Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali


BİR CANLI DİĞER CANLIYI NEDEN ÖLDÜRÜR?



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə8/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   97

BİR CANLI DİĞER CANLIYI NEDEN

ÖLDÜRÜR?


Tabii, mantıksal nedenleri anlatacağım.

a Et oburlar et yemek, ot oburlar ot yemek içindir. Bu bir yaşam biçimidir. Genel yaratı prensipleri, bu duruma uygun olarak programlanmıştır.

İnsanlara ve toplumlara gelince, sosyal yapıyı ayakta tutmak için kanunlar oluşmuştur, yasalar vardır. Yasa koyucular uzun uzun düşünmüşler, araştırmışlar. Çoğunluğun yararına olmayan hallerde ölüm cezasını koymuşlar. Annem, babam, çocuklarım yaşasınlar mantığı ile bazen ölümü bile mantıken kabul etme durumundayız. Askerlik gibi.

bCanlı hastadır, topluma zararı dokunacaktır.

cAyaklarıyla iş gören bir hayvandır, ayağı veya ayakları kırılmıştır. Öldürmek en iyisidir.

çÇoğalmaya ekonomik bir açıdan bakarak, nüfus planlaması şart olmuştur.

dİnsanoğlunda egolar oluşmuştur. İsabetli vuruş denemesi yapmak için, tüfeğini kuşa, kurda, domuza, çakala, şuna buna çevirecektir. Yeni yeni vurulan canlının, çocuğu olmaması düşünülür oldu. Onun için av mevsimi belirlendi.

Bakınız, anlatmaya çalıştığım her olay bilimsellik çizgisini koruyor. Çünkü ben bu günlerime bilimsellikle geldim.

İyidir, kötüdür o ayrı bir sorun. Bilimsel olabilmek ve bilimsel düşünebilmek için bu yolu izlemek zorunluluğundayım.

Yeni ve alışmadığımız, varlığını duyumsayıp da kanıtlayamadığımız durumlar yok mu? Elbette var. Onlara da açık olacağım.

Ama ikircimli olup elimdekileri de yitirmeyeceğim. Zaten bilgilerim tam değil. O eksikli bilgilerin eşliğinde bir takım yeni bilgi kanalları varsayımlar peşinde koşmaya kalkarsam, bu da bir nevi aşure olur ki, adına şaştım aşı denir.

Müsbet ilmin ışığında her türlü ide gelişimlerine açık olmak, bence sınırda nöbet beklemek gibidir. İşin en doğrusudur.

FelsefeMetafizikİlim: Felsefe, metafizik, ontoloji, spekülatif adlarını alırlar. Bu gurupları onların özel kanunlarının üstüne yükselen insan zihninin çabasıdır. Niçin bu alem vardır?, nasıl oluyor da olduğu gibidir? Neyi bilebilirim, ilim nasıl meydana geliyor. Varlık ve onun örttüğü sır? Bilgi şartları, metodları.

Bunlar çok derin, asırlar boyu araştırma konusu olarak gelmiş. Şimdileri daha da dal budaklanmış. Psikoloji, Pedogoji gibi ilimlerin katkısıyla daha da yeni boyutlara ulaşmış gidiyor. Zaman ilerledikçe, araştırmalar çoğaldıkça umudum odur ki, daha yeni gerçeklere varılacaktır. Yaratı da her şey bir ölçü biçiminde gelişmiştir. Rasgelelikten eser yoktur. Simetrik, parabolik, geometrik, sarmal ama ölçülü biçili. İnsanın tanrıdan önce var olduğunu kanıtlamaya gerek yok. (Tabii burada kasıt tanrı değil, tanrı fikridir.)

Toplumlar geliştikçe bugünkü inançlara ulaştılar. Gelişme devam ettiğine göre, daha yeni anlayışlara ulaşmak, olası normal bir bekleyiştir. İlerlemeye açık olduğumuzdan bu böyledir.

Böylece bugünkü dini bilgiler, eserler ilerleme için bağlayıcı ve tutucu değillerdir. Sınır da olamazlar.

İnsanlar ölümlüdür. Gelişmeleri biz görmeyeceğiz. Bizden öncekilerin bugünküleri görmedikleri gibi. Ama gelişme sonsuza kadar sürecektir.

Bugünkü kurban kesme olayına gelince: O bir Hz.İbrahim olayı değildir. Efsanesi de öyle. Ama bize bir şeyi unutmamamız gerektiğini, her yıl hatırlamamızı, gözümüzün önüne biraz önce, biraz önce ot yiyip, suyunu içen bir canlının bıçak altına yatırılışını ve kanın tazecik, köpük köpük akışını, bir de evlat sevgisi miti ile karıştırarak önümüze konuşu. Var oluş için milyonlarca nedenin dramatik tek anlatımı oluyor.

Bütün bu değinmeye çalıştığım konuların dışına çıkabilir, olaya ordan seyredecek kadar güçlü olabilirsen, ressam Goya'nın ne demek istediğini anlarsın: “Ben onu, elinde orantörü, pergeli, cetveli ile, görkemli doğayı yaratırken gördüm”.

Diyeceğim şu ki, elindeki müsbet verileri sağlam tut, onların ışığında yeni şeyler görmeye gayret et. Ama sakın olasın kerat cetvelini gevşetme, acabalardan kaçın.

Biraz da felsefe okumanı, bilhassa okumanı tavsiye ederim. Zira bütün ilimlerin babası felsefedir.

E. Aydın, 30Ocak1990



FISTIK SÖZCÜĞÜ ÜZERİNE, ETİK, ESTETİK,

ETİMOLOJİK, EROTİK, BOTANİK YAPI

ÖZELLİĞİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

Genellikle insanlar, bitkileri besin değerleri üzerinden sınıflandırmışlardır. Aslında dar bir açıdır, böyle değerlendirme.

Fıstık genelde Antep, Şam, yer fıstığı olarak dilimize oturmuştur. Yağlı, besin değeri yüksek, iştah açıcı, zevk verici, doyumsuz bir bitkidir. Etikde dolgun, besili, hayat dolu, canlı, çok güzel, albenili bağlamında yoğunlaşan bir anlam kazanır.

Yer fıstığı aslında kök yumrusudur. Familyası değişiktir.

Belki de fıstık ismini, yanal,özdeş,duyumsal ve doyumsal,damak tadı nedeniyle bu isme uygun görülmüştür.

Şam, Antep fıstığı çift çeneklilerdendir. Erkeği ayrı ağaçta, dişisi ayrı ağaçtadır. Kayalık, ılıman, esintisiz, kurak bölgelerde yetişir. Dulda bitkisidir. Çoğunlukla aşılayarak yetiştirilir. Meyve, sert, karmaşık, sarmal hem de çok yönlü sarmal bir kabuğun içindedir. Kolay ulaşılmaz. Kahverenginden kırmızıya ve karmene ulaşan, ikinci gevrek bir zarla örtülüdür. Eviğin, sarıdan yeşile kayan, erotik, çekici, kaygan, çağırır, çağrıştırır.

Kabuktan ayrılmasında belli direttiren, beklenti dozu yüksek ama bilinçli ve beklenmesini bilen bir güç de gerektiriyor. Narin, nazenin bir gize gelişmenin nedeni olacak bence.

Doyurucu değildir. Belkide yukardaki vurguladığım nedenleriyle birazda caydırıcıdır. Ondan neden olacak doyumsuzdur.

Fıstığın oluşumu, girift ve görkemlidir.

Ceviz için, nar için de aynı türden ama ayrı amaçlı yorumlar sezinliyorum. Bu üç meyve kanımca insandan önce vardı ve birer "BEYİN" idiler. Koruyan, kollayan, yaratan, oluşturan, kendine yeten. Belki de üzüm de bunlarla sayılabilir ama bence hayır demek için bazı nedenler var. Sizin vurguladığınız gibi, kadınlar için "fıstık gibi” deyimi insan belleğinin, iç nedenli erotik, durumlarının etiğe yansımış dirençsiz, doğrudansız, ama yaşaması ve sürmesi istenen "istinck divin" dediğimiz haldir.

Taslak yaparken yazdıklarımı okumakta zorluk çektiğimden, dikiş makinamın akışına uydum, ara sırada olsa dikiş uğramamış boşluklar varsa lütfen bağışla. Düşünceme çıkış noktası olabilecek kanıtlar da verebilirdim, ama domatik doğaçlama olsun istedim.

Sizin yirmibirinci asrın, benim de yirminci asrın hilkat garibeleri olduğumuza dayatırsak düşüncelerimizi; yorum da yine çağ ötesi olan bizlere düşüyor, bir asırcık farkla!...

E. Aydın

BAŞLIKSIZ

Bugün 18 Nisan Pazartesi. Dün akşam saat 20’de otobüse bindim, sabah sekizde garajlarda.

Ama uyku dünek yok, nedense yolculukta ben de uyku hiç olmaz. Yanlışlıkla biraz dalsam, mankafa olur çıkarım. Böylece kulaklarım, beynim ve düşünce mekanizmam, hepsi tehirli ve yarım dikkatli oluyor. Daktilonun sesini duyuyorum ama işte o kadar.

İstanbul garip bir kent. Herkesi koynuna almıyor, aldıklarını da öldüresiye bastırıyor, veriyor, alıyor, özdeşleşiyor.

Bütün kentler böyle değil midir? Analar gibi önce sıradan ama özde ayrıcalıklı, onu keşfetmeye çıkarsanız, aradıkça aramadıklarınızı bulur, zenginliğin sonsuz çizgisine dek uzadığını görürsünüz.

Kasaba insanları bize görece bir sıra içinde dizilir, Ahmet sarhoştur, yalancıdır, hırsızdır, ama zekidir, ilginç bir tiptir.

Mehmet ise zengindir, dini bütündür, Hacca gitmiş, kimsenin helalında gözü yok, asker kaçağıdır, karısı sözüm cemiyetten dışarı kötü yoldadır. Kazancın bereketi de ondandır denir.

İbrahim’in çocukları çoktur, geçimleri kıt, el hizmeti ile ekmek parasını kazanır, çocukların okulda dersleri iyidir, elleri ise hepsinin keldir. Osman Efendi, okumuş, zaman zaman taraflar arasında ayrım yapar, rüşvet alırmış ama kimseyi incitmezmiş, iyi adammış.

Ali baba heykelle resme yatkın, Ziya matematikten önde, Ziyetti’nin dokuz çocuğundan biri saz çalar, üç tanesi ayakkabı boyar, biri hızarda çalışır, okuyanları da iyi okumaz. Ya kavga çıkarır, ya top oynar, ya da sağa sola bulaşmıştır. Sık sık karakoldan aranır durur.

Yirmi yahut otuz sene sonrasını isterseniz bir daha gözden geçirelim. Sarhoş Ahmet banka müdürüdür, iş bitiricidir, sevilir, sayılır, Zengin Mehmet köşeyi çabuk dönmüş, kasabanın mühim alanları onun olmuş, ama kalbi teklemekte, ara sıra bayılmaktadır. İbrahim’in çocukları hep okudular, ikisi gedikli çavuş, biri jandarma zabiti, biri radyoda saz çalar, biri de yüksek okudu, ressam heykeltıraş oldu. Osman Efendi okumuş, zabıt katibi olmuş. Ziya mühendis olmuş, iyi de yer tutmuş ama erken hastalık getirmiş, sizlere ömür. Ziyetti’nin dokuz çocuğuna gelince, şimdi biri sevilen bir başkan, diğeri Ankara’da mebus, ara sıra gelir gider. Sonra bunlar da evlenecekler veya evlendiler, çocuklar yalarını seçtiler veya seçecekler.

Şüpheniz olmasın, hep olacağın en iyisi oluşa oluşa devam edecek. Toplumlar geleceklerini hep mozaikler de ararlar çünkü mozaikte pırıltı vardır, yaşam ışığı vardır.

E. Aydın


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin