Danıel Defoe Robınson Crusoe



Yüklə 1,09 Mb.
səhifə24/26
tarix26.08.2018
ölçüsü1,09 Mb.
#75006
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

Bir süre sonra yeni elbiselerimi giymiş olarak oraya gittim; artık tekrar vali olmuştum. Hepsi oradaydı, kaptan da benimle birlikteydi. Adamlara onlan önüme getirmelerini söyledim. Onlara kaptana yaptıkları alçaklık-lann hepsini, gemiyi nasıl kaçırdıklannı ve başka soygunlar da yapmaya hazırlandıklan-nı bildiğimi; ama Tann'nın yardımıyla kendi kazdıklan kuyuya kendilerinin düştüğünü söyledim.

Benim emrimle geminin ele geçirildiğini; şimdi limanda durduğunu ve bu arada yeni kaptanlannın yaptığı hainliğin cezasını bulduğunu; onun serenin ucunda asılı olduğunu görebileceklerini bildirdim. Onlara gelince, suçüstü yakalanmış korsanlar oldukla-nndan, hiç şüphesiz, görevimin bana verdiği yetkiye dayanarak onlan idam etmemem için öne sürebilecekleri bir neden olup olmadığını sordum.

-399-


İçlerinden biri diğerleri adına da söz alarak buna bir diyecekleri olmadığını, ama teslim olurlarken kaptanın canlarını bağışlamak için söz vermiş olduğunu ve benden merhamet dilediklerini söyledi. Onlara nasıl bir merhamet göstereceğimi bilemediğimi çünkü bütün adamlarımla beraber adadan ayrılmaya, kaptanla beraber İngiltere'ye dönmeye karar verdiğimi söyledim. Kaptanın onların İngiltere'ye, isyan edip gemiyi kaçırmaya kalkışmış mahkûmlar olarak ancak zincire vurulmuş halde götürülebileceğini ve bu yolun sonunun da bildikleri gibi darağacına çıktığını, dolayısıyla hayatlarına adada devam etmedikleri sürece onlar için hangisinin daha iyi olduğunu bilmediğimi söyledim. Adada kalmak isterlerse, buna diyeceğim yoktu, çünkü ben zaten adadan ayrılacaktım. Adada yaşayabileceklerini düşünüyorlarsa, canlarını bağışlamaktan yanaydım.

Buna çok sevindiler, asılmak üzere İngiltere'ye götürülmektense burada kalmayı tercih edeceklerini söylediler; dolayısıyla ben de bunda karar kıldım.

Bununla birlikte, kaptan sanki onları burada bırakmaya cesaret edemiyormuş gibi biraz güçlük çıkarır numarası yaptı. Ben de kaptana kızmış gibi yaparak bu adamların onun değil, benim esirlerim olduğunu; onlara bu iyiliği önerdiğimi ve sözümde durmak istediğimi; onları nasıl bulduysam, öyle özgür bırakacağımı; hoşuna gitmez ve kendisi bunu uygun görmezse elinden gelirse onları tekrar layabileçeğini söyledim.

İL HALK KÜTÜPHANESİ

Bunun üzerine çok mutlu oldular; dediğim gibi hepsini serbest bıraktım, ormana, geldikleri yere çekilmelerini; kendilerine birkaç silah, biraz cephane bırakacağımı ve uygun görürlerse, iyi yaşayabilmeleri için bazı tavsiyelerde bulunacağımı söyledim.

Böylece gemiye gitmek için hazırlanmaya başladım, ama kaptana eşyalarımı toplamak için o gece adada kalacağımı, bu arada kendisinin gemiye gidip her şeyi yoluna koymasını istediğimi ve ertesi gün benim için bir sandal yollamasını; ayrıca bu adamların görmesi için öldürülen yeni kaptanın serenin ucuna asılmasını söyledim.

Kaptan gittiğinde adamları evime çağırttım ve onlarla içinde bulundukları durum üzerine ciddi biı* konuşma yaptım. Onlara doğru bir seçim yaptıklarını, kaptanla beraber gitmiş olsalardı, mutlaka asılacaklarını söyledim. Geminin sereninden sallanan yeni kaptanı göstererek kendilerinin başına da bundan başka bir şey gelmeyeceğini bildirdim.

Hepsi kalmak istediklerini belirttikten sonra onlara orada nasıl yaşadığımı anlattım ve hayatlarını kolaylaştıracak şeyleri gösterdim. Böylelikle bu yerin bütün hikâyesini, benim adaya nasıl geldiğimi anlattım ve onlara duvarlarımı, nasıl ekmek yaptığımı, ekin ektiğimi, üzüm kuruttuğumu; kısacası hayatlarını kolaylaştıracak her şeyi gösterdim. Beklediğim on altı İspanyol'un hikâyesini de anlatarak onlar için bir mektup bıraktım ve İspanyollara iyi davranacaklarına dair söz aldım. Onlara silahlarımı, yani beş piyade, üç av

-401-

tüfeği, üç de kılıç bıraktım. Bir buçuk fıçıdan fazla barutum kalmıştı; çünkü ilk bir iki yıldan sonra çok az kullanmış, hiç boşa harcamamıştım. Keçilere bakmayı, onları sağmayı, semirtmeyi, yağ ve peynir yapmanın yollarını anlattım.



Kısacası, onlara kendi hayatımın her yönünü gösterdim ve kaptanı da onlara iki fıçı barutla bazı tohumlar bırakmaya ikna edeceğimi; bundan çok mutlu olacağımı söyledim. Ayrıca kaptanın yemem için getirdiği bir çuval dolusu bezelyeyi de onlara bırakarak bunu ekip çoğaltacaklarına dair söz verdirdim. Bütün bunları yaptıktan sonra ertesi gün onlardan ayrılarak gemiye gittim. Hemen yelken açmaya hazırlandık, ama o gece demir kaldırmadık. Adada kalan beş adamdan ikisi ertesi sabah erkenden yüzerek geminin yanına geldiler, ağlayıp sızlayarak öbür üç kişiden yakındılar, Tanrı aşkına gemiye alınmak için yalvardılar, yoksa öbür adamlar tarafından öldürüleceklerini söyleyip kaptandan, hemen asılmak üzere bile olsa gemiye gelmek için izin istediler.

Bunun üzerine kaptan ben emir vermeden bir şey yapamayacağını söyledi; ama birtakım güçlüklerden ve doğru yola geleceklerine dair ettikleri yeminlerden sonra gemiye alındılar. Sıkıca bir kırbaçlanıp yaralarına tuz basılınca da çok dürüst ve uslu adamlar oldular.

Bir süre sonra suların yükselmesiyle adamlara söz verdiğim şeyleri götürmek üzere karaya bir sandal gönderildi; benim aracılık etmemle kaptan, bu şeylerin arasına

-402-


adamlann sandıklarıyla elbiselerini de eklet-mişti; bunları alınca çok sevindiler. Ayrıca bir yolunu bulursam, onları alması için oraya bir gemi göndermeyi de unutmayacağımı söyleyerek onlara biraz cesaret verdim.

Adadan ayrılırken hatıra olsun diye keçi derisinden yaptığım şapkamı, şemsiyemi ve papağanımı da gemiye götürdüm. Ayrıca daha önce sözünü ettiğim paralarımı da almayı unutmadım; onlara o kadar uzun zamandır el sürmemiştim ki, paslanıp kararmışlardı; biraz ovalayıp parlatmadan gümüş olduklarına kimse inanmazdı; İspanyol gemisinin enkazından aldığım paralar için de aynı şey söz konusuydu.

Böylece geminin kayıtlarından öğrendiğime göre 1686 yılı, 19 Aralık'ta, tam yirmi sekiz yıl, iki ay, on dokuz gün sonra adadan ayrıldım; ikinci tutsaklığımdan da Sale Mağrip-lilerinin elinden bir barco-longo* ile kaçışımla aynı günde kurtulmuştum.

Bu gemiyle uzun bir yolculuktan sonra 1687 yılının, 11 Haziran'ında otuz beş yıldır hiç bulunmadığım İngiltere'ye vardım.

İngiltere'ye geldiğimde sanki orayı hiç tanımayan bir yabancı gibiydim. Büyük yardımcım, paramı bıraktığım sadık vekilim hâlâ hayattaydı; ama başına çok büyük talihsizlikler gelmiş, ikinci kez dul kalmış, çok sıkıntı çekmişti. Bana borcundan dolayı başmı ağrıtmayacağımı söyleyerek onu avuttum; tam aksine önceden bana gösterdiği sadakat ve özene duyduğum minnet dolayısıyla azıcık

İspanyolca, uzun kayık.

-403-

paramın elverdiği ölçüde ona yardım ettim; elimdeki para o zaman için gerçekten de çok az bir şeye elveriyordu; ama önceden bana yaptığı iyilikleri asla unutmayacağımı söyledim ve sırası gelince anlatacağım üzere gerçekten de ona yardım edecek güce ulaşınca verdiğim sözü tuttum.



Ondan sonra Yorkshire'a gittim; ama annem babam ölmüş, aile ocağımız sönmüştü. Yalnız iki kız kardeşimle, erkek kardeşlerimden birinin iki çocuğunu buldum. Uzun bir süredir benim öldüğümü düşündükleri için babamdan kalan mallardan bana pay ayır-mamışlardı; uzun sözün kısası, yaşamımı sürdürebileceğim, geçinebileceğim hiçbir şeyim yoktu ve elimdeki azıcık para da İngiltere'de yerleşmeme yetecek gibi değildi.

Bununla birlikte beklemediğim vefalı bir davranış gördüm; hem kendisini hem de bütün yüküyle gemisini seve seve kurtardığım kaptan, adamlarının hayatını ve gemiyi nasıl kurtardığımı mal sahiplerine ballandıra ballandıra anlatmıştı. Bu mal sahipleri beni yanlarına davet ettiler, ilgili öbür tüccarlarla birlikte yardımlarımdan ötürü çok teşekkür ederek yaklaşık iki yüz sterlin de hediye ettiler.

Durumumu, bir iş kurmak için elimde ne kadar az para olduğunu düşündükten sonra Brezilya'daki çiftliğim ve ortağımla ilgili bir şeyler öğrenip öğrenemeyeceğimi görmek için Lizbon'a gitmeye karar verdim; bu arada ortağım artık öldüğümü sanıyor olmalıydı.

Kafamda bu düşünceyle Lizbon'a giden bir gemiye bindim ve ertesi yılın nisan ayında

-404-

oraya vardım. Adamım Cuma da bütün bu yolculuklar sırasında büyük bir dürüstlükle bana eşlik ediyor, çok sadık bir uşak olduğunu her durumda kanıtlıyordu.



Lizbon'a vardığımda sora sora Afrika kıyılarında beni gemisine alıp kurtaran eski kaptan arkadaşımı buldum ve bu beni çok sevindirdi. Şimdi iyice yaşlanmış, gemisinin başına pek de genç sayılmayacak bir adam olan oğlunu geçirerek denizlere açılmayı bırakmıştı; oğlu da hâlâ Brezilya'yla ticaret yapıyordu. Yaşlı adam ilk başta beni tanımadı; aslında ben de onu zor tanıdım; ama çok geçmeden onun nasıl göründüğünü hatırladım ve kim olduğumu söyleyince o da beni hatırladı.

Eski arkadaşlığımız üzerine birkaç heyecanlı sözden sonra orta hemen çiftliğimi ve ortağımı sorduğuma emin olabilirsiniz. Yaşlı adam bana dokuz yıldır Brezilya'da bulunmadığını, oradan son ayrılışında ortağımın hâlâ yaşadığını; ama benim payıma göz kulak olmaları için bıraktığım iki vekilimin öldüğünü söyledi. Bununla birlikte, çiftliğimin gelirlerinden bir hayli kazancım olduğuna inandığını; çünkü herkesin benim denizde kazaya uğrayıp boğulduğumu kabul etmesi üzerine vekillerimin çiftlik gelirlerinden payıma düşeni savcıya verdiğini; savcının da hiçbir zaman gelip istemezsem diye bu paranın üçte birini krala, üçte ikisini yoksulların hayrına ve yerlilerin Katolik inancına dönmesine harcanmak üzere St. Augustine Manastın'na tahsis ettiğini; ama ben ya da bir mirasçım çıkıp da bu parayı isterse geri alabileceğini; yalnız ha-

-405-

yır işleri için kullanılan kısmının geri alınamayacağını söyledi. Ama kralın vergi memuruyla, provedidore ya da manastırın vekilharcının bütün bu süre boyunca görevlerini titizlikle yaptıklarını, yani ortağımın her yıllık kazancın hesabını doğru verdiğini ve onların da benim hissemi tam olarak aldıklarını söyledi. Çiftliğimin ne kadar geliştiğini bilip bilmediğini, bu işe girişmeye değip değmeyeceğini, oraya gidersem haklarımı almada engellerle karşılaşıp karşılaşmayacağımı sordum.



Bana çiftliğin tam olarak ne kadar büyüdüğünü söyleyemeyeceğini; ama ortağımın yan hissesiyle bile çok zengin olduğunu; hatırlayabildiği kadarıyla benim payımdan krala verilen üçte birlik hissenin, anlaşılan başka bir manastıra ya da dini kuruma devredildiğini ve bunun yılda iki yüz altım geçtiğini söyledi. Paranın bana geri verilmesine gelince, hâlâ sağ olan ortağım benim hakkım için tanıklık edebileceğinden ve adım da ülkenin kayıtlarında bulunduğundan bir sorun çıkmayacağını düşünüyordu. Ayrıca iki vekilimin çocuklarının da çok dürüst, iyi, varlıklı insanlar olduklarını söyledi; malımı geri almakta onlardan yardım görmekle kalmayacağıma, ayrıca onlarda duran bana ait hatırı sayılır bir miktar parayı da alabileceğime inanıyordu; bu para, babalarının, yukarıda söylediği üzere vekilliği bırakmadan önceki zamanlarda çiftlikten elde ettiği gelirmiş; bu da hatırladığı kadarıyla, aşağı yukarı on iki yıllık bir süreymiş.

Bu konuda biraz üzülmüş, sıkılmış olduğumu söyledim; vasiyetimi; Portekizli kapta-

-406-

nı, yani onu umumi vârisim tayin ettiğimi bildiği halde vekillerimin mallarımı bu şekilde dağıtmasına nasıl izin verdiğini sordum.



Bunun doğru olduğunu söyledi; ama öldüğüme dair ellerinde hiçbir kanıt olmadığı için bu yönde kesin bir haber almadan vasiyet hükümlerini yerine getiremeyeceğini; ayrıca böyle belirsiz bir işe karışmak istemediğini; vasiyetimi kayıtlara geçirdiğinin ve hakkını talep ettiğinin doğru olduğunu; elinde yaşadığıma ya da öldüğüme dair bir belge olsaydı, vekâlet alarak ingenio dedikleri şeker imalathanesini üstüne geçirebileceğini, şimdi Brezilya'da olan oğlunu da işin başına koyacağını söyledi.

"Ama," dedi yaşlı adam, "sana verecek başka bir haberim daha var; ancak bu ötekiler kadar hoşuna gitmeyebilir. Şöyle ki, senin öldüğüne inandığım ve herkes de böyle düşündüğü için ortağınla vekillerin ilk altı ya da sekiz yılın gelirini, senin adına bana vermeyi teklif ettiler; ben de kabul ettim. O zamanlar işleri geliştirmek, bir ingenio kurmak ve köle satın almak çok büyük masraf yapmayı gerektiriyordu ve çiftlik sonraları olduğu kadar büyük bir gelir getirmiyordu. Bununla birlikte, aldığım parayla bunu nasıl kullandığımın tam bir hesabını sana vereceğim."

Birkaç gün sonra bu eski dostla başka bir görüşmemizde çiftliğimin altı yıllık gelirinin hem ortağım hem de vekillerim tarafından imzalanmış bir hesabını getirdi. Bu gelirin hepsi kendisine balyalarla tütün, sandıklarla şeker, ayrıca şekerin yan ürünlerinden olan

-407-


rom, pekmez gibi mallar şeklinde verilmişti; bu hesaplardan gelirin her yıl kayda değer bir şekilde arttığını gördüm. Ama yukarıda belirtildiği gibi masraflar çok fazla olduğu için ilk baştaki kazanç azdı. Bununla birlikte, yaşlı adam bana dört yüz yetmiş Portekiz altını, bunun yanı sıra, benim Brezilya'dan ayrılışımdan aşağı yukarı on bir yıl sonra Lizbon'a gelirken kaza geçiren gemisiyle denizin dibini boylayan altmış sandık şeker ve on beş çift balya tütün borçlu olduğunu söyledi.

Sonra bu iyi yürekli adam, başına gelen talihsizliklerden yakınarak zararlarını telafi etmek ve yeni bir gemiden kendisine hisse almak için benim paramı kullanmak zorunda kaldığını anlattı. "Ama eski dostum," dedi, "asla sıkıntı çekmeyeceksin, oğlum döner dönmez sana olan bütün borçlarımı ödeyeceğim."

Bunu söyledikten sonra eski bir kese çıkarıp bana yüz altmış Portekiz altını verdi. Oğlunun Brezilya'ya gittiği, dörtte birine kendisinin, dörtte birine de oğlunun ortak olduğu geminin kendisine ait ortaklık senedini de geri kalan borcu için teminat olarak bana verdi.

Bu zavallı adamın dürüstlüğü ve iyiliği karşısında fazlasıyla duygulandım; bu kadarına da tahammül edemezdim; bir de benim için yaptıklarım, beni denizden kurtarışını, her zaman bana ne kadar cömert davrandığını ve şimdi de benim için çok samimi bir arkadaş olduğunu hatırlayınca dedikleri üzerine ağlamamak için kendimi zor tuttum. Dolayısıyla ilkin durumunun bu kadar çok parayı

-408-

vermeye elverişli olup olmadığını, sıkıntıya düşüp düşmeyeceğini sordum. Biraz sıkıntı çekmeyeceğini söylerse yalan söylemiş olacağını, ama bunun benim param olduğunu ve benim buna daha çok ihtiyacım olduğunu söyledi.



İyi yürekli adamın her sözü sevgi doluydu, o konuşurken gözyaşlanmı zor tutuyordum. Uzun sözün kısası, altınlardan yüz tanesini aldım ve buna dair bir senet imzalamak için de bir kalemle mürekkep istedim. Sonra paranın kalanını geri vererek çiftliği alacak olursam, aldığım yüz altını da geri vereceğimi söyledim; gerçekten sonra bunu başardım da. Oğlunun gemisindeki ortaklık senedine gelince, bunu hiçbir şekilde alamazdım; paraya ihtiyacım olduğunda borcunu ödeyecek kadar dürüst bir insan olduğunu biliyordum; ama ihtiyacım olmaz ve kendisinin geri alabileceğimi söylediği çiftliği alabilirsem, ondan asla tek bir kuruş bile almayacaktım.

Bütün bunlar olup bittikten sonra yaşlı adam çiftliği geri almak konusunda bana bir yardımı dokunup dokunamayacağını sordu. Bunu gidip kendim halletmek istediğimi söyledim. İstersem öyle yapabileceğimi ama kendim gitmeden de hakkımı almam, gelirimden hemen yararlanabilmem için başka yollar da olduğunu söyledi. Lizbon nehrinde Brezilya'ya doğru hemen yola çıkmaya hazır gemiler vardı; sağ olduğumu, ilk başta o toprakları tanm yapmak üzere üstüne alan kişinin ben olduğumu beyan eden yeminli bir belgeyle adımı kütüğe kaydettirdi.

-409-

Noter tarafından da onaylanan bu belgeyle bir vekâletnameyi ve bir de kendi el yazısıyla yazılmış mektubu Brezilya'daki tanıdığı tüccarlardan birine göndermemi söyledi, sonra da bir cevap alana kadar yanında kalmamı teklif etti.



Bu vekâletname üzerine gördüğüm muameleden daha şerefli bir şey olamaz; çünkü yedi ay geçmeden vekillerimin çocuklarıyla kendi hesaplarına denize açıldığım tüccarlardan büyük bir paket aldım; içinde aşağıdaki mektuplarla belgeler bulunuyordu.

Birincisi; babalarının Portekizli kaptanla hesaplarını kapadığı yıldan başlayarak çiftliğimin altı yıllık bir gelir-gider çizelgesiydi; bu bilançoya göre bin yüz yetmiş dört Portekiz altını alacağım görünüyordu.

İkincisi; medeni ölüm dedikleri, kayıp bir insanın durumunda olduğu üzere devletin mallarımı kendi idaresine almasından önce, malların onların elinde bulunduğu dört yılın hesabıydı; bu bilançoya göre çiftliğin değeri artarak otuz sekiz bin sekiz yüz doksan iki gümüş olmuştu; bu da üç bin iki yüz kırk bir altın ediyordu.

Üçüncüsü; on dört yılı aşkın bir süredir kârları alan Augustine Manastın'nın başrahi-binin bilançosuydu; ama hastaneye verilen paranın buna dahil edilmediğini, elinde harcanmamış sekiz yüz yetmiş iki altın kaldığını ve bunu benim hesabıma eklediğini dürüstçe belirtiyordu; kralın payına gelince bundan hiçbir şey geri verilmiyordu.

Ortağımdan da bir mektup vardı; hâlâ ha-

-410-


yatta olduğum için çok sevindiğini söylüyor, çiftliğin nasıl geliştiğini, yılda ne kadar ürün alındığını, kaç dönüm olduğunu, nasıl ekim yapıldığını, kaç köle çalıştığını anlatıyor, buna şükretmek için yirmi iki istavroz çıkardığını; sağ olduğumu öğrenince de Meryem Ana'ya şükretmek için birçok kez Ave Maria duasını okuduğunu söylüyor, beni çok candan bir şekilde oraya, hakkımı almaya davet ediyor, bu arada kendim gitmeyecek olursam mallarımı kime teslim etmesi gerektiğini soruyor ve mektuba kendisinin ve ailesinin en içten dostluk dilekleriyle son veriyordu. Ayrıca bana hediye olarak çok güzel yedi adet leopar postu göndermişti; anlaşılan bunları benden sonra Afrika'ya gönderdiği ve öyle görünüyor ki benimkinden daha hayırlı bir yolculuk yapan gemiyle getirtmişti. Bunun yanı sıra beş sandık çok güzel tatlıyla birlikte, Portekiz altınından daha küçük, yüz adet üzeri basılmamış altın para göndermişti. Aynı filoyla iki vekilim de bana bin iki yüz sandık şeker, sekiz yüz balya tütün ve geri kalan hesabımın tümünü de altın olarak göndermişlerdi.

Şimdi Eyüp Peygamberin sonunun* başlangıcından daha iyi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Bu mektuplara baktığımda, özellikle de bütün servetimin çevremde olduğunu görünce kalbimin nasıl kıpır kıpır olduğunu anlatmama imkân yok. Brezilya gemileri filolar halinde geldikleri için mektuplarımı getiren filo mallanmı da getirmiş, daha mektuplar elime ulaşmadan mallarım güvenle li-

Eyüp, 42:12'den alıntı.

-411-


mana indirilmişti. Uzun sözün kısası birden saranp fenalaşıverdim; yaşlı adam koşup bana içecek bir şeyler getirmeseydi, zannedersem bu ani sevinç beni altüst edip oracıkta öldürüverecekti.

Hatta bu rahatsızlık birkaç saat devam etti ve en sonunda bir hekim çağrıldı. Hekim hastalığımın gerçek sebebini anlayarak kan alacağını söyledi; bundan sonra biraz rahatladım, kendime geldim, ama şuna yürekten inanıyorum ki, doktor beni bu tedaviyle ra-hatlatmasaydı, ölecektim.

Şimdi birdenbire beş bin sterlinden daha fazla bir paranın sahibi olmuştum. Brezilya'da da yılda bin sterlinden daha fazla gelir getiren, İngiltere'deymiş gibi güvenebileceğim bir çiftliğim vardı. Kısacası, bir türlü inana-madığım, nasıl sevineceğimi bilmediğim bir durumdaydım.

İlk işim, gerçek koruyucum, sıkıntılı günlerimde bana çok yardım etmiş, bana karşı başlangıçta çok iyi, sonunda da çok dürüst davranmış olan iyi yürekli yaşlı kaptandan aldıklarımın karşılığını vermek oldu. Gönderilen her şeyi ona gösterdim. Bütün bu şeyleri, Tann'dan sonra ona borçlu olduğumu; şimdi bana düşenin yaptığı iyiliklerin karşılığını vermek olduğunu ve bunu yüz katıyla yapacağımı söyledim. Böylece ilk olarak ondan aldığım yüz Portekiz altınını geri verdim. Sonra da bir noter çağırtarak bana borçlu olduğunu söylediği dört yüz yetmiş altını ödenmiş saydığımı en kesin ayrıntılarıyla gösteren bir anlaşma hazırlamasını istedim. Bundan

-412-

sonra da çiftliğimin yıllık gelirlerini alması için yetki veren ortağımın hesaplan ona vermesini, mallarımı da benim adıma ona göndermesini belirten bir vekâletname hazırlattım; bu vekâletnamenin sonuna da hayatı boyunca ona mallardan yılda yüz altın, ölümünden sonra da oğluna yılda elli altın verileceğini belirten bir madde ekledim. Böylece yaşlı dostuma borcumu ödemiş oldum.



Şimdi bundan sonra hayatıma nasıl bir yön vereceğimi, Tann'nın bu şekilde elime verdiği mülklerle ne yapacağımı düşünmem gerekiyordu. Gerçekten de şimdi başımda adadaki sessiz hayatıma göre düşünülecek çok daha fazla şey vardı, adadayken elimde ihtiyacımdan fazla bir şey bulundurmuyor, elimdekiyle yetiniyordum; oysa şimdi üzerimde büyük bir sorumluluk vardı; bu mallan nasıl koruyacağımın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Paramı saklayabileceğim bir mağaram ya da bunların kilide falan ihtiyaç duymadan, kimse dokunmadan küflenip paslanıncaya kadar durabilecekleri bir yer yoktu. Tam aksine, parayı ne nereye koyacağımı, ne de kime bırakacağımı biliyordum. Velinimetim, dürüst, yaşlı kaptan güvenebileceğim tek insandı.

Diğer taraftan Brezilya'daki çıkarlarım beni oraya çağınyor gibiydi; ama işlerimi yoluna koyup mallanmı emin ellere teslim etmeden oraya gitmeyi düşünemezdim. İlk önce eski dostum olan o dul kadını düşündüm; onun dürüst bir insan olduğunu biliyordum, aynca bana karşı da çok iyi davranmıştı, ama şimdi hem yaşlı, hem yoksul, hem de bildiğim

-413-

kadarıyla borç içindeydi; dolayısıyla İngiltere'ye kendim gitmekten, mallarımı da yanımda götürmekten başka çarem yoktu.



Ama ben buna karar verene kadar aylar geçmişti. Şimdi, yaşlı kaptanın yaptığı iyiliklerin de karşılığını ödemiş olduğumdan, kocası ilk velinimetim olan, ayrıca kendisi de gücü yerindeyken benim için sadık bir vekilharç ve akıl hocası olan zavallı dulu düşünmeye başladım. Böylece ilk işim, Lizbonlu bir tüccar bulmak, Londra'daki iş ortağına, gidip bu dul kadını bulmasını, göndereceğim yüz İngiliz lirasını ona vermesini, onunla konuşup yoksulluğundan ötürü üzülmemesini, çünkü sağ kalırsam kendisine para göndereceğimi söylemesini belirten bir mektup yazdırmak oldu. Aynı zamanda İngiltere'deki iki kız kardeşime de yüzer İngiliz lirası gönderdim; çünkü yoksul olmamakla birlikte onların da durumları pek iyi değildi; biri evlenmiş, dul kalmıştı ve ötekinin de kocası ona gerektiği kadar iyi davranmıyordu.

Ama bütün akrabalarım ve tanıdıklarım içinde, Brezilya'ya gözüm arkada kalmadan gidebilmek için malımın büyük bir kısmını güvenle teslim edebileceğim kimseyi bulamıyordum ve bu durum beni şaşkına çeviriyordu.

Bir ara Brezilya'ya temelli gidip yerleşmeyi düşündüm; ne de olsa oraya alışıktım. Ama din konusunda kafamı kurcalayan, beni ister istemez bu kararımdan caydıran ufak bir tereddütüm vardı, bu konuyu birazdan açacağım. Bununla birlikte, beni oraya gitmekten alıkoyan şimdilik din değildi; o ül-

-414-


kede yaşadığım sürece dinle ilgili bir çekimserliğim olmamıştı; şimdi de olmazdı; yalnız şimdi dinle ilgili düşüncelerim o zamana göre değiştiğinden orada yaşayıp orada öleceğimi düşününce Katolikliği kabul ettiğime pişman olmaya başlamıştım ve Katolik olarak ölmenin pek de iyi olmayabileceğini düşünüyordum.

Ama dediğim gibi beni Brezilya'ya gitmekten alıkoyan başlıca sebep bu değil, mallarımı kime emanet edeceğimi bilmemekti. Böylece en sonunda İngiltere'ye giderken mallarımı da yanımda götürmeye, oraya varabilir-sem bana sadık kalacak bir tanıdık ya da akraba bulabileceğime karar verdim. Böylece bütün servetimle İngiltere'ye gitmek için hazırlanmaya başladım.

Yurduma dönmek için yaptığım bu hazırlıklar arasında, ilk olarak Brezilya'dan aldığım dürüst ve sadık haberlere uygun cevaplar yazıp göndermeye karar verdim; çünkü Brezilya filosu kısa bir süre sonra yola çıkacaktı. İlkin St. Augustine Manastın'nın baş-rahibine, vicdanlı tutumları için teşekkür dolu bir mektup yazdım ve bir yere harcanmamış olan sekiz yüz yetmiş iki altının beş yüzünün manastıra, üç yüz yetmiş ikisinin de başrahibin yönlendireceği şekilde yoksullara dağıtılmasını istediğimi belirttim, iyi yürekli rahibin benim için dua etmesini dileyerek bunun gibi şeyler yazdım.

Daha sonra iki vekilime de bana çok adil ve dürüst davrandıklarını belirterek birer teşekkür mektubu yazdım. Hediye göndermeye

-415-

gelince, durumları zaten çok iyi olduğu için buna hiç gerek yoktu.



Son olarak ortağıma yazıp çiftliği geliştirmekteki çalışkanlığını, işleri büyütmekteki başarısını takdir ettim; payımı gelecekte nasıl idare edeceğine dair bilgiler vererek yaşlı dostuma verdiğim yetkiler doğrultusunda, benden başka bir haber almadığı sürece, .ne olursa olsun, benim payımı ona göndermesini belirttim; niyetimin yalnız onu ziyaret etmek değil hayatımın geri kalanını orada geçirmek olduğunu söyledim. Bu mektuba karısı ve kızı için -kızları olduğunu bana kaptanın oğlu söylemişti- hediye olarak İtalyan ipeklileriyle Lizbon'da bulabileceğim en iyi ince İngiliz yünlülerinden iki parça kumaş, beş parça siyah çuha ve kaliteli Felemenk dantelleri ekledim.


Yüklə 1,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin