Danıel Defoe Robınson Crusoe



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə11/26
tarix26.08.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#75006
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   26

Bu uzun yolculuğun yorgunluğunu çıkarmak ve beslenip tekrar güç kazanmak için bir hafta evde dinlendim. Bu süre boyunca, zamanımın çoğunu, artık evcilleşmeye ve bana da iyice alışmaya başlayan papağanım Poll'a bir kafes yapmak gibi önemli bir işle uğraşarak geçirdim. Sonra küçük çitimin içine kapattığım zavallı keçi yavrusu aklıma geldi; gidip onu eve getirmeye ya da en azından biraz yiyecek vermeye karar verdim. Gittiğimde yavruyu bıraktığım yerde buldum, oradan çıkamazdı zaten, ama neredeyse açlıktan ölmek üzereydi. Gidip ağaç dallan ve fundalardan elime ne geçerse kestim, önüne attım. Besledikten sonra, arkamdan çekmek için önceki gibi boynundan iple bağladım, ama açlıktan öyle uysallaşmıştı ki, bağlamama gerek bile yoktu, çünkü bir köpek gibi tıpış tıpış peşimden geliyordu. Sonra bu yavruyu besledikçe, öyle sevimli, uysal ve tatlı bir yaratık oldu ki, evcil hayvanlarımın arasına katıldı ve bir daha benden hiç ayrılmadı.

-178-


Güzdönümünün yağmur mevsimi artık gelmişti; adaya çıkışımın yıldönümü olan eylülün 30'unu yine aynı kutsal gün havası içinde geçirdim. Tam iki yıldır buradaydım ve kurtulma umudum da ilk günkünden fazla değildi. Bütün günü, yaşadığım yalnızlığın yanı sıra bana bağışlanan bir sürü olağanüstü şey için alçakgönüllü bir şekilde şükrederek geçirdim; bu bağışlar olmasaydı, çok daha sefil olurdum çünkü. Bana, insanlar arasında özgürce dolaşmaktan ve dünyanın bütün zevklerini tatmaktansa, bu yapayalnız halimle bile daha mutlu olabileceğimi gösterdiği için Tann'ya alçakgönüllü bir şekilde ve bütün kalbimle teşekkür ettim. Varlığıyla, ruhuma bağışladığı esenlikle; O'nun takdirine güvenmem, öbüY dünyada da sonsuz varlığına sığınmam için bana verdiği destek, rahatlık ve cesaret dolayısıyla yalnızlığımın kusurlarını ve insanlara duyduğum özlemi gidermişti.

Düştüğüm sefil durum bir yana, şimdiki hayatımın, eski günlerimde sürdüğüm o kötü, kahrolası, iğrenç hayattan çok daha güzel olduğunu şimdi ciddi ciddi hissetmeye başlamıştım. Artık üzüntülerim de sevinçlerim de değişmişti; isteklerim başka başka olmuş, duygularım daha değişik şeylere yönelmiş ve zevk aldığım şeyler de adaya ilk gelişimden bu yana, yani iki yıldır bütünüyle yenilenmişti.

Önceleri, avlanırken ya da adada dolaşırken, içinde bulunduğum durumdan dolayı, birdenbire ruhumda bir acı fırtınası patlak

-179-


verir; çevremdeki ağaçlara, dağlara ve bozkırlara baktıkça, okyanusun, ıssız bir kırın ortasında, ucu bucağı olmayan sürgüler ve kilitlerle kuşatılmış, hiçbir kurtuluş umudu olmayan bir tutsak olduğumu düşündükçe yüreğim daralırdı. En soğukkanlı anlarımda, bu duygular aniden bir fırtına gibi kopar, ellerimi ovuşturup çocuk gibi ağlamaya başlardım. Bazen de bu duygu, tam işimin ortasında üzerime çöküverirdi, o zaman içimi çekerek yere oturur ve bir iki saat bomboş bakar dururdum. Bu durum benim için daha kötüydü; çünkü ağlayabilseydim ya da acımı söze dökebilseydim açılırdım, çektiğim acı da dinerdi.

Ama artık kendimi yeni düşüncelere alıştırmaya başlamıştım. Her gün Tanrı Sözü'nü okuyor, verdiği bütün tesellileri içinde bulunduğum duruma uyguluyordum. Bir sabah, büyük bir üzüntüyle İnciti açtığımda şu sözlerle karşılaştım: "Hiçbir zaman, hiçbir zaman seni terk etmeyeceğim, unutmayacağım."* Bu sözlerin benim için söylendiğini düşündüm hemen; tam da Tann'nm ve insanların unuttuğu biri olduğum için durumuma ağladığım bir anda, bu sözler böyle karşıma çıkar mıydı yoksa? "Peki o zaman," dedim. 'Tanrı beni unutmayacaksa, bütün dünya unutsa, ne çıkar? Dünyayı kazanıp da Tan-n'nın lütfunu ve merhametini kaybetsem, bu eşi benzeri görülmedik bir kayıp olmaz mıydı?"

O andan itibaren bu unutulmuş, yapayal-

* Joshua l:5'ten alıntı.

-180-

nız halimle bile, dünyada erişebileceğim herhangi bir durumdan çok daha mutlu olabileceğimi düşünmeye başladım. Aklımda bu düşünceyle beni bu mertebeye getirdiği için Tann'ya şükretmeye karar verdim.



Ne olduğunu bilmiyorum; ama o anda birden aklıma gelen bir şey beni şiddetle sarstı, ağzımı açmaya bile cesaret edemedim. "Nasıl bu kadar ikiyüzlü olabiliyorsun?" dedim kendi kendime, hatta yüksek sesle. "Ne kadar hoşnut olmaya çalışsan da kurtulmak için bütün kalbinle dua edeceğin bir durumdan dolayı nasıl şükran duyuyormuş gibi davranmaya kalkarsın?" Durdum; burada bulunmaktan dolayı Tann'ya şükredemeyeceğimi anladım, ama acı verici olaylarla da olsa gözlerimi açarak eski «hayatımı görmemi ve işlediğim günahlar için üzülüp pişmanlık duymamı sağladığı için bütün içtenliğimle Tann'ya teşekkür ettim. Önceden İnciti ne açmış, ne de okumuştum. Ama İngiltere'deki arkadaşımı eşyalanmın arasına bir İncil koymaya yönelten -ben ondan böyle bir şey istememiştim- ve sonra da benim bu İnciti gemiden kurtarmama yardım eden Tann'ya bütün gönlümle şükrettim.

Üçüncü yılıma bu düşünceler içinde girdim. Okuyucuyu sıkmamak için bu yıl yaptığım işleri, ilk yıldaki gibi teker teker anlatmayacağım, ama genel olarak neredeyse hiç boş durmadığımı, zamanımı her gün yapılacak birkaç işe göre şöyle böldüğümü söyleyebilirim: Birincisi, Tann'ya karşı görevim ve Kutsal Kitap'ı okumaktı; bunun için sürekli

-181-

belli bir zaman ayırıyor ve günde üç kez okuyordum. İkincisi, yiyecek bulmak için tüfeğimle dışarı çıkmaktı; bunu yağmur yağmadığında yapıyordum. Bu iş genellikle, sabahlan üç saatimi alıyordu. Üçüncüsü, yemek için vurduğum, yakaladığım, topladığım şeyleri temizlemek, tütsülemek, saklamak ve pişirmekti; bunlar da günün büyük bir kısmını alıyordu. Ayrıca günün ortasında, güneş tam tepedeyken, dışarı çıkılmayacak kadar sıcak olduğunu da göz önüne almak gerekiyor. Bu yüzden ancak akşama doğru, aşağı yukarı dört saat çalışabiliyordum. Ara sıra da avlanma saatlerimle çalışma saatlerimi değiştiriyor, sabahleyin çalışıp tüfeğimle avlanmaya da öğleden sonra çıkıyordum.



Çalışmaya elverişli zamanın kısalığına; işlerimin aşın zorluğu ile aletsizlik, yardım edecek kimsemin olmaması ve beceriksizlik yüzünden, yaptığım her şeyin çok zaman aldığını da eklemek isterim. Örneğin, mağarama koymak istediğim uzun bir rafı yapmak tam kırk iki günümü aldı; oysa aletleri ve bir atölyeleri olan iki bıçkıcı, aynı ağaçtan altı tahtayı yanm günde keserdi.

Benim durumum şöyleydi: Kesilecek ağacın büyük olması gerekiyordu, çünkü geniş bir raf yapmak istiyordum. Bu ağacı kesmem üç günümü aldı ve dallarını temizleyip ağacı bir kütük ya da kereste haline getirmek içinse iki gün daha gerekti. Epey bir kesip yonttuktan sonra iki yanını da inceltip ağacı yerinden oynatabilecek kadar hafif bir yongaya dönüştürmeyi başardım. Sonra ters çevire-

-182-

I

rek bir yüzünü, boydan boya, bir tahta gibi dümdüz yaptım, sonra diğer tarafını çevirerek tahta üç parmak kalınlığında ve dümdüz olana kadar o yüzünü de incelttim. Böyle bir iş için ne kadar çok el emeği harcadığımı herkes kestirebilir; ama emeğimle sabnm bunun gibi birçok başka işin de üstesinden gelmemi sağladı. Bunu anlatmaktaki tek amacım, böyle küçük bir iş için neden bu kadar çok zaman harcadığımı, yardım isteyebileceğiniz birileri ve aletleriniz olduğu zaman küçük bir iş olarak kabul edilebilecek bir şeyin, tek başına ve elle yapıldığında müthiş -zaman aldığını ve çok fazla emek harcamayı gerektirdiğini belirtmektir. Buna karşın, sabırla çalışarak pek çok şeyin üstesinden gelebiliyor, daha doğruöu, aşağıda da görüleceği gibi içinde bulunduğum şartlar dolayısıyla yapmak zorunda olduğum her şeyi yapabiliyordum.



Şimdi, kasım ve aralık aylannda, ektiğim arpa ve pirinçlerin ürün vermesini bekliyordum. Bunlar için kazdığım, gübrelediğim yer pek büyük değildi; daha önce de söylediğim gibi, kurak mevsimde ektiğim için bir mevsimlik ürünün tamamı boşa gittiğinden her birinin tohumu bir avucu geçmiyordu. Ama şimdi ekinim iyi olacak gibi görünüyordu. Ne var ki bir gün, birkaç tür düşman yüzünden bu ürünümün de hepsini birden kaybetme tehlikesi içinde olduğumu fark ettim. Ürünümden uzak tutmamın imkânsız gibi göründüğü bu düşmanlann başında keçiler ve yaban tavşanı dediğim hayvanlar geliyordu.

-183-


Yaprakların tadını aldıklarından gece gündüz ekinin içinde yatıyorlar ve bitkiler çıkar çıkmaz öyle çabucak yiyip bitiliyorlardı ki, sap vermelerine bile zaman tanımıyorlardı.

Bunun için tarlamın çevresine bir çit yapmaktan başka çare bulamadım; bu çit beni bir hayli uğraştırdı. Hemen yapmak zorunda olduğum için de her zamankinden daha çok çalışmak zorunda kaldım. Bununla birlikte, ekinim az olduğundan tarlam da küçüktü; dolayısıyla aşağı yukarı üç hafta içinde bütün etrafını çitle çevirmeyi başardım; gündüzleri etraftaki hayvanlardan bazılarını vuruyor, geceleri de, bekçilik yapsın diye, köpeğimi girişteki bir kazığa bağlıyordum. Köpek gece boyunca orada durup havlıyordu; böylece kısa zamanda düşmanların ayağı kesildi ve ekin de kuvvetlenip çabucak olgunlaştı.

Ama ekinlerim yeşerirken hayvanların verdiği zararı, şimdi başaklar çıkmaya başladığında kuşlar veriyordu; büyüyüp büyümediklerine bakmak için oraya gittiğimde, bilmem kaç türlü kuşun azıcık ekinimin başına üşüşmüş olduğunu gördüm, benim uzaklaşmamı bekliyormuş gibi orada duruyorlardı. Hemen, daima yanımda taşıdığım tüfeğimle üzerlerine ateş ettim. Ateş eder etmez, ekinin içinden de daha önce hiç fark etmediğim küçük bir kuş bulutu havalandı.

Bu bana çok dokundu; çünkü bu kuşların birkaç gün içinde bütün umutlarımı silip süpüreceklerini, açlıktan öleceğimi ve bir daha asla ekin yetiştiremeyeceğimi anlamıştım; ne yapacağımı da bilemiyordum. Bununla bir-

-184-

likte, gece gündüz başlarında beklemek zorunda kalsam bile ekinlerime sahip çıkmaya karar verdim. İlk olarak, ne kadar zarar verdiklerine bakmak için tarlanın içine girdim ve bir kısmını mahvettiklerini gördüm. Ama ekinler henüz yeşil olduklarından zararım o kadar da büyük değildi ve kurtanlabilirse geri kalanlardan da iyi ürün alabilirdim.



Tüfeğimi doldurmak için tarlanın kenarına gittim ve geri döndüğümde bütün hırsızların, sanki sadece benim gitmemi bekliyorlarmış gibi, tekrar etrafımdaki ağaçlara doluştuklarını gördüm. Gerçekten de böyleydi; gidiyormuş gibi yaparak yürümeye başladım. Görüş alanlarından çıkar çıkmaz, hepsi teker teker yine ekinin içine üşüştüler. Öyle öfkelenmiştim ki, daha fazlasının gelmesini bile bekleyemedim. Şimdi yedikleri her bir tanenin ileride bana bir parça ekmeğe mal olacağını bildiğimden, çitin kenarına varır varmaz tekrar ateş ettim ve üç tanesini vurdum. İstediğim de buydu; vurulanları topladım, İngiltere'de azdı hırsızlara yapılanı ben de onlara yaptım; öbürlerine ibret olsun diye bunları zincire vurup bir direğe astım. Bunun ne büyük bir etkisi olduğunu anlatmak imkânsız, artık kuşlar değil ekinlerime yaklaşmak, adanın o kısmını tamamıyla unuttular. Korkuluklarım orada asılı durduğu sürece, o civarlarda bir daha tek bir kuş bile görmedim.

Buna ne kadar sevindiğimi tahmin edebilirsiniz. Yılın ikinci hasat zamanı olan aralık ayının sonuna doğru da ekinimi kaldırdım.

-185-

Ne yazık ki, ekini biçmek için kullanabileceğim bir tırpan ya da orağım yoktu; elimden gelen tek şey, geminin silahlarından kurtardığım kılıç ya da palalardan birini kullanmaktı. Bununla birlikte, ekinim çok az olduğu için biçmekte fazla zorluk çekmedim; kısacası bunları kendime özgü bir yoldan, yalnız başaklarını keserek biçtim ve kendi yaptığım büyük bir sepetle eve taşıdım, ellerimle ovalayarak da taneleri ayırdım. Harman sonunda yarım ölçek tohumdan, iki kile pirinçle iki buçuk kileden fazla arpa elde ettiğimi gördüm, yani tahminimce; çünkü o zaman ölçü kabım falan yoktu.



Bununla beraber bu beni bir hayli yüreklendirdi ve zamanla Tanrı da yardım ederse, ekmek yiyebileceğimi düşündüm. Ama bu noktada yine kafam karıştı, çünkü ürünümü nasıl öğütüp un yapacağımı bilmediğim gibi nasıl temizleyip ayıracağımı da bilmiyordum ve un yapmayı başarabilsem bile nasıl ekmek yapacağımı bilmiyordum; ekmek yapmayı bilsem de nasıl pişireceğimi bilmiyordum. Çok ürün elde etmek, yiyeceğimi sürekli bir güvence altına almak arzuma bir de bu eklenince, bu mevsim aldığım mahsulün tamamını, hiç tadına bile bakmadan gelecek mevsim için tohum olarak saklamaya ve bu arada bütün çalışma saatlerimi de kendime un ve ekmek yapmak gibi büyük bir işe adamaya karar verdim.

Şimdi artık gerçekten ekmeğimi kazanmak için çalıştığımı söyleyebilirim. Bu bir parça ekmeğin ununu üretmek, hazırlamak,

-186-

ekmeğin kendisini yapmak, şekle sokmak, pişirmek için gerekli birtakım ufak tefek şeylere bu denli kafa yoran pek az kimse olduğu kesindir.



Doğanın en yalın hali içinde yaşamak zorunda kalan ben, bu bilgisizliğimi, cesaretim kırılarak her gün biraz daha hissediyor ve yukarıda bahsettiğim gibi hiç ummadığım bir zamanda, şaşılacak bir şekilde bir avuç tohum elde ettiğim ilk günden beri, her geçen saat bunu daha iyi anlıyordum.

İlk önce, ne toprağı sürecek sabanım, ne de kazacak bir bel ya da küreğim vardı. Daha önce de anlattığım gibi, tahta bir kürek yaparak bunun üstesinden geldim. Ama yaptığım iş de bir odun parçasıyla ne kadar yapılırsa, o kadar oldu. Bu' küreği yapmak günlerimi almıştı, ama demiri olmadığı için çabucak aşınmakla kalmamış, bir de bu kürek, hem işimi zorlaştırmış hem de ortaya çok kötü bir iş çıkmıştı.

Ama buna da katlandım ve sabırla çalışarak sonucun kötü olmasına da aldırmadım. Tohumlar ekildiğinde tırmığım olmadığı için ağır bir ağaç dalını toprağın üzerinde gezdirmek zorunda kaldım; buna da toprağı tırmıklamak ya da düzeltmek değil de, olsa olsa tırmalamak denir.

Ekinler büyürken de büyüdükten sonra da, çevresini çitle kapamak, biçmek, toplamak, ayıklamak, dövmek, dış kabuklarını çıkarmak ve saklamak için de birçok şey yapmam gerekiyordu. Sonra tahılı öğütecek değirmenim, eleyecek eleğim, ekmek yapacak

-187-

tuzla mayam ve pişirecek bir fırınım bile yoktu. Ama daha sonra anlatılacağı üzere, bütün bu şeyleri de yapmayı başardım; tahılın bana paha biçilemez bir faydası dokunmuştu. Bütün bunlar, dediğim gibi, her şeyi daha zor ve yorucu bir hale getiriyordu, ama başka çarem yoktu; zamanımı böldüğüm ve her günün belli bir kısmını bu işlere ayırdığım için çok fazla zaman da kaybetmiyordum. Elime daha çok ürün geçene kadar ekmek yapmamaya karar verdiğimden, önümdeki altı ay içinde var gücümle çalışarak ve bütün hünerimi ortaya dökerek elime geçecek üründen tam yararlanabilmek için kendimi gerekli aletleri hazırlamaya verdim.



Ama ilk olarak, daha büyük bir tarla hazırlamam gerekiyordu; çünkü artık elimde bir dönümden fazla toprağı ekecek kadar tohum vardı. Bu işe başlamadan önce, en azından bir hafta uğraşarak kendime bir bahçıvan beli yaptım; ama ortaya çıkan, çok ağır, çalışırken insanı iki kat daha fazla uğraştıran, hantal bir alet oldu. Bununla birlikte, işimi gördü; evimin yakınlarında, kafama uygun iki geniş düzlüğe tohumlarımı ektim ve tarlalarımın etrafım güzelce çitle çevirdim. Bu çitin bütün kazıklarım daha önce de kullandığım ve yeşereceğini bildiğim ağaçtan kesmiştim; bu yüzden bir yıl içinde, çabuk büyüyen yeşil bir çit olacağını ve biraz tamirden başka bir şey gerektirmeyeceğini de biliyordum. Bu iş o kadar da basit bir iş değildi, en azından üç ayımı aldı; çünkü bu zamanın çoğu yağmur mevsimine rastladığından dışarı çıkamıyordum.

-188-


Yağmurlu havalarda dışarı çıkamayıp evde kaldığımda aşağıda sözünü edeceğim işlerle uğraşıyordum. Çalıştığım süre boyunca da papağanımla konuşarak eğleniyor, ona konuşmayı öğretiyordum, kendi adını çabucak öğrendi ve en sonunda oldukça yüksek bir sesle, "Poll," dediğinde, bu söz adada, kendi ağzımdan başka bir ağızdan duyduğum ilk söz olmuştu. Ama bu işimin bir parçası değil, işime yardımcı olan bir eğlenceydi. Çünkü dediğim gibi, elimde bir sürü iş vardı; örneğin, şu ya da bu şekilde kendime, çok ihtiyaç duyduğum ama nereden ulaşacağımı bilmediğim toprak kaplardan yapmayı uzun süredir düşünüyordum. Bununla birlikte, iklimin sıcaklığını da göz önüne alarak bu işe elverişli kil bulabilirsem, çok düzgün olmasa da, güneşte kurutularak, kuru saklanması gereken şeyleri koymaya yarayacak kadar sert ve sağlam kaplar yapabileceğimden şüphe etmiyordum. Üretmeye çalıştığım tahıl ve un gibi şeyler için de gerekli olduğundan, bazılarını küp gibi ayakta duracak şekilde ve içine konulan şeylerin ağırlığım taşıyabilecek kadar, elimden geldiğince büyük yapmaya karar verdim.

Bu çamura şekil vermeye uğraşırken yaptığım beceriksizlikleri anlatsam -ne garip, şekilsiz, çirkin şeyler yaptığımı; kil kendi ağırlığını taşıyacak güçte olmadığı için kapların ne kadarının içe göçtüğünü, ne kadarının yıkıldığını; aceleyle dışarı çıkarıldıkları için kaç tanesinin güneşin sıcağına dayanamayıp çatladığım; kurumadan önce olduğu kadar ku-

-189-

ruduktan sonra da kaç tanesinin yerinden azıcık oynatılınca parçalara ayrıldığını- okuyucu bana acıyacak, dahası gülecektir. Kısacası, kili bulmak, kazıp çıkarmak, kıvamına getirmek, eve taşımak, şekle sokabilmek için o kadar çok çalıştıktan sonra, aşağı yukarı iki ay içinde ancak iki büyük çirkin şey (bunlara küp demeye dilim varmıyor) yapabilmiştim.



Bununla birlikte, kızgın güneşte kuruyup sertleştikten sonra bu iki kabı dikkatle yerlerinden kaldırdım ve yine bu amaçla, yani kaplar kırılmasın diye yaptığını iki büyük hasır sepetin içine yerleştirdim; küple sepetin arasında küçük bir boşluk kalmıştı. Bu boşluğu da pirinç ve arpa samanıyla doldurdum. Bu iki küp her zaman kuru kalacağından içlerine tahılları ve tahıllarımı öğüttüğümde belki un da koyabileceğimi düşünüyordum.

Büyük küpler yapma tasarımda çok fazla başarılı olamasam da küçük yuvarlak kaplar, düz tabaklar, testi, çömlek gibi daha ufak şeyleri ve elimin döndüğü başka şeyleri yapmakta daha iyi bir sonuç aldım ve bunlar kızgın güneş altında son derece sertleştiler. Ama bütün bunlar gerçek ihtiyacıma karşılık vermiyordu; sıvı şeyleri koyabileceğim ve ateşe de dayanıklı bir toprak kap yapmak istiyordum, ancak hiçbiri bu özelliklere sahip değildi. Bir süre sonra bir gün, et pişirmek için oldukça büyük bir ateş yakmıştım; işim bittikten sonra tam söndüreceğim sırada, ateşin içinde toprak kaplarımın kırık bir parçasını buldum; yanarak taş gibi sert, kiremit gibi kıpkırmızı olmuştu. Bunu görmek beni hem

-190-

şaşırtmış, hem de sevindirmişti; kendi kendime, bu kapların kırık bir parçası ateşte pişe-biliyorsa, mutlaka bütün olarak da pişirilebi-leceklerini söyledim.



Böylece çanak çömlek pişirmek için nasıl bir ateş hazırlamam gerektiğini düşünmeye başladım. Çömlekçilerin çömlek pişirmek için kullandıkları fırının nasıl bir şey olduğuna ya da biraz kurşunum olmasına rağmen bunları kurşunla nasıl cilaladıklarına dair en ufak bir fikrim yoktu. Ama üç büyük çömlekle iki üç çanağı üst üste dizdim; çevresine odun, altlarına da kızgın kor koydum. Çanaklar kor kırmızısı oluncaya kadar ateşi yanlardan ve üstten taze çalı çırpıyla besledim; çanaklardan hiçbiri çatlamamıştı. Kıpkırmızı olduklarını gördüğümde bu çan'aklan beş altı saat kadar ateşin içinde beklemeye bıraktım; en sonunda hiç çatlamamakla birlikte bir tanesinin eriyip akmaya başladığını gördüm. Kille karışık olan kum, sıcaktan erimeye başlamıştı, biraz daha ateşin içinde tutsaydım neredeyse cama dönüşecekti. Bu yüzden çanakların kızıllığı açılana kadar ateşi yavaş yavaş azalttım ve ateşin çok hızlı sönmesine izin veremeyeceğim için de bütün gece başlarında bekledim. Sabahleyin çok iyi -çok güzel diyemeyeceğim- üç güvecim, iki tane de tam istediğim sertlikte toprak kabım olmuştu ve bunlardan biri de eriyip akan kumla iyice sırlan-mıştı.

Bu deneyden sonra, toprak kap eksiğim kalmadı ama şekillerine gelince, tahmin edileceği üzere pek biçimsiz olduklarını söylemem

-191-

gerekiyor; çocukların çamurdan yaptığı pastalardan ya da hamura nasıl şekil vereceğini bilmeyen bir kadının yaptığı çöreklerden hiç farkları yoktu.



Kimse böyle basit bir şeye karşı, ateşe dayanıklı toprak bir kap yaptığımı anladığımda duyduğum kadar büyük bir sevinç duymamıştır herhalde; öyle ki soğumalarını bile zor bekledim. Soğur soğumaz da bir tanesine su doldurup et haşlamak için yine hemen ateşe koydum; çok da güzel oldu. Bir parça oğlak etinden de çok güzel bir çorba yaptım; gerçi tam istediğim gibi olması için içine biraz yulaf ezmesi ve başka şeyler de koymam gerekiyordu ama yine de güzel oldu.

Bundan sonraki işim, içinde tahıllarımı dövebileceğim ya da ezebileceğim bir dibek yapmaktı. Değirmene gelince, yalnız bir çift elle bu kadar ustalık gerektiren bir şey yapabileceğimi hiç sanmıyordum. Bu eksiğimi gidermek için daha çok yol almam gerekiyordu; çünkü dünyadaki bütün zanaatlar içinde elimin en az yatkın olduğu iş taşçılıktı. Ayrıca bunu yapacak aletim de yoktu. İçini oyarak dibek yapabileceğim kadar büyük bir taş bulmak için günlerce dolaştım ve hiçbir şekilde kesip çıkaramayacağım bütün bir kayadan başka bir şey bulamadım. Adadaki kayalar da yeterince sert değildi; hepsi kumlu ve ufalanan şeyler olduğundan ne havan tokmağının ağırlığına dayanabilirlerdi, ne de içleri kumla dolmadan tahıl dövmeye uygundular. Böylece, taş aramakla kaybettiğim onca zamandan sonra bu fikirden vazgeçtim ve sert bir ağaç

-192-

kütüğü aramaya karar verdim; nitekim kolayca buldum, yerinden kımıldatabileceğim ağırlıkta bir kütüğü seçtim, balta ve keserle dışından yontarak yuvarlak bir şekle getirdim. Sonra da ortasına, Brezilya'daki yerlilerin kanolarını yaptıkları gibi ateş yardımıyla ve bin bir emek harcayarak bir oyuk açtım. Ondan sonra da demir ağacı denilen ağaçtan büyük bir tokmak yaptım; bütün bunları, önümüzdeki mevsim alacağım ürünü döverek ya da öğüterek una dönüştürmek ve ekmek yapmak üzere hazırlayıp bir kenara kaldırdım.



Karşıma çıkan bir sonraki zorluk da unumu eleyip kepeğinden ve dış kabuklarından ayıklayacak bir elek yapmak ya da bulmaktı. Bunlar olmadan ekmek yapmamın mümkün olmadığını düşünüyordum. Bu en zor işti; elek yapmaya yarayacak hiçbir şeyim olmadığından -unu geçirebilecek ince bir bez ya da kumaş parçası- düşünmesi bile canımı sıkıyordu. Tam bu noktada kalakaldım ve aylarca hiçbir şey yapamadım. Gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum; elimde hiç keten bezi kalmamıştı, sadece paçavralar vardı; keçi kılı vardı ama nasıl eğrilip dokunacağını bilmiyordum ve bilsem bile bunu yapacak aletim yoktu. Sonunda bulabildiğim tek çıkar yol, gemiden kurtardığım denizci kıyafetlerinin arasındaki pamuklu kumaş ya da tülbentten yapılmış eşarpları değerlendirebileceğim oldu; bunların birkaçından küçük ama işimi görecek üç elek yaptım ve böylece birkaç yıl bunları kullandım. Daha sonra ne yaptiğımı sırası gelince anlatacağım.

-193-


Bundan sonra düşünülmesi gereken şey, işin pişirme kısmı ve ürünümü aldığımda ekmeği nasıl yapacağımdı; ilk olarak hiç maya yoktu. Bu eksiğimi gidermenin hiçbir yolu olmadığından bu konuya pek kafa yormadım; ama fırın olmaması gerçekten büyük bir dertti. En sonunda bunun için de bir deneme yaptım: Çok geniş ve yayvan birkaç toprak kap yaptım; çaplan aşağı yukarı iki ayakken derinlikleri dokuz parmağı geçmiyordu. Diğerleri gibi bunları da ateşte pişirdim ve bir kenara koydum. Ekmek pişirmek istediğim zaman, yine kendim yapıp ateşte pişirdiğim dört köşe tuğlalardan -gerçi bunlara tam da dört köşe diyemem- ördüğüm ocağımda büyük bir ateş yakıyordum.

Odunlar epeyce yanıp kızgın kor ya da köz durumuna geldiğinde bunları bütün ocağı kaplayacak şekilde yayıyor ve ocak iyice kızana kadar orada bekletiyordum, sonra bütün korları süpürerek ekmeğimi ya da ekmeklerimi ocağın içine yerleştiriyor ve toprak kapla üzerlerini kapatıyordum. Sıcak tutmak ve daha da çok ısıtmak için de bütün korları kabın etrafına diziyordum. Böylece, dünyanın en iyi fırınını bile aratmayacak güzellikte arpa ekmekleri pişirmeye başladım ve üstelik kısa bir zaman içinde de tam bir hamur işi aşçısı oldum; pirinçten kendime birkaç çeşit kek ve muhallebiler yapıyordum, ama hiç çörek yapmadım çünkü kuş ve keçi etinden başka içlerine koyacak şeyim yoktu.

Bütün bu işlerin, buradaki üçüncü yılımın büyük bir kısmını almasına şaşmamak

-194-


gerek. Bu işlerin arasında bir de yeni harmanı kaldırıp tarlamla uğraştığımı gözden kaçırmamak gerekiyor; mevsimi gelince ekinimi biçmiş, elimden geldiğince eve taşımış ve elimle ovup ayıklamaya vakit bulana kadar da başaklanyla beraber, büyük sepetlerimde saklamıştım; çünkü ekinleri dövmeye ne yerim ne de aletim vardı.

Artık ürünüm de gittikçe arttığı için gerçekten ambarlarımı büyütmek* istiyordum. Bunları koyacak bir yere ihtiyacım vardı; çünkü ürünüm o kadar artmıştı ki, elimde yirmi kile arpayla bir o kadar, belki daha da fazla pirinç vardı; öyle ki artık bunları bol bol kullanmaya karar verdim. Ekmeğim de uzun süre yettiği için bu yıl yalnız bir defa ekim yaparak bütün bir yıl ne kadar ürünün yeteceğini görmeye karar verdim.


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin