«Şam'da teverrüm etti; Ali Fuad Bey merhum yazdığı bir majkaalede süratli ikbâlini tâkib eden şiddetli idbâra tahammül ede-miyerek verem olduğunu söyler. Şam'da oturduğu konağın bağçesinde ıslak çemen üstünde (güya tedavi için) çıplak ayakla yürütülmesi! veremi teşdîd ettiği söylenir. Tedavi için Lübnan'da Aynı Sofer^e gitti ve nihayet 15 rebiülevvel 1318 de (13 Temmuz 1900) bir i-râde ile ordu müşürlüğünden af edilip İstanbul'a dönmesine izin verildi; hastalığının son safhasında döndüğü İstanbul'da Nişantaşın-daki konağında 14 rebiülâhir 1318 ve 9 Ağustos 1900 bir cuma günü vefat etti, ölümünde 49 yaşında idi. Cenaze namazı Fatih Camiinde kılınarak vasiyeti mucibince Emir Buhâri Dergâhı yanında babası ile anasının medfun bulundukları kabristana defn olundu, sonradan kabri üstüne kagir bir türbe inşâ edildi.
«Cenazesinde, pâdişâhı temsîlen ve resmen giden dâhiliye nazırı Memduh Paşadan gayri vükelâdan ve askeriyeden kimse bulunmadı.
«Türbesinin zevcesi tarafından yaptırıldığını o zaman işitmiştim; Fâtih yangınında ha-râb olmuşdur. İçinde mermer bir sütunda şu kitabe mahkûkdur:
HÜVELBÂKÎ
«Sadri esbak ve yaveri ekrem merhum ve mağfur Kabaağaçlızâde Ahmed Cevad Paşa ruhu için rizâen lillâhi fatiha. 14 rebîülâhir 1318 yevmi cum'a».
«Türbe kapusunun üstündeki mermer kitabe taşında da şu manzume muharrerdir:
.Hazreti Ahmed Cevad pâşâyi âlî câh kim Üç sene on buçuk ay verdi sadra ziybü fer Dâima her mansıbında sıdkile hizmet idüb Kıldı ibrâzi meâsir ol hidîvi nâm ver Seyyidül Kevneynden «Artık Cevdet gel» enirini Alemi mânâda almış, etti firdevse sefer Lâyik oldu Leylei Mîrâcda târihi tam «Hak ide Ahmed Cevad Paşaya cenneti kamar»
«Mükemmel tahsil görmeik, ilmü mârifet-de akranına tefavvuk etmek, sür'atle parlamak, sür'atle sönmek, binnisbe gene iken hayata veda etmek, hüsnü suret, hüsnü sîret, di-
yanet ve istikaamet (ile mümtaz bir adamdı), asker evlâdı olarak doğmuş, kendi gayret ve himmetiyle değerli bir asker olarak yetişmiş-di.
«Kimsenin aklından geçmezken sadârete daveti hırs ve hased sahihlerini canlarından geçirecek hâle getirnüşdi.
«Merhum Halil Edib Bey şu kıt'ayı söy-lemişdi:
Sadra müştak idi pek çok vüzerâ Olmadı hiç biri lâkin dilşâd Adadan sıçradı geldi nâgâh Geçdi bir hamlede ol sadra Cevad
Aleyhinde olanlar üçüncü mısrada bir kelimeyi değiştirdiler:
Adadan sıçradı geldi tavşan
diyenler de oldu (tavşan, İstanbul'da adalı Rum köçek oğlanlara takılan lakabdır. Ahmed Cevad Paşa gibi b£r adama böylesine dil uzatabilmek için pek rezil bir tıynete sâhib olmak gerekir).
«Cevad Paşayı tanımadan yukardaki is-tihfafkâr kıt'ayı yazan Halil Edib Bey sonra da sitâyişkâr lisan ile şu kıtayı yazmışdı:
Bir elde sinini şule efzâ Bir elde de kilki safha pîrâ Geldin bu makaamı ettin ihya Evsâfü mehâsinin dü ,bâlâ Magbûti ekâbiri zamansın
«Mâzuliyeti zamanında bir kış ramazanında iftara gitmişdim. Kardeşi Şâkir ve eski arkadaşlarından mirliva Sabri Paşa ile bir iki kimse vardı. Pek muntazam küçük bir masada pek nefis yemekler yendikden sonra bir o-daya girdik ki, her tarafı Kütahya çinileri ile tezyin edilmiş ve içinde kütükler yanan zarif Türk ocağının önüne dizildik. Gözümüzü tenvir ve vücudumuzu teshin eden alevin kıymetli fincanlarla Yemen kahvesi ve en nefîs nev'-inden tütün içerek neşvelendik. Aradan yıllar geçdi o iftar âleminin zevki hâlâ hafızamı okşamaktadır.
«Kendisi erbabı mârifetden olduğu için marifet erbabına riayet ve maarifin terakkisine gayret ederdi. Babıâli memur ve kâtible-rinin boş zamanlarında mesleklerine âid eserleri mütalâa ve ilmen istifâde etmeleri için Babıâli avlusunda bir kütübhâne inşâ ettirdi. Az müddet sonra bir mel'un tarafından sunulan jurnal ile, memurların işlerini bırakarak orada toplanup muzir mükâlemelerde bulunacakları ve kütübhânenin inşâsı hayırlı bir niyetle olmadığı beyan olunması üzerine
binanın kütübhâne ittihazından sarfı nazar e-dilmesine irâde çıkdı» (İbnülemin Mahmud Kemal" İnal, Son Sadırâzamlar, s. 1473-1534).
Eserleri: «Târihi Askerli Osmânî», «Sa-dova Muharebesine kadar muhtasar Târihi Askerî», «Mâlûmâti Kâfiye f î Ahvâli Memâliki Osmaniye», «Riyaziyenin Mebâhisi Dakîkası», «Kimyanın Sanayie Tatbiki», «Semâ», «Telefon»; basılmış olan bu eserlerinin içinde en mühimmi Osmanlı Târihi Askerîsi olub yeniçerilerin kiyâfetlerini, silâh, çadır, mızıka, tuğ, bayrak vesaire şekillerini gösteren bir albomdur ki bu yolda Türkçe ilk eserdir, baskı tarihi 1299 (milâdî 1882) dur. Arkeoloji Müzesine bağışlanan muazzam şahsî kütübhâ-nesi ile bu eseri Ahmed Cevad Paşayı ilelebed rahmet ile yâd ettirecekdir.
Hicrî 1297 (milâdî 1880) de «Yadigâr» ismi ile bir mecmua çıkarmışdı, Tarih, edebiyat, matematik ve diğer fen konuları ile ahlâkî yazıları ihtiva eden bu mecmua 24 nüsha intişar edebilmişdir.
CEVAHİR BEDASTANI (Şehzade ye sultanların doğum şenliklerinde) — (Cevahir Be-destanı için B.: Bedestan; s. 2347). Tanzimat devrine gelinceye kadar şehzade ve sultanların doğumları, devrine göre üç gün üç gece, yedi gün yedi gece süren şenlikler ve şehrâ-yinlerle kutlanır, bütün çarşılar, pazarlar donanır, ve bu şenlikler arasında büyük esnaf alayları tertib edilerek ıher sınıf esnaf aralarında topladıkları para ile nevzâde kıymetli bir hediye alara'k, hediyelerini çarşılarında halka teşhir eder ve alayla saraya gittikleri gün de alayda gösterip saraya teslim ederlerdi. Ticâret metâı mücevher olduğu için Cevahir Bedestanı donanan çarşıların dâima en revnaklısı olur, Cevahir Bedestenlilerin hediyeleri de en giranbahâ hediye olurdu; hicrî 1172 (milâdî 1759) yılında Üçüncü Sultan Mus-tafanın kızı Hibetullah Sultanın doğum şenlikleri üzerine «Vilâdetnâmei Hümâyun» adı ile yazdığı risalede şâir Haşmet Efendi Cevahir Bedestanından şu satırlarla bahsediyor:
«Evvelâ Cevahir Bedestanının içi, tavanının ortasından yere varınca duvarları kıymetli kumaşlarla kaplandı. Dolablarında herkes iktidarına göre mallarını teşhir etti. Bu arada (pâdişâhın doğacak çocuğuna hediye o-larak) gümüş telden bir kafes içine kıymet tutarı 3000 keseden fazla mücevherler .koyarak
Bedestan kethüdasının dolabının önüne asmışlardı. Kumaş bedestanı dahi rengârenk kumarlarla süslenmişdi, içinde hüsnü an 'kumaşı satan sırma perçemli Sakızlı Rum tazeleri ile bir puthâneye dönmüşdü. Şâir sokak ve pazarlar dahi Cevahir Bedestanı ayarında süslenmişdi..» (B.: Saray Düğünleri).
CEVAHİRCİLER — Cevahir Bedestanı yahud diğer adı ile Eski Bedestanın cevahircilerinden başka mücevher tüccarları kadimden beri ola gelmişdir. On yedinci asırda yaşamış büyük yazar Evliya Çelebi bunları bir takım sınıflara ayırıyor; kendi dükkânları ol-mayub Cevahir Bedestanı içinde ve dışındaki dükkân sahihlerine mal temin eden cevahir tüccarlarına «Bezirganı Cevâhirciyan» adını vererek şunları yazıyor: «Nefer 600. Dükkânları ydkdur, hanlarda otururlar; mallarının hesabını, cevahirlerinin adedini ancak Hûda bilir. Elması Hindistan, lâ'li Bedehşan, pîrûzei Nişâbur, yâkuuti Seylân misilli cevherler cümlesi bunlarda mevcuddur» diyor. Bunlar, ellerindeki kıymetli taşları çıplak, taş olarak satan elmas tüccarlarıdır.
Kendilerine verilen kıymetli taşları al-tundan yapdıkları yuvalara, güzel güzel şekillerin münâsib yerlerine koyan, tesbit eden ve bu suretle yüzük, bilezik, gerdanlık, küpe, iğne, broş, taç. hançer ve kılıç kabzası gibi ziynet eşyası ve murassaâ yapan sanatkârlara (kakmacı kuyumculara) da «Enâfı zergeran cevâhirciyan» adını veren Evliya Çelebi onlar hakkında da şu satırları yazıyor: «Dükkân 100, nefer 155. Bunlar (büyük esnaf alaylarında arabalar üzerine kurdukları dükkânlarını) mücevher eşyalar ile zeyn idüb cevahir âvânı ve eşya işleyerek pür silâh geçerler. Küpeli Yahudi, Samurkaş Rum, Galatada Dörtyol ağzında Benli Rum, Cevahir Kolu dedikleri (o-yuncu kolunu kuran) Laskaraki (B.: Cevahir Kolu) cevâhircilikde yegâne idi. Unfcapanm-da bizim peder merhumun şakirdi Laz Ali, (Evliyanın babası muharririn rivayetine göre kuyumcubaşı Derviş Mehmed Zıllî'dir) Dördüncü Sultan Murad'ın tahtını kendi tasnîâtı ile öyle^ tezyin etmişdir ki bakan gözler kamaşır».
Mamul, hazır cevâhirli eşya satanlara da «Esnafı Cevher fürûşan» adını veren Evliya: «Dükkân 70, nefer 102, dükkânları Bedestan etrâfmdadır» diyor.
CEVÂHÎRClYAN
— 3518 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3519
CEVDET (Midillili Derviş Mustafa)
Zamanımızda «cevahirci» tâbiri kalkmış, bu is üstünde çalışan esnaf ve sanatkârlar «kuyumcu» adı ile toplanmışdır (B.: Kuyumcu).
CEVÂHİRCİYAN — Asıl adı öğrenilemedi, 1885 ile 1890 arasında İstanbul'da bir Ermeni doktor; 1885 senesinde Sabah Gazete, sinde çıkmış ilânlarında: «Langa'da Rum Kilisesi ittisalinde 26 numaralı hanede dâhiliye ve hâriciye mütehassısı» deniliyor ve cumartesi ile çarşanha günleri yalnız fakirleri muayene ettiği bildiriliyor. Yine aynı yıl içinde aynı gazetede başka bir ilânında da ihtisas, muayene sahası: «İlleti efrenciye, 'bel soğukluğu, mesanede taş, vilâdî topallık, polip ve seretan ameliyatları, ebelik, emrazı asabiye ve çocuk hastalıkları» diye çok geniş gösteriliyor. Hayatı hakkında başka kayda rastlanamadı.
CEVÂHİRCİYAN (Mağakya Tıbir) — On
yedinci asrın sonlarında ve onsekizinci asrın başlarında yaşamış bir tarihçidir. Doğduğu ve öldüğü tarihler bilinmemektedir. 1695 -1715 tarihleri arasında İstanbul'da cereyan >e-den gerek Ermenilere ait gerekse -diğer vak'-alar hakkında kaleme aldığı tarihî eser gayrı matbu olup hâlen Venedik'de Mıhitaristler Manastırının kütüphanesinde 'bulunmaktadır. Eser hakkında bilgi edinmek üzere Manastırın başrahibi Uluhocyan Başpiskopos'a tarafımızdan müracaat edilmişse de bugüne (22 Ocak 1963) kadar bir cevap alınamamıştır.
Kevork PAMUKCİYAN CEVÂHİRCİZÂDELER BAĞCESİ VE
GAZİNOSU -— 1885 ile 1890 arasında Boğaz içinde Sarıyer Yenimahallesinde Pazarbaşı mevkiinde bir yazlık bağçeli gazino; 1887 de Sabah Gazetesinde çıkmış ilânları görüldü; kimin tarafından açılıp işletildiği, hangi kıratda bir yer olduğu, ve hattâ yeri tesbit edilemedi.
CEVAHİR KOLU — On yedinci asır ortalarında İstanbul'un büyük oyuncu kollarından biri; Laskara adında biri tarafından kurulmuş, bütün oyuncuları Rumlardan ve Ermenilerden müteşekkildi; Evliya Çelebi İstanbul'un oyuncu kollarını yazar iken şu malûmatı veriyor:
«Cevahir Kolu — Nefer 200; bunlar Ga-latada sakin cevahirci, kuyumcu Rum ve Ermeniler olduklarından Cevahir Kolu derler;
efradı Rum ve Ermeni haramzadelerdir. Ser-çeşmelerine Pehlivan Laskara derler, bir taze cevâhirkâr dilberdir; çegaanebazlıkda, her türlü lû'betebazlıkda ileri gitmişdir. Karındaşı Üsküblü Ermeni büyük bir mukalliddir; Va-siloğlu çingene taklidi yapar; mugbeçeleri pek müstesnadır, hele Arslan Şah bir mahbûbi t>î aman, bir yezidi sâhib kırandır; saydına tâlib olan nıahbub dostları arslan gibi foir pençei nigâh salsa gönüllerini şîrâne şikâr ider. Yaver, Habib levendâne kesim biçim yerinde, mukâhhal nerkis gözlü mahbublardır; bunlar bir Rum haracı değer canlardır ki haklarında:
Mugzâde aşkı refinde serim eyledim feda ÎKaabil değil., esir idüb isterdi almağa
demişlerdir.»
O asırda oyuncu kollarının en revacda olduğu devir Dördüncü Sultan Murad ile Sultan İbrahim'in zamanlarıdır. Bilhassa Sultan Murad zamanında kolların mahbub köçeklerinin padişah huzuruna götürülüp oynatıldıklarını ve Sultan Murad'dan iltifat gördüklerini Evliya Çelebi kaydediyor. Evliyâ'nın yukarda-ki satırları da bu padişah devrini tasvir ederken yazılmışdır.
Oyuncu kolları, bu Cevahir Kolu da dahil, Dördüncü Sultan Mehmed zamanında kaldırılıp dağıtılmışdır; aşağıdaki satırları o devirde yaşamış müverrih Enderunlu Mehmed Halîfe'nin «Tarihi Gilmânî» adlı eserinden a-lıyoruz:
«... hattâ şehri İstanbul'da deccal misal zuhur edüb halkı fişka meylettiren Ahmed Kolu ve Petko Kolu ve Cevahir Kolu nam ehli fesadı bilkülliye bunları devşîrip küreğe kodurub şehri İstanbul'u bunlardan pak eyledi».
Bibi.: Evliya Çelebi, Seyyâhatnâme I; Mehmed Ha-lîfe, Tarihi Gilmânî.
CEVDET (Çingene) — 1885 ile 1890 arasında Ayvansaray tulumbacılarından bu- delikanlıdır. Ayvansaray'da bir kalafat amelesiy-di; aslı İneholuluydu, çingenelikle hiç alâkası yokdur, kendisi gaayetle esmer, geniş bir çingene mahallesi olan Lonca'nın da Ayvansaray-da olmasından ötürü Çingene Cevdet derlerdi. Uzun boylu, çok düzgün çizgileriyle dilber bir simaya sâhib, tığ gibi, zehir gibi, pençeli erkek güzeliydi; bıçkın meşreb, içkici, Galata balozlarının, batakhane tiyatrolarının gedikli mü-dâvimlerindendi, meşhur kantocu aktris Büyük Peruzun da tutkunlarmdandı. Peruz da
bu esmer civeleği sevmiş, rûyi iltifat göstermiş, Çingene Cevdeti dost edinmişdi, gene tulumbacı da bu dostluğu belâlı âşık şekline sokmamış, o kıratda güzel Mr kadının hayatına karışan şâir erkekleri aşk yolunda rakib olarak görmemişdi. Bilâkis kendisi, Peruz'un yanındaki itibârını çekemeyen bâzı semler tarafından birkaç sefer ölümle tahdid edilmiş, onlara da yüreğindeki cesaret cevheri ile aldırış etmemişdi.
«Peruz'un iki meşhur tulumbacı kantosu vardır, birini bu Çingene Cevdet'i kasd ile Üsküdarlı Âşık Râzi'ye yalvara yakara yaz-dırtmışdı, ve yalnız Cevdet'in tiyatroya geldiği akşamlar okurdu, kanto şudur:
Haydi omuzdaşlar
Kahraman civelek kardaşlar
Köşklü geçdi yangın var
Nerede?
Kıztaşında, Kıztaşmda
Gönülevinde, gönülevinde
Başda keçe külah, yar keçe külah
Yanıyorum billâh, yanıyorum âh.
Yaman koşub acı nâra atalım
Narayı atalım aman
Şanh forma dizlikle çalım satalım
Çalım satalım, satalım aman \
Yalın ayak dalıp ateş içme Küçük hanımı da kurtaralım Nazlı küçükbeyi kurtaralım Yangın var yangın var gönülevinde 1 Kıztaşında Kıztaşında gönülevinde.
Çek fenerci feneri
Borucu arş ileri
Geçid yerimiz «sena» dır beyler
Tulumbacıları takdir ile seyreyler.
Sandık şimşir, gümüş tepelik
Bir uşağını sevdim ilik mi ilik.
Aman uşak, civan uşak
Adım atışları pek yaman uşak
İnce belde Trablus kuşak
Alnına dökdüğü kâkülü başak
Narası katı, yüzU yumuşak
Yangın var, yangın var
Nerede?
Kıztaşında, Kıztaşında
Gönülevinde, gönülevinde.
Çakır ela gözlü fidan esmerim Yaman tulumbacı civan esmerim Yakdm aman misâli külhan esmerim Yangın var, yangın var günül evinde Kıztaşında, Kıztaşında gönülevinde.
Çek fenerci feneri
Aman feneri feneri, aman feneri
Yangın var, yangın var
Nerede?
Ayvansarayda Kalafatyeri
Yangın var, yangın var
Nerede?
Kıztaşında, Kıztaşında gönülevinde
Tulumbacı civanın âteşi aşkı
Almışdır saçağı gönülevinde.
Câhil bir kalafat amelesiydi ama gönül özü açık, duygulu bir geacdi. O zamanlar meşhur «Othello» ya İstanbul'un ayak takımı «Arabın aşkı oyunu» derdi. Çingene Cevdet bu oyunu seyrede ede Othello rolünü o kadar benimsemişdi ki, bir akşam asıl aktör anî o-larak .hastalanmış, rejisör ile tiyatro müdürü şaşırmış, haber de seyirciler arasına yayılmış, Cevdet hemen müdüre koşmuş, ve bu rolü ü-zerine alabileceğini söylemiş, Othello'nun bütün sözleri ezberinde, ayak üstü bir imtihandan sonra makiyajını yapmışlar, Othello'nun esvablarını giyip sahneye çıkmış, ve piyesin sonuna kadar rolü Ermeni aktörden kat kat üstün muvaffakiyetle oynamış, öyle ki kendisine tiyatro müdürü tarafından aktörlük teklif edilmiş, fakat Cevdet hırpanî 'bir kalafat a-melesi olarak kalmayı tercih etmişdi. Peruzun gene tulumbacıya alâkası ve iltifatı o akşamdan sonra başlamışdır derlerdi. Hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi.
CEVDET (Midillili Derviş Mustafa) — Hayatı tamamen karanlık içinde, bir güzel ve garib tesadüf ile adını öğrenib iki parça şiirini elde ettiğimiz çağdaş bir halk şâiri. 1959 yılında Marmara ve Ege bölgelerinde yapdığı-mız bir yaz gezisinde Edremit'de sokakda bir kitafo sergisinde Mâif Reşad Beyin «Eslâf» a-dındaki meşhur eserinin bi rnüshası, baş ve son (kısımlarındaki cild kapakları içlerine ve son kısmında boş foir sayfaya el ile, kurşun kalemi ve güzel bir rik'a ile kaydedilmiş üç şiir dolayısı ile nazarı dikkatinim celbetti ve bu nüshayı aldık. Kitabın baştarafmda şu kayıt vardır: «İşbu kitab Üsküdar'da Atpazarın-da muytab esnafından Ali Osman Ağanın hanesinde mukim talebei ulûmdan Midillili Mustafa Cevdet'in malıdır, sene 1333». Bu tarih Birinci Cihan Harbi içine rastlar. Yine kitabın baş tarafında cild kapağı içinde şu satırlar ile bir kabir taşı kitabesi müsveddesi bulunmaktadır:
«Şehîden vefat eden oğlumun mezar taşı için:
HÜVELBÂKl
Yirmi iki yaşındayken kıydı şerîr canıma Ebeveynim kan ağlayor mağfiret kıl yâ Hûda
— 3521 —
— 3520
Kadıköyde Cevizlik semti (1934 Belediye Şehir Rehberinden, B. Cantok)
CEVDET EFENDİ (Ahtned)
Merdi meydan hem sahibi hüsnü ânü melanet Civan idim o mel'un bir bühtana etti feda Öyle bir âh eyledim ki geçsün ciğergâhına Atebei Zülcelâle varsun bu yanık seda Ölmesim de iki gözü kör olup da sürünsün Hem mîzânü mahşer günü olsun îmandan cüda Midillili Derviş Mustafa Cevdet Efendinin mahdumu sUindir makinistlerinden olub şehîden vefat eden Ahmed Efendinin ruhu için Elfâtiha. Sene 19 rebîülevvel 1347, 4 eylül 1929».
Bunun altına şu satır yazılmışdır: «Taşçı çok istediğinden ihtisar ile yaptırıldı.»
Kitabın son kısmında boş bir sayfada da bir semeî vardır, ikalenderlik yollarında ve a-yak takımından bir gencin sânında yazılmışdır. Bir tarih taşımamakla beraber bu Midillili Derviş Mustafa Cevdet Efendinin bu şiiri gençliğinde yazmış olduğunu tahmin ediyoruz.
SEMAÎ
Meftun oldum simasında nakış ile rengine Hem elinde ayağında parmak istif dengine Oturtdum pırpırımı gönlümün evrengine Hudud yokdur derûnumun sûruruâhengine Açıldı aşk gemisi pupa yelken engine
Koydum samur saç üstüne şehbâzâne dalfesi Londrin çuhalarla giydirdim o bîkesi Pîreheni bürüncünden bermene Şam canfesi Gönül evi şahinimin oldu altım kafesi Alkış tuttu cümle âlem sevâhil serhengine
Alım çalım levendâne kesim biçim yerinde Dayı reviş topuk vurur pençesi hançerinde Rengi derya mün'akisdir gök yakut gözlerinde Şevki şebâb rünümâdır gözlerinin ferinde Ebrûlerin çatmış gider yârim korsan çengine
Baba ile oğul arasında en az onsekiz yaşlık bir fark kabul edilse, 1929 da oğlu 22 yaşında iken öldürülen bedbaht şâirin o tarihde 40 yaşında bulunması gerekir; Derviş Mustafa Cevdet Efendi eğer hayatta ise hâlen 74 -75 yaşlarında olması gerekir. Bu zâtin şiirlerinin bir kabir taşı kitabesi ile iki semaîden ibaret kalmış olacağını zannetmiyoruz, eğer bir defterde toplamamış, bizim elimize geçen örnekleri gibi kitablarının "boş yerlerine yazılmışlar ise hazin bir şekilde dağılmış olacaklardır.
Hüsnü KINAYLI
CEVDET EFENDi (Âhmed) — Geçen a-sırda yaşamış İstanbullu bir şâir; Dahiliye Nezâreti ketebesinden iken hicrî 1247 de vefat etti; «Nevâdirül Asar» ve «Ziynetül Mecâ-lis» adında iki eseri vardır; ve kendi şiirlerini de bir divançe halinde toplamışdır; şu kıt'a şiir diline bir örnekdir:
istanbul
Macerayı eskimi pek ter geçer madam su Idemez bahri muhîtin şerhini itmam su Çeşmi giryâmm gibi hor hor akar kim itmede Aksaraylı bir perinin vaslına ikdam su
Ahmed Cevdet Efendinin yakardaki kıt'a-sma Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi şu nazireyi yazmışdır:
Aksaraylı bir periyi ben de sevdim doğrusu Semti Horhor Çeşmesinde bir akşam kurdum pusu Lüleden sînı pençesiyle gördüm îçer idi su işmar ettim nazikâne geldi ceylân yavrusu
Al al olmuş ruhlerinde dânei anber beni Cezb eyliyen bıçkın eda cilvesinde albeni Sanki dir ki gönlünün tahtında sultan et beni Şehbazm bir âfeti devran gümüş topuklusu
Aksaraylı dilberi rânâ çakal külhanbeyi Çak kadehi çeşmî ile bâdei peyder peyi Lâ'li lebi mesnâneyi sundukça bas hey heyi Çek sîneye Râzi yatur gelmiş o şuhun uykusu
CEVDET EFENDİ (Selânikli) — Şirketi Sahhâfiyei Osmaniyenin son iki ortağından biri (B.: Şirketi Sahhâfiyei Osmaniye; Ahmet E-fendi, Köse Hacı); hayatı hakkında bilgi edinilemedi.
Bibi.: O. N. Ergin, Türkiye Maarif Tarihi.
CEVDET PAŞA (Ahmet) — (B.: Ahmet Cevdet Paşa).
CEVDET PAŞA CADDESİ — Fatih ilçesinin Şehremini Bucağının Nevbahar ve Seyit-ömer Mahallelerinden geçer bir caddedir; Al-tınmermer ve Vezir Caddeleri ve Mecidbey Sokağı ile yapdığı bir dört yol ağzı ile isimsiz bir sokalk arasında uzanır. Köprülüzâde Sokağı, Sırrıpaşa Sokağı, Kızılelma Caddesi, Tev-fik Fikret Sokağı, Özbek Süleyman Efendi Sokağı ile dört yol ağzı ylaparak kesişir; Huri Sokağı, Bucak Sokağı, Kimyon Sokağı, Ondalıkçı Sokağı (Seyit Ömer Sokağı), Tulga Sokağı, Darüşşefaka Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 10).
Yukarda tarif edilen dört yol ağzından gelindiğine göre, iki araba 'geçecek genişlik-de, aslı kabataş döşeli iken bakımsızlıfcdan toprak yol olmuş bir manzara ile başlar. Sağ baş-da 'Küçük 'Hamamın kadınlar kısmı vardır; sol kolda da, Seyit Ömer Sokağı kavuşağında Seyid Ömer Camii bulunmaktadır. Cevdet Paşa Caddesi yağışlı havalarda çamurdan geçilmez bir hal alır; iki yanında arsalar, birer katlı ahşab evceğizler ve taş-tuğla yapı kulübecik-ler görülür.
Cadde ilerde daha genişler, arsalar ara-
ANSİKLOPEDİSİ
sında bir çabur kanalı hâlinde devam eder. Sonra seyrek olarak 4-5 katlı beton apartı-manlar başlar. Kızılelma Caddesi ile olan dört yol ağzından sonra, o çamur kanalı birden bir asfalt yol olur; ve iki yanında koca koca a-partımanlarla gece kondular, karışık olarak tam bir tezad hâlinde görülür.
Cadde ilerde birden, bir araba geçebilecek ıkadar daralır, ve asfalt zemini paket taşına tahavvül eder; bu kısımda sağ kolda Haseki Hastahânesi polikliniği (Haseki İmaret ve Medresesi) vardır (Mart 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CEVİZLİK :—Kadıköyünün bir semti; Sakızağacı Bahariye ve Yoğurtçu semtleri ile çevrilmişdir; sınır ve iç sokaklarının isimleri şunlardır; Yoğurtçu Parkı yokuşu, Safa sokağı, Hasırcıbaşı sokağı, Emin Bey sokağı, Kuzu kestane sokağı, Bahariye Caddesi; Şâir Lâtifi sokağı, İleri sokağı, Sokullu sokağı, Gümüş sokağı, Ahter sokağı, Şevki Bey sokağı, Hacı Ahmed Bey sokağı, keresteci sokağı, Tevfik Bey sokağı; Fransız Saint Joseph (Sen Jozef) Erkek,Lisesi bu semtde, Yoğurtçu Parkı yokuşu üzerindedir.
CEVİZLİK MEKTEBİ .ARKASI SOKAĞI — Bakırköyü merkez nahiyesi yollarından; Hatboyu ve 10 Temmuz Caddelerinin birleş-diği nokta ile Bakırköy - İstanbul yolu arasında uzanır; Reyhan sokağı ile dört yol ağzı
ÇEVRİ ÇELEBİ (Şeyh İbrahim)
yaparak kesişir, Muhtar Tahsin ve Cevizlik Mektebi sokakları ile kavuşakları vardır. (1943 Belediye Şehir Rehberi, pafta 12). İki araba geçebilecek genişlikde asfalt yoldur. Ahşab, beton, kagir evler arasından geçer. Bakırköyü ilk okulu bu sokaktadır, l elektrikçi, l halıcı ve l bakkal dükkânı vardır. Kapu numaraları 1.59 ve 2-58 dir (mart 1963).'
Hakkı GÖKTÜRK CEVİZLİK MEKTEBİ SOKAĞI — Ba-
kırköyünün merkez nahiyesi sokaklarından, Huban sokağı ile Cevizlik Mektebi arkası sokağı arasında uzanır; bir araba geçecek genişlikde asfalt bir aralık sokakdır. Beton, yapı evler arasından geçer, (mart 1963).
Hakisi GÖKTÜRK
CEVİZLİ YALI SOKAĞI — Bakırköyün-de Bakırköy - İstanbul yolu ile Kuradam sokağı arasında uzanır, bir dirsekli bir yoldur; Taşhan Caddesi ile bir kavuşağı vardır. Tahminen iki araba geçebilecek kadar genişlikde ve asfalt döşenmişdir. Üzerinde 2-3 katlı ahşab, kagir, yarı kagir ve beton evler görülür; iki katlı tuğla yapı bir ev 1887 târihini taş.-maktadır. Kapu numaraları 1-25 ve 2-38 dir (mart 1963),
Hakkı GÖKTÜRK
Dostları ilə paylaş: |