Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə11/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   90


CEVRÎ ÇELEBİ (Şeyh İbrahim) — On-yedinci asrın birinci yarısında yaşamış ünlü bir şâir ve talik hattatı; mevlevî tarikatından zarif ve kibar bir İstanbullu; İstanbulda doğdu, doğum tarihi tesbit edilemedi. İlk tahsilini aile muhitinde görmüş, ve e-debî, akademik kültürünü, hepsi birer irfan müessesesi olan İstanbul mevlevîhânelerinde ta-mamlamışdı. Fakat asıl büyük mürşidi, devrinin en büyük ulemâsından Sarı Abdullah Efendi ol-muşdu. Ömrü boyunca evlenmemiş, devlet ka-pusunda vazife kabul etmemiş, hattatlık ile geçinmiş, kanaat içinde dervişane yaşamışdı.

Divanı basılmamış, el yazması olarak durmak-



CEVRÎ ÇELEBi HİKÂYESİ

— 3522


ÎSTANBUi

ANSİKLOPEDİSİ

— 3523

CEVRÎ KALFA




tadır; bâzı vak'alar üzerine söylenmiş pek güzel tarihleri vardır; tarihlerinin en zariflerinden birini Sultan İbrahimin oğlu şehzade Mehmedin (Dördüncü Sultan Mehmed) doğumuna söylemişdi, mısra şudur:

Nurdur geldi Muhammed sulbi tbrâhimden

Divânı basılmaya değer, fakat maalesef samanımızda eski divanları neşretmeyi iş edinmiş bir yayınevi mevcud değildir; aşağıdaki gazel Cevrî Çelebi'nin şiir diline güzel bir örnekdir:

Mest oldu yine gönlüm sahbâyi muhabbetle Âşifte dimağ oldum sevdâyi muhabbetle

Geh arbedei dilber, geh istimali ağyar Bilmem ne olur hâlim gavgaayi muhabbetle

Aîdaıımasa olmaz dil ol âfete zîrâ kim Hemhal görür çeşmin rüsvâyi muhabbetle

Âdem nice meyletmez ol gamzeye kim olmuş Her işvesi perverde mânâyı muhabbetle

Cevrî- nigehi yâre can vermede bîbâk ol İsbâti vücûd eyle dâvâyi muhabbetle

Evlâd yerine beslediği bir iki mahbub çelebi uşağı bulunurdu, onlara okuma yazma öğretir, nüfuzlu ahbablarmın delâleti ile onları bir devlet kapusuna yerleşdirip yerine bir başka müstaid garib genci hizmet ve himayesine alırdı. Kendi ömrü de Yenikapı, Galata ve Beşiktaş mevlevîhâneleri arasında durmadan dolaşmakla geçerdi; her üç dergâhda da iştiyak ile beklenir, hürmet ve muhabbetle karşılanır, misafirlikleri de üç günü aşmazdı, ve gittiği dergâhlara da iki uşağı ile berabef giderdi. Denizden çok korkduğu için, İstan-bulda doğub öldüğü halde ömrü boyunca kayığa binmemişdi, Üsküdarı görmemiş, Anadolu yakasına ayak basmamışdı; İstanbuldan Galata ve Beşiktaşa gitmek için de Eyyuba, oradan Kâğıthâneye geçer, Alibey ve Kâğıd-hâne derelerini köprülerden aşarak Halicin bitimini dolaşırdı; bu uzun yolu da, yanındaki evlâd-uşaklarını yürütüb kendisinin ata binmesine gönlü razı olmadığı için dâima, hattâ kışın karlı günlerinde dahi yaya olarak alırdı.

Talik yazıda üstadı kendisi gibi bir mev-levî olan Derviş Abdi olmuşdu. Hicrî 1065 (M. 1854-1655) de vefat etti; çağdaşlarından Râî adlı bir şâir ölümüne şu tarih mısraını söylemişdir:

Eyle yâ Rab Çevriye firdevsi âlâda mekâr

Bir mevlevî muhibbi olan Üçüncü Sultan Selim, Galata Mevlevîhânesi şeyhi ve asrının büyük şâiri şeyh Galibe bu Cevrî Çelebinin yazısı ile bir Mesnevîyişerif hediye et-mişdi; Şeyh Galib pâdişâha teşekkür yollu gönderdiği kaside de:

Bana Sultan Selimi kâmver kâmı cihan verdi Bütün dünyâ değer bir genci hâsı râyegân verdi Aceb bir Mesnevîi pür bahâ kim Cevrî hattı ile Dili uşşâkı zâre çevri gerdandan aman verdi

diyor. Yakın zamanlara kadar ağızlarda darbı mesel gibi dolaşan:

Âşinâya âşinâ, bigâneye bigâneyiz

mısraı da Çevri Çelebinindir.

CEVRÎ ÇELEBİ HİKÂYESİ —. Onseki-zinci asırda yazılmış meddah hikâyelerinden; kısaltılmış konusu bu ansiklopedide, hikâyenin kahramanı olan Yusufçavuşzâde Abdi maddesinde yazılmışdır (B.: Abdi, Yusufçavuşzâde); hikâyeye adını vermiş olan Cevrî Çelebi tipinin, şâir derviş İbrahim Cevrî Çelebinin hayatından mülhem olduğu aşikârdır.

CEVRÎ KALFA — Geçen asır başında İkinci Sultan Mahmudu, canı feda etmeği göze alarak ölümden kurtarmış saray halayığı cessur bir çerkes kızı; Haremi Hümâyun haz-nedarlığı yapdığı ve bu vazifede bulunanlara «Hazinedar Usta» unvanı verildiği için Cevrî Usta ismi ile de meşhurdur.

Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa îs-tanbula gelip Dördüncü Sultan Mustafanın yerine Üçüncü Sultan Selimi tekrar tahta çıkarmak üzere Topkapı Sarayını basdığı gün (B.: Mustafa Paşa, Alemdar; Selim III; Mustafa IV; Boğaz kaleleri Yamakları) Enderunu Hümâyunda Sultan Mustafa taraf darları, bu pâdişahdan başka hanedanın iki erkeği olan Sultan Selim ile şehzade Mahmudu öldürerek pâdişâhları osmanlı tahtında rakibsiz bırakmak istemişlerdi; Sultan Selimi öldürmüşler, fakat şehzade Mahmudu bu Cevrî Kalfanın müdafaası karşısında ele geçirememişler. o sırada da Saraya giren Alemdar Paşa duruma hâkim olmuşdu. Parlak müdafaa vak'ası şöyle cereyan etmişdir:

Enderunda Sultan Mustafalılardan Zenci Nezir, Gürcü Abdülfettah, Sırb Ebe Selim, Bağdadh Hacı Ali, ak hadım Cevher ve Kör Mehmed Ağalar ile Deli Mustafa kumandasında on iki nefer bostancı ve zülüflü baltacı oğlan Sultan Selim ile şehzade Mahmudu öldürmek kasdı ile hareme yürür iken, önleri-

ne çıkan ve kendilerini âkibeti meş'um olan bu kötü işden menetmek isteyen baş lala Tay. yar Ağa yalın kılıçların karşısında kendi canını güç kurtarmış, Seferli koğuşu tarafına kaçmışdı. Orada Seferli koğuşu zabiti Receb paşazade Mehmet Beye rastladı. Mehmed Bey şehzade Mahmud çocuk iken lalalık yapmış-di, Tayyar Ağadan müdhiş haberi alınca, o sırada yanlarına gelen hünkâr baş imamı Ah-med Efendi ile beraber üç kişi olu, az evvel kaatillerin girdiği haremin Kuşhane kapusuna koşdular. Orada harem muhafızı zencî hadımlardan Anber, Kasım ve Hafız îsa Ağalara rastladılar; kendileri Enderun halkından oldukları için hareme giremezlerdi; her şeyi göze almış kaatillerin gösterdiği pervasızlığı gösteremezlerdi; durumu bu zenci hadımlara anlattılar; zencilerin üçü de müdhiş bâzû kuvvetine sâhib dev yapılı adamlardı, hemen kılıçlarını çekip Sultan Selim ile şehzade Mahmudu kurtarmaya koşdular, fakat Sultan Selimin dâiresini basılmış görünce, şehzade Mahmudu kurtarmaya koşdular; şehzadenin

Nuhkuyusunda Cevrî Kalfa Camii (Resim : Nezih)

dâiresini boş buldular, Sultan Mahmudun Cevrî Kalfa tarafından Altun Yolda kendi dâiresine kaçırıldığını öğrendiler (B.: Altun Yol); bu sefer oraya gittiler, bu dâirenin bir taş merdiven ile çıkılıyordu. Üç ağa merdiven başına gelmişdi ki kaatiller de yetişdi; Ebe Selim:

— Ağalar yol açın!.. Şehzade farmanlı-


dır, size zarar gelmesin!., dedi.

Kasım Ağa:

— Geçemezsiniz!., dedi.

Zenzî Nezir Zülüflü baltacılarla bostancılara:

— Bre ne durursunuz!.. Şehzade yukar
da., işi yarım koyub da candan mı vaz geçer
siniz... bre tepeleyin şunları!., diye bağırdı.

Kaatiler, Sultan Selimin kanı ile bir kat daha vahşîleşmiş saldırırken üç zencî ağa basamakları ikişer ikişer atlıyarak yukarı çık-dılar. Kasım Ağa merdivenin üst başındaki sahanlıkta hâkim bir müdafaa yeri tuttu; Anber ile Hafız îsâ da dâirenin kapusunu tuttular. Fakat üç kılıç ondokuz kılıca karşı ne kadar dayanabilirdi? Kasım Ağa beş dakika kadar merdâne döğüşdü, ve bostancılardan birinin fırlattığı mızrak ile bu fedakâr zencî yaralandı; merdiven başı müdafaasız kaldı. İşte o zaman sahnenin kahramanı Cevrî Kalfa oldu. Uzun boylu, güçlü kuvvetli çerkes kızı entarisinin eteklerini belindeki kuşağa sokmuş, başı açık ve yalın a-yak bir dişi kaplan gibi f ir-lamışdı. Bir elinde büyük bir kül çömleği vardı, îsa ile Anber ağalara:

— Durman., kaçırın.. damdan!., diye bağırdı, ve kendisi merdiveni çılunaya başlamış kaatillerin yüzleri: ne avuç avuç kür saçmaya başladı, bu şekilde de beş dakika kadar zaman kazanıldı. O zaman içinde de Anber ve îsa ağalar şehzade Mahmuda omuz verdiler, «baca» denilen bir tepe

CEVRÎ KALFA CAMİÎ

— 3524 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 3525 —

ÇEVRİYE HANİM (Salmatomruklu)




penceresinden dama çıkarıp kaçırmağa muvaffak oldular.

Cevrî Kalfanın hem takati, hem külü tükenmişdi; adım adım geri çekilirken karnına yediği bir tekme ile yere devrilip bayıldı. Ebe Selim, yaman silâhşordu, o sırada tam dama çıkmak üzere bulunan şehzadeye bir hen-çer fırlattı, bıçak Sultan Mahmudun bâzusun-da bir yara açdı, dama çıkarken de alnını çarpmış, sağ kaşının üstünden hafifçe yara-laamışdı. O sıra Alemdar Paşa da Bâbüssaa-deyi kırdırıp Saraya girmiş bulunduğu için, kaatiller kendi başları kaygusuna düşmüş, kaçıp dağılmışlardı.

Cevrî Kalfa İkinci Sultan Mahmud tarafından hizmetinin sânına lâyık mükâfatlara, ihsanlara nail oldu. Bütün İstanbul halkının fevkalâde hürmet ettiği kahraman kadın 1826 da vefat etti Divan yolunda Sultanahmed meydanının karşısında büyük taş mekteb ile bir çeşme onun hayır eserleridir.

CEVRÎ KALFA CAMİİ — Üsküdarda Nuhkuyusundadır; dört kagir duvar üzerine kiremitli ahşab çatı çekilmiş, bodurca taş minareli küçük bir camidir; ahşab son cemaat yerine demir korkuluklu çifte mermer merdivenle çıkılır; inşâ tarihi 1834 dür. Adını taşıdığı Çevri Kalfanın kim oldugğu da kesin olarak tesbit edilemedi; İkinci Sultan Mahmudun hayatını kurtaran hazîne ustası Cevrî Kalfanın hâtırasına hürmeten rahmet vesilesi olsun diye yaptırılmış olabilir.

B. OLKER

CEVRÎ KALFA İLKOKULU — Sultan-ahmedde Divanyoiundadır, hemen meydana

Cevrî Kalfa Mektebi (Resim : N. Nirven)

karşı büyük bir kagir bina alup İkinci Sultan Mahmud tarafından haremi hümâyun hazinedarı Cevrî Kalfanın ruhini şad etmek için hicrî 1235 (milâdî 1819-1820) yılında sureti mah-sûsada sibyan mektebi olarak yapdırılmışdır; ki bu kadın 1808, Sultan Mahmudun Osmanlı tahtına oturtulacağı gün onu öldürmek isteyen Dördüncü Sultan Mustafa tarafdarlarmm elinden hayatını kurtarmışdı (B.: Cevrî Kalfa).

Cümle kapusu üzerinde, Keçecizâde İzzet Molla tarafından yazılmış ve mermere talik hat ile hak edilmiş manzum kitabesi şudur:

Emri Hakdan sonra her kim haynn eylerse murâd Hazreti Mahmud Hana bende! ferman ola işte Çevri Ustaya dehr eylemişken gadr ü hayf Kim umardı ruhine böyle eser bünyâd ola Hiç ider mi hâki fânî cevheri zâtin telef Ol ki gencari harımı hüsrevi devran ola Vakfın ilhak eyledi evkaafına ol pâdişâh Hak bu kim ihsan olursa böyle bî pâyan ola Can feda etmek yolunda maslahat mı bir kulun Hayrı hâtırhâni hakanı kerhnüşşan ola Olmayub zayi bu hayri azâmin yek zerresi Her ruhâmı denk i sengi keffei mîzan ola Kendi seyri bağı cennet eyledikçe mektebi Âşiyânı bülbül âsâ mecmai tıflaan ola Yazdı İzzet harfi cevherdâr ile târihini . «Mektebiyle ruhi Cevrî Ustanın şâdan ola»

Sene 1235 (milâdî 1819 - 1820)

487 metre kare yer üzerine yapılmış türk ampir üslûbunda bir binadır; iki katlı ve on odalı - dershanelidir; duvarları mermer kaplıdır.



-««3

Cümle kapusu, üç blok hâlinde inşâ edilmiş olan binanın orta kısmının solundaki aralık - taşlık önündedir; orta kısmın sağ tarafındaki aralık önünde de, cümle kapusu ile mütenazır olarak güzel bir mermer çeşme konmuşdur; mektebin yapı bünyesi içinde yer almış olan bu çeşme susuz, lülesi kopuk, harâbiye terkedilmiş bir halde olup Keçecizâde İzzet Molla tarafından yazılmış kitabesinin tarih beyti şudur:

Târihi ile îzzet atşânı kıldı davet «Merhume Ustanın iç rûhiycün âbı zemzem»

Mektebin kitabesinde de belirtildiği gibi, Cevrî Kalfa (Usta) Mektebi önce bir ilkokul olarak açılımşdı; emsali sibyan mekteblerin-den farklı olmadığını zannediyoruz; 1860 da mekteb bir kız -rüşdiyesine kalbldilmiş; şöyle ki Ceridei Havadisin 30 şaban 1276 (21 nisan 1860) pazar tarihli nüshasında bu kız mektebinde yapılmış bir imtihan hakkında şu tafsilât veriliyor ki, tam bir asır evvelki bir vesika olarak pek kıymeylidir:

«Bu senei mübârekede İstanbuldaki me-kâtibi rüşdiye şâkirdâmnın icra olunan imtihanları sırasında Sultanahmedde geçen sene kız rüşdiyesi ittihaz olunan Cevrî Usta mektebinde bulunan kız çocuklarının Meclisi Maarif Umumiye reisi efendi hazretleri ile mek-tûbî efendi ve bâzı âzâyi kiram hazır oldukları halde imtihanları ledelicrâ bunlardan Râsime ve Behiye ve Fatma hanımların te-derrüs etmekde oldukları ilmi hesab ile nakış fenninin de mehâretleri tebeyyün ederek şayanı tahsin görünmüş oldukları cihetle mesâilerini takdîren ve diğerlerini teşvîken Maarif Nezâreti tarafından yadigâr olmak üzere her birine musanna ve mükemmel birer dikiş takımı hediye edilmişdir...»

Cevrî Kalfa Mektebi 1929-1930 yılında Devlet Matbaasının Matbaacılık Okulu dershanesi olmuşdu; 1932 de, Adliye Sarayı yangınından sonra bâzı mahkeme dâireleri binaya yerleşdi, sonra Muallimler Birliğine verildi, daha sonra Başvekâlet Arşiv Deposu o-larak kullanıldı; 1945-1946 ders yılında 59. İlkokul olarak tekrar mekteb oldu; 1955-1956 ders yılında da okulun rakamlı adı kaldırılarak «Cevrî Kalfa» ismi verildi.

Cevrî Kalfa İlkokulu hâlen altı dershaneli olup normal tedrisat yapılmaktadır. 1961-1962 ders yılında 166 oğlan ve 130 kız olmak üzere 296 öğrenci bulunuyordu; bu rakam üzerinden ders yılı sonulda 47 mezun ver-mişdi (?)

Bu satırların yazıldığı sırada'okulun öğretmen kadrosu şu zatlarden mürekkebdi: Seyfeddin Oronlu( Müdür), Natıka Ersun, Naciye İkizoğlu, Altan Yavuz, Sabiha Türkmen, Veli Saraç, Mukaddes Kutlu.

Binanın diğer bir kısmında da İstanbul

Vilâyeti Seyyar Kütübhâne Merkezi bulunmakta idi (1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CEVRÎ KALFA SUYU — İkinci Sultan Mahmud, Dördüncü Sultan Mustafanm taht-dan indirildiği sırada, kendisini öldürmeye gelmiş olan Sultan Mustafalılarm elinden hayatını kurtaran fedakâr Cevrî Kalfaya Büyük Çamlıcada bir köşk yaptırmışdı; Üsküdarda Cevrî Kalfa (Usta) Suyu adı ile anılmış suyun kaynaklan bu köşkün arazisi için idi. Köşk imparatorluğun son yıllan içinde yanmışdır.

Bu kaynaklardan toplanan sular künk-lerle Üsküdara Postacılar caddesile inerek İcadiyede, İstanbul Sular İdaresinin Elmalı suyunun Bağlarbaşındaki kapalı havuzlarının karşısında, yol kenarındaki çeşmeden akardı. Cevrî Kalfa suyunun ilk zamanlarda müstakil bir mecrası varken sonradan bu su Top-hanelioğlu'nun su yoluna katılmıştır. Zamanla su yolları harap olduğundan ve tamir de görmediğinden, son yıllarda sular da akmaz olmuştur.



Saadi Nazım NİRVEN

ÇEVRİYE HANIM (Salmatomruklu) —

1880 ile 1890 arasında bir aşk macerasının kahramanı olmuş güzel bir kız; cehil ve vahşet içindeki maşuku oğlana kavuşmak ve onun ile evlenmek için de o zamana göre çok büyük bir cesaret göstermiş olan aşk yolunda dîvâne bir kız; yukarda kaydettiğimiz son yıl içinde târihi kesin olarak tesbit edemediğimiz vak'ada Çevriye Hanım on sekiz yaşında imiş, Salmatomrukda konak yavrusu bir evde oturur Hayriye tüccarlarından Bursalı Balmum-cuzâde Halim Efendinin kızı olup anasını pek küçük yaşda kaybetmiş, babasının da pek sevgilisi olduğu için Halim Efendi tekrar evlenerek güzel kızııiı üveyana pençesine vermemiş; Çevriye on dört on beş yaşlarına gelince evin eşiğini görücü kaafileleri aşındırmaya başlamış, baba taassub gösterip bu işe de müdâhale etmemiş; «Güvey ile ben değil kızım yaşayacak, gönlü kime yatarsa onunla evlenir, isterse mahallenin sakası olsun!..» demiş; ve müşkil dâva halledilmeden kendisi de göçüb gidince, büyük bir ser,vetin sahibi Cevri-ye'ye, koca bulmak, daha doğrusu ona tâlibler-den birini tercih ettirmek için mahalle halkı gayret ve faaliyete başlamış, güzel zengin kız: «Babama yanıb ağladığım sıra koca dü-

CEVRÎYE HANIM (Salmatomruklu)

3526 —


İSTANBUL

AMSIkLO^EDÎSt

J- 3527 —

CEYHUN (Çevriye)




sunmuyorum., hele bir kaç yıl geçsin!..» diyerek evlenme meselesine topdan bir red cevabı vermiş. Halbuki aslında, Salmatomruklu Çevriye Hanım, sabah akşam günde iki sefer evlerinin önünden seyyar hallaç esnafından yalın ayaklı yarım pabuçlu bir mürâhik lâz şehbazına âşık olmuş ve aşkı da gün günden alevlenerek oğlanın dîvânesi olmuş; babasının hâli hayâtında dilediği ile evlenmeye desturlu olduğu için, ailenin emekdan ve kendisinin de lalası ve mahremi kâhyayı bu işin halline memur etmiş. Ustasının dükkânı üs. tündeki bekâr odasında yatan hallaç güzeli genç hem câhil, hem lâz, kavmiyeti îcabı vahşî; kâhyanın bir fırsatını bulub münâsib bir lisan ile yapdığı izdivaç teklifi • 'karşısında, türlü şübheye düşmüş; «Burası İstanbul, bizim gibi acemi ve câhil güzel gençlerin başına türlü belâ ve kaza gelir., o hanım madem ki genç, güzel ve zengin gönül vermek için bula bula benim gibi kopuk oğlanı mı buldu? Bu işin içinde bir bit yeniği var; ya başından bir kaza geçdi, benimle evlenip aybını kapattıkdan sonra beni kapu dışarı atacak, sonra göğsünü gere gere dulum diyerek kendi boyundan bir adamla evlenecek... Yahud ki kör, sağır, salak, sarsak bir kıza beni yamayacaklar, ömrüm boyunca cehennem ateşinde yanacağım, ben bu işe yanaşmam!...» demiş.

İzdivaç teklifini reddetmiş ama, konak önünden geçen yolunu da değiştirmemiş, hattâ bilâkis gerçeken başını kaldırıp pencerelere, kafeslere bakmış, o boydan gençlerin kârı mağrûrâne bir eda, tavır takınır da olmuş; câhil oğlanın bu cilveleri Çevriye Hanımı büsbütün çileden çıkarmış. Hallaç güzelinin adı «Yusuf», lâkabı da «Kişmir» imiş; Kişmir Yu-sufda da bir garib peşîmanlık başlamış, «Şu kâhya bir kere daha gelse de görüşsenı, evlenmesine evlenmem ama, madem ki zengin imiş, ergenlik hakkımı verir, bir gece konağa gider, o yosmanın gönlünü hoş ederim» demiş. Bir ikinci sefer kendisini bulan kâhyaya teklifini açıkça bildirmiş; Çevriye Hanımdan; «Ben maşukuma kavuşayım ister helâlinden, ister haramından olsun!» cevâbı ile bir mükellef atlas boğca içinde hediye çamaşır gelmiş. Fakat güzel kız nobran ve vahşî lâz oğlana bir oyun hazırlamış, mahalle imamını çağırarak gönül derdini açmış, imam efendi-



nin ayaklarına kapanmış, hallacı içeriye alacağı gece konak kapusunun açık bırakılacağını, mahalleli derin uykuda iken, seher vakti, imamın kendilerine güvenilir iki kişi ve komiser ile açık kapudan konağa girib bir baskın oyunu oynamasını istemiş: «Siz gelinceye kadar ben oğlanı oyalarım, kendimi de korurum., zindan ile, dayak ile tehdit edilince kurtulmak için beni nikâhla almaya razı olur., evlenince de, kız olduğum meydana çıkar, o zaman siz de bu baskının benimle danışıklı olduğunu söyler, anlatırsınız; parayı, konağı, beni depip de boşama yolunu tutacağını zannetmem!..» demiş. İmam efendiye de büyükçe bir para vermiş; yanında gelecek o-lanlar için de cömertçe vaidde bulunmuş; hallaç güzeli Kişmir Yusuf un konağa alındığı gecenin seher vakti de bu baskın oyunu büyük bir başarı ile oynanmış. İmam efendi Çevriye Hanımdan daha tedbirli, birkaç gün içinde bütün mahalle erkeklerini bu baskın oyunundan haberdar etmiş, sonra çirkin dedikodulara yol açmaması için, oyun böylece bütün mahalleli tarafından oynanmış; kızın müşkil duruma düşmemesi için baskın seher vektine kadar da bırakılmamış; baskın akabinde nikâh kıyılınca da konak hemen bir düğün evine dönmüş, ve gene hallaca, bunun kendi nobranlığına karşı bir oyun olduğu anlatılmış: «Niçin gelip de bu hanımın ahvâlini mahallesinden sormazsın?..» demişler. Lâz da-mad: «Yallah böylesi daha iyi oldu, bizim -kafamız çengellidir, bir yere takıldı mı, mahal-, le halkına da inanmaz..» cevabını vermiş. İşte bu vak'a üzerinedir ki, Tophane ketebesin-den Üsküdarlı Âşık Râzinin de destan yollu bir manzumesi vardır:

  1. Salmatomrukludur ol yosma duhter
    Kara gümrah saçı penbe topukda
    Sevda çeker hâli gün günden beter
    Gönlü bir mürâhik bıçkın kopukda

  2. Maşuku civelek hallaç güzeli
    Destinde kemane hem keman ebru
    Kişmir Yusuf derler yanağı benli
    Vahşetle perverde âvâre kumru

  3. Sabah ezanından akşam ezana
    Cumbanın içinde Çevriye Hanım
    Laf atar geçerken dilber oğlana
    Dilâver şahinim şehbaz civanım ,

  4. Surh ile yazılır oğlana nâme
    Hfiai dili sadpâreden nişane

Tâlim ile râhi vuslat gulâme Senindir civanım buyur gel hâne

  1. Hallaçlık sânıdır kavmiyeti lâz
    Hele dîlberânı sahibi nahvet
    Benli Kişmir dahi yaramaz haylaz
    Çeker nâze kendin geldikçe davet

  2. Dir ki ham boğçam çorap anterim
    Ve hem atlar iken ayağım eşik
    'Ergen civan hakkı altın isterim
    Şahbazım ki olmam çantada keklik

  3. Don çorab anteri kuşak cebkeni
    Gider o daltaban hallaca boğça
    Bu gece teşrif et bekleriz seni
    Eşiği atlarken hazırdır akça

  4. Çevriye olsa da şehrî yosma ger
    Değildir âşifte âlûde dâmen
    Kasdı Benli Kişmir ol perî peyker
    Helâlinden olsun şevheri hemen

  5. Hem imama haber salar gizlice
    Baskın virmek için vakti seherde
    Hanım hallaç civan aldı bu gece
    Zerre mikdar hilaf yokdur haberde




  1. Basarlar Kişmiri hanım koynunda
    Görünür oğlana falaka zindan
    Danışıklı doğuş baskın oynunda
    Dirler rezalete gel virme meydan

  2. Gir yıkan abdest al yakındır hamam
    Sonra da kılarsın usuldür narnaz
    Akdi nikâh eyler kandırub imam
    Hanımın helâli olur ol şehbaz

  3. Nikâhda keramet mücerreb lâşek
    Çevriye Hanım da güzelden güzel
    Düğün dernek ile serilir döşek
    Kocatır onları tâ vakti ecel

Biz vak'anm tafsilâtını da Âşık Râzi merhumdan dinlemiş idik; manzume vak'ayı tam tutmaz görünür, halk şâiri meselenin aslını manzumesini yazdıktan sonra öğrenmiş ola-cakdır. Bu da aydın olarak gösterir ki, imam efendinin tedbiri olmasaymış Çevriye Hanım evine aldığı bir hallaç civanı ile hakikaten baskın vermiş bir âşifte gibi görülebilirmiş.

Vâsıf HiÇ

ÇEVRİYE HANIM (Yarım İstanbul) —

Geçen asır başlarında İstanbulun zengin bir dul kadını, bilhassa kıymetli mücevherlerinin çokluğu ile tanınmış meşhur bir başlıkçısı (B.: Başlı). Süleymâniyede Yağlıkçıların Penbe Konak diye anılan otuz odalı koca bir

konakda bir cariyesi ile otururmuş; konağa arasıra genç ve son derece güzel bir bahriye gelirmiş, hanım bu şehbazı komşularına: «Rahmetli emekdar Hasan Ağamızın yetimi» diye tanıtmış, etrafdaki düşkünlere para yardımı pek çok olduğu için hiç kimse gencin konağa girip çıkmasını kötüye çekmemiş, aslında ise Mahmudiye gemisi efradından olup Çapkın Bekir adı ile Galata ve Tophanede çok kötü bir şöhret sahibi olan bu delikanlı hanımın gönül eğlencesi imiş.

Hicrî 1255 (Milâdî 1839) yılında Donanmayı Hümayunun Hâin Ahmed Paşa kumandasında Akdenize çıkmasından bir gece evvel, Çapkın Bekir koynunda yattığı Yarım İstanbul Çevriye Hanımı pamuk ipliğinden kırmızı beylik kuşağı ile boğup öldürmüş, cesedini konağın sarnıcına atmış, cariyeyi de tuzağa düşürüb ayni sarnıca itüp atmak suretiyle boğmuş, başlıkçı zengin kadının kıymetli mücevherlerini de çekmecesi ile kaldırıp kaçmış. Çifte cinayet ancak bir ay sonra meydana çıkmış ve kaatilin Çapkın Bekir olduğu yatak odasında unuttuğu suç vasıtası kuşağı ile tersanelilerin giydiği beyaz tire çoraklarından anlaşılmış, fakat kaatjl ele geçirilememiş (B.: Bekir, Çapkın).

CEYHUN (Çevriye) — Ünlü okuyucu, ses sanatkârı; 1923 de İstanbulda Çubukluda doğmuşdur, babasının adı Ali, annesinin Zehrâdır, «Odabaş» soyadını taşırlar. Çubuklu İlk okulunda okudu, sonra Cağaloğlu Kız Orta Okuluna devam etti, 1942 de ondokuz yaşında iken Ankara Radyosunun açdığı bir imtihanı kazanarak oraya gitti. Annesinin sesi çok güzeldi, aslında ilk musiki terbiyesini de ondan almışdı. Ankara Radyosunda Türk musikisi hocaları Nuri Halil Poyraz ile Fahri Kopuz'durj batı müziği öğretmenleri de Nurullah Taşkıran, Veli Kanık, Necü Kâzım •Akses, Halil Bedii Yönerken, Cevdet Memduh Altar olmuşlardır. Her iki senede bir imtihanla terfî ederek bugünkü şöhretine erişdi; solist olarak Ankara Radyosunda yirmi yıl devamlı çalışdı. 1950 de tanbûrî Ragıb Tanju ile evlendi, fakat beş sene sonra, 1955 de ayrılmak mecburiyetinde kaldı; Halûk adında bir oğlu vardır. 1963 de İstanbul Radyosuna naklen geldi.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin