kolay oluşmaz, oluştuğu zaman da diğerlerine göre farkı fark edilir.
E. Aydın
BAŞLIKSIZ
Bu sabah mızkımda bir meymenet vardı. Güneş közde kalmış mayalı hamur gibi, irenge irenge geçerek, fes rengi, bal rengi, bezük, alacasarıları da geçerek, karlı dağların önünde, kavak sıralarının arkasından, defrenin sazlarına, sonra da benim pencereye uğradı. Tüylerim ısındı, kaşık düşmanıma işaret ettim, dürttüm.
E. Aydın
İNSANLIK KOMEDİSİ
Çağımız, hız üzerine endekslidir. Günü dolu dolu yaşamak; (dün)ü belleğimize sıkıştırmak, (yarın)ı heyecanla gözlemek olgusu yalnız biz insanlara özgü bir yanılsamadır.
Bu bağlamda insan, yaşamı bencillikle bağdaştırarak, doğayı; dağlar, ovalar, ırmaklar, bitkiler, hayvanlar, hava, su ile algıladığımız doğayı, toplumun düzensiz, hoyratça kullanımına açar.
Böylece bütün varlıkları kapsayan yaşam;ben merkezli olur. Günlük yaşam otobanda seyrediyor; hızlı, daha hızlı, geri kalmak, geriye dönmek yasak!..
Bilindiğine göre, biyolojinin fizyolojik güdünün, kendi iç değişmezleri; akıl, mantık, düşünce, algılama, karar yetisi, oluşumun bütün evreleri ister istemez devre dışı kalırlar, anlamlarını yitirirler, ağırlıklı edim güçlerini, yarınlara bırakırlar.
Kuşkusuz, evrim sürdüğüne göre, bu düzensizliğin, zaman içinde kendi düzenine kavuşacağı, avuntumuzdur.
İnsan, var olduğundan bu yana, doğayı değiştirmeye çaba vermiş; buğdayı, mısırı, bize sunmuş, hayvan soyunu kullanıma açmış, ateşi, tekerleği, buharı, gazı, daha binlerce bulgusunu bizlere ulaştırmış.
Atalarımızın belleği, kitaplarda, kitaplıklarda saklanarak, korunarak bizlere ulaştı. O yüzdendir ki, zaman zaman, hatta sık sık, otobandan çıkarak, arkaik, hatta kılasik olmuş zamanlarda, bellek tazelemek gereksinimi duyarız.
Zaman bu denli hızla akarken, gerçekte dünlerde yaşar, yarınları hayal ederek mutlu oluruz. Bana öyle geliyor ki, yaşamın en verimli mevsimi, rüyalarda, hayallerde, ütopyalarda gizlidir.
Hayal; yaşamın gerçek motifleriyle, düşün gücünün renkli bezeklerinde, ilmik ilmik işlenir. İmgelerimiz, gerçeklerden türeyen, gerçek üstü ideolardır. Yeni buluşlar, keşifler de, kuşkuyla zenginleşmiş hayal gücü ürünüdürler; yaşanan gerçeklere tepkiyle başlar, bireyin kendi özgürlüğüne saygısıyla büyür.
Toplumların yapısı, bireylerin tepki ve kuşku nedenleri, karmaşık, ama yaşamsal sorunları da beraberinde getirir.
Bir sosyal yapının bütünlüğü ve onun korunması, güçlenmesi gereği, kuramlara gereksinim duyulur. Yasalar, yasaklar, zor yaptırımlar, tabularla da güçlenerek, bireyin özgürlüğü sarılıp sarmalanmış, kuşatılmıştır. Özgürlüğün bilincine varmış birey, tek umarı, kendini sanatın uçsuz bucaksız okyanuslarına atmakta bulur!.....
Burada; SANAT ve SANATÇI sözcüğü, AYDIN anlamında olup, genel kapsamlıdır. Toplumunu, onun geleceğini, gerek düşünerek, gerek sezinleyerek, özgürce konuşan, yazan, çizen kişi anlamındadır.
Artık, okyanusların amansız dalgaları arasında özgür ve yalnızdır; toplumun çağdaşlaşmasına engel olan yasalara, tabulara, zamanında gereken değişimleri yapmayan ERKEye karşıdır.
İnsanı sevdiği için, onun, güne ve geleceğe ait her türlü sorunlarını yakından izler, araştırır, düşünür; sezgileriyle besleyerek konuşur, yazar. Yasa koyuculara ve şöyle veya böyle çarkın bir dişlisi olmuş olanlara, isteksiz de olsa uyumlu çalışanlara, düşüncesini iletmeye çalışır. Şiirler yazar, öyküler, taşlamalar, romanlar, sahne oyunları yazar, resim yapar, yontu yapar, karikatürler çizer, toplumunun her türlü sorununu dile getirir.
Sivil toplum, sanatçıları sever, sayar, korur. Onları, kendi geleceğinin temsilcisi, pişdarı, şıvgarı olarak görür. Dünya genelinde, çağlar boyu sayısız örnekleri vardır.
Türkiye’mizde ise Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Ruhi Su, İbrahim Balaban, Mehmet Aksoy , tükürülesi Heykelin Ustası , hatırıma hemen gelen sanatçılarıdır. Nazım Hikmet, özgün şiirleriyle, Aziz Nesin, kara mizahı ve konuşmalarıyla, İbrahim Balaban, ezilmişliğin kompozisyonlarıyla, Ruhi Su, absoli halk türkülerinin içli anlatısıyla, toplumu derinden etkilemişler, hapislerde bile yatmışlardır.
(Sözlük Açıklaması : pişdar: Önde giden, öncü, ön tarafı güvene alan, tutan. Şıvgar: koşulu topçu terimidir. Topu, dört iri at kadana çeker. En önde, yükte olmayan, delişmen, neşeli, cesur, boylu boslu, bakımlı bir at bulunur. İlk hareket komutu ona verilir. Engebeli, tehlikeli, yol dışı hareketlerde, o yürür, yürütür. Dinamik, devingen oluşuyla olası önemli sarsıntılarda çırpınarak denge kurucudur.)
E. Aydın
İÇERDEKİLERDIŞARDAKİLER
Tutukevleri doldu taşıyor. Depremzedeleri bıraktık, onlara ev beğendirmeye çalışıyoruz. Daha çok çalışacağız.!
Aysberkin, buzdağının aşağısı, sanal büyüklükte.
Devletimiz, sağolsun, suçlu aramaya, yaratmaya çaba veriyor. Yazarı, çizeri, konuşanı, düşüneni, içeri almak için yasaları hızla çalıştırıyor.
Böylece en verimli sektör, tutukeviinşaat sektörü olacak.!
İşçi, memur, sade vatandaş, emekli, köylü, nerde yatıyor, ne yiyip ne içiyor, nasıl geçiniyor?, hİç önemli değil sanki!
Taşları bağlamışız, köpekler serbest.
Suçlular, sanal suçluların oranı öylesine büyüyor ki, suç kavramının, tekrar bir yargılanması;bizi bize, yönlendirip, aysbergi görmemize yardım etmez mi??.
Dışardakileriçerdekiler....
E. Aydın
Bir Zamanlar Tanrı Vardı
İnsan O’nu yalnız bırakmamak, yalnızlıktan ölmemesi İçin tanrıçalar yarattı, sundu....
Başlangıçlar, raslantıların karmaşık ve sarmal, dingin ve devingen, ölçülemez zamanların potasında, olabileceği en kusursuzu, süregen yapısına ulaşmışlardır. Yaratılışın başlangıcında sayısız raslantıların, birbirlerinin üzerine, doğrudan, dolaylı, dolaysız, düz ve sarmal etkileşim hatta siberne katışımı sonucu, o görkemli, bir türlü anlaşılmaz gözüken yapısına, milyarlarca belki trilyonlarca zaman dilim içinde ulaşmıştır.
Raslantılarda ayrımına varamadığımız bir gizil güç vardır.
Zamanlar içinde insan beyni, matematiği tanıdı, onun yaşam kolaylıklarından pek hoşlandı, işte ondan sonra bütün bilimler ona, onun değişmez veya az değişir yapısına sığındılar, bundan neden bugün, hesaplanabilir, gizemden yoksun bir çağın şablonları içinde, zaman zaman da olsa da taşarak, evrensel yataklarımızın özlemini duyarak, çalkalanıyoruz.
Duygular gerçeklerin talanına uğradı. Hayalin yüksekliklerinde gezinmeye zamanımız kalmadı.
Natürel yapının özdekleri olan, aşk, sevi, seks ve duyumlar da bu gidişten payını aldı. Sıradanlaştı, bodurlaştılar.
Kanıma göre, her türlü iç tepkiler, onlar nedeniyle ortaya çıkan görünüm ve duyumlar, parmak izleri kadar değişmez, bireye özgedir.
Yine bir raslantısal nedenle çok çok geç öğretide (Sevmek dokunmaktır) sözü gündemime gelmişse, bu gerçeğe sıcak bakabiliyorsak, aşk da, sevgi de, seks de, romantizmin kelebek kanatlarında özgür, kendi başlangıçsız ve sonsuz kaosuna yükselir ki, orada ideo insan bulunur.
Örneği hemen yanımızda.
Uzay morötesi,
Zaman sonsuza eğri! İlahi tınılı.
Savruluyor, koyu ipeksi saçlar esinde! Gökkuşağı.
Güçlü iki yürek pompalıyor, seviyi sonsuzluğa,
Ak soluğun rüzgar, deniz dalgalı,
Kayık yalpa.
Zaman uzayda özgür.
Kayıkta biz
İnsana doğru......
Bu dize bence, çağın kısırdöngüsünü kırmış, zincirlerinden kurtulmuş, sizin de özlemini duyduğunuzu umduğum, belki şiir kuramlarını bilmeyen, ama yüksekliği olan bir anlatı değil midir? Bu hiçbir zaman bir paraloji değildir. Elli milyon yıl sonra, eylülde buluştuğumuzda yine ( sevmek dokunmaktır ) temasını işlemek umusuyla öperim.
E. Aydın
BAŞLIKSIZ
Gazetelerde ezanın Türkçe okunması düşüncesini alkışlamıştım.
Televizyon konuşmalarında Cumhuriyet kuşağı konuşmacılarından birisi bu öneriyi duyunca tüylerim diken diken oluyor dedi.
22Ocak1932 yılında Yerebatan camiinde ilk Türkçe ezan okunduğunda halkımız çoskuyla karşılamış, hemen arkasından Türkiye genelinde uygulama başlamıştı.
Sizlere Mersin'in Mut kazasında tanığı olduğum Türkçe sabah ezanının müderris olan babam tarafından okunuşunu anlatmak istiyorum.
O akşam müftü Nadir Efendi, hakim Ali Rıza Bey bizim evde sabaha kadar değişik tınılarda tekrar tekrar okundu. Bizler bitişik odada yataklarımızda dinliyoruz, heyecanlıyız.
Babamın sesini uygun buldular. Sabaha doğru herkes namaz hazırlığı yaptı.
Tanrı uludur.. tanrı uludur...
Namaz uykudan hayırlıdır...
haydin namaza...
Haydin felaha...
E. Aydın, 4Eylül1996
Dostları ilə paylaş: |