Son dolu tüfeklerimizi çabucak harcamak istemiyordum; bu yüzden uşağımı yanıma çağırdım -adamım Cuma'yı değil, çünkü Cuma o sırada daha iyi bir işle uğraşıyordu, biz başka bir şeyle meşgulken akla gelebilecek en büyük ustalıkla hem benim tüfeğimi hem de kendi tüfeğini doldurdu. Dediğim gibi diğer adamıma seslendim ve ona bir boynuz barut vererek bunu kerestenin üzerine kalın bir çizgi halinde serpmesini söyledim. Bunu yaptı; kurtlar gelip kerestenin üstüne çıkmadan oradan kaçmak için çok az vakit bulabilmişti; tam o sırada ben de boş bir tabancanın tetiğini barutun ucunda çakarak barutu ateşledim. Kerestenin üstüne çıkmış olan kurtlar ateşten kavruldu, altı yedi tanesi de bizim tarafa düştü, daha doğrusu ateşin şiddetinden ve korkulanndan aramıza atladılar. Bunlann işini anında bitirdik. Ötekiler de artık iyice karanlık bastığından daha korkunç görünen alevden korkarak biraz geri çekildiler. Bunun üzerine son tabancalanmızın da hep birden ateşlenmesini emrettim, ateş ettikten sonra da hep bir ağızdan bağırdık. Kurtlar kuyruklannı kıstınp gerisin geri kaçmaya başladılar. Biz de siperden çıkıp sakatlanmış, yerde debelenen yirmi kurdun üzerine atıldık, kılıçlarımızla onlan parçaladık; sonuç umduğumuz gibi oldu; çünkü kılıçla saldırdıklarımızın uluyup acı acı inlemeleri ar-
-433-
kadaşlanna iyi bir uyan gibi göründü; böylece hepsi kaçıp bizi bıraktılar.
Baştan itibaren aşağı yukarı altmış kurt öldürmüştük. Gündüz vakti olsaydı, daha da çok öldürebilirdik. Böylece savaş alanı temizlendikten sonra tekrar yola koyulduk, çünkü hâlâ yarım fersah yolumuz vardı. Yolda birkaç kez bu vahşi yaratıkların ormanda uluyup kükrediklerini duyduk; birkaç kez de onları gördüğümüzü sandık; ama kar gözlerimizi kamaştırdığından emin olamıyorduk. Böylece aşağı yukarı bir saat sonra konaklayacağımız köye vardık; herkesi büyük bir korku içinde silahlanmış bulduk; anlaşılan önceki gece kurtlarla birkaç ayı köye saldırarak büyük bir korkuya sebep olmuştu; bu yüzden sürülerini ve aslında insanlarını korumak için gece gündüz, özellikle de geceleri tetikte durmak zorunda kalmışlardı.
Rehberimiz ertesi sabah çok hastalandı; iki yarası da iltihaplandığı için kollan bacakları şişti; dolayısıyla yola devam edemezdi. Bu yüzden orada yeni bir rehber tutup Toulouse'a gitmek zorunda kaldık. Verimli, güzel bir şehir olan Toulouse'da ılıman bir iklim hâkimdi; ne kar, ne kurt, ne de buna benzer bir şey vardı. Orada başımıza gelenleri anlattığımızda dağların eteğindeki büyük ormanlarda, özellikle de karlı havalarda bunun çok olağan bir şey olduğunu söylediler; böyle bir mevsimde bizi o yoldan götürmeyi göze alanın, ne biçim bir rehber olduğunu sorup kurtların hepimizi birden parçalamamasınm büyük şans olduğunu belirttiler. Onlara at-
-434-
lan ortaya alarak kendimizi nasıl savunduğumuzu anlattığımızda epeyce kızdılar; kurtlan bu kadar azgınlaştıranm atlar olduğunu, böyle bir durumda kurtulma şansımızın ellide bir olduğunu söylediler; başka zaman olsa, silahlardan gerçekten korkarlar-mış; ama bu sefer açlıktan kudurduklan için atlara saldırma istekleri onlara tehlikeyi unutturmuş; sürekli ateş edip en sonunda da barut serpintisi yöntemiyle onlan alt et-meseymişiz parçalara aynlmadan kurtulmamıza imkân yokmuş; oysa at sırtında kalıp ateş etseymişiz, kurtlar, üstünde insan olan atlan bu kadar çok kendi avlan gibi görmez-lermiş; bununla beraber son olarak da bir araya toplanıp atlan bıraksak, kurtlann onlan yemek içih çılgınca saldıracağını, elimizde bol bol ateşli silah olduğu için bu sal-dından sağ çıkabileceğimizi söylediler.
Kendi adıma, tehlikede olduğumu hiç bu kadar derinden hissetmemiştim; üç yüzden fazla canavarın kükreyerek ve bizi yutmak için ağızlarını açarak üzerimize geldiğini görüp de sığınıp kendimizi koruyabileceğimiz bir yer olmadığını düşününce ölüp gideceğimi zannetmiştim. Sanınm, o dağlan geçmeye bir daha asla cesaret edemeyeceğim. Haftada bir kez fırtına kopacağını bilsem bile bin mil deniz yolculuğu yapmayı böyle bir şeye tercih ederim.
Fransa'daki yolculuğum sırasında, öbür gezginlerin benim anlatabileceğimden çok daha iyi şeyler anlatmalan dışında dikkatimi çekecek sıradışı bir şey görmedim. To-ulouse'dan Paris'e geçtim ve hiçbir yerde doğ-
-435-
ru dürüst kalmadan Calais'e gittim, oradan da seyahate hiç uygun olmayan soğuk bir mevsimde 14 Ocak günü sağ salim Dover'a çıktım.
Artık seyahatimin sonuna gelmiş; yanımda getirdiğim poliçelerin de hemen ödenmesiyle kısa bir süre içinde varlığından yeni haberdar olduğum servetime kavuşmuştum. Başlıca akıl hocam, sırdaşım yine o yaşlı, iyi yürekli dul kadın oldu; ona para gönderdiğim için duyduğu minnet dolayısıyla benim için hiçbir şeyi yapmaktan kaçınmıyor, hiçbir şeyi zahmet olarak görmüyordu; her bakımdan güvenim tamdı, paralarımı gönül rahatlığıyla ona emanet edebilirdim; gerçekten de baştan beri bu iyi yürekli hanımefendinin kusursuz dürüstlüğünden çok memnundum. Artık malımı mülkümü bu kadına bırakıp Lizbon'a, oradan da Brezilya'ya gitmeyi düşünüyordum. Ama şimdi de aklıma başka bir şey takıldı; bu da din konusuydu. Ülke dışındayken, özellikle de yalnız kaldığım yıllarda Roma Katolik mezhebi konusunda bazı kuşkulara düşmüştüm; şimdi ise Roma Katolik mezhebini bütünüyle benimsemediğim sürece Brezilya'ya gitmenin, hele bir de oraya yerleşmenin benim için mümkün olmadığını biliyordum; aksi takdirde ilkelerim için kendimi feda etmeyi, Engizisyon'un elinde ölüp bir din şehidi olmayı göze almak zorundaydım. Bu yüzden İngiltere'de kalmaya ve bir yolunu bulursam çiftliği elden çıkarmaya karar verdim.
Bu iş için Lizbon'daki eski dostuma bir
-436-
mektup yazdım. Kendisi de karşılık olarak bana çiftliği orada kolayca satabileceğini; ama izin verirsem, bu teklifi benim adıma, eski vekillerimin çocuklarına, yani Brezilya'da yaşayan bu iki tüccara yapacağını; orada yaşayan bu adamların çiftliğin değerini tam olarak bildiklerini, benim de bildiğim gibi çok zengin oldukları için çiftliği seve seve satın alacaklarına inandığını; çiftliği onlar alırsa fazladan dört beş bin sekizlik kazanacağıma hiç şüphesi olmadığını bildirdi.
Ben de bunu kabul ettim, teklifi onlara yapmasını söyledim, o da böyle yaptı; aşağı yukarı sekiz ay sonra gemi dönünce adamların bu teklifi kabul ettiğini, bunun için Lizbon'daki bir ortaklarına otuz üç bin adet sekizlik gönderdiklerini bildirdi.
Bunun üzerine ben de Lizbon'dan gönderdikleri satış belgesini imzalayarak yaşlı dostuma gönderdim; o da bana mülkün karşılığı olan otuz iki bin sekiz yüz adet sekizliği poliçe olarak gönderdi; yaşlı kaptana hayatı boyunca ödemeyi söz verdiğim yüz altını, ondan sonra da oğluna ödeyeceğim elli altını da ayırmışlardı; çiftliğin kira geliri bunu rahatlıkla sağlayabilirdi. Böylece rastlantılarla, serüvenlerle, kaderin karmakarışık oyunlarıyla dolu bir hayatın ilk kısmını anlatmış oldum; dünyada eşine benzerine pek az rastlanabilecek, budalaca başlamış ama kapanışı hayatımın herhangi bir döneminde uma-bileceğimden çok daha mutlu olan bir hayat.
Böyle dolambaçlı bir şekilde alınyazımı düzelttikten sonra tehlikeleri geride bırak-
tığım, artık başıma öyle şeyler gelmeyeceği düşünülebilir; olaylar başka türlü gelişseydi, gerçekten de böyle olacaktı. Ama başıboş dolaşmaya alışmıştım, ne bir ailem, ne pek fazla akrabam, ne de zengin olmakla birlikte çok arkadaşım vardı; Brezilya'da mülkümü satmıştım, ama o ülkeyi bir türlü aklımdan çıkaramıyordum; gene rüzgâra kapılıp nereye sürüklerse oraya gitmeye can atıyordum; özellikle de adamı görme, zavallı İspanyolların oraya gelip gelmediklerini, adada bıraktığım asilerin onlara nasıl davrandığını öğrenme isteğine karşı koyamıyordum.
Gerçek dostum dul kadın beni bundan caydırmak için çok uğraştı ve gerçekten de uzun bir süre bu fikri bir kenara bırakmamı sağlayarak neredeyse yedi yıl yurtdışına çıkmama engel oldu. Bu süre içinde, erkek kardeşlerimden birinin çocukları olan iki yeğenimi korumam altına aldım. Kendine ait biraz malı olan büyük yeğenimi tam bir beyefendi olarak yetiştirdim ve kendisine ölümümden sonra verilmek üzere bir miktar mülk tahsis ettim. Ötekini bir gemi kaptanının yanma verdim; beş yıl sonra aklı başında, gözü pek, girişken bir delikanlı olduğunu görünce kendisini iyi bir gemiye yerleştirerek denize gönderdim; bu genç delikanlı sonradan benim gibi yaşlı bir adamı başka başka serüvenlere sürükledi.
Bu arada az çok yerleştim; her şeyden önce evlendim; bu evlilik beni zarara sokmuş, ya da mutsuz etmiş sayılmazdı. İkisi erkek, biri kız olmak üzere üç çocuğum oldu; ama
-438-
kanm öldü; yeğenim de İspanya'ya yaptığı yolculuktan başarılar kazanmış olarak dönünce denizlere açılma özlemimle yeğenimin ısrarlarına dayanamayıp Batı Hint Adalan'na giden gemisine özel yolcu olarak bindim. Bu da 1694'te oluyordu.
Bu yolculukta adadaki yeni halkımı da ziyaret ettim, benden sonra oraya yerleşen İspanyolları gördüm; bütün hayat hikâyelerini ve adada bıraktığım alçaklarla aralarında geçenleri; bu adamların ilk başta İspanyollara kötü davrandığını, sonradan nasıl anlaştıklarını, geçinemeyip bir ayrılıp bir barıştıklarını; en sonunda İspanyolların şiddete başvurmak zorunda kaldıklarını, bu adamların İspanyollara boyun eğdiğini, İspanyolların onlara ne kadar adil davrandığını öğrendim. Bu hikâyeyi anlatmaya başlasam benimki gibi türlü türlü olaylar ve olağanüstü tesadüflerle dolu olduğunu göreceksiniz; özellikle de birkaç defa adaya çıkan Karayiplilerle yaptıkları savaşlar, adada meydana gelen gelişmeler ve İs-panyollardan beşinin karşıdaki kara parçasına gitmeleriyle ilgili kısımları; bu beş kişi oradan on bir erkekle beş kadını esir alıp getirmişti, oraya gittiğimde adada yirmi çocuk olduğunu gördüm.
Burada yirmi gün kaldım ve sonra onlara gerekli bütün şeyleri, özellikle de silah, barut, saçma, giyecek, alet ve İngiltere'den getirdiğim biri marangoz, biri de demirci olmak üzere iki ustayı bıraktım.
Bunların yanı sıra, mülkiyet hakkını kendimde saklı tutarak adayı aralarında paylaş-
-439-
tirdim; her birine istedikleri parçayı verdim; böylece her şeyi düzene soktuktan sonra adayı terk etmeyeceklerine söz alarak oradan ayrıldım.
Bundan sonra Brezilya'ya gittim, oradan aldığım üç direkli yelkenli bir gemiyle adaya daha fazla insan yolladım; gerekli malzemelerin yanı sıra hizmet etmeye ya da isterlerse evlenmeye uygun yedi kadın gönderdim. İngilizlere gelince, kendilerini tarıma verecek olurlarsa, onlara da İngiltere'den gerekli malzemelerle birlikte birkaç kadın göndereceğime söz verdim; sonradan bunu yaptım da. Denetim altına alınıp arazi aralarında bölüştürülünce bunlar da çok dürüst ve çalışkan adamlar oldular. Ayrıca onlara Brezilya'dan üçü gebe beş inek, birkaç koyun, birkaç da domuz göndermiştim; adaya bir dahaki gidişimde bunların sayısının oldukça arttığını gördüm.
Ama üç yüz Karayîpli'nin gelip adayı nasıl istila ettiklerini, çiftlikleri yasıp yıktıklarını, bizimkilerin bu kadar büyük bir kalabalıkla iki kez savaştıklarını, başta yenildiklerini ve üç kişinin öldürüldüğünü; ama en sonunda bir fırtına düşmanlarının kanolarını batırmca açlıktan ölmeyenleri de bizimkilerin öldürdüğünü, sonra çiftliklerini onarıp hâlâ adada yaşadıklarını; bütün bunları ve bundan son- raki on yıl içinde yeni serüvenlerimde kendi şaşırtıcı bazı olayları
fflt
İL HALK KÜTÜPHANESİ ÖDÜNÇ VERME BÖLÜMÜ
Kuytt 3
T«»flİf No t
-440-
Konu No: KayıtNo:
KİTAP CEBİ
Robinson Crusoe, 1719 yılındaki ilk basımının ardından sadece kendisinden sonraki "ada" edebiyatını etkilemekle kalmamış, 18. yüzyılın başına kadar uzanagelen benzer konudaki edebiyatı da "robinsonadlar" başlığı altında sonrakilere bağlamıştır. Onlarca taklidi çıkan, her dönemde kahramanı yeniden yorumlanan Robinson Crusoe, kimi edebiyat tarihçilerine göre modern romanın da babası sayılmaktadır. Oyunlara, operalara, çizgi romanlara, filmlere, günümüzdeki bilgisayar oyunlarına esin kaynağı olan Robinson Crusoe, Rosseau gibi aydınlanmacılann övgüsünü almış, Marx, ünlü das Kapital kitabında, ekonomideki "değer" kavramını açıklamaya çalışırken bu metne de başvurmuştur.
Robinson Crusoe: Doğayı değiştirirken kendini de değiştirmek.
Dostları ilə paylaş: |