Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə67/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   90

ÇEŞNÎCl SOKAĞI — Eminönü İlçesinin Süruri Mahallesindedir (1934 Belediye Şehir Rehberi, pafta 4/6); Sultan Mektebi Sokağı ile Tarakçılar Sokağı arasında uzanır, Necibefendi Sokağı ile kavuşağı vardır; bir araba geçecek genişlikde kabataş döşeli bir yoldur. Sol köşede, yüzü Sultan Mektebi Sokağında olan İşçi Sigortaları Kurumu İstanbul Şubesinin bulunduğu bina görülür; iş hanları ile biri beş katlı dört ahşab ev arasından geçer; bu ahşab evlerin de yakın istikbâlde yıkılarak yerlerinde iş hanlarının yapılacağı aşikârdır, iş hanlarında dokumacı, ütücü, çorap - trikotaj iğne ve aksamı satıcıları, freze, torna, tesviye, kaynak sanayii makinaları yedek parçaları, madenî eşya imalâtçısı, çözgücü, Doğan Şirketi Acentalığı, Başaran Malî işler müşaviri; ve Nerekorm Laboratuvan bulunuyordu; ayrıca l marangoz - doğrama atölyesi, l aşçı, l kundura tamircisi, dükkânı vardır. Gümüşhane Yüksek Tahsil Yurdu ile Gümüşhane Kültür ve Yardımlaşma Cemiyeti de bu sokaktadır. Kapu numaralan 1-25 ve 2-14 dür (Nisan, 1964).

Hakkı GÖKTÜRK

ÇETARÎ BALIĞI — Karagöz balığı soyundan bir balık; sırtının rengi maviye çalar kurşunî, karnı beyaz ve boydan boya 10-12 aded parlak sarı çizgiler vardır ki ((Şam Çetârisi» denilen bir kumaşa benzediği için çetari adı verilmişdir. Vücudu büyük pullar ile kaplıdır. Sırt süzgeci - yelesi yekpare ve kuyruğuna kadar uzanır. Başı ve ağzı küçükdür. Renk ve manzarası çok hoş olan bu balığın eti lezzetsiz, üstelik çok kılçıklı, hiç makbul değildir. Sahillerde tek başına dolaşır, deniz otları ve denize atılan çöpleri yer; en büyüğü yarım kilo kadar gelir; Marmara'da az bulunur, bütün yıl içinde İstanbul Balıkhanesine 100 kilo kadar çetari gelir.

Bibi.: K. Deveciyan, Balık ve Balıkçılık.

ÇETELE — Eski İstanbul'un günlük hayatında veresiye alışverişte hesab tutmak için kullanılan tahta yahud ağaç parçaların adı; isim «çentmek» kökünden gelir. Hüseyin Kâzım Bey Büyük Lûgatında çetele-nin tarifini A. Vefik Paşa'nın «Lehçei Ös-mânî).v. isimli lûgatmdan alıyor: ((Aded ve mıkdara karşılık üzerinde kertikleri olan değnek, çubuk; bir yerde çentilen iki çatal çelik» diyor. Çeteleyi görmemiş, bilmemiş olanlar için onu bu tarif ile tahayyül etmek çok zordur. M. Zeki Pakalın da Osmanlı

ÇETELE


Tarih Deyimleri ve Terimleri isimli eserinde çeteleyi biraz dahıa etraflıca şöyle anlatıyor: ((Sayının tesbîti için kullanılan ağaç parçasının adıdır, ihtiyaca göre, küçük, orta veya büyük olarak kesilen ağaç parçası, el tutacak bir kısım olduğu gibi kalmak üzere, iki parçaya ayrılırdı; parçalar hesab-laşaeak olanlarda dururdu; el tutacak kısmı hâvi büyük parçanın alacaklı olan es-nafda, satıcıda durması kaaideden idi ve bunun bir yerine borçlu müşterinin adı yazılırdı. Teslimat yapıldıkça (mal verildikçe) parçalar yan yana getirilerek teslimat nisbetinde çentik yapılırdı. Çetele okuma bilmeyenlerin defteri mesabesinde idi. Çe-telelerle çok iş yapanlar, çetelenin el tutacak kısmının sonuna bir delik delerler ve çeteleleri bir ipe geçirerek öylece muhafaza ederlerdi. Yazma bilmeyenler nişan koyarlardı.»

Şemseddin Sami Bey de Kaamûsu Tür-kî'de şunları yazıyor: ((Çatal veya çentmek-den; yazı bilmeyen ekmekçi ve sair esnafın tuttukları hesab âletidir ki tûlen ikiye ayrılmış tahta bir çubuktan ibaret olup ikisi birleştirilerek üzerine bıçakla kertikler çentilir ve biri kendisinde, diğeri de alış veriş eden adamda kalır.»

Hemen daimî çetele ile iş yapanlar ekmekçi, sütçü ve saka (sucu) idi; kertikler ekmekçinin çetelesinde l ekmeği, sütçünün çetelesinde l okka sütü, sakanın çetelesinde l sefer suyu (l kırba yahud 2 teneke su) gösterirdi; ağaçdan, tahtadan bir anahtar demetini andıran çetele hevenklerinde çe-teleler bir bakışda ayırd edilecek şekilde yapılmış olurlardı; meselâ bir ekmekçide her gün ekmek verdiği 40 kapıya âid 40 çetele varsa, hepsinin ağacı, tahtası ayrı olurdu. Bir evde de faraza ekmekçinin, sütçünün, satıcının çeteleleri birbirine benzemezdi; Çetelede kertikler, çetelenin iki parçası her seferinde hep aynı hizaya getirilerek çaprast iki darbe ile iki parçada müşterek açılırdı.

Çetele kelimesi halk ve mizah edebiyatımıza da girmişdir. Hüseyin Kâzım Bey Büyük Türk Lûgatına Sürûri'nin «Hezeli-yât» ından bir kıt'a ile Manastırlı Nâili'-nin bir beytini almışdır ki şunlardır:

Çolpalarbası gedik berber kim Müşterisi idi üç beş amele Viresi bulduğunu ittikçe tıraş Serin eylerdi fakirin çetele

(Sürûrî)


ÇETİN (Bafralı)

3882 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

3883

ÇETİNER (Tuğrul)




Çeteleyle geçinür şimdicek erbabı bulûğ Nice hammâma gider vakti şafak paresi yok.

(Naili)


Bir istanbul yosmasının ahvâlini tasvir yolunda iaşağıdaki manzume de Üsküdarlı halk şâiri Âşık Râzi'nindir:

Ben kırk diyeyim de sen de yaz elli Eimi şahin başlı kâkülü telli Kimi çakırpençe zeberdest civan Kimi nazlı narin toyluğu belli. Yalın ayaklıdır yarım pabuçlu Her biri esnafın seçme güzeli. Hamlacı Helvacı Hallaç şehbazı Simitçi benlidir Saka gamzeli Çakır Mustafası yemenicidir Kalaycının da adı Mestâne Veli. Kömürcünün gözü kömür kaaresi Nakkaşın gözleri kudret sürmeli Şekerci Şerbetçi Berber nazlıdır Yorgancı Güzeli arslan yeleli. Amma libâsı zerkeşi içre Hanımın Çavuşa ziyâde meyli İsmü resmi ile tutar çeteie Yosma nigânmın o nâzik eli.

ÇETiN (Bafarlı) — Demir ve cam, ve insan midesine yakışmayan şâir sakil maddeler yiyerek sözde hüner gösterme yolu ile bir tarafdıan geçimini temin eden, bir taraf dan da kendi canı ile oynayan bir bedbaht kişi; 1938 de Bafra'da doğmuşdur. Çok dar gelirli bir ailenin âvâre oğlu olarak büyümüş ve henüz dokuz yaşında bir çocuk iken Bafra'da bir meyhanede sarhoş bir adamın bir su bardağını kâğıd helvası yer gibi yediğini görünce hayretler içinde bu işe heves etmiş ve muhakkak ki tehlikeli tecrübelerle aynı vahşî kaabiliyeti elde etmiş, herhalde etrafından dıa teşvik edilmiş olsa gerekdir, 18-19 yaşlan arasında İstanbul'a gelmiş ve Beyoğlu'nun gece kulüplerinde, bir hırdavatçı dükkânına benzi-yen bu ağız ve mîde marifeti ile sözde hayatını kazanmaya başlamışdır; fakat 1963 senesi başlarında mîde, câhil sahibine sert tepkisini göstermiş, 1963 yılı eylül ayında yirmi beş yaşında bulunan Bafralı Çetin bir gece ciddî bir buhran geçirerek İlk Yardım Hastahânesine kaldırılmış ve orada Operatör Dr. Subhi Ökzam ve Dr. Doğan Bilge tarafından kendisine bir tnîde ameliyatı yapılmış, l saat 45 dakika süren bu ameliyat sonunda Bafralı Çetin'in midesinden hüner sahnelerinde yenmiş l kol saati, 13 çay kaşığı, 81 çivi, 6 santim boyunda bir

vida, üçü Yale marka 5 anahtar, bir vidalı somun, küçük bir tırnak makası, bir 10 kuruşluk nikel para, bir sürü jilet bıçağı

i Bafralı Çetin

(Besim: S. B.)

kırığı, iki zincir çengeli ve 200 gram ağırlığında cam ve porselen kırığı çıkarümış-dır. Dr. Doğan Bilge gazetecilere verdiği beyânatda: ((Gencin kurtulması bir mucize eseridir; mîde bu paralayıcı hırdavata nasıl dayanmış ve delinmemişdir şaşılacak hâdisedir» demişdir.

Bibi.: Hürriyet Gazetesi.

ÇETÎN (iskender) — Zina yolunda işlenmiş bir cinayetin faili; 1964 yılı Haziranında âşık olduğu Fındık adındaki kadının kocası ve kendi hemşehrisi Ali Muş-lu'yu pastacılara satmak için martı yumurtası toplamak üzere gittikleri Burgaz adasındaki Hristos Tepesinin kayalık uçurumundan aşağı yuvarlamak sureti ile öldür-müşdür; birbirlerine kavuşamayan romantik âşıkların intihar yeri olarak bilinen bu uçurum ilk defia bir cinayete sahne olmuş-dur. Erzincan'ın Tercan kazası halkından olan 35 yaşındaki İskender Çetin İstanbul'a 1959 da gelmiş, devamlı bir iş tutamamış.

vak'adan altı ay kadar evvel yersiz kalınca Burgaz adasında oturan hemşehrisi 51 yaşındaki Ali Muşlunun evine sığınmışdır va kısa bir zaman sonra da Ali'nin karısı Fındık ile sevişmiş; beraberce kaçma teklifine

İskender Çetin ve Fındık Kadın (Besim: Ömer Tel)

karşı Fındık, kayalıklarda martı yumurtası toplamakla tanınmış Ali'nin vücudunun ortadan kaldırılmasını ileri sürmüşdür; cinayete verilecek kaza süsüne herkesin inanacağına güçlü kuvvetli şehbaz âşığını ikna etmişdir ve İskender Çetin mahbûbesi-nin tesiri altında hamisini yok etmekten çekinmemişdir. Bidayette vak'a kaza zannedilmiş ve genç kaatil vicdan azabı ile suçunu itiraf etmiştir.

Bibi.: Oünün Gazeteleri

ÇETÎN (Remzi) — Zamanımızın son derecede cür'etkâr gece hırsızlarından, bilhassa kasa hırsızı; 1959 yılı ekim ayı başlarında bir gece Bakırköy'de Migros mağazasına girerek altı bin liraya yakın bir para kaldırmış, fakat dostu olan bir kadından aldığı mektubu tuvalet kâğıdı yerine kullanma gafletini gösterdiği için, vak'adan üç gün sonra Aksaray'daki evinde ya-kalanmışdır; aslında İstanbullu ve Aksa-ray'lı olan Remzi Çetin muhitin hâli vakti yerinde ve tanınmış bir ailesinin oğludur; 1959 da. Cumhuriyet gazetesinin kaydına göre 18, diğer bir gazetenin kaydına göre 22 yaşında bulunuyordu; hırsızlığa 14 yaşında bir çocuk iken başlamış, yaş küçüklüğü yüzünden gördüğü af cür'etini arttırmış, sonra kötü yolda kötü yaran ile büsbütün azmış, iln kısa mahkûmiyetinde şe-

sîr elinde hapishane stajını görmüş, girdiği ceza evlerinden dört defa kaçmış îzmirr de Nato kantininin, Ankara'da bir mücevhercinin, Eskişehirde bir kuyumcunun kasalarını soymuş, bu soygunlardan 8,5 yıl ağır hapsi mahkûm olmuş, fakat cezasını çekmek üzere girdiği Ankara Ceza Evinden de firar ederek İstanbul'da Fatih'de yeni bir soyguna teşebbüsünde suç üstü yakalanmış, bu arada polise karşı silâh kullanarak bir komiseri yaralamış, kendisi de yaralanmış; tedavi için yatırıldığı Cerrahpaşa Hastahânesinden de kaçarak son suçunu işlemişdir.

Aksaray'daki evinde tutulduğunda Migros kasasından aldığı 5490 lirayı bir odanın döşeme tahtası altından çıkarıp zabıtaya teslim etmiş, vak'anm keşfi için Ba-kırköyü'ne götürüldüğünde de Migros müdürüne: «Paranızı harcamadım, yoksa barda kumarda iki gecede ezerdim, şimdi bana yüz lira huzur hakkı verin de hapishaneye meteliksiz girmiyeyim, göreceğim yeni ceza hariç zâten sekiz buçuk yıl mahkûmiyetim var!» demiş, müdür istenilen parayı vermeyince: «Cezaevinde bütün hırsızlara buranın .bir mâden olduğunu söyliye-ceğim, mağazanıza duman attıracağım!» tehdidini savurmuşdur. Yolda bir polis : «Remzi, bakalım yine kaçabilecek misin?» diye sorunca: «Boş ver ağabey!... Firar edemezsek af yetişir imdadımıza!» cevabını vermişdir.

ÇETİN (Yalçın) — Karikatürist; 1934 de İstanbul'da doğdu; Mehmed Ata Bey ile Münevver Hanımın oğludur; Kasımpaşa 10. İlk Okulu ve Beyoğlu Orta Okulunda Okudu, bir ara Güzel Sanatlar Akademisine devam etti ve bu akademiden 1954 de ayrıldı, basma ihtisab etti; bir sanat ve edebiyat mektebi olan Akbaba mecmuasının karikatüristlerinden biri oldu; Ta-nin Gazetesinde çalışdı. 1959 da Gazeteciler Cemiyetinin tertib ettiği yıllık yarışmada mansiyon aldı.

ÇETİNER (Tuğrul) — Bu satırların yazıldığı sırada şöhretinin ilk kademelerinde sahne artisti; 1942 de İstanbul'da doğdu; pek küçük yaşda iken alâka ile dinlediği radyo temsilleri onda bir sahne aşkı hâline geldi; İzmir'de orta okul talebesi iken sahneye ilk defa Devlet Tiyatrosunun İzmir temsilleri sırasında Philippo'nun ((Kiralık Bina» piyesinde bir «tikli çocuk» ro-



ÇETÎNTAŞ (Sedad)

3884


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

388^

ÇEVKÂNÎ



Tuğrul Çetiner

Solda 1963 deki yüzü, sağda sahne için


i makyajlı yüzü.

1 (Resim: Sabiha Bozcalı)

lü ile çıktı, ki kendisini bu rol için ortaokul öğrencileri arasından Muhsin Ertuğ-rul seçmişdi; 1959 da orta okulu bitirdi ve îzmir Konservatuarının tiyatro bulümüne girdi; İzmir Konservatuarında tiyatro bölümü lâğvedilince 1962 de imtihanla Ankara Devlet Konservatuarına geçdi ve beş ay sonr a (temmuz) oradan diploma aldı.

Pek taze meslek hayatında «Evin îçi», «Ödipos», «Kibarlık Budalaları», «Aşk ve «Barış» da ufak rollerde oynadı, ((Babamızın Evinde Hayat» piyesinde baş role çık-dı; bu İstanbullu genci, istikbâl için Türk sahnesinin ön safda simalarından biri olarak görmek mümkündür (Kasım, 1963).

.ÇETİNTAŞ (Sedad) — Mimar, ressam ve muharrir olarak millî kütübhânemize, türk irfanına büyük hizmetde bulunmuş âlim ve sanatkâr yüksek mimar Sedad Çetin taş'ın sânına lâyık bir hal tercemesi yazmak imkânını bulamadık. Bir hal ter-cemesinin yazılması için gereken notları; bu sayfaların baskıya verileceği saate kadar bekledik ve «S» harfine atıf, bizim için üzücü bir zaruret oldu (B.: Sedad Çetin-taş).

ÇEVlKER (Kâmil) — Kasımpaşa'nın üstünde büyük Kulaksız Mezarlığı mezarcısı; 1941 de seksen yaşında olarak öldü ve mezarcılığı oğlu Hâşim, Çeviker'e bırakdı, ki bu aile aynı mezarlıkda bir buçuk asır-danberi, en az beş kuşak boyunca mezarcılık edegelmektedir. Kâmil Çeviker son günlerine kadar gaayet sağlam bir hafızaya sâhibdi ve ölüm edebiyatı üzerine mahfû-

zâtı çok zengindi; vakitsiz ölümleri ile muhitlerinde derin acılar uyandırmış nevci-vanlar, gelinlik kızlar, yeni gelinler, lohu-salar, âşıklar, maşuklar, aşk yüzünden intiharlar ve cinayetler, içki kurbanları, kaza kurbanları, kabadayılık ve ' külhanbey yolunda can verenler, yine aynı kopukluk yolunun kurbanı olmuş tulumbacılar üzerine türlü hâtıralar, fıkralar, vak'alar nakleder, destanlar, semaîler, türküler, mersiyeler okurdu. Bildiklerini duyduklarını kalem diline veremeden ölümü İstanbul hayatı ve tarihçesi bakımından büyük kayıb olmuşdur.

ÇEVİRMEĞİ SOKAĞI — 1934 Belediye Şehir Rehberinin 20 numaralı paftasına göre Boğaziçi'nin Rumeli yakasında Orta-köy'ün sokaklarından; yerine gidilip şu satırların yazıldığı sıradaki durumu tesbit edilemedi (1964, temmuz).

ÇEVİRMEK, ÇEVRİLME — Osmanlı Sarayı ağzında ve yalnız kapu kanadı ile dolap ve yüklük kapaklan için «kapamak» ve ((kapanmak» karşılığı olarak kullanılırdı; kapamak veya kapanmakda bir şeamet sezilmiş, asırlar boyunca devam ede gelmiş bir an'ane olarak, meselâ «kapuyu kapa!.. kapu kapandı...» yerine «kapıyı çevir!...», «kapu çevrildi!..» denilmişdir.

Ayni an'ane tekkelerde de vardı. Bibi.: Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri.

ÇEVKÂNÎ — Geçen asır sonlarında yaşamış Hamzavî barikatından halk şâiri bir kalenderdir; kendi asıl adı da Hamza olup Rumelinde Kızanlıkda doğmuşdur, oranın terzi esnafındandır; 1876 Rumeli bozgunundan bir müddet sonra memleketindeki baba ocağını satarak tahminen otuz yaşlarında iken İstanbula gelmiş ve bir müddet adını tesbit edemediğimiz bir hamamda dellâklik yapmışdır; «Bergüzârı Çevkânî» adını verdiği bir risalede altı parça manzumesi vardır ki küçümsenmiyecek bir tahsil ve edebî terbiye gördüğü anlaşılıyor:

Mâyemiz aşk u muhabbet Kızanlıkdır hâki pâkim Hayyat Hamza dirler bana Kalenderlikde bî bakim Ocak satdım bir kaç pula Büşdüm yârim ile yola Vardım şehri İstanbula Hamam çıplağı dellâkim.

Âşık Çevkânii gümrâh Kân dâim âh ile vah Germâbede tam altı mâh

Hizmetde çüştü çâlâktm.

#

Kutbi âlem Hamza Velî Sırrına mazharsın belî



Çık meydânı muhabbete Pirinden aidin sen eli.

Yalın ayak başı açık Mestânelik göstermeli.

Köçefci hoş cünbüş olub Aşkı Hayderle dönmeli.

Yâ dost deyû çek sineye Kande gördün bir güzeli

Abdalı ol bîr mehveşim Zencîri aşk perçem teli

Cümîc varın oda yak gel

Ko disümîer sana deli *

Hak budur gerçek âşıkın Dîdesi yarden ayrılmaz Aşkına beî bağlayınca Dîdesi yarden ayrılmaz.

Boğar her şeb mâh misâli Muhabbetti laubali Âşıklığın belli hâli Dîdesi yarden ayrılmaz.

Kibarında kopuklarda Ya gül penbe topuklarda Perçem kâkül yapuklarda Dîdesi yarden ayrılmaz.

Âşıkın varlığı dildâr Gözler anda merkez medar Kimi şalıdır kimi serdâr Dîdesi yarden ayrılmaz. Kes vebalin başın gel Yâye nisbet ismi gfiizel Sırmakeşdir zülüf tel tel Dîdesi yarden ayrılmaz. (Sırmakeş Bâli)

*

Baş acık meydânı aşkde Bir dilberin bendesiyiz Yalın ayak sîne üryan Bir dilberin bendesiyiz.



Ol perî rû sinemde can Anın yüzü şemsi cihan Lâ'li lebi derde derman Bir dilberin bendesiyiz.

Vechjndedir Nur Âyeti Hüsnünün yokdur gaayeti Bak ne câzıbdir vahşeti Bir dilberin bendesiyiz.

Germâbeler sahnı gülsen Kaçan varsa ol şûhişen üryan gören dîde rûşen Bir dilberin bendesiyiz.

Hayyatıma usta oîdum Cim karnında nokta oldum Dildânmı Eab'de buldum

Bir dilberin, bendesiyiz. (Terzi Receb)

*

Hâlim açmam yârime ben Arif ise bilsün hâlim Görsün nakşi hüsnün nedir Sinemde ol mâh cemâlim.



Âşıklara figan gerek Maşuklara irfan gerek Zira derde derman gerek Mescidde kande Biîâlim.

Siyehçerde dilberim var

Âhûyi vahşî bî karar Sipahizâde Şehsüvar Piyadeyim bî mecalim.

Va'diî vasîmla peylemiş Âşık başın top eylemiş Yitirmiş mi ya neylemiş Yar boynundadır vebalim.

Gördüm ol gönce verdi Deryada üryan çimerdi Sandım gönül kadre erdi Vaslıyla artdı melalim.

*

Gerçek âşık olan kişi Yârinde istemez nikaab Şeytan ile birdir dişi Câme hâbı dârül ikaab



Arar gezer bir tâzerû IZeberdest sahibi bâzû Dîdede âteşi arzu Ruhlerinde rengi hicâb.

Nurdan sülüs elif kaamet Olsa tüm üryan ol âfet Lîbas olrar ana iffet Dîvânı aşk içinde bâb.

Sahi hûban hümâ pervâz Letafetti bülend avaz Ser tâ be pa işve tırâz Tâki ebrüvânı mihrâb.

Nakşi pâyi billura denk Olmaz mücevherli çelenk Seveceksen sev bîr pelenk Lebi lâ'li nth şerâb.



mm

çev&e

— 3886 —


ÎSTANBtTL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3887 —

ÇEYREKCİ



ÇEVRE — «Kenarları kıvrılmış, oya ile yahud işleme nakışlarla süslenmiş, yağlık, mendil. Yazma ve sırmalı olmak üzere iki türlüsü vardır. «Yazma çevre» ve «sırmalı çevre» denilir; sırmalı çevrelere de «yağlık>-adı verilir.», (Mehmed Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri).

Eski metinlerde mendil ismine rastlanmaz; yağlık adı da avâmî bir isimdir, çevre ile beraber esnaf ağzında dolaşmışdır; orta halli ve yüksek kibar muhitinde zamanı mızm mendili karşüığı «destmal» ve «mak-reme),-! isimleri kullanümışdır (B.: Destmal, Makreme).

işlemeleri ile ve oyaları ile öylesine kıy metli eski çevreler vardır ki, zamanımızda antikacı dükkânlarında satılmakda ve müze vitrinlernide ecdad yadigârı mefahir arasında teşhir edilmektedir. Eski îstanbul-un günlük hayatında ise çevre, hanımların ve hanım kızların, hattâ sultanların ve hanım sultanların ve cariyelerin harem hayatı meşgaleleri arasında, oyalarının hazırlanması ve sırma ile ipekle nakışlarının işlenmesi bakımından önemli bir iş konusu olmakla kalmamış, kızlanin çeyffe eşyaları arasına girmiş, dost elinden yadigâr olarak verilmiş, yavuklular elinde maşuka
Hurrem Sultanın makremesinin bir köşesi.
i (Besim: Nezih)

hâtırası olarak öpüle koklana koyunlarda saklanmış, güzellikleri ve tuvaletleriyle en zarif gençlerin süsünü tamamlamış, orta tabakadan nice yetîmelerin ve dulların el emeği ve göz nuru ile nâmışkârane geçimlerini temin etmişdir; Büyük Kapalı Çar-şıda türlü çeşidleri ile çevrelerin, oyaların emsali eşyanın alınıp satıldığı bir çarşı boyu asırlardanberi Yağlıkçılar, Yağlıkçılar Caddesi adı ile anıla gelmektedir (B.: Büyük Kapalı Çarşı; Yağlık; Yağıkcı; Yağlıkçılar Caddesi; Oya).

Romanlarında ve uzun hikâyelerinde yeri düştükçe eski hayatı anlatan, eski â-det ve eşyalardan bahseden, ve eserlerinin o didaktik vasfından ötürü çağdaşları tarafından «Hâcei Evvel», Başöğretmen lâkabı ile anılmış olan Ahmed Mithad Elendi «E-mânetçi Sıdkı» adındaki uzun bir hikâyesinde de zengin düşkünü Dimyatîzâdenin dul zevcesi ile kızı Ayşe Hanımı bir müddet oya yaptırarak ve çevre işleterek ve yaptıklarını yağlıkçılara sattırarak yaşatmışdır; hikâyesinin o faslına da «Sanat altın bile-zikdir» ser levhasını koymuştur; aşağıdaki satırları oradan naklediyoruz:


((Ayşe bir oya yapmaya ve valdesi de dört çevreyi birden gergefe gererek işlemeğe başladılar. Bir hafta sonra vücuda getirdikleri işleri valdesi alub çarşıya Yağlıkçılara götürdü, ilk gösterdiği dükkândan oyaya on kuruş ve dört çevreye de altı kuruş verdiler. Kadıncağız : «A!... A!... ipliğine mi, el emeğine mi?» diye tazallüme başladı ise de o çarşı kurtlarını ilzam edecek söz bulamıyordu, Yağlıkçı: — Bu oyada kaç paralık iplik var. Çevrelerde de klabdanın eseri yok!.. Senden kaça almalıyım ki ve sonra müşteriye kaça satmalıyım ki ben de ne kazanmalıyım!., diye çenebazlığa başladığı zaman kadıncağız gaşınp kaldı. Az kalmış idi ki o bir hafta-lık emeklerini on altı kuruşa versin. Bunların eczası (malzemesi) için Yahudiye borçları beş kuruş ise de ana kız bir hafta müddet onbir kuruşa çalışmış olacaklardı, kuru ekmekle dahi taayyüş edemezlerdi. Bereket versin ki yağlıkçı kadıncağızı kandırabilmek için sözü uzatıp uzak dükkânlara kadar nazarı

dikkati çekdiğinden beş dükkân aşırı ak sakallı bir yağlıkçı:

—.Hanım efendi!... Buraya teşrif buyurunuz!... Şu çevre ve oyalarınızı bir de ben göreyim!... diye haykırdı.

Ak sakallı efendi bunları güzelce temaşadan sonra:

— Hanım Kızım!... Hakikaten güzel işlenmiş şeylerdir., birisi çarşıdan bu oyayı satın almak istese elli kuruş verebilir, çevreler dahi en aşağı beş kuruş eder... malûm ya, dükkâncı da biraz kazanmak ister, şu yetmiş kuruşluk mala elli kuruş verir isem bana verir misiniz? dedi.»

Ahmed Mitht Efendi «Emanetçi Sıdkı» hikâyesinin zamanı için 1845 - 1850 arasını seçmişdir; işlemeli bir çevreyi yağlıkçıya 4 kuruşa aldırıp 5 kuruşa sattırması tahminî kıymetler olmak gerekir. Topkapusu Sara-rayı Müzesinde pek kıymetli çevreler vardır; bunların arasında Kanunî Sultan Süleyman'ın zevcesi Hurrem Sultan'm bir makremesi, tarihî hâtırasının yanında maddî kıymetinin biçilrhesi de çok zor ve yüksek sanat eesridir. Bu ansiklopedinin mü-devvini Reşad Ekrem Koçu'nun aile hâtıra • lan arasında Eskizağra Ayanı Kapucubaşı Mehmed Ağanın kızı Ayşe Hanım tarafından bürüncük üzerine ipek ve sırma ile işlenmiş iki çevre - vala vardır ki, benzerleri Topkapusu Sarayı Müzesinde yokdur, yalnız bir tanesi bir antikacı vitrinini tek başına doldurub tezyin edecek güzellik ve ihtişamdadır.

Yeniçeriliğin son devrinde namlı İstanbul zorbaları ka-nadları altına aldıkları yosma nigârlara ve sikirdim civanlara, bir köşesine mensub oldukları yeniçeri ortasının nişanı, alâmeti farikası işlenmiş çevreler verirlerdi ki aralarında kullanılan tâbir ile o çevrelere

«Balta); denilirdi (B.: Balta; Balta asmak); zorba hamisinden böyle bir çevre almış olan da onu, niaşnı görülecek şekilde ya omuzuna iliştirir, ya--hud külahının dülbendine sokar, balta çevreyi görenler de taşıyan nazeninlere yan gözle dahi bakamazlardı.

ÇEYREKCt, ÇEYREKCt KAS ABLAK

— Hüseyin Kâzım Bey Büyük Türk Lûga-tmda «Çeyrekci» maddesinde Lehçei Osma-nîden naklen: ((Pazarlarda gezen ayak kasabı ve bâzı satıcı» diyor. Mehmed Zeki Pakalın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri isimli eesrinde şunları yazıyor: «Eskiden pazarlarda et satan ayak kasabları hakkında kullanılır bir tâbirdir. Farsça dörtte bir mânasına gelen çeyrekden boz madır. Bunların sattığı etler ekseriya koyunun dörtte bir oluşu çeyrekci tesmiyelerine sebep olmuşdur.»

Üsküdarlı Vâsıf Hiç İstanbul Ansiklopedisine tevdi ettiği notlarda ayak kasabları hakkında şunları yazıyor: «Tarihe karışmış esnafdandır; omuzda bir sırık, etler dizili, elde bıçak, belinde peştmeal: — Semiz!... diye gezer, yahud işlek, münâsib bir yer tu-tub bir sehpâ üzerine et sırığını koyarak dükkâncı kasablardan daha ucuza et satar, daha çok iş yaparlardı.»


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin