Çeşmenin yapısı 1836 ya, İkinci Sultan Mahmudun son devirlerine tesadüf eder, yapıldığı yılların mimarî üslubu olan Ampir tarzının tezyini şekillerinden mermer ayna taşının üzerindeki oymalı dar kornişle iki ufak kabare kalmışdır.
. Çeşmenin Yenimahalle Furun (sokağına bakan cephesinde bir «Tuğra» ile «Besmele» vo kitabe taşında:
«Ve sekahüm rabbühüm şeraben tabura»
âyeti; ikinci yüzünde bir hadîsi şerif ile, ayna taşının üzerindeki taşta manzum kitabesinin ili: iki beyti:
Hazreti Şahı cihanın her mukarreb bendesi Serbülend olsa sezadır meşrebi ferzânede Biri ezcümle Ali Bey kim ulüvvi nâm ile Gevheri şehvare benzer subhai saddânede
Clhannümâ Çeşmesi (Resim! N,
Üçüncü yüzünde, üstteki beyzi mermer taşda bir hadîsi şerifle, altında ayna taşında kitabenin iki beyit olarak devamı:
Fi sebiliüâh yaptırdı bu âli çeşmeyi Gelsin içsinler sala hayvâne de insâne de Saye i Şâhinşehi derya himmete daima Cüyibari hayrü cüd icra ede her yâne de
Dördüncü yüzünde yine bir hadîsi şerifle kitabenin son iki beyti vardır.
Sanatı tarihe Pertev eyleriz gani heves Gerçi yoktur kabiîiyyet tabı nacizanede Geldi sû tarihi dilcû oldu doldu taştı ab Çeşme yaptırdı Ali Bey sâyei şahanede 1252 (1836)
Saadi Nazım NİRVEN
CİHANNÜMÂ MAHALLESİ — ' Beşiktaş merkez nahiyesi mahallelerinden; Yıldız, Abbasağa, Türkali ve Sinanpaşa mahalleleri ile çevrilmişdir. Hudud sokakları şunlardır: Serencebey Yokuşu, Aknıazçeşme Sokağı, Selâmlık Caddesi, Maşuklar Yokuşu, Yıldız Posta Caddesi, Muhtarı evvel Sokağı, Abbasağa Camii Aralığı, Beşiktaş Değirmeni Sokağı.
İç yolları ela şunlardır: Mehmet Ali Bey Sokağı, Cihannümâ Sokağı, Hasanpaşa deresi Sokağı, (istimlâk edilmişdir), Gazi Refik Sokağı (istimlâk edilmişdir), Bostancıbaşı Sokağı, Dalbudak Sokağı, Mazhar Paşa Sokağı, Yıldız Caddesi (Barbaros Bulvarı) nin bir kısmı, Abbasağa Sokağı, Abbasağa Çeşme Çıkmazı (istimlâk edilmişdir), Tatar Hüseyin Sokağı, Dört Yüzlü Çeşme Sokağı, Yeni Mahalle Fırın Sokağı, Kapancı Sokağı, Çömezler Sokağı, Akdoğan Sokağı, Bostancı Veli Sokağı, Ressam Hamdi Bey Sokağı, İsmailiye Sokağı, Şehit Kâzım Sokağı, Salih Efendi Sokağı, Salih Efendi Çıkmazı (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 20). Bu rehberde gösterilmemiş sokaklar şunlardır: Eski Yıldız Caddesi, Anberağa Camii aralığı, Ertuğrul Camii Aralığı.
Cihannümâ Mahallesinde 2 cami (Anberağa, Ertuğrul Camileri), 371 ev, 80 apartı-man, l kulübe, 101 dükkân, 15 garaj, 7 depo, 3 ahır, l düğün salonu, l pastahâne, l sinema ve l fırın bulunmaktadır. Mahalle nüfusu son sayıma göre 2043 erkek ve 1945 kadın olmak üzere 3988 kişidir (1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CİHANNÜMÂ SOKAĞI — Beşiktaşda aynı ismi taşıyan mahallenin yollarından; Muhtarı Evvel Sokağında tek başlı bir sokak-dır; Dalbudak Sokağı ile bir kavuşağı olup Mazharpaşa Sokağı ile de dört yol ağzı yaparak kesişir; son kısmı çıkmazdır. Bir arabanın rahat geçebileceği kadar genişlikde, kaba taş döşeli bir yol olup 2-4 katlı kagir ve beton yapı evler arasından geçer (mart 1963).
Hakkı GÖKTÜRK
CtHANSERASKERt SOKAĞI — Kadı-, köyünde Mühürdar semtinde; Riza Paşa Sokağı ile Sarrafali Sokağı arasında uzanır. Mühürdar Karakolu Sokağı ile dört yol ağzı yaparak kesişir; Leylek Sokağı, Hasıraltı Soğa-ğı, Tuğlacı Emin Sokağı ve Hacıhüsam Sokağı ile kavuşakları vardır (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 29). Rehberdeki Hasıraltı Sokağı yerinde Güneri Sokağı adını taşımaktadır Cihanseraskeri Sokağının adı geçen rehberde gösterilmemiş, yeni açılmış Doktor Şâkir Paşa Sokağı ile de bir kavuşağı vardır (B : Riza Paşa, Cihanseraskeri).
İki araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli bir yoldur; 2-5 katlı kagir ve ahşab ev ve apartımanlar arasından geçer. Dükkân
^
Cihannümâ Mahallesi (İ&34 Belediye Şefate Rehberinden)
ANSİKLOPEDİSİ
CİMCOZ (Adalet)
İSTANBUL
rip başka bir insanın şahsiyetine girerek seyircilere kendimi dinletmek hoşuma gitti.
«Hiç şüphe yok ki, dublâj kolay bir iş değildir. Orijinal filmi oynayan san'atkârın duygularını, bizim -dilimizde canlandırıp, yalnız sesle ifâde etmek, muhakkak ki bir hayli emeğe bağlıdır. Kahramanımı duble edeceğim filmi birkaç defa seyrederim; sesini vereceğim insanın şahsiyetine girmeğe, yâni hislerimi onun gibi ifadelemeğe, bu suretle kahramanın yaratmak istediği hüviyeti vermeğe çalışırım. En çok severek, heyecanlanarak türkce konuşdurduğum-sîma Marie Antoinet-te'dir».
Dağcılık Kulübü ve Galatasaray Kulübü
Uzun dalga!,.
Yanal, a: «İlânı aşk».
CİLASIN
— S572
sa garibsenir, müskirat kullanmaz, sigara içmez, sarhoşdan haz etmez, boyanmazdı; Ay-vansarayda kayıkçılar kâhyasının oğlu ve kayıkçı esnafından Gâvur Ali adında gaayet ya. kısıklı bir Laz uşağı bu Cihanyandıya divâne gibi âşık olmuş, kendisinden dört beş yaş büyük fahişeye tövbekar olmak ve dinî islâ-mı kabul etmek şartı ile izdivaç teklif etmiş, Cihanyandı da bu teklifi kabul etmişdi. Güzel delikanlının anası babası her ne kadar razı olmamışlar ise de Alinin «Gâvur» lâkabı da aslında dik kafalı ve inadcılığından verildiği için mâni olamamışlardır. Cihanyandı Ayvansarayda kurulan evinde namuslu bir ev kadını olmuş, fakat bir kış gecesi yattıkları odaya aldıkları mangalda iyi yanmamış kömürden zehirlenerek gene kocası ile beraber ölmüşdür. Cihanyandı için, mutaassıb kayna-tasıyla kaynanasının cevrü cefâlarına, hakaa-retlerine tahammül edemiyerek bu suretle intihar ettiği, yanındaki kocasını da gafletinden istifâde ile zehirlediği söylendi idi.
Vâsıf HİÇ
CİLASIN — Batı türkcesinde, bilhassa İstanbul ağzında unutulmuş güzel bir kelimedir; civelek, gürbüz, pençeli anlamında sı-fatdır; Ahmed Vefik Paşa «Lehçei Osmanî» de şâirin adını kaydetmeden misâl olarak şu güzel beyti gösteriyor:
Gam u çevri çok, şefkati az idi Cilasın civan idi, şehbaz idi.
Hâlen günlük yazı ve sohbet dilimizde maalesef kullanmıyoruz; pek nâdir olarak erkek çocuklara isim olarak verilmiş gördük, «Celasun» şeklinde bozulub soyadı olarak kullanıldığına da rastladık.
CİLD, CİLDEVLERl — B.: Mücellid, Mücellidhâneler).
CİLLOV (Halûk) — İktisad doktoru; 1920 de İzmirde doğdu, tüccardan Osman Beyin oğludur, annesinin adı Süreyya Hanımdır; İzmirde Saint Joseph Kolleji orta kısmında (1938), Kadıköy Saint Joseph Lisesinde (1941) okudu, İstanbul Üniversitesi İktisad Fakültesini bitirdi (1944), aynı fakültede asistanlık yapdı (1946), 1948 de İstanbul Yüksek Matematik Enstitüsünden diploma aldı, 1950-1951 arasında Parise giderek İstatistik Enstitüsünde, o konudaki tahsilini tamamladı, 1951 de İstanbul İktisad Fakültesinde doçent oldu, tekrar Avrupaya giderek Londra-
Halûk Cillov (Resim : S. Bozcalı)
da 1957 de Lond-don School of Eco-nomy'den diploma aldı, 1961 de İstanbul İktisad Fakültesi İstatistik ve Tatbikî Ekonomi profesörlüğüne tâyin edildi. Bu a-rada (1958 - 1961) muhtelif husûsî müesseselerin ikti-sâjdî |müşâvirM.ğini yapmaktadır. Türkiye İktisadcılar derneği üyesi, Avrupa Beynelmilel İşbirliği Teşkilâtı İstanbul Üniversitesi mümessili, Beynelmilel Nüfus Komisyonu aslî üyesidir. Posta pulları koleksiyonu ve fotoğrafçılık meslek dışı meşgalesinin başında gelir; muhtelif dergilerde beş-yüzden fazla meslekî makaalesi intişar etmiş-dir; kitab hâlinde neşredilmiş eserleri şunlardır:
El Dokumacılığı Sanayii (İst. 1949), Meslek İstatistikleri (İst. 1956), Türkiye ekonomisinin bünyesi (İst. 1958), Pamuk (İst. 1958), Nüfus İstatistikleri (İst. 1960), Türkiye Eko^ nomisi (İst 1962).
Fransızca ve İngilizce bilir. Bayan Saba-hat (Aktar) ile evli; Haldun (Doğ. 1948) ve Gülbin (Doğ. 1951) adında iki evlâd sahibidir.
'Bibi.: Hakkı Göktürk, not; Kim kimdir Ansiklopedisi.
CİMCOZ (Adalet) — Yazar, mütercim; sanat mahfillerinin tanınmış ve seçkin bir siması; çok ünlü ve çok sevilmiş film dublâjcısı; 1910 da Çanakkalede doğdu, Miralay (Albay) Hüseyin Tayfur Bey ile Aliye Hanım kızı, ünlü aktör ve ibdâkâr dublâjcı merhum Ferdi Tayfur'un kız kardeşi, avukat Mehmed Ali Cimcoz'un zevcesi; Hacıkadın İlk Okulunda okudu, orta ve lise tahsili Almanyada yapdı; bir Alman demiryolu şirketinde ve afiyon inhisarı idaresinde mütercim olarak çalışdı; «Maya - Sanat Galerisi» nin kurucusudur; almanca ve fransızca bilir, «Sezuan'nin iyi insanı» (1958), «Ölüm Gemisi» (1959), ve «Mili-na'ya mektublar» (1961) adında basılmış üç terceme eseri vardır.
Adalet Cimcoz kendisine ilk şöhreti te-
min eden film dublâjcılığına, ağabeyi Ferdi Tayfurun teşviki ile başlamış; baş rolündeki bir kadını türkce konuşdurduğu ilk film de «King Kong» dur; bu filmde ilk söylediği söz de: «Bir haftada kaç kilo patates ayıklarsın, Gön?..» cümlesi olmuşdu.
Dublâjcılığa ipek Film atölyesinde baş-lamışdır. 1944 de «Perde-Sahne» mecmuasının muhabir ve muharrirlerinden İbrahim Hoyi ile bir mülâkaatmda dublâjcılığı üzerine şunları söylemişdir:
«Sesini ilk defa sinemada duyunca asla inanmamış ve bu benim sesim değil, demiş-dim. Sonra gitgide yeni meşgalemden zevk almıya başladım; görünmeden yalnız ses ve-
Orta dalga!..
* Kısa dalga!..
Cemal Nâdir'in cinayet karikatürlerinden Yukarıda: «Dünyamızdan geçmekte olan cinayet dalgası»;
CİMCOZ (Mehmed Ali)
— 3574 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 5575 —
CİNAYET DESTANLARI
Cemal Nadirin cinayet karikatürlerinden «— Yann nişanlısı ile görüşecek de....»
üyesi olan Adalet Cimcoz aydın Türk kadınının muhakkak ki olgun temsilcilerinden biridir, geniş kültürü ile rahat, ve pürüzsüz İstanbul ağzı ile de tatlı konuşur meclis kadınıdır.
Bibi.: Kim kimdir Ansiklopedisi.
CİMCOZ (Mehmed Ali) — Avukat; 1910 de İstanbulda doğdu; babasının adı Kasım, annesinin adı Naciyedir; bütün tahsil kademelerini Galatasarayı Lisesinde gördü ve oradan 1933 de diploma aldı; İstanbul Hukuk Fakültesini bitirerek avukatlık ile meslek hayatına atıldı; Adalet Cimcoz'un zevcidir (B.: Cimcoz, Adalet); Güzel Sanatlara meraklıdır, bu yönden zevcesinin üzerinde çok müessir olmuşdur; futbol, tenis ve yelkenciliği sever; Galatasaray Kulübü ve Moda Deniz Kulübü üyesidir; 1953 de Sabahattin Eyüboğlu ile beraber Eflâtun'm «Devlet» ini türkçeye çevir mişdir.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi
CİNAYET, CİNAYETLER — Büyük şehirlerin velveleli ve türlü türlü cilveli günlük hayâtında cinayetler, bir kısmı tedbirle önlenemez acı vak'alardır. Sebebleri pek çe-
şidli olan cinayetler arasında İstanbulda derin akisler uyandırmış olanları, bu şehir kütüğünde, kanlı vak'aya bir tarih kaynağında, yadud zabıta arşivinde veya basında verilmiş isimlerle tesbit edilmektedir
Cinayetler, esrarengiz bir tesâdifdir, bâzı yıllar, tek sebebli vak'alar hâlinde ve bir çeşid ruh hastalığı salgını gibi işlenir; meselâ bir yıl genç ve güzel kızlar, gene ve güzel zevceler kıskanç âşıklar, nişanlılar, rakibler ve kocalar tarafından türlü şekilde katledilirler, bu ci-nâyeetlere «aşk yolunda cinayet salgını» deııilmişdir, hattâ günlük gazetelerde ve haftalık mizah mecmualarında bir toplum yarasını deşer mâhiyetde karikatürler neşredilmişdir. Bazı yıllar da homo seksüel münasebetlerle işlenen cinayetler çoğalır; pis hırslar yolunda erkek çocuklar öldürülür, yahud temiz veya kirli, tecâvüze uğramış mağdur yahud müb-tezel pasif delikanlılar ve mürâhik oğlanlar pederastları katlederler, bu vak'a-lara da «cinsî sapıklık yolunda cinayet salgını» denilmişdir.
Son yıllarda bir de gangsterlik yolunda cinayetler âdeta salgın hâlini almışdır; ve îstanbulu günlerce heyecan içinde bırakmış dehşetli vak'alar görülmüşdür.
İstanbulda bâzan da geçimsizlik yüzünden kanlı aile faciaları görülür;, hattâ bu facialarda kaatil karısını, kaynanasını, kaynatası, baldızın, çocuklar ve zevce baba ve ko-
Cemal Nâdirin cinayet karikatürlerinden «— Cinayeti yazıyor mu?
•— Hayır bayım, bugün sıra yangında, cinayet
yann!..» >
casını, kaynata damadını, ana nz dâmad ve kocayı öldürür; Mr cinayetin bir kaç kurbanı olur
İstanbul halkında ibtidâî kan gütme an'anesi yokdur; fakat, taşrada işlenmiş bir ci-lâyetin kan gütme, intikaamı yolunda ikinci cinayetin İstanbulda işlendiği de çok görülmüşdür.
Nâdir vak'alar olmakla beraber İstanbulda casusluk yolunda cinayetler de işlen-mişdir, fakat basma arıcak vak'alar intikal etmiş, casusluğun mâhiyeti siyasî polisin mahremiyetinde kalmışdır.
Ekseriya sokakda sûikasd şeklinde görülen siyasî cinayetlere gelince, 1908 meşrûtiyetinde İttihad ve Terakki komitasının amansız muhalifleri üç gazetecinin, Ahmed Samim, Hasan Fehmi ve Zeki Beylerin katillerinden, sonra bu şeni vak'aların. ardı. kesil' mişdir.
Cemal Nâdirin cinayet karikatürlerinden «— Yarınki cinayeti yazıyor!..»
Cemal Nâdirin cinayet karikatürlerinden «Sokakdan bir âşık geçdi!..»
İstanbulda derin akisler yapmış olduğu halde fail veya failleri meçhul kalmış cinayetler de pek çokdur.
CİNAYET DESTANLARI — 1908 meşrûtiyetine gelinciye kadar, İstanbulda, umûmî efkârı heyecanla ilgilendiren cinayetler başda gelmek üzere, günün mühim olayları üzerine destan yazmak, avâmî bir an'ane olarak devam ede gelmişdi; halk şâirleri arasında destancılık da ayrıca bir ihtisas işi idi (B.: Destan); ki Üsküdarlı Vâsıf Hoca (Vâsıf Hiç), Tophane ketebesinden Üsküdarlı Âşık Râzi, Destancı Behçet bunların en meşhurlarından-dır (B.: Hiç, Vâsıf; Râzi, Âşık; Behçet, Destancı),
Ölüm üzerine, bu arada cinayetler üzerine yazılan destanlarda vak'a, yine bir an'ane olarak ölenin ağzından nakledilirdi. Cinayet destanları bâzan doğrudan halk şâiri tarafından yazılır; bâzan da halk şâirine öle-
CİNAYET DESTANLARI
3576 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
3577
CİNCİ (Câvid)
L
nin yakınları, bilhassa samimî arkadaşları tarafından bir ücret mukaabili sipariş üzerine yazdırılırdı; en az 20-25 kıt'a olarak kaleme alınan destanlar; her iki şeklinde de büyükçe bir kâğıdın bir yüzüne basdırılır, maktulün adına nisbetle «Komiser Hüsâmeddinin Destanı», «Hacı Rızanın Destanı», «Tayyarlı Rızanın Destanı» gibi bir de isim, serlevha konulurdu; cinayet destanları nadiren vak'a yerine nisbetle «Kalaycı Bağçesi Cinayeti Destanı», «Sabunhane Arsası Cinayeti Destanı», «Muradpaşa Cinayeti Destanı» diye de isimlendirilirdi. Yukarda tarif ettiğimiz şekilde 500 - 1000 nüsha olarak bastırılan destanlar, 2 kuruş, 100 para. 5 kuruş gibi bir fiatla, yazan halk şâirinin menfaatine gazete müvezzîleri vâsıtası ile satılırdı; matbaa ve kâğıd masrafları destanı sipariş edenler tarafından temin edilir ödenirdi; şâir destanı kendiliğinden yazmış ise, bu masrafları ödeyecek bir haveslisini dâima bulur, yâni her iki suret ile de cinayet destanını kendisine bedavaya mal ederdi; bu takdirde 500 - 1000 nüsha basılan bir destandan 1000 ile 5000 kuruş arasında bir kazanç temin eder idi izi, asgarî haddi olan 1000 kuruş, on lira, on altın bile destancı halk şâirini ihya ederdi; bâzan da destan, şâire belli bir ücret, 2 lira, 5 lira gibi bir para ödenerek yazdırıldıktan sonra destanın satış bedeli ile, kimsesiz bir garib olan maktulün kabir taşı yaptırılır idi, meşhur cani Bıçakçı Petri tarafından katledilmiş zabtiye neferi Kargılı Râifin Destanı Komiser Hüsa-meddin tarafından bu maiksadla yazdırılmış ve sattırılmış idi (B.: Petri, Bıçakçı; Râif, Kargılı).
Cinayet Destanları, istanbul Ansiklopedisi adını verdiğimiz bu büyük şehir kütüğünde evleviyetle yer almış eserlerdir; bu madde içinde bâzılarının isimlerini kaydetmekle yetiniyoruz;
Tulumbacı Toygarlı Rızanın Destanı (B.: Riza, Toygarlı); Hacı Rızanın Destanı (B.: Rıza, Hacı); Tulumbacı Bahaeddinin Destanı B,: Bahaeddin, Mahzun); Tulumbacı Kafesci Ah-med Bedrinin Destanı (B.: Bedri, Kafesci Ah-med); Çulha Bektaşın Destanı (B.: Bektaş, Çulha); Kalaycı Bağçesi Cinayeti Destanı (B.: Arif, Nefer); Hacı Aprahamm Destanı (B.: Ap-
Müvezzî elinde cinayet destanı (Resini: S. Bozcau)
raham, Hacı); Muradpaşa Cinayeti Destanı (B.: Muradpaşa Cinayeti; Altın Varak); Büyükada Cinayeti Destanı (B. Büyükada Cinayeti); Hâ-cerin Destanı (B.: Buhara Tekkesi Cinayeti).
Sayısı kesin olarak bilinmeyen cinayetler destanlarından arşivimizde, tam ve noksan 103 destan vardır; bunların bir kısmı, yukarıda tarif edildiği şekilde matbu, bir kısmı da el yazı-sı iledir. İstanbul halkı, bilhassa İstanbulun eski tulumbacılık âlemi ve muhiti cinayet destanlarına aşırı ilgi göstermiş ve matbu nüshaları kısa zamanda tükenmişdir, ki namlı destancılardan Vâsıf Hoca bize tevdî ettiği bir notunda: «Ne zaman bir destanım basılıp çıksa, haftasına varmaz tükenirdi^ fakat ben ikinci
baskısını yaptıramazdım, zîrâ, o zamanlar başkalarının, sırtından yaşayan bit gibi insanlar pek çokdu, hemen binlerce nüsha taklidini basıp piyasaya sürerlerdi» demektedir.
CİNBOK ALİNİN KAHVEHANESİ — İkinci Abdülhamid devrinde namlı tulumbacı kahvehanelerinden, Aksarayda Muradpaşa ile Yusufpaşa arasında idi; başkaca kayde rastlanamadı.
Bibi.: Vasif Hiç, not.
CİN — Bâtıl inana göre el ile tutulamayan ve göz ile görülemeyen mahlûk, peri; Türk; Lügati söyle tarif ediyor: «Ecsâmı âkilei lâtife; ervahı mücerrededen bir nevî; eşkâli muhtelife olan hayvanı havaî (İbni Sina'nın tarifi); muhtelif şekillere girebilen ecsânıı lâ-tîfe; bâzan hayır, bâzan şer işleyen ecsâmı lâtife».
İstanbul ağzında darbı meseller: acemice kurnazlık, bir işin aslını kavraman hîle yollarına sapanlar için: «Cin olmadan adam çarpmıya kalkışdı»; ummadığı anda mat olma, meydana çıkan ve yüzüne vurulan kötü hâli karşısında şaşırma ve bu andaki asabiyet: «Cin çarpmışa döndü»; son derece kurnaz: «Ecinniye külahı ters giydirir»; kalabalık olması gerekirken ıhemen bomboş olan yer: «Cinler cirid oynar».
Küçük yaramaz çocuklar: ;«cin yavrusu»; bir adamın huysuzluk tutma hâline: «yine cinleri tuttu»; bağırıp çağırıp aşırı hiddet hâline: «cinleri başına topladı»; her işi başarır zekî ve kurnaz kişiler için: «cingöz» denilir. Delilik karşılığı cinnet kelimesi de bu cin isminden gelir.
CİNCİ — «Gözle görünmeyip cin ve peri adı verilen mahlûklarla uğraşmayı (geçim yolunda) meslek ittihaz eden, büyü yapan, güzellik, şirinlik, muhabbet muskaları yazan; bunlar üfürükçülük de yapdıkları için, üfürükçü de denilirdi. Halkın (safiyetinden istifâde eden bu gibi adamların en meşhuru Cinci Hoca (Safranbolulu Hüseyin Efendi) dir.» (M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri).
Zamanımızda «Cinici» tâbiri terkedilmiş gibi olub büyücü ve üfürükçü tâbirleri kullanılmaktadır; büyücülük ve üfürükçülük kanunla yasak olmasına rağmen, bu işle gizli olara'k uğraşan, pek çok para kazanan, belki de bu arada müşterileri ile ülfet ve muhabbet ederek zevki nefsânî ve lezzeti cîsmâ-
nîyi de tadan büyücü ve üfürükçüler pek çokdur, bemen hepsi de Kızıl Hoca, Saçlı Hoca. Horoz Hoca, Nalınlı Hoca, Eğinli Hoca, Eyyublü Hoca gibi «Hoca» lı bir lâkab taşır.
Bu mesleğin kanunla yasak olmadığı devirde de cincilik hakikî hocalar, ulemâ efendiler tarafından hiç hoş görülmemiş, adî, haysiyetsiz iş bilmişidir; bilhassa İstanbul medreselerinde yoksul softalardan bâzıları, halkın inanından faydalanıp türlü istekler için muska yazma yoluna sapdıklarmda müderrisleri tarafından derse kabul edilmemiş, medreseden konulmuşlardır, onun içindir ki, bu işi yapan softalar gizli yapmışlardır; yoksulluğu mâzert bilip talebesinin böyle işlerine göz yuman müderrisler de meslekdaşla-rı tarafından ayıplanmış, hattâ türlü yönden şübhe altında kalmışdır. Meşhur Cinci Hoca Safranboluîu Hüseyin Efendi de cinciliğe İstanbulda fakir bir medrese softası iken, başla. mışdı; Süleymâniye Medresesinde akrabalarından Şeyh Mehmed Çelebi Efendinin da-nişmendi idi: Mehmed Çelebi İzmir kadısı olub giderken, usûlden olduğu halde Hüseyin Efendiye hem icazet vermedi, hem de yanına alıp götürmedi, İstanbulda bırakdı ki, medreseliler arasında ağır hakaret sayılırdı; Hüseyin Efendi ağlayarak efendisinin bâzı dostlarına yalvardı,, onlar da Mehmed Çelebiye: «Şu bîçâreye yazıkdır, bu kadar zaman dâ-nişmendiniz oldu, beraber alıp götürün» diye recâda bulundular; Mehmed Çelebi zaman: «Bizim ırzımız, namusumuz vardır, av-rata ve oğlana afsun okuyan bir nâbekâr sihirbazı beraber götürüb vardığımız yerde bednam mı olalım!..» demişdi.
CİNCİ (Câvid) — 1963 yılında bir otomobil tamirhanesinde çalışan 19 yaşında bir genç; Taşlıtarlada Havuzbaşı semtinde Bamya Tarlası denilen yerde define aramak için girdiği kadim bir yer altı dehlizinde önce kaybolmuş; vak'a semtinde ve gazeteler vâsıtası ile bütün İstanbulda heyecanla karşılanmış, hattâ Câvid Cincinin Amerikaya kaçdığı rivayeti de çıkdıkdan sonra, küçük delikanlının, dehlizin kapalı bir kolu içinde, dibde bir çöküntü altından cesedi çıkarılmışdır.
Câvid Cinci Bizans devrinden kalıntı o-lan dehlize bazı kazı âletleri alarak 24 şubat pazar günü girmişdir, ve dehliz ağzında bı-rakdığı bir .arkadaşına: «Bir buçuk saate kadar dönmezsem durumdan polisi haberdar
CÎNCİ (Câvid)
3578 —
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
3579 —
CİNCİ HOCA SARAYI
edersin» demişdir; ve yer altında bir kaç kola ayrılan ve eski bir su yolu olan dehlizde kaybolmuşdur. Polis ve itfaiye, hemen faaliyete geçmiş, şeker bayramının ilk gününe rastlayan 25 şubat pazartesi günü dehlizin içinde defineci gencin ayakkabları, çorabları, çekici ve kuskusu bulunmuş, fakat kendisinin izine rastlanmamışdır.
O zamana kadar bu semtde böyle bir dehliz bilinmediği için vak'a ile Arkeoloji Müzesi de yakından ilgilenmişdir. Müzeler adına gelen, hem kayıb genci aramak, hem de dehlizi tedkik etmek isteyen yüksek mimar Selma Emrel ile yardımcısı Necati Bü-yükçetin de dehlize girmişler 20 dakika süren bir araştırma yapmışlardır, dehlizde 43 metre kadar ilerlemişler ve kayıp gencden bir ize rastlıyamamışlardır (çarşamba günü).
Nihayet semt çocuklarından yine 19 ya-
Câvid Cinci ve ölüm dehlizi (Resim: S. Bozcalı)
şında Sedad Akarsu da dehlize girmiş ve ilk dikkatli tedkikî yapmışdır, bu genç: «Câvidin girdiği yerden on metre ilerledikten sonra kanallar dörtleşiyor, bunlardan ikisi açık, ikisi kapalı, dibe doğru giden kanal bataklık, öbü' ründen temiz bir su akıyor, bu kanal boyunca 159 adım gittim, içerisi çok sıcakdı, terledim; kapalı yıkık bir duvar gördüm, Câvid duvarın arkasında kalmış olabilir» demişdir.
Bir ara Câvid Cincinin çalışdığı otomo-bilhânesinden iki çırak çocuk: «Câvid bize sık sık Amerikaya kaçacağından bahsederdi» demişler, küçük delikanlının define macerası, izini kaybederek kaçma şekline dökülmüş, ve gazeteler, vak'anm neşrine «Defineci Câvid Cincinin hayatda olması muhtemel» gibi başlıklarla devam etmişlerdir. Fakat 3 mart pazar günü, araşdırmaya katılan bir askerî ekipden Çavuş Hâlis Saka, Sedad Akarsu a-dındaki gencin dikkatle durduğu noktada Câvid Cincinin cesedini bulmuş ve çıkarmış-dır. Cesed, sekiz güıi kaldığı dehlizde çamurlar içinde bulunmuşdur. Aşağıdaki satırları 4 mart 1963 tarihli Hürriyet gazetesinden alıyoruz:
«Dehlizin medhalinden 9 metre ötede bir dirsekten sola kıvrılarak yola devam eden 19 yaşındaki oto tamircisi, anlaşıldığına göre 11 metre gittikten sonra zeminde rastladığı bir taş kapağı, elindeki keskiyle parçalamıştır. Bilâhara bu kapağın altında, ilkine dik olarak duran su dolu diğer bir kanala inen define meraklısı genç, bir süre ilerlemiş, sonuna geldiğinde çıkış yeri bulamamıştır.
Dostları ilə paylaş: |