11 Aralık - Bugün o işe başladım; iki kalas ya da direği tavana dayayıp üzerlerine de iki kalas koydum. Bunu ertesi gün bitirdim ve daha fazla direkle kalas yerleştirerek, aşağı yukarı bir hafta içinde tavanı iyice sağlam-laştırdım; ayrıca direkler sıralar halinde durduğu için evimi bölümlere ayırmama da yaradılar.
17 Aralık - Bugünden ayın yirmisine kadar rafları yerleştirdim ve aşılabilecek her şeyi asmak için direklere çiviler çaktım. Böylece evimin içini biraz düzene sokmaya başlamıştım.
20 Aralık - Bugün her şeyi mağaraya taşıdım ve evimi yerleştirmeye başladım, üzerine yiyeceklerimi yerleştirmek için, bazı tahta parçalarını bir büfe gibi dizdim, ama tahtalarım azalmaya başlayınca kendime bir masa daha yaptım.
24 Aralık - Bütün gün, bütün gece çok yağmur yağdı; dışarı çıkmaya yeltenmedim.
-126-
25 Aralık - Bütün gün yağmur yağdı.
26 Aralık - Yağmur dindi, toprak öncekinden çok daha serin ve güzel.
27 Aralık - Genç bir keçi vurdum ve bir başkasını da bacağından yaraladım, yakalayıp boynuna bir ip takarak eve getirdim. Eve varınca kırılmış olan bacağını tahtalarla sarıp bağladım. Not: Ona o kadar özenle baktım ki yaşadı, bacağı da iyileşti ve eskisi kadar kuvvetlendi. Keçiye çok uzun bir süre baktığım için evcilleşti. Kapımın önündeki küçük çimenlikte otluyor ve oradan hiçbir yere ayrılmıyordu. İlk defa olarak aklıma, barutum ve saçmam tamamen tükendiğinde yiyecek bir şeylerim olsun diye, bazı hayvanları evcilleştirip yetiştirmek geldi.
28, 29, 30 Aralık-- Ortalık sıcaktan kavruluyor ve en ufak bir esinti yok, bir tek akşamlan dışarı çıkıyorum, o da yiyecek bulmak için. Bu zamanı evimin içindeki eşyalarımı düzenlemekle geçirdim.
1 Ocak - Hava hâlâ çok sıcak, ama sabah erken ve akşam geç saatlerde tüfeğimle dışarı çıktım, gün içinde de hiçbir şey yapmadan yattım. Bu akşam, adanın ortalarına doğru uzanan vadinin daha içlerine gittim ve bir sürü keçi olduğunu gördüm; ama fazlasıyla ürkektiler; yanlarına yaklaşmak zordu. Bununla birlikte, onları aşağı doğru kovalaması için köpeğimi de getirebileceğime karar verdim.
2 Ocak - Dolayısıyla, ertesi gün köpeğimle gittim ve onu keçilerin üzerine saldım; ama yanılmışım. Bütün keçiler yüzlerini köpeğe döndüler ve köpek de bunun tehlikeli olduğu-
-127-
nu çok iyi bildiği için yanlarına gitmeye cesaret edemedi.
3 Ocak - Çitimi ya da duvarımı yapmaya başladım, hâlâ birilerinin saldırısına uğramaktan koktuğum için çok kalın ve sağlam bir çit yapmaya karar verdim.
Not: Bu duvarı daha önce anlattığım için bu konuda söylenecekleri, özellikle günlüğümün dışında tutuyorum. Ortasında mağaranın kapısı bulunan, kayanın bir ucundan başlayıp yedi metre ötedeki başka bir yanıyla birleşen, yarım daire şeklindeki bu duvarın uzunluğu yirmi metreyi geçmediği halde, duvarı yapıp bitirmem ve düzeltmemin en az 3 Ocak'tan 14 Nisan'a kadar sürdüğünü belirtmekle yetineceğim.
Bütün bu süre boyunca çok çalıştım; yağmurlar beni günler, hatta bazen haftalar boyunca engellese bile bu duvar bitene kadar asla tamamen güvende olamayacağımı düşünüyordum. Bütün bunları yaparken, özellikle de gereğinden büyük yaptığım direkleri koruluktan getirmek ve yere çakmak için, kelimelerle anlatılamayacak kadar çok emek harcadığıma inanmak zordur.
Duvar bittiğinde ve dışına da çalı çırpıdan oluşan ikinci bir çit eklediğimde, karaya çıkacak herhangi birinin burada bir barınak olduğunu anlayamayacağına ikna oldum; bu duvarı ne kadar iyi yaptığım, daha sonra anlatacağım çok dikkat çekici bir olay üzerine daha iyi anlaşılacaktır.
Bu süre içinde, yağmur yağmadıkça her
-128-
gün korulukta avlanmaya çıkıyordum ve bu yürüyüşlerde şu ya da bu şekilde benim yararıma olacak şeyler keşfediyordum sık sık. Bir keresinde de yuvasını koru güvercinleri gibi ağaçlara değil de ev güvercinleri gibi kayaların arasındaki deliklere yapan bir tür ya-bangüvercinine rastladım. Birkaç yavruyu alarak evcilleştirmeye çalıştım ve bunu başardım ama büyüdüklerinde hepsi kaçıp gitti, onlara verecek bir şeyim olmadığından, belki de karınlarını doyurmak için kaçmışlardır. Bununla birlikte, sık sık yuvalarını buluyor ve etleri çok lezzetli olan yavruları alıyordum.
Şimdi ev işlerimle uğraşırken birçok eksiğim olduğunu fark ettim; ilk başta bunları yapmamın olanaksız olduğunu düşündüm ve gerçekten de bazılarını yapmak olanaksızdı. Örneğin, bir fıçıyı çemberlemeyi hiçbir zaman beceremiyordum. Daha önce de belirttiğim gibi, bir iki küçük fıçım vardı; ama haftalarca uğraşsam bile onlara benzer bir fıçı yapabilecek ustalığa asla ulaşamadım. Ne uçlarını tutturabiliyordum, ne de tahtaları suyu tutacak şekilde birleştirebiliyordum, dolayısıyla bundan da vazgeçtim.
Bir de mum yokluğu benim için büyük bir sıkıntıydı; çünkü karanlık olur olmaz yatağa gitmek zorunda kalıyordum ve genellikle saat yedide hava karanyordu. Afrika serüvenimde mum yaptığım balmumu aklıma geldi, ama şimdi elimde hiç balmumu yoktu. Bulduğum tek çözüm; bir keçi vurduğumda donyağmı ayırmak ve bu yağı, kilden yapıp güneşte ku-
-129-
ruttuğum küçük bir tabağa yerleştirip üstüpüden yaptığım bir fitili de buna ekleyerek bir lamba yapmak oldu; mum ışığı kadar iyi bir ışık olmasa da aydınlık veriyordu.
Bütün bunlarla uğraştığım sırada, bir gün eşyalarımı karıştırırken, daha önce bahsettiğim bir torbayı bulmuştum; torba, sanırım bu yolculuk için değil de gemi Lizbon'dan gelirken, tavukları beslemek için tahılla doldurulmuştu. Torbanın içinde kalan azıcık tahıl da fareler tarafından yenmiş olduğundan, içinde kabuklar ve un ufak olmuş tahıl parçalarından başka bir şey bulamamıştım. Torbayı başka bir amaç için, sanırım yıldırım korkusuyla barutlan ayırdığım zaman barut koymak ya da onun gibi başka bir işte kullanmak için içindeki tahıl kabuklarını duvarımın bir kenarından dışarı silkelemiştim. Bu az önce bahsettiğim büyük yağmurlardan hemen önce oluyordu; hiç aldırış etmemiştim ve oraya bir şeyler attığımı da hatırlamıyordum. Aşağı yukarı bir ay sonra, yerden yeşil yeşil bir şeylerin filiz verdiğini görünce, bunun daha önce görmediğim bir bitki olduğunu düşündüm; ama biraz daha zaman geçtiğinde tıpkı bizim Avrupa, daha doğrusu İngiliz arpası türünden on on iki adet yemyeşil arpa başağının çıktığını görünce şaşakaldım.
Bu olay üzerine yaşadığım şaşkınlığı ve kafa karışıklığını anlatmam olanaksız. O zamana kadar, hiçbir zaman dini ilkelere göre hareket etmemiştim, aslına bakılırsa kafamda dinle ilgili çok az düşünce vardı. Başıma gelen şeyleri ise talihe bağlamaktan ya da
-130-
I
önemsemeden söylediğimiz gibi, 'Tanrı böyle-sini istemiş," demekten başka hiçbir şekilde açıklamaya girişmez, böyle şeylerde Tann'mn amacını ya da dünyadaki olayları yöneten buyruğunu düşünmek aklıma bile gelmezdi. Ama tahıl yetiştirmeye elverişli olmadığını bildiğim bir iklimde, özellikle de hiç anlamadığım bir şekilde, orada arpa yetiştiğini görünce, garip bir şekilde ürperdim ve Tann'nın burada, bu tahılları hiç tohum ekilmeden mucizevi bir şekilde yeşertmesinin, benim bu vahşi ve berbat yerde beslenebilmemi sağlamakla doğrudan bir ilgisi olduğunu düşünmeye başladım.
Bu durum beni biraz etkiledi ve gözlerimin yaşarmasına sebep oldu; böyle doğaüstü bir şeyin benim için gerçekleşmesinden ötürü kendimi mutlu hissetmeye başladım. Bana daha da tuhaf gelen şey, bunların yakınında, kaya boyunca, daha sonra pirinç filizi olduğu ortaya çıkan başka otların da dağınık bir şekilde yeşerdiğini görmek oldu; Afrika kıyıla-nndayken gördüğümden bunların pirinç olduğunu anlamıştım.
Bunların Tann'nın sadece benim yaşamam için gönderdiği mahsuller olduğunu düşünmekle kalmadım, adada daha başka şeyler olduğuna da hiç şüphe etmeden inandım. Adanın önceden bulunduğum kısımlarındaki her yerini dolaştım ve her köşeye, her kayanın altına bakarak başka mahsuller olup olmadığını araştırdım; ama hiçbir şey bulamadım. Sonunda oraya bir tavuk yemi torbasını silkelediğim aklıma geldi ve şaşkınlığım geç-
-131-
meye başladı; itiraf etmem gerekiyor ki, bütün bunların sıradan bir şey olduğunu anladığımda Tann'nın takdirine karşı duyduğum dinsel şükranım da azalmaya başladı. Ama yine de bu kadar garip ve umulmadık bir olay karşısında bu sanki bir mucizeymiş gibi şükretmem gerekiyordu; çünkü on on iki tahıl tanesinin, gökten inmiş gibi hiç bozulmadan kalmış olması (geri kalanının hepsini fareler yemişken), ayrıca onları yüksek bir kayanın gölgesine atmış olmam da gerçekten Tann'nın bir lütfü ya da buyruğuydu; o sıra onları başka bir yere atmış olsaydım güneşten kavrulup gidebilirlerdi.
Mevsiminde, yani haziran sonuna doğru bu tahıl başaklarını dikkatle koruduğuma emin olabilirsiniz; zamanla kendime ekmek yapmaya yetecek kadar olmaları umuduyla her bir tanesini topladım ve hepsini tekrar ekmeye karar verdim. Ama yemek için bu tahıllardan çok az bir kısmını bile ayırabilene kadar dört yıl geçti. O zaman bile, yeri gelince anlatacağım gibi, çok tutumlu davranıyor-dum, çünkü doğru zaman olup olmadığını düşünmediğimden ilk mevsim ektiklerimin hepsini kaybetmiştim. Kurak mevsimden hemen önce ektiğim için hiç yeşermemişlerdi bile, en azından beklediğim gibi yeşermediler; bunu da sırası gelince anlatırım.
Bu arpanın yanı sıra, yukarıda da değindiğim yirmi otuz pirinç filizi vardı; bunları da aynı şekilde ya da aynı amaçla, yani kendime ekmek, daha doğrusu yiyecek yapmak için kullanmayı düşündüğümden aynı özenle ko-
-132-
ruyordum. Çünkü ocak olmadan yemek pişirme yollarını bulmuştum, gerçi daha sonra bunu da yaptım. Ama artık günlüğüme geri dönme zamanı.
Duvarımı bitirmek için bu üç dört ay bütün gücümle çalıştım ve duvarı 14 Nisan'da kapadım; burada bir barınak olduğu dışarıdan anlaşılmasın diye, kapıdan değil de bir merdivenle duvarın üstünden içeri girmeyi düşünüyordum.
16 Nisan - Merdiveni bitirip duvarın üstüne çıktım ve sonra merdiveni arkamdan çekerek duvarın içine, aşağı bıraktım. Burası benim için tam bir sığınak olmuştu, çünkü hem içeride yeteri kadar yerim vardı, hem de duvarımı aşmadığı sürece, dışarıdan hiçbir şey içeri girip bana saldıramazdı.
Duvarı bitirmemin hemen ertesi günü az kalsın, bir anda bütün emeklerim yerle bir olacak, ben de ölecektim. Şöyle oldu: İçeride, çadırımın arkasındaki mağaramın hemen girişinde bir işle uğraşırken gerçekten de çok şaşırtıcı bir şey yüzünden büyük bir korkuya kapıldım. Birdenbire, mağaramın tavanından ve başımın üzerindeki tepenin kenarından aşağı toprak döküldüğünü ve mağaraya koyduğum iki direğin de korkunç bir şekilde ça-tırdayarak parçalandığını gördüm. Gerçekten çok korkmuştum; ama bunun sebebinin ne olduğunu hiç bilmiyor, sadece daha önce de mağaramın tavanının bir kısmının çöktüğünü düşünüyordum. Toprakların altında kalırım korkusuyla hemen merdivenime koştum ve tepeden kopan parçaların üzerime yuvar-
-133-
lanmasından korktuğumdan, kendimi orada da güvende hissetmeyerek duvarın öbür tarafına geçtim. Ayağım düz yere basar basmaz, bunun korkunç bir deprem olduğunu anladım. Çünkü üzerinde durduğum yer, sekiz dakika içinde üç defa sarsıldı; bu üçü de öyle sarsıntılardı ki, yerin üzerinde durması beklenen en sağlam binayı bile yerle bir edebilirlerdi. Ayrıca deniz kenarında, benden yarım mil uzaktaki bir kayanın tepesinden kopan bir parça, daha önce hiç duymadığım kadar korkunç bir gürültüyle yere düştü. Denizin de şiddetle dalgalandığını gördüm, sanırım sarsıntılar suyun altında, adada olduğundan daha güçlüydü.
Böyle bir şeyi daha önce hiç yaşamamış veya yaşayan birinden de dinlememiş olduğum için o kadar şaşırmıştım ki, olduğum yerde donakalmış, sersemlemiştim, ayrıca yerin sarsılması deniz tutmuş gibi midemi bulandırmıştı. Ama düşen kayanın gürültüsü beni kendime getirdi ve sersemlemiş halimden kurtardı, bu sefer korkuya kapıldım. Tepenin, çadırımın ve bütün eşyalarımın üstüne çökerek bir anda hepsini toprak altında bırakacağından başka bir şey düşünemedim ve bu yüzden ikinci kez yüreğim ağzıma geldi.
Üçüncü sarsıntı geçtikten sonra bir süre başka bir sarsıntı hissetmediğim için cesaretim yerine gelmeye başlamıştı. Yine de canlı canlı gömülme korkusundan duvarımı aşıp içeri girmeye cesaret edemiyor, büyük bir keder ve umutsuzlukla ne yapacağımı bileme-
-134-
den olduğum yerde öylece oturuyordum. Bütün bu süre içinde, sıradan bir, 'Tanrım, bana acı!" lafından başka aklıma dinle ilgili en ufak ciddi bir düşünce gelmedi ve zaten deprem bittiğinde o da silinip gitti.
O şekilde otururken sanki yağmur yağa-cakmış gibi havanın kapadığını ve bulutların geldiğini gördüm. Kısa bir süre sonra, rüzgâr yavaş yavaş arttı ve yanm saat bile geçmeden korkunç bir fırtına çıktı. Deniz birdenbire dalgalandı ve köpürdü, kıyıyı sular kapladı, ağaçlar kökleriyle beraber yerinden çıktı. Korkunç bir fırtınaydı, yaklaşık üç saat sürdü, sonra dinmeye başladı, iki saat daha geçince iyice duruldu ve çok şiddetli bir yağmur başladı.
Bütün bu süre boyunca, büyük bir korku ve üzüntüyle yerde oturmaya devam ettim. Sonra ansızın bütün bu rüzgârların ve yağmurun depremin sonuçlan olduğunu, depremin kendisinin geçip gittiğini ve tekrar mağarama girebileceğimi anladım. Bu düşünceyle keyfim yerine gelmeye başladı; ayrıca yağmur da kendimi ikna etmeme yardımcı olduğu için içeri girdim ve çadınmda oturdum. Ama yağmur öyle şiddetliydi ki çadınm her an yıkılabilirdi; bu yüzden, başıma çökeceğinden endişe ederek huzursuz ve korku içinde, yine de mağarama girmek zorunda kaldım.
Bu şiddetli yağmur, benim yeni bir işe koyulmama sebep oldu; aksi takdirde mağaramı basacak suların dışan çıkmasını sağlamak için yeni duvanma lavabolardaki gibi bir
-135-
delik açmak zorunda kaldım. Bir süre mağarada kaldıktan ve depremin ardından başka bir sarsıntı gelmediğini anladıktan sonra sakinleşmeye başladım. Keyfîmi biraz daha yerine getirmek için küçük ambarıma gidip ufak bir yudum rom içtim; buna gerçekten çok ihtiyacım vardı, bununla birlikte, bir kere tükendiğinde bir daha rom bulamayacağımı bildiğimden her zaman çok tutumlu içiyordum.
Bütün gece ve ertesi günün büyük bir bölümünde de yağmur devam etti, dolayısıyla dışarı çıkamadım; ama biraz daha yatışmış olduğum için yapabileceğim en iyi şeyin ne olduğunu düşünmeye başladım. Eğer adada sürekli böyle depremler oluyorsa bir mağarada yaşayamayacağım sonucuna vardım. Açık bir alanda kendime küçük bir kulübe yapmayı ve etrafını da burada yaptığım gibi bir duvarla kuşatmayı göz önüne almam gerekiyordu, böylece kendimi vahşi hayvanlara ya da insanlara karşı koruyabilecektim. Ama bulunduğum yerde kalırsam, eninde sonunda canlı canlı toprak altında kalacağım sonucuna vardım.
Bu düşüncelerle tekrar deprem olursa, tepenin kesinlikle üzerime çökecek olan bir parçasının hemen altında bulunan çadırımı, şimdi bulunduğu yerden taşımaya karar verdim ve bundan sonraki iki günü, yani Nisan'ın 19'u ve 20'sini barınağımı nereye ve nasıl taşımam gerektiğini düşünerek geçirdim.
Diri diri toprağa gömüleceğim korkusu yüzünden hiçbir zaman huzur içinde uyuya-
-136-
mıyordum; ama çitim olmadan, açıkta yatma düşüncesi de bununla hemen hemen aynı anlama geliyordu. Ancak yine de çevreme bakıp her şeyin ne kadar da düzene girdiğini; ne güzel gizlenmiş ve tehlikelere karşı ne kadar güvende olduğumu gördükçe, taşınma fikrinden iyice soğuyordum.
Bu arada bunu yapmanın çok uzun süreceğini ve kendime yeni bir barınak yapıp taşınacak kadar güvenli bir hale getirene kadar da bulunduğum yerde kalma riskini göze almak zorunda olduğumu düşünüyordum. Bu kararla bir süre kendimi yatıştırdım; kendime önceki gibi, direklerle halatlardan daire şeklinde bir duvar yapmak için hızla işe koyulmaya ve bu duvar bittiğinde çadırımı içine kurmaya karar Verdim. Ama duvar bitip taşınmaya elverişli hale gelene kadar bulunduğum yerde kalmayı göze aldım. Bu, ayın 21'indeydi.
22 Nisan - Ertesi gün bu karan uygulama yollarını düşünmeye başladım; ama aletlerimin büyük bir kısmı eksikti. Üç büyük baltam ve bir dolu küçük baltam (yerlilerle alışveriş yapmak için taşımıştık) vardı; ama budaklı sert ağaçlan doğrayıp kesmekten hepsi bozulmuş, körelmişti; bir bileyitaşım vardı, ama çevirip aletlerimi bileyemiyordum. Bileyitaşım çalıştırabilmek için o kadar çok düşünmem gerekti ki, bir devlet adamı önemli bir siyasi mesele üzerine ya da bir yargıç, bir insanın yaşaması mı ölmesi mi gerektiğine karar vermek için ancak bu kadar düşünürdü. En sonunda, bir tekerlek yaptım ve bunu
-137-
ayağımla çevirebilmek için bir tel ekledim, böylece ellerim serbest kalıyordu. Not: Daha önce İngiltere'de hiç buna benzer bir şey görmemiştim ya da en azından nasıl yapıldığı dikkatimi çekmemişti; ama sonradan bu aletin orada da çok yaygın olduğunu fark ettim; ayrıca benim bileyitaşım hem çok büyük, hem de ağırdı. Bu aleti kusursuz bir hale getirmek tam bir haftamı aldı.
28, 29 Nisan - Bu iki günün tamamını aletlerimi bilemekle geçirdim, bileyitaşımı çevirmek için yaptığım mekanizma çok güzel çalışıyordu.
30 Nisan - Uzun bir süredir ekmeğimin azaldığının farkında olduğumdan bugün bir yokladım ve öğünlerimi günde yalnız bir peksimetle sınırladım; bu durum da canımı oldukça sıktı.
1 Mayıs - Sabahleyin denize bakarken, sular alçaldığından kıyıya epeyce büyük bir şeyin vurmuş olduğunu gördüm; bir fıçıya benziyordu. Yanına gittiğimde küçük bir fıçıyla, geminin enkazından kopan ve son fırtınayla kıyıya sürüklenen iki üç tahta parçası olduğunu gördüm. Enkaz ise, suyun üzerine her zamankinden daha fazla çıkmıştı. Kıyıya sürüklenen fıçıyı inceler incelemez, bir barut fıçısı olduğunu anladım; ama su almıştı ve barut da taş gibi kaskatı kesilmişti. Yine de fıçıyı şimdilik, kıyının içlerine doğru yuvarladım ve başka bir şeyler olup olmadığına bakmak için kumların üzerinden giderek gemiye elimden geldiğince yaklaştım.
İyice yaklaştığımda geminin tuhaf bir şe-
-138-
kilde yer değiştirmiş olduğunu gördüm. Daha önce kumun içine gömülü olan başkasarası, en az altı ayak yukarı çıkmış; en son gidişimden kısa bir süre sonra dalgaların şiddetiyle parçalanıp geminin geri kalanından ayrılan kıç tarafı ise yana yatmıştı ve o tarafına çok fazla kum birikmişti. Öyle ki, daha önce, arada büyük bir su kütlesi varken, enkaza yüzmeden üç yüz metre kadar bile yaklaşamıyor-dum, ama şimdi sular çekildiğinde yürüyerek bile gemiye oldukça yaklaşabiliyordum. Bu durum ilk başta beni şaşırtmıştı; ama çok geçmeden, bunun depremin etkisiyle olduğu sonucuna vardım. Depremin şiddetiyle, gemi öncekinden daha çok dağılmıştı; bu yüzden denizin kopardığı birçok parça, her gün rüzgârın ve dalgaların etkisiyle yavaş yavaş kıyıya sürükleniyordu.
Bu olay dolayısıyla, evimi taşıma tasarım tamamıyla aklımdan çıktı ve özellikle de o gün, kendimi olanca kuvvetimle gemiye gidebilmek için bir yol aramaya verdim. Ama bundan bir şey ummanın faydasız olduğunu anladım, çünkü geminin içi tıka basa kumla dolmuştu. Bununla birlikte, hiçbir şeyden umut kesmemeyi artık öğrendiğim için, alabileceğim her şeyin şu ya da bu şekilde işime yarayacağı sonucuna vararak gemiyi elimden geldiğince parçalara ayırmaya karar verdim.
3 Mayıs - Testeremle işe koyuldum ve geminin üst kısımlarını ya da kıç güvertesini tuttuğunu düşündüğüm kirişten bir parça kestim. Bu parçayı kesip çıkardıktan sonra,
-139-
kumlan en tepesinden başlayarak elimden geldiğince temizledim, ama sular yükseldiği için bir süreliğine bu işi bırakmak zorunda kaldım.
4 Mayıs - Balığa gittim ama yenebilecek tek bir balık bile tutamadım; sonunda bu oyundan bıktım ve tam bırakmak üzereyken yavru bir yunus yakaladım. Kendime uzun bir olta ipi yapmıştım, ama kancam yoktu; yine de çoğunlukla yemeye değecek kadar balık tutabiliyordum; tuttuğum bu balıklan güneşte kurutuyor, öyle yiyordum.
5 Mayıs - Enkazda çalıştım, bir kiriş daha kestim, güverteden üç büyük köknar tahtası sökerek birbirine bağladım ve sular yükseldiğinde bunu kıyıya kadar yüzdürdüm.
6 Mayıs - Enkazda çalıştım, birkaç demir civata ve başka demir parçalan söktüm; bütün gün çalıştığımdan eve döndüğümde çok yorgundum ve bu işi bırakmayı düşünüyordum.
7 Mayıs - Tekrar enkaza gittim, ama çalışmak gibi bir niyetim yoktu; yine de kirişler kesildiği için geminin kendiliğinden parçalara ayrılmış olduğunu gördüm; geminin bazı parçalan sökülecek gibi duruyordu ve ambar da o kadar dağılmıştı ki, içini görebiliyordum; ama içi su ve kumla doluydu.
8 Mayıs - Enkaza gittim, şimdi su ve kumdan epeyce annmış olan güverteyi sökmek için bir de demir küskü götürdüm. İki kalası söktüm ve sular yükselince karaya çıkardım. Demir küsküyü sonraki gün için enkazda bıraktım.
-140-
9 Mayıs - Enkaza gittim, küsküyle geminin içlerine doğru yol açtım ve orada birkaç fıçı olduğunu fark ettim. Bunlan küsküyle biraz gevşettim, ama parçalara ayırmayı başaramadım. Aynca İngiliz kurşunu tomarını da buldum, ama çok ağır olduğu için yerinden bile kıpırtamadım.
10, 11, 12, 13, 14 Mayıs - Her gün enkaza gittim ve birçok kereste, tahta, kalas ve yüz yüz elli kilo ağırlığında da demir aldım.
15 Mayıs - İki balta götürdüm; birinin ağzını kurşun tomanna yerleştirip diğer baltayla da bunun üzerine vurarak tomardan bir parça kesmeyi deneyecektim, ama tomar suyun aşağı yukarı yanm metre altında durduğu için baltayı, tomara saplayacak kadar hızlı vuramıyordum.
16 Mayıs - Gece sert bir rüzgâr çıktı; gemi dalgalann gücüyle daha fazla parçalanmış gibi görünüyordu. Ama güvercin yakalamak için korulukta o kadar uzun kaldım ki, sular yükseldiğinden o gün gemiye gidemedim.
i 7 Mayıs - Geminin bazı parçalannın çok uzakta, benden yaklaşık iki mil ötede karaya vurduğunu görerek gidip ne olduklanna bakmaya karar verdim; geminin başından kopan bir parçaydı, ama çok ağır olduğundan alıp getiremedim.
24 Mayıs - Bugüne kadar her gün gemide çalıştım ve epeyce emek vererek bazı şeyleri küsküyle o kadar gevşettim ki, sulann ilk yükselişinde birkaç fıçı ve iki gemici sandığı suyun üzerine çıktı. Ama o gün rüzgâr karadan estiği için, kıyıya birkaç kereste parçası
-141-
ve büyük bir fıçıdan başka bir şey vurmadı. Fıçının içinde Brezilya domuzu eti vardı, ama tuzlu su ve kumdan bozulmuştu.
Haziran'm 15'ine kadar, yiyecek bulmaya ayırdığım zamanlar dışında, her gün bu işe devam ettim; bu iş süresince, sular çekildiğinde gemiye gidebilmek için yiyecek bulma zamanımı daima suların yükselişine göre ayarlıyordum. Bu süre boyunca, iyi bir kayık yapmaya yetecek kadar -keşke nasıl yapılacağını bilseydim- kereste, tahta ve demir aldım; ayrıca birkaç seferde ve parça parça olmak üzere elli kilo kadar kurşun levha da getirdim.
i 6 Haziran - Deniz kenarına inerken büyük bir deniz kaplumbağası buldum. Bu bulduğum ilk kaplumbağaydı; ama anlaşılan bu durum, adada bir sorun olduğundan ya da kaplumbağaların buraya az gelmesinden değil, benim talihsizliğimden kaynaklanıyordu. Çünkü adanın diğer tarafına düşmüş olsaydım, sonradan öğrendiğime göre, her gün yüzlercesine rastlayabilirmişim, ama bu pahalıya da patlayabilirdi.
17 Haziran - Bugünü kaplumbağayı pişirmekle geçirdim. Karnında altmış yumurta bulmuştum; eti de bu korkunç adaya düştüğümden beri, keçi ve kuş etinden başka et yemediğimden, o an için, bana hayatımda yediğim en lezzetli ve tatlı şey gibi geldi.
18 Haziran - Bütün gün yağmur yağdı ve ben de içeride kaldım. Bu sefer, yağmurla beraber havanın da soğuduğunu hissediyor ve biraz üşüyordum; ama bu iklimde, bunun pek de olağan bir şey olmadığını biliyordum.
-142-
\
19 Haziran - Çok hastayım ve sanki hava soğukmuş gibi titriyorum.
20 Haziran - Bütün gece hiç uyuyamadım; şiddetli bir baş ağrısı çekiyorum ve ateşim de var.
21 Haziran - Çok hastayım, içinde bulunduğum acıklı durumu -çevremde bana yardım edecek kimse yok ve ben hastalanıyorum- düşündükçe ölümüne korkuyorum. HuU'daki fırtınadan beri ilk defa Tann'ya dua ediyordum; ama kafam allak bullak olduğundan ne söylediğimin ya da niçin söylediğimin pek farkında değildim.
22 Haziran - Biraz daha iyiyim, ama hâlâ hastalığımı düşündükçe çok korkuyorum.
23 Haziran - Yine çok kötüydüm; üşüyor ve titriyordum;'sonra da başıma korkunç bir ağrı girdi.
24 Haziran - Çok daha iyiyim.
25 Haziran - Çok şiddetli bir sıtma nöbeti; yedi saat sürdü, bir üşüyorum, bir yanıyorum, ardından da soğuk terler basıyor.
Dostları ilə paylaş: |